Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Eclipse 2.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Eclipse 2.Bölüm Empty Eclipse 2.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Salı Kas. 16, 2010 10:02 am

    İspanyolca dersinden çıkmış kafeteryaya doğru yürürken tuhaf biçimde mutlu
    hissediyordum.Ve bunun tek nedeni dünyadaki en mükemmel insanın elini tutmam değildi.
    Belki de mahkumiyetimin sona ermiş ve artık özgür bir kadın olmam bunun nedeniydi.
    Ya da bunun belirgin biçimde benimle ilgisi yoktu. Belki de özgürlük hissi tüm okula
    çökmüştü. Okul çok dingindi, ve özellikle de son sınıflar için, havadaki anlaşılabilir bir heyecan
    vardı.
    Özgürlük o kadar yakındaydı ki neredeyse dokunulup, tadı alınabilecek bir hale gelmişti. Tüm
    işaretler her yerdeydi. Kafeteryanın duvarlarını dolduruyordu, çöp kutularının üstü rengarenk
    küçük ilanlarla kaplıydı. Bu ışıl ışıl ilanlarda insanlara yıllık almalarını, kendi dönemlerine ait
    yüzükleri, mezuniyet cüppelerini, şapkalarını ve püsküllerini almak için son tarih
    hatırlatılıyordu – alt sınıflardan öğrencilerse bu yıl yapılacak balo için çalışıyorlardı. Balonun
    reklamı iç karartıcı bir şekilde güllerden olmuş bir çelenkle yapılıyordu. Büyük dans bu hafta
    sonu yapılacaktı ama Edward’dan beni zorunlu tutmaması için büyük bir söz almıştım. Zaten
    bu insani deneyimi daha önce yaşamıştım.
    Hayır, bugün beni mutlu eden kişisel özgürlüğümdü. Okul yılının sona erecek olması diğer
    öğrencilere verdiği gibi zevk vermiyordu. Aslına bakılırsa ne zaman bunun hakkında düşünsem
    midem bulanıyordu. Bu yüzden düşünmemeye çalışıyordum.
    Fakat herkesin hakkında konuşmaya bu kadar istekli olduğu bir konudan kaçmaya çalışmak
    oldukça zordu.
    “Tanıdıklarına haber mektuplarını yolladın mı?” Edward ve ben otururken Angele sormuştu
    bunu. Açık kahverengi saçlarını her zaman yaptırdığı düz saç modelinden farklı olarak bugün
    özensiz bir at kuyruğu yapmıştı ve gözlerinde de çılgınca bir bakış vardı.
    Alice ve Ben de Angela’nın diğer tarafındaydı. Ben’in gözlüğü burnunun üzerinde aşağıya
    inmiş, kısık gözlerle elindeki çizgi romanı okumaya çalışıyordu. Alice üzerimdeki kot ve tişörte
    dikkatle bakıyordu ve bu beni utandırmıştı. Muhtemelen kafasında bana daha uygun bir şeyler
    giydirmeye çalışıyordu. Benim modaya karşı bu umarsız tavrım onun açısından gerçekten can
    sıkıcıydı. Eğer ona izin verseydim, sanki büyük bir barbie bebekmişim gibi günde defalarca
    beni giydireceğine emindim.
    “Hayır,” diye cevapladım Angela’yı. “Önemi yok, gerçekten. Renée mezun olacağımı biliyor.
    Başka kime söylemeliyim ki?”
    “Peki ya sen Alice?”
    Alice gülümsedi. “Hepsini yolladım.”
    “Ne kadar şanslısın,” Angela iç geçirdi. “Annemin bin tane kuzeni var ve benden hepsine el
    yazısıyla tek tek yazmamı bekliyor. Yazarken elim kopacak. Bunu erteleyemem de, şimdiden
    korkudan ölüyorum bile.”
    “Sana yardım ederim,” dedim. “Eğer korkunç el yazımın bir sakıncası yoksa.”
