Gözlerim birden açıldı.
Rüyamın etkisinden kurtulmaya çalışırken birkaç dakika boyunca yatağımda titredim ve zorukla nefes alabildim. Kalp atışlarımın yavaşlamasını beklerken, gökyüzü gri renkten soluk pembeye dönüştü.
Dağınık ve tanıdık odamın gerçekliğine tamamen döndüğümde, kendimden biraz rahatsız oldum. Tam da düğünden önceki gece gördüğüm rüyaya bak!
Kabustan kurtulabilmeye istekli olarak, giyindim ve acıkmadığım halde mutfağa yöneldim. Önce zaten düzenli olan odaları topladım ve Charlie kalktığında ona krep yaptım. Kahvaltı yapmakla ilgilenmeyecek kadar heyecanlıydım, bu yüzden o yerken oturduğum yerde zıplayıp durdum.
“Bay Weber’i saat üçte alacaksın.” diye hatırlattım.
“Bugün papazı getirmekten başka pek bir işim yok Bells. Tek görevimi unutacak değilim.” Charlie bütün gününü düğüne ayırmıştı ve kesinlikle boşluktaydı. Gözleri gizlice merdivenlerin altındaki, oltasını tuttuğu dolabın önünden geçti.
“Senin tek işin bu değil. Aynı zamanda güzel giyinmen ve yakışıklı olman gerekli.”
Gevreğinin bulunduğu tasa bakarken kaşlarını çattı ve “maymun elbisesi” kelimelerini homurdandı.(Not: Onu ve Bella’yı Alice giydiriyor.)
Kapı canlı bir şekilde çalındı.
Yüzümü buruşturarak “Durumunun kötü olduğunu düşünüyorsun,” dedim ve kapıya doğru yürüdüm. “Alice bütün gün benim üzerimde çalışıyor olacak.”
Charlie kafasını düşünceli düşünceli salladı. Geçerken, kafasının tepesini öpmek için eğildim –kızardı ve öksürdü- en iyi kız arkadaşım ve müstakbel kardeşimi karşılamak üzere kapıya doğru yürümeye devam ettim.
Alice’in kısa, siyah saçı her zamanki gibi dikilmiş halde değildi. Periye benzeyen –ve şu anda tamamen ciddi bir ifadeye sahip olan- yüzünün çevresinde pürüzsüz bukleler vardı. Beni evden dışarı sürükleyerek, omzunun üzerinden “Hey Charlie.” diye seslendi.
Porsche’sine binerken beni inceledi.
“Kahresin, gözlerine bak! Ne yaptın sen? Bütün gece ayakta mı kaldın?”
“Hemen hemen.”
Ters ters baktı. “Seni bugün mükemmel yapmak için çok fazla zaman ayırdım Bella – ham maddeme daha iyi bakabilirdin.”
“Kimse benden mükemmel olmamı beklemiyor. Bence en büyük problem, tören sırasında uyuyakalıp “Evet.” diyememem ve bunun üzerine Edward’ın kaçması ihtimali.”
Güldü. “Vakit yaklaştığında sana buketimi fırlatırım.”
“Teşekkürler.”
“En azından yarın uçakta uyuyacak vaktin olacak.”
Kaşımı kaldırdım. Yarın, diye düşündüm. Yarın bu saatlerde hala uçakta olacaktık. Edward nereye gideceğimize dair hiçbir ipucu vermemişti. Bu gizem beni strese sokmamıştı; ama yarın nerede uyuyor olacağımı bilmemek garipti. Ya da umarım, uyumuyor olacağım…
Alice bir ipucu vermiş olduğunu anlayıp somurttu.
“Eşyaların toplandı ve hazırsın.” dedi dikkatimi dağıtmak için.
İşe yaradı. “Alice, keşke kendi eşyalarımı toplamama izin verseydin.”
“Çok fazla şeyi ele vermiş olurdum.”
“Ve alışveriş yapma şansın olmazdı.”
“10 saat içinde resmen kardeşim olacaksın… Yeni kıyafetlere olan nefretini aşmanın zamanı geldi.”
Eve yaklaşana kadar arabanın ön camından dışarı sert sert baktım.
“O geldi mi?” diye sordum.
“Merak etme, müzik başlamadan burada olur; ama geldiği zaman bile onu göremeyeceksin. Bu işi geleneksel yolla yapıyoruz.”
Homurdandım. “Geleneksel!”
“Çoktan gözetlemiş olduğunu biliyorsun.”
“Ah, hayır – seni gelinlikle gören tek kişi olmamın sebebi buydu. Bunu o yakınlardayken düşünmemeye çok dikkat ediyorum.”
“İyi,” dedim garajın yoluna girerken, “Mezuniyet dekorlarını tekrar kullanmak zorunda kalmışsın?” Yolun üç mili binlerce titrek ışıkla sarılıydı. Bu sefer beyaz, saten fiyonklar da eklemişti.
“Şimdi ziyan etmezsek ileride de kullanabiliriz. Tadını çıkar; çünkü vakti gelene kadar iç dekorlarını göremeyeceksin.” Arabayı garaja park etti; Emmett’in büyük cipi hala yoktu.
“Ne zamandan beri gelinin dekorasyonu görmesine izin verilmiyor?” diye protesto ettim.
“Beni görevlendirdiğinden beri. Merdivenlerden inerken seni tamamen etkilemek istiyorum.”
Beni mutfağın içine sokarken ellerini çırptı. Girer girmez kokunun etkisi altına girdim.
“Bu da ne?” diye sordum, beni evin içine doğru götürürken.
“Çok mu fazla olmuş?” Sesi birden bire endişeli çıkmaya başladı. “Buraya giren ilk insansın; umarım doğru yapmışımdır.”
“Muhteşem kokuyor!” diyerek güvence verdim –neredeyse alkollü gibi; ama bunaltıcı değil. Değişik güzel kokuların dengesi zekice ve kusursuzdu. Turuncu ağaç çiçekleri… leylak… ve başka bir şey – doğru mu?”
“Çok iyi Bella. Sadece frezya ve gülleri unuttun.
Büyük banyosuna girmeden gözlerimi çözmedi. Güzellik salonu malzemeleriyle dolu uzun tezgaha baktım ve uykusuz gecemin etkilerini hissetmeye başladım.
“Bu gerçekten gerekli mi? Onun yanında her halükarda sıradan duracağım zaten.”
Beni alçak, pembe sandalyeye itti. “Ben seninle ilgilendikten sonra kimse sana sıradan demeye cesaret edemez.”
“Sadece senin kanlarını emeceğinden korktukları için.” diye homurdandım. Arkama yaslandım ve biraz uyuyabilme ümidiyle gözlerimi kapattım. Alice her yanımı maskeler ve boyarken kendimi bıraktım.
Rosalie, sabahlıkla ve saçında bir taçla banyodan içeriye süzüldüğünde vakit öğleyi geçmişti. Öyle güzeldi ki, içimden ağlamak geldi. Rosalie yakınlardayken süslenmenin manası neydi?
“Geri geldiler.” dedi ve çocukça umutsuzluğum anında geçti. Edward evdeydi.
“Onu buradan uzak tut!”
“Bugün sana karşı gelmez, hayatına çok değer veriyor.”
Bugün sana karşı gelmez, hayatına çok değer veriyor.” diyerek Alice’e güvence verdi. “Yardım etmemi ister misin? Bella’nın saçını yapabilirim.”
Ağzım açık kaldı. Nasıl kapatacağımı hatırlayabilmek için uğraştım.
Hiçbir zaman Rosalie’nin en sevdiği kişi olmamıştım. Şu anda yaptığım seçim, aramızdaki gerginliği daha da artırmıştı. Nefes kesici güzelliğine, sevdiği ailesine ve ruh eşi Emmett’e rağmen, bütün bunları insan olabilmek için vermeye hazırdı. Ve ben, onun hayatında en çok istediği şeyi çöpmüş gibi fırlatıp atıyordum. Bu seçimim kesinlikle aramızı ısıtmamıştı.
“Tabii,” dedi Alice kolayca. “Saçını karmakarışık istiyorum. Duvak şuraya gelecek.” Elleri saçlarımın üzerinde gezinmeye başladı. Kaldırıyor, kıvırıyor, istediği modeli tanımlıyordu. Bitirdiği zaman, Rosalie’nin elleri ile yer değiştirdi. Alice yüzümde çalışmaya devam etti.
Rosalie saçımı Alice’in istediği şekilde yaptıktan sonra, gelinliğimi almaya ve sonra Phil ile annemi otelden almakla görevlendirilmiş olan Jasper’la iletişim kurmaya gönderildi. Alt katta kapının tekrar tekrar açılıp kapandığını duyabiliyordum. Sesler yukarıya doğru gelmeye başlamıştı.
Alice saçımı ve makyajımı bozmadan giyinebilmem için beni ayağa kaldırdı. Sırtımdaki inci düğmeleri iliklerken dizlerim çok fena titriyordu.
“Derin nefes al.” dedi Alice. “Ve kalp atışlarını yavaşlatmaya çalış. Yüzündeki bütün makyajı akıtacaksın.”
Verebileceğim en alaylı izlenimi vermeye çalışarak “Çalışacağım.” dedim.
“Artık giyinmem lazım. İki dakikalığına kendini birarada tutabilir misin?”
“Imm… Belki?”
Gözlerini devirdi ve kapıdan çıktı.
Banyo ışıklarının eteğimin üzerinde yaptığı şekilleri izlerken, akciğerlerimin her hareketini sayarak nefes alıp verişime odaklandım. Aynaya bakmaya korkuyordum – kendimi gelinlik içinde görmemin kalp krizi geçirmeme yol açabileceğinden korkuyorum.
Alice, gümüş bir şelaleyi andıran ve ince vücudunu saran elbisesiyle, ben iki bin nefes almadan önce oradaydı.
“Alice – vay!”
“Bu bir şey değil. Bugün kimse bana bakıyor olmayacak. En azından sen odadayken.”
“Har har.”
“Şimdi, kendini kontrol edebiliyor musun yoksa Jasper’ı buraya getirmem mi gerekli?”
“Geldiler mi? Annem burada mı?”
“Kapıdan içeri yeni girdi. Buraya geliyor.”
“Renee buraya iki gün önce gelmişti ve ben onu“Renee buraya iki gün önce gelmişti ve ben onu“Renee buraya iki gün önce gelmişti ve benim onu Esme ve dekorasyonlardan ayırabildiğim her dakikayı beraber geçirmiştik. Bu işlerden gece Disneyland’da kapalı kalmış bir çocuk gibi zevk alıyordu.