    Charlie bundan çok hoşlanacaktı. Gözümün ucundan Edward’ın gülümsediğini gördüm. O da
    hoşlanmış olmalıydı, bu sayede kurt adamlar olaya dahil olmadan Charlie’nin şartlarını yerine
    getirmiş olacaktım.
    Angela rahatlamış görünüyordu. “Bu çok nazikçe. Ne zaman istersen o zaman gelirim sana.”
    “Aslında eğer mahsuru yoksa ben sizin eve gelmeyi tercih ederim çünkü ben benimkinden
    bıktım da. Charlie dün gece cezamı sona erdirdi.” İyi haberi verirken gülümsedim.
    “Gerçekten mi?” diye sordu Angela, tatlı bir heyecan kahverengi gözlerinin parlamasına neden
    olmuştu. “Sonsuza kadar cezalı olduğunu sanıyordum ben.”
    “Senden daha çok şaşırdım ben. Beni okul bitimine kadar cezalı tutacağından son derece
    emindim.”
    “Bu harika Bella! Bunu kutlamak için dışarı çıkmalıyız.”
    “Bunun ne kadar harika olduğu hakkında hiçbir fikrin yok.”
    “Ne yapalım peki?” Alice derin düşüncelere dalmıştı, yapabileceklerini düşünerek yüzü
    aydınlanmıştı. Alice’in fikirleri genelde benim için fazlasıyla şatafatlı olurdu ve bunu o anda
    gözlerinden okuyabiliyordim, bir şeyleri abartmaya bayılırdı.
    “Alice her ne düşünüyorsan, onu yapmak için özgür olduğumu pek sanmıyorum.”
    “Özgür olmak özgür olmaktır, değil mi?”
    “Bazı kısıtlamalar olduğuna eminim, örneğin Amerika kıtasında kalmak gibi.”
    Angela ve Ben güldüler ama Alice hayal kırıklığı içerisinde yüzünü buruşturdu.
    “Peki o zaman ne yapacağız?” diye ısrarla sordu.
    “Hiçbir şey. Bak, önce babama şaka yapmadığından emin olmak için birkaç gün verelim. Hem
    zaten yarın da okul var.”
    “Öyleyse bu hafta sonu kutlayacağız.” Alice’in coşkusu engellenemezdi.
    “Tabii ki,” dedim, onu yatıştırmış olmayı umuyordum. Tuhaf bir şeyler yapmayacağımdan
    emindim çünkü Charlie’i ile işleri ağırdan almak daha akıllıca olacaktı. Ondan bir iyilik
    istemeden önce ne kadar güvenilir ve yetişkin olduğumu gösterme şansı elde edecektim.
    Angela ve Alice seçenekler hakkında konuşmaya başladılar, sonra Ben de çizgi romanını bir
    kenara bırakıp konuşmaya katıldı. Ben ise bütün ilgimi yitirmiştim. Bir dakika önce bahsettiğim
    özgürlüğüm şaşırtıcı şekilde bir anda sıkıcı bir mevzuya dönmüştü. Onlar Port Angeles mı
    Hoquiam mı diye karar vermeye çalışırken ben iyice huzursuz bir hale gelmiştim.
    Bu rahatsızlığımın asıl nedenini fark etmem çok uzun sürmedi.
    Ormanda Jacob Black’e elvada dediğim zamandan beri ısrarla bir anı beni inatla rahatsız
    ediyordu. Sanki yarım saatte bir saatin alarmı çalıp kafamda Jacob’ın acı içerisindeki yüzünün
    belirmesine neden oluyordu. Onun hakkında sahip olduğum bu son anıydı.
    Bu anı kafamda belirdiğinde serbest olmamın neden beni tatmin etmediğini anladım. Çünkü bu
    tam bir serbestlik değildi.
    La Push haricinde istediğim her yere gidebileceğime emindim. İstediğim her şeyi yapabilirdim
    Jacob’ı görmek dışında. Kaşlarımı çatmıştım. Bunun bir orta yolu olmak zorundaydı.