Kapıya gelmeden coşup, tiz bir sesle “Ah, Bella!” diye bağırdı. “Ah, tatlım, çok güzelsin! Ağlayacağım! Alice, muhteşemsin! Sen ve Esme mutlaka düğün organizatörleri olmalısınız. Bu gelinliği nereden buldun? Göz kamaştırıcı! Çok zarif, çok şık. Bella, bir Austen filminden fırlamış gibi duruyorsun.” Sesi uzaktan geliyor gibiydi ve odadaki şey şey bulanık gözüküyordu. “Her şeyi Bella’nın yüzüğünün etrafında tasarlamanız ne kadar yaratıcı bir fikir. Çok romantik! Bu yüzüğün 1800lerden beri Edward’ın ailesinde olduğu düşünülürse..!”
Alice ile kısa bir süre bakıştık. Annem gelinliğin stilinde bir asır yanılmıştı. Düğün aslında yüzüğün etrafında değil, Edward’ın etrafında tasarlanmıştı.
Biri koridorda gürültülü ve aksi bir şekilde boğazını temizledi.
“Charlie, çok havalı gözüküyorsun.” dedi Renee, neredeyse şokta. Charlie’nin cevabının huysuz oluşunu açıklayabilirdi bu.
“Benimle Alice ilgilendi.”
“Vakit geldi mi?” dedi Renee kendi kendine, sesi neredeyse benim kadar gergin çıkmıştı. “Her şey çok hızlı oldu. Başım dönüyor.”
İkimiz de aynı durumdaydık.
“Gitmeden önce bana sarıl.” diye ısrar etti Renee. “Bu sefer dikkatli.”
Annem bana belimden yavaşça sarıldı ve kapıya doğru yöneldi.
“Ah, az kalsın unutuyordum. Charlie, kutu nerede?”
Babam bir dakika ceplerini karıştırdı ve sonunda küçük, beyaz bir kutu çıkarıp Renee’ye uzattı. Renee kapağı kaldırıp bana uzattı.
“Mavi bir şey.” dedi.
“Aynı zamanda eski bir şey. Bunlar büyükannenindi.” diye ekledi Charlie.
Kutunun içinde iki tane ağır, gümüş toka vardı. Koyu mavi safirler dişlerin tepesinde çiçek şekilleri oluşturmuşlardı.
“Anne, baba… Hiç gerek yoktu.”
“Alice başka bir şey yapmamıza izin vermedi,” dedi Renee. “Her denememizde kafamızı koparıyordu neredeyse.”
Histerik bir kahkaha dudaklarımın arasından fırladı.
Alice önce çıktı ve iki tokayı da saçıma hızlıca taktı. “Bu mavi ve eski bir şey,” diyerek düşünceye daldı. Bana hayran hayran bakarak bir iki adım geri gitti. “Ve gelinliğin yepyeni…-”
Elime bir şey fırlattı. Ellerimi otomatikman kaldırdım ve ince, beyaz jartiyeri yakaladım.
“Bu benim ve geri istiyorum.” dedi.
Kızardım.
“İşte,” dedi Alice tatmin olmuş bir sesle. “Biraz renk – tek ihtiyacın bu. Resmen muhteşemsin.” Kendini kutlayan bir gülümsemeyle annemle babama döndü. “Renee, aşağıya inmen gerekli.”
“Tabii hanımefendi.” Renee baan bir öpücük yolladı ve kapıya koşturdu.
“Charlie, çiçekleri alabilir misin lütfen?
Charlie odadan çıktığında Alice jartiyeri elimden çekti ve eteğimin içinden daldırdı. Soğuk elleri ayak bileğimi yakaladığında sendeledim; jartiyeri yerine çekti.
Charlie üstü köpüklü iki beyaz buketle geri döndüğünde, Alice çoktan ayağa kalkmıştı. Güllerin, turuncu ağaç çiçeklerinin ve frezyanın kokusu beni yumuşak bir buğunun içine aldı.
Rosalie –Edward’dan sonra ailedeki en iyi müzisyen- aşağı katta piyan çalmaya başladı. Titremeye başladım.
“Sakin ol Bells,” dedi Charlie. Gergin bir şekilde Alice’e döndü. “Biraz hasta gözüküyor. Bunu yapabilecek mi sence?”
Sesi uzaklardan geliyor gibiydi. Bacaklarımı hissedemiyordum.
“Daha iyi olacaktır.”
Alice tam önünde durdu ve bileklerimi sıkıca kavradı.
“Odaklan Bella. Edward aşağıda seni bekliyor.”
Derin bir nefes aldım ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
Müzik yavaşça değişti ve başka bir şarkı başladı. Charlie beni titretti. “Bells, gitmek üzereyiz.”
Hala bana bakan Alice “Bella?” diye sordu.
“Evet,” dedim tiz bir sesle. “Edward... Her şey yolunda...”
“Evet,” dedim tiz bir sesle. “Edward. Her şey yolunda.” Charlie peşimden gelirken, Alice’in beni odadan çıkarmasına izin verdim.
Koridorda müziğin sesi daha çok duyuluyordu. Bir milyon çiçeğin kokusuyla merdivenlere doğru gittim. Edward’ın aşağıda yürümeme yardım etmek üzere beni beklediği düşüncesine odaklandım.
Müzik tanıdıktı, Wagner’in geleneksel marşı çalınıyordu.
Alice şarkı söyler gibi “Benim sıram,” dedi. “Beşe kadar say ve beni takip et.” Ardından yavaş ve zarif bir dansa başlayarak merdivenlerden inmeye başladı. Alice’i nedime olarak seçmenin büyük bir hata olduğunu anlamalıydım. Onun arkasında çok uyumsuz gözükecektim.
Aniden bir giriş müziği çalmaya başladı. İşareti anladım.