    “Alice?Alice!”
    Angela’nın sesi beni daldığım derin düşüncelerden uyandırdı. Elini Alice’in bomboş bakan
    yüzüne doğru sallıyordu. Alice’in yüzündeki ifade bir şekilde tanıdıktı benim için, bu ifade ani
    bir şok hissinin bütün vücudumda yayılmasına neden oldu. Gözlerindeki dalgın bakış çevremizi
    saran kafeteryadan bağımsız olarak onun kendi şeklince bambaşka ama gerçek bir şeyi
    gördüğünü anlatıyordu bana. Bir şeyler olacaktı, ve çok yakın zamanda olacaktı. Ürperdiğimi
    hissettim.
    Sonra Edward güldü, çok doğal ve rahattı. Angela ve Ben ona baktı ama benim gözlerim
    Alice’e kilitlenmişti. Ansızın sanki biri onu tekmelemişçesine ayağa fırladı.
    “Şekerleme zamanı mı Alice?” diyerek dalga geçti Edward.
    Alice tekrar kendine gelmişti. “Üzgünüm hayal görüyordum, sanırım.”
    “Hayal görmek iki saat derse girmekten iyidir,” dedi Ben.
    Alice öncesinden daha da canlı bir şekilde konuşmalara katıldı, belki de biraz fazla canlıydı. Bir
    an gözlerinin Edward ile birleştiğini gördüm, bir dakika süren bu zamandan sonra kimse fark
    etmeden Angela’ya baktı. Edward sessizdi ve sanki dalgınmışçasına rol yaparak saçlarımla
    oynuyordu.
    Sabırsızca Edward’a Alice’in ne gördüğünü sormak için bekliyordum ama bütün öğlen bir an
    olsun yalnız kalmamıza fırsat kalmadan geçip gitti.
    Bu beni tuhaf hissettirmişti, neredeyse kasıtlı olduğunu düşünmüştüm. Yemekten sonra
    Edward adımlarını Ben’inkine uydurarak yavaşlattı ve daha önce bitirdiğini bildiğim ödevler
    hakkında onunla konuşmaya başladı. Genelde sınıflar arasında birileri olsa da biz de kendimiz
    için biraz zaman bulabilirdik. Son zil çaldığında Edward, Mike Newton ile konuşmaya başladı,
    Mike park yerine doğru giderken onun yanında yürüdü. Ben de onların arkasından Edward’ın
    beni sürüklemesine izin verdim.
    Onları dinlerken kafam karışmıştı, Mike Edward’ın arkadaşça sorduğu sorulara cevap
    veriyordu.Görünüşe göre Mike’ın arabasıyla başı dertteydi.
    “...ama aküyü değiştirdim,” demişti Mike. Gözleri bir an irileşmişti ve sonra da Edward’a
    sakince bakmıştı. Şaşırmıştım, tıpkı daha önce olduğu gibi.
    “Belki de sorun kablolardır?” diye sordu Edward.
    “Belki. Arabalar hakkında gerçekten hiçbir şey bilmiyorum,” diye kabul etmişti Mike.
    “Birilerine göstermem lazım ama Dowling’e götürmek beni aşar.”
    Benim tamircimi önermek için ağzımı açtıysam da hemen sonra kapadım. Tamircim bugünlerde
    meşguldu, kendisi dev bir kurt olarak yeterince sorunla boğuşuyordu.
    “Birkaç bir şey biliyorum, istersen bir bakabilirim,” dedi Edward. “Sadece Bella ve Alice’i eve
    bırakmamı bekle yeter.”
    Mike da ben de Edward’a ağzımız açık bakakalmıştık.
    “Eee...teşekkürler,” diye mırıldandı Mike kendini toparlayıp. “Fakat çalışmalıyım Belki başka
    zaman.”
    “Kesinlikle.”
    “Görüşürüz.” Mike arabasına bindi ve başını kuşkuyla salladı.