“Düşmeme izin verme baba.” diye fısıldadım. Charlie elimi koluna çekti ve sıkıca tuttu.
Marşın yavaş temposuyla inerken bir seferde tek adım, dedim kendime. Görüşlerine girdiğim anda başlayan mırıltılara rağmen, güvenle aşağı inene kadar gözlerimi yerden kaldırmadım. Kan yanaklarıma hücum etti, tabii ki, kızaran gelin olmam beklenirdi.
Merdivenlerden iner inmez, Edward’ı aramaya başladım. Kısa bir saniye, evde canlı olmayan her şeye asılmış olan beyaz çiçekler dikkatimi dağıttı; ama sonra onu çiçeklerin arasında bulana kadar, gözlerimle etrafı aramaya devem ettim.
Carlisle’nin onun yanında ve Angela’nın babasının ikisinin arkasında olduğunun güçlükle farkına varabildim. Annemi, en ön sırada, oturması gerekli olan yerde göremedim, yeni ailemi de, davetlilerin hiçbirini de – biraz beklemek zorunda kalacaklardı.
Edward’ın yüzünü gördüğümde, bütün zihnimi ve görüşümü kapladı. Gözleri alev alev, altın rengiydi; muhteşem yüzü duygularının derinliğiyle daha da güzelleşmişti. Bakışlarımız kesiştiğinde, nefes kesici bir şekilde bana gülümsedi.
Ona doğru koşmamı engelleyen tek şey, Charlie’nin elinin elime uyguladığı kuvvetti.
Marş o kadar yavaştı ki, adımlarımı ritme uydurabilmek için çok uğraşmam gerekti. Şükürler olsun ki yol kısaydı. Ve sonra, sonunda, oradaydım. Edward elini uzattı, Charlie elimi aldı ve sembolik olarak Edward’ınkiyle değişti. Teninin soğuk mucizesine dokundum - ve evdeydim.
Yeminlerimiz basitti, milyonlarca kez söylenmiş geleneksel sözler… –tabii bizim gibi bir çift tarafından hiç söylenmemişti.- Mr. Weber’den sadece tek değişiklik istemiştik. “Ölüm bizi ayırana kadar” kısmı, “ikimiz de yaşadıkça” olarak değiştirilmişti.
Papaz kendi kısmını söylerken, bundan –istenmeyen bir doğumgünü hediyesi ya da utandırıcı bir gösteriymiş gibi- korkarken ne kadar aptalca davrandığımı anladım. Edward’ın parlayan ve muzaffer gözlerine bakarken, kendim de kazandığımı biliyordum, çünkü onun yanında kalabildiğim sürece başka hiçbir şey önemli değildi.
Bağlayıcı kelimeleri söyleme vakti gelene kadar ağladığımı fark etmemiştim.
“Evet.” dedim, neredeyse fısıldayarak. Onun yüzünü görebilmek için gözlerimi kırpıştırdım.
Sıra ona geldiğinde, sesi berraktı ve zafer kazanmış gibiydi.
“Evet.” dedi.
Mr. Weber bizi karı koca ilan etti, ve sonra Edward’ın elleri dikkatlice, severek ve koruyarak tutmak için yüzüme ulaştı, kafalarımızın üzerinde salınan beyaz taç yaprakları kadar narindi. Beni kör eden ince tabaka gözyaşları arasında, bu harika kişinin benim olduğu gerçeküstü olayı algılamaya çalıştım., Altın rengi gözleri sanki göz yaşları olabilseydi olacakmış gibi göründü, eğer böyle bir şey imkansız olmasaydı. Kafasını benimkine doğru eğdi, ve ben de ayaklarımın ucuna yükseldim, kollarımı – buket ve her şey – boynunun etrafına atarak.
Yumuşakça, taparak beni öptü; kalabalığı, yeri, zamanı, nedeni unuttum… Sadece beni sevdiğini, beni istediğini, ve onun olduğumu hatırlıyordum.
Öpmeye başladı, ve bunu bitirmek zorundaydı; seyircilerden gelen kıkırdamaları ve boğaz temizlemelerini görmezden gelerek, ona yapıştım. Sonunda, elleri yüzümü engelledi ve bana bakmak için – çok çabuk – geri çekildi. Yüzündeki ani gülümseme eğlenmişti, neredeyse bir sırıtıştı. Bu anlık eğlencesinin altında seyircilere gösterimin derin neşesi olduğunu hatırlattım kendi kendime.
Kalabalık alkışlamaya başladı, ve o arkadaş ve ailelerimizle yüzleşmemiz için bedenlerimizi döndürdü. Onları görmek için, yüzümü onun yüzünden yana çeviremiyordum.
Beni ilk bulan annemin kollarıydı, gözlerimi Edward’dan istemeyerek ayırdığımda gördüğüm ilk şey gözyaşlarıyla çizik çizik olmuş yüzüydü. Ve sonra kalabalığın arasından insanlarla kucaklaşa kucaklaşa geçtik, sadece hayal meyal farkında olduğum beni tutan kişiydi, dikkatimin merkezinde benimkine sıkıca kenetlenmiş olan Edward’ın eli vardı. İnsan arkadaşlarımın sıcak, yumuşak kucaklamaları ile yeni ailemin kibar, soğuk kucaklamaları arasında ki farkı ayırt edemedim.
Bir yakıcı kucaklama diğerlerinden farklı, göze batıyordu – Seth Clearwater, kayıp kurt adam arkadaşıma vekalet etmek için, vampir topluluğuna cesaretle karşı koyuyordu.
Rüyamın etkisinden kurtulmaya çalışırken birkaç dakika boyunca yatağımda titredim ve zorukla nefes alabildim. Kalp atışlarımın yavaşlamasını beklerken, gökyüzü gri renkten soluk pembeye dönüştü.
Dağınık ve tanıdık odamın gerçekliğine tamamen döndüğümde, kendimden biraz rahatsız oldum. Tam da düğünden önceki gece gördüğüm rüyaya bak!
Kabustan kurtulabilmeye istekli olarak, giyindim ve acıkmadığım halde mutfağa yöneldim. Önce zaten düzenli olan odaları topladım ve Charlie kalktığında ona krep yaptım. Kahvaltı yapmakla ilgilenmeyecek kadar heyecanlıydım, bu yüzden o yerken oturduğum yerde zıplayıp durdum.
“Bay Weber’i saat üçte alacaksın.” diye hatırlattım.
“Bugün papazı getirmekten başka pek bir işim yok Bells. Tek görevimi unutacak değilim.” Charlie bütün gününü düğüne ayırmıştı ve kesinlikle boşluktaydı. Gözleri gizlice merdivenlerin altındaki, oltasını tuttuğu dolabın önünden geçti.
“Senin tek işin bu değil. Aynı zamanda güzel giyinmen ve yakışıklı olman gerekli.”
Gevreğinin bulunduğu tasa bakarken kaşlarını çattı ve “maymun elbisesi” kelimelerini homurdandı.(Not: Onu ve Bella’yı Alice giydiriyor.)
Kapı canlı bir şekilde çalındı.
Yüzümü buruşturarak “Durumunun kötü olduğunu düşünüyorsun,” dedim ve kapıya doğru yürüdüm. “Alice bütün gün benim üzerimde çalışıyor olacak.”
Charlie kafasını düşünceli düşünceli salladı. Geçerken, kafasının tepesini öpmek için eğildim –kızardı ve öksürdü- en iyi kız arkadaşım ve müstakbel kardeşimi karşılamak üzere kapıya doğru yürümeye devam ettim.
Alice’in kısa, siyah saçı her zamanki gibi dikilmiş halde değildi. Periye benzeyen –ve şu anda tamamen ciddi bir ifadeye sahip olan- yüzünün çevresinde pürüzsüz bukleler vardı. Beni evden dışarı sürükleyerek, omzunun üzerinden “Hey Charlie.” diye seslendi.
Porsche’sine binerken beni inceledi.
“Kahresin, gözlerine bak! Ne yaptın sen? Bütün gece ayakta mı kaldın?”
“Hemen hemen.”
Ters ters baktı. “Seni bugün mükemmel yapmak için çok fazla zaman ayırdım Bella – ham maddeme daha iyi bakabilirdin.”
“Kimse benden mükemmel olmamı beklemiyor. Bence en büyük problem, tören sırasında uyuyakalıp “Evet.” diyememem ve bunun üzerine Edward’ın kaçması ihtimali.”
Güldü. “Vakit yaklaştığında sana buketimi fırlatırım.”
“Teşekkürler.”
“En azından yarın uçakta uyuyacak vaktin olacak.”
Kaşımı kaldırdım. Yarın, diye düşündüm. Yarın bu saatlerde hala uçakta olacaktık. Edward nereye gideceğimize dair hiçbir ipucu vermemişti. Bu gizem beni strese sokmamıştı; ama yarın nerede uyuyor olacağımı bilmemek garipti. Ya da umarım, uyumuyor olacağım…
Alice bir ipucu vermiş olduğunu anlayıp somurttu.
“Eşyaların toplandı ve hazırsın.” dedi dikkatimi dağıtmak için.
İşe yaradı. “Alice, keşke kendi eşyalarımı toplamama izin verseydin.”
“Çok fazla şeyi ele vermiş olurdum.”
“Ve alışveriş yapma şansın olmazdı.”
“10 saat içinde resmen kardeşim olacaksın… Yeni kıyafetlere olan nefretini aşmanın zamanı geldi.”
Eve yaklaşana kadar arabanın ön camından dışarı sert sert baktım.
“O geldi mi?” diye sordum.
“Merak etme, müzik başlamadan burada olur; ama geldiği zaman bile onu göremeyeceksin. Bu işi geleneksel yolla yapıyoruz.”
Homurdandım. “Geleneksel!”
“Çoktan gözetlemiş olduğunu biliyorsun.”
“Ah, hayır – seni gelinlikle gören tek kişi olmamın sebebi buydu. Bunu o yakınlardayken düşünmemeye çok dikkat ediyorum.”
“İyi,” dedim garajın yoluna girerken, “Mezuniyet dekorlarını tekrar kullanmak zorunda kalmışsın?” Yolun üç mili binlerce titrek ışıkla sarılıydı. Bu sefer beyaz, saten fiyonklar da eklemişti.
“Şimdi ziyan etmezsek ileride de kullanabiliriz. Tadını çıkar; çünkü vakti gelene kadar iç dekorlarını göremeyeceksin.” Arabayı garaja park etti; Emmett’in büyük cipi hala yoktu.
“Ne zamandan beri gelinin dekorasyonu görmesine izin verilmiyor?” diye protesto ettim.
“Beni görevlendirdiğinden beri. Merdivenlerden inerken seni tamamen etkilemek istiyorum.”
Beni mutfağın içine sokarken ellerini çırptı. Girer girmez kokunun etkisi altına girdim.
“Bu da ne?” diye sordum, beni evin içine doğru götürürken.