    Edward’ın içerisinde Alice’in de bulunduğu Volvo marka arabası ise iki araba ilerdeydi.
    “Bu da neydi böyle?” diye homurdandım, Edward aracın kapısını benim için tutuyordu.
    “Sadece yardımcı olmak istedim,” diye yanıtladı Edward.
    Ve sonra arabanın arka koltuğunda oturan Alice nefes almadan konuşmaya başladı.
    “Sen gerçekten motor hakkında çok da fazla bir şey bilmezsin Edward. Belki de Rosalie’yi bu
    gece bir bakması için getirmeliyiz, böylece Mike senin yardım teklifini kabul etmeye karar
    verirse daha iyi olur. Tabi Rosalie yardım etmek için ortaya çıktığında yüzündeki ifadeyi
    görmek de çok komik olurdu. Fakat Rosalie üniversiteye gitmek için tüm ülkeyi geçmek
    zorunda kaldığından bu çok da iyi bir fikir değil sanırım. Çok yazık. Sanırım Mike’ın arabasıyla
    senin ilgilenmen gerekecek. Senin ilgini sadece şık italyan spor arabalar çekiyor. İtalya ve
    orada çaldığım spor arabadan bahsetmek bana hala sarı bir Porsche cinsi araba borçlu
    olduğunu anımsattı. Noel’de ne istemeliyim bilmiyorum...”
    Bir dakika sonra söyledikleri bir vızıltı halini aldığından sabırla bekledim.
    Edward benim sorularımdan kaçınıyormuş gibi gelmişti. Sorun değildi. Yakında benimle bolca
    yalnız kalmak zorunda olacaktı. Bu sadece bir zaman meselesiydi.
    Görünüşe göre Edward da bunu fark etmiş gibiydi. Alice’i her zaman olduğu gibi Cullenlar’ın
    evlerinin girişindeki yolda bırakmıştı, aslında onu eve kadar götürmesini beklemiştim.
    Alice arabadan inerken Edward’a sert bir bakış attı. Edward son derece sakin görünüyordu.
    Alice ağaçların arasında kaybolup gitti.
    Arabayı döndürüp Forks yoluna çıktığımızda çok sessizdi. Bekliyordum, beni paylayıp
    paylamayacağını merak ediyordum. Fakat yapmadı ve bu beni gergin bir hale getirdi. Alice
    bugün ne görmüştü? Bana söylemek istemediği bir şeydi ve ben de bunu bana söylememesinin
    nedeninin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Belki de sormadan önce kendimi hazırlamam
    daha iyi olurdu. Duyduğum şey yüzünden çılgına dönmek istemiyordum ya da söyleyeceği her
    neyse kaldıramayacağımı düşünmesini istemiyordum.
    Charlie’nin evine ulaşana kadat ikimiz de sessizliğimizi koruduk.
    “Bu günki ödevim az.” dedi.
    “Hmm,” diye onayladım.
    “Tekrar içeri girmeye iznim olduğunu mu düşünüyorsun?”
    “Charlie beni okula götürmek için uğradın diye küplere binmedi.”
    Fakat Charlie’nin eve geldiğinde beni ve Edward’ı birarada görürse surat asacağına emindim.
    Belki de ona özel özel bir yemek yapmalıydım.
    İçeri girdik, ben merdivenlerde yukarı çıkarkan Edward da beni takip etti. Yatağıma uzanıp
    pencereyi seyrederken benim alınganlığımdan bihaber görünüyordu.
    Çantamı koydum ve bilgisayarı açtım. Anneme cevap yazmam gereken bir e-posta vardı ve
    cevap yazmam uzun sürdüğünden sürekli endişelenirdi. Eski bilgisayarımın büyük bir gürültü
    çıkararak açılmasını beklerken parmaklarımla ritim tutuyordum. Sonra masaya hızlıca ve
    endişeyle vurdum.
    Ve sonra parmaklarını benimkilerinin üzerine koydu, onları hareketsiz tuttu.