“Çok mu fazla olmuş?” Sesi birden bire endişeli çıkmaya başladı. “Buraya giren ilk insansın; umarım doğru yapmışımdır.”
“Muhteşem kokuyor!” diyerek güvence verdim –neredeyse alkollü gibi; ama bunaltıcı değil. Değişik güzel kokuların dengesi zekice ve kusursuzdu. Turuncu ağaç çiçekleri… leylak… ve başka bir şey – doğru mu?”
“Çok iyi Bella. Sadece frezya ve gülleri unuttun.
Büyük banyosuna girmeden gözlerimi çözmedi. Güzellik salonu malzemeleriyle dolu uzun tezgaha baktım ve uykusuz gecemin etkilerini hissetmeye başladım.
“Bu gerçekten gerekli mi? Onun yanında her halükarda sıradan duracağım zaten.”
Beni alçak, pembe sandalyeye itti. “Ben seninle ilgilendikten sonra kimse sana sıradan demeye cesaret edemez.”
“Sadece senin kanlarını emeceğinden korktukları için.” diye homurdandım. Arkama yaslandım ve biraz uyuyabilme ümidiyle gözlerimi kapattım. Alice her yanımı maskeler ve boyarken kendimi bıraktım.
Rosalie, sabahlıkla ve saçında bir taçla banyodan içeriye süzüldüğünde vakit öğleyi geçmişti. Öyle güzeldi ki, içimden ağlamak geldi. Rosalie yakınlardayken süslenmenin manası neydi?
“Geri geldiler.” dedi ve çocukça umutsuzluğum anında geçti. Edward evdeydi.
“Onu buradan uzak tut!”
“Bugün sana karşı gelmez, hayatına çok değer veriyor.”
Bugün sana karşı gelmez, hayatına çok değer veriyor.” diyerek Alice’e güvence verdi. “Yardım etmemi ister misin? Bella’nın saçını yapabilirim.”
Ağzım açık kaldı. Nasıl kapatacağımı hatırlayabilmek için uğraştım.
Hiçbir zaman Rosalie’nin en sevdiği kişi olmamıştım. Şu anda yaptığım seçim, aramızdaki gerginliği daha da artırmıştı. Nefes kesici güzelliğine, sevdiği ailesine ve ruh eşi Emmett’e rağmen, bütün bunları insan olabilmek için vermeye hazırdı. Ve ben, onun hayatında en çok istediği şeyi çöpmüş gibi fırlatıp atıyordum. Bu seçimim kesinlikle aramızı ısıtmamıştı.
“Tabii,” dedi Alice kolayca. “Saçını karmakarışık istiyorum. Duvak şuraya gelecek.” Elleri saçlarımın üzerinde gezinmeye başladı. Kaldırıyor, kıvırıyor, istediği modeli tanımlıyordu. Bitirdiği zaman, Rosalie’nin elleri ile yer değiştirdi. Alice yüzümde çalışmaya devam etti.
Rosalie saçımı Alice’in istediği şekilde yaptıktan sonra, gelinliğimi almaya ve sonra Phil ile annemi otelden almakla görevlendirilmiş olan Jasper’la iletişim kurmaya gönderildi. Alt katta kapının tekrar tekrar açılıp kapandığını duyabiliyordum. Sesler yukarıya doğru gelmeye başlamıştı.
Alice saçımı ve makyajımı bozmadan giyinebilmem için beni ayağa kaldırdı. Sırtımdaki inci düğmeleri iliklerken dizlerim çok fena titriyordu.
“Derin nefes al.” dedi Alice. “Ve kalp atışlarını yavaşlatmaya çalış. Yüzündeki bütün makyajı akıtacaksın.”
Verebileceğim en alaylı izlenimi vermeye çalışarak “Çalışacağım.” dedim.
“Artık giyinmem lazım. İki dakikalığına kendini birarada tutabilir misin?”
“Imm… Belki?”
Gözlerini devirdi ve kapıdan çıktı.
Banyo ışıklarının eteğimin üzerinde yaptığı şekilleri izlerken, akciğerlerimin her hareketini sayarak nefes alıp verişime odaklandım. Aynaya bakmaya korkuyordum – kendimi gelinlik içinde görmemin kalp krizi geçirmeme yol açabileceğinden korkuyorum.
Alice, gümüş bir şelaleyi andıran ve ince vücudunu saran elbisesiyle, ben iki bin nefes almadan önce oradaydı.
“Alice – vay!”
“Bu bir şey değil. Bugün kimse bana bakıyor olmayacak. En azından sen odadayken.”
“Har har.”
“Şimdi, kendini kontrol edebiliyor musun yoksa Jasper’ı buraya getirmem mi gerekli?”
“Geldiler mi? Annem burada mı?”
“Kapıdan içeri yeni girdi. Buraya geliyor.”
“Renee buraya iki gün önce gelmişti ve ben onu“Renee buraya iki gün önce gelmişti ve ben onu“Renee buraya iki gün önce gelmişti ve benim onu Esme ve dekorasyonlardan ayırabildiğim her dakikayı beraber geçirmiştik. Bu işlerden gece Disneyland’da kapalı kalmış bir çocuk gibi zevk alıyordu.
Kapıya gelmeden coşup, tiz bir sesle “Ah, Bella!” diye bağırdı. “Ah, tatlım, çok güzelsin! Ağlayacağım! Alice, muhteşemsin! Sen ve Esme mutlaka düğün organizatörleri olmalısınız. Bu gelinliği nereden buldun? Göz kamaştırıcı! Çok zarif, çok şık. Bella, bir Austen filminden fırlamış gibi duruyorsun.” Sesi uzaktan geliyor gibiydi ve odadaki şey şey bulanık gözüküyordu. “Her şeyi Bella’nın yüzüğünün etrafında tasarlamanız ne kadar yaratıcı bir fikir. Çok romantik! Bu yüzüğün 1800lerden beri Edward’ın ailesinde olduğu düşünülürse..!”
Alice ile kısa bir süre bakıştık. Annem gelinliğin stilinde bir asır yanılmıştı. Düğün aslında yüzüğün etrafında değil, Edward’ın etrafında tasarlanmıştı.
Biri koridorda gürültülü ve aksi bir şekilde boğazını temizledi.
“Charlie, çok havalı gözüküyorsun.” dedi Renee, neredeyse şokta. Charlie’nin cevabının huysuz oluşunu açıklayabilirdi bu.
“Benimle Alice ilgilendi.”
“Vakit geldi mi?” dedi Renee kendi kendine, sesi neredeyse benim kadar gergin çıkmıştı. “Her şey çok hızlı oldu. Başım dönüyor.”
İkimiz de aynı durumdaydık.
“Gitmeden önce bana sarıl.” diye ısrar etti Renee. “Bu sefer dikkatli.”
Annem bana belimden yavaşça sarıldı ve kapıya doğru yöneldi.
“Ah, az kalsın unutuyordum. Charlie, kutu nerede?”
Babam bir dakika ceplerini karıştırdı ve sonunda küçük, beyaz bir kutu çıkarıp Renee’ye uzattı. Renee kapağı kaldırıp bana uzattı.
“Mavi bir şey.” dedi.
“Aynı zamanda eski bir şey. Bunlar büyükannenindi.” diye ekledi Charlie.
Kutunun içinde iki tane ağır, gümüş toka vardı. Koyu mavi safirler dişlerin tepesinde çiçek şekilleri oluşturmuşlardı.
“Anne, baba… Hiç gerek yoktu.”
“Alice başka bir şey yapmamıza izin vermedi,” dedi Renee. “Her denememizde kafamızı koparıyordu neredeyse.”
Histerik bir kahkaha dudaklarımın arasından fırladı.
Alice önce çıktı ve iki tokayı da saçıma hızlıca taktı. “Bu mavi ve eski bir şey,” diyerek düşünceye daldı. Bana hayran hayran bakarak bir iki adım geri gitti. “Ve gelinliğin yepyeni…-”
Elime bir şey fırlattı. Ellerimi otomatikman kaldırdım ve ince, beyaz jartiyeri yakaladım.
“Bu benim ve geri istiyorum.” dedi.
Kızardım.
“İşte,” dedi Alice tatmin olmuş bir sesle. “Biraz renk – tek ihtiyacın bu. Resmen muhteşemsin.” Kendini kutlayan bir gülümsemeyle annemle babama döndü. “Renee, aşağıya inmen gerekli.”
“Tabii hanımefendi.” Renee baan bir öpücük yolladı ve kapıya koşturdu.
“Charlie, çiçekleri alabilir misin lütfen?
Charlie odadan çıktığında Alice jartiyeri elimden çekti ve eteğimin içinden daldırdı. Soğuk elleri ayak bileğimi yakaladığında sendeledim; jartiyeri yerine çekti.
Charlie üstü köpüklü iki beyaz buketle geri döndüğünde, Alice çoktan ayağa kalkmıştı. Güllerin, turuncu ağaç çiçeklerinin ve frezyanın kokusu beni yumuşak bir buğunun içine aldı.
Rosalie –Edward’dan sonra ailedeki en iyi müzisyen- aşağı katta piyan çalmaya başladı. Titremeye başladım.
“Sakin ol Bells,” dedi Charlie. Gergin bir şekilde Alice’e döndü. “Biraz hasta gözüküyor. Bunu yapabilecek mi sence?”
Sesi uzaklardan geliyor gibiydi. Bacaklarımı hissedemiyordum.
“Daha iyi olacaktır.”
Alice tam önünde durdu ve bileklerimi sıkıca kavradı.
“Odaklan Bella. Edward aşağıda seni bekliyor.”
Derin bir nefes aldım ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
Müzik yavaşça değişti ve başka bir şarkı başladı. Charlie beni titretti. “Bells, gitmek üzereyiz.”
Hala bana bakan Alice “Bella?” diye sordu.
“Evet,” dedim tiz bir sesle. “Edward... Her şey yolunda...”
“Evet,” dedim tiz bir sesle. “Edward. Her şey yolunda.” Charlie peşimden gelirken, Alice’in beni odadan çıkarmasına izin verdim.
Koridorda müziğin sesi daha çok duyuluyordu. Bir milyon çiçeğin kokusuyla merdivenlere doğru gittim. Edward’ın aşağıda yürümeme yardım etmek üzere beni beklediği düşüncesine odaklandım.
Müzik tanıdıktı, Wagner’in geleneksel marşı çalınıyordu.
Alice şarkı söyler gibi “Benim sıram,” dedi. “Beşe kadar say ve beni takip et.” Ardından yavaş ve zarif bir dansa başlayarak merdivenlerden inmeye başladı. Alice’i nedime olarak seçmenin büyük bir hata olduğunu anlamalıydım. Onun arkasında çok uyumsuz gözükecektim.
Aniden bir giriş müziği çalmaya başladı. İşareti anladım.
“Düşmeme izin verme baba.” diye fısıldadım. Charlie elimi koluna çekti ve sıkıca tuttu.
Marşın yavaş temposuyla inerken bir seferde tek adım, dedim kendime. Görüşlerine girdiğim anda başlayan mırıltılara rağmen, güvenle aşağı inene kadar gözlerimi yerden kaldırmadım. Kan yanaklarıma hücum etti, tabii ki, kızaran gelin olmam beklenirdi.
Merdivenlerden iner inmez, Edward’ı aramaya başladım. Kısa bir saniye, evde canlı olmayan her şeye asılmış olan beyaz çiçekler dikkatimi dağıttı; ama sonra onu çiçeklerin arasında bulana kadar, gözlerimle etrafı aramaya devem ettim.
Carlisle’nin onun yanında ve Angela’nın babasının ikisinin arkasında olduğunun güçlükle farkına varabildim. Annemi, en ön sırada, oturması gerekli olan yerde göremedim, yeni ailemi de, davetlilerin hiçbirini de – biraz beklemek zorunda kalacaklardı.
Edward’ın yüzünü gördüğümde, bütün zihnimi ve görüşümü kapladı. Gözleri alev alev, altın rengiydi; muhteşem yüzü duygularının derinliğiyle daha da güzelleşmişti. Bakışlarımız kesiştiğinde, nefes kesici bir şekilde bana gülümsedi.
Ona doğru koşmamı engelleyen tek şey, Charlie’nin elinin elime uyguladığı kuvvetti.
Marş o kadar yavaştı ki, adımlarımı ritme uydurabilmek için çok uğraşmam gerekti. Şükürler olsun ki yol kısaydı. Ve sonra, sonunda, oradaydım. Edward elini uzattı, Charlie elimi aldı ve sembolik olarak Edward’ınkiyle değişti. Teninin soğuk mucizesine dokundum - ve evdeydim.
Yeminlerimiz basitti, milyonlarca kez söylenmiş geleneksel sözler… –tabii bizim gibi bir çift tarafından hiç söylenmemişti.- Mr. Weber’den sadece tek değişiklik istemiştik. “Ölüm bizi ayırana kadar” kısmı, “ikimiz de yaşadıkça” olarak değiştirilmişti.
Papaz kendi kısmını söylerken, bundan –istenmeyen bir doğumgünü hediyesi ya da utandırıcı bir gösteriymiş gibi- korkarken ne kadar aptalca davrandığımı anladım. Edward’ın parlayan ve muzaffer gözlerine bakarken, kendim de kazandığımı biliyordum, çünkü onun yanında kalabildiğim sürece başka hiçbir şey önemli değildi.
Bağlayıcı kelimeleri söyleme vakti gelene kadar ağladığımı fark etmemiştim.
“Evet.” dedim, neredeyse fısıldayarak. Onun yüzünü görebilmek için gözlerimi kırpıştırdım.
Sıra ona geldiğinde, sesi berraktı ve zafer kazanmış gibiydi.
“Evet.” dedi.
Mr. Weber bizi karı koca ilan etti, ve sonra Edward’ın elleri dikkatlice, severek ve koruyarak tutmak için yüzüme ulaştı, kafalarımızın üzerinde salınan beyaz taç yaprakları kadar narindi. Beni kör eden ince tabaka gözyaşları arasında, bu harika kişinin benim olduğu gerçeküstü olayı algılamaya çalıştım., Altın rengi gözleri sanki göz yaşları olabilseydi olacakmış gibi göründü, eğer böyle bir şey imkansız olmasaydı. Kafasını benimkine doğru eğdi, ve ben de ayaklarımın ucuna yükseldim, kollarımı – buket ve her şey – boynunun etrafına atarak.
Yumuşakça, taparak beni öptü; kalabalığı, yeri, zamanı, nedeni unuttum… Sadece beni sevdiğini, beni istediğini, ve onun olduğumu hatırlıyordum.
Öpmeye başladı, ve bunu bitirmek zorundaydı; seyircilerden gelen kıkırdamaları ve boğaz temizlemelerini görmezden gelerek, ona yapıştım. Sonunda, elleri yüzümü engelledi ve bana bakmak için – çok çabuk – geri çekildi. Yüzündeki ani gülümseme eğlenmişti, neredeyse bir sırıtıştı. Bu anlık eğlencesinin altında seyircilere gösterimin derin neşesi olduğunu hatırlattım kendi kendime.
Kalabalık alkışlamaya başladı, ve o arkadaş ve ailelerimizle yüzleşmemiz için bedenlerimizi döndürdü. Onları görmek için, yüzümü onun yüzünden yana çeviremiyordum.
Beni ilk bulan annemin kollarıydı, gözlerimi Edward’dan istemeyerek ayırdığımda gördüğüm ilk şey gözyaşlarıyla çizik çizik olmuş yüzüydü. Ve sonra kalabalığın arasından insanlarla kucaklaşa kucaklaşa geçtik, sadece hayal meyal farkında olduğum beni tutan kişiydi, dikkatimin merkezinde benimkine sıkıca kenetlenmiş olan Edward’ın eli vardı. İnsan arkadaşlarımın sıcak, yumuşak kucaklamaları ile yeni ailemin kibar, soğuk kucaklamaları arasında ki farkı ayırt edemedim.
Bir yakıcı kucaklama diğerlerinden farklı, göze batıyordu – Seth Clearwater, kayıp kurt adam arkadaşıma vekalet etmek için, vampir topluluğuna cesaretle karşı koyuyordu.