    “Bugün biraz sabırsız mıyız?” diye mırıldandı.
    Başımı kaldırdım, iğneleyici bir söz söyleme niyetindeydim ama yüzü sandığımdan daha da
    yakınımda duruyordu. Sadece birkaç santimetre uzakta duran altın rengi gözleri alev alev
    yanıyordu ve soluduğu buz gibi hava dudaklarımı yalıyordu. Onun tadını neredeyse
    alabiliyordum.
    Söylemeyi planladığım zekice cevabı hatırlamıyordum o an. Aslında kendi adımı bile
    unutmuştum.
    Kendimi toplamam için bana zaman vermedi.
    Eğer kendi bildiğim şekilde devam etseydim zamanımın çoğunu Edward ile öpüşerek
    geçirirdim. O buz gibi, mermerden sert ama aynı şekilde nazik ve benimkilerle aynı ritimle
    hareket eden dudaklarla kıyaslanabilecek hiçbir duyguyu hayatım boyunca yaşamamıştım.
    Kendi bildiğimden çok da sık sapmazdım.
    Bu yüzden parmakları saçımdaki tokaya uzandığında çok şaşırdım. Kollarım onun boynunda
    kenetlenmişti, onu burada esir olarak tutabilmek için daha güçlü olmayı istedim. Bir eli sırtıma
    doğru kaydı ve bedenimi onun onu sert göğsüne bastırdı. Üzerinde süveteri olduğu halde
    teninin buz gibi soğuğu beni titretmeye yetmişti. Aslında zevkten ve mutluluktan dolayı
    titriyordum fakat elleri karşılık vermeyi bırakmıştı.
    Biliyordum derin bir nefes verip, beni kendisinden hünerli bir şekilde uzaklaştırıp bir akşam için
    hayatlarını yeterince riske attıklarını söylemesine sadece üç saniye vardı.Bunlar benim son
    saniyelerimdi, onu etkilemek için neredeyse kendimi paralıyordum. Dilimin ucu alt dudağının
    kıvrımına değdi; sanki parlatılmış gibi kusursuz biçimde pürüzsüzdü ve tadı da...”
    Yüzümü kendininkinden uzaklaştırdı, onu kavrayışımı kolaylıkla çözmüştü. Muhtemelen bütün
    gücümü kullandığımı fark etmemişti bile.
    Boğazından gelen, alçak bir tonda kahkaha attı. Katı biçimde terbiye ettiği gözleri heyecanla
    parlıyordu.
    “Ah, Bella,” diye inledi.
    “Üzgün olduğumu söylemek isterdim ama değilim.”
    “Ve ben de üzgün olmadığın için üzgün hissetmeliyim ama değilim. Belki de gidip
    yatmalıyım.”
    Derin bir nefes verdim, biraz başım dönmüştü. “Eğer bunun gerekli olduğunu düşünüyorsan...”
    Yüzüne çarpık bir gülüş yayıldı ve kendisini toparlayıp benden uzaklaştı.
    Kafamı toplayabilmek için bir kaç defa salladım ve bilgisayarıma geri döndüm. Artık ısınmıştı
    ve vızıldıyordu. Aslında vızıltıdan çok çıkan ses gıcırtı halini almıştı.
    “Renée’ye selamlarımı ilet.”
    “Emin olabilirsin.”
    Renée’nin e-postasını gözden geçirdim, yaptığı aptalca şeylere başımı salladım. Bunu ilk
    okuduğum zaman çok eğlenmiş ve dehşete düşmüştüm. Tam anneme göre bir şeydi; paraşütle
    atladığında yükselikten dolayı korkudan donup kalmıştı ama sonra kayışı çekmeyi ve uçuş
    eğitmenini hatırlayabilmişti. İki yıldır evli olduğu eşi Phil’in paraşütle atlamasına izin verdiği
    için hayal kırıklığına uğramıştım. Onunla daha iyi ilgilenebilirdim. Biliyordum ki çok daha iyi
    bir durumda olurdu.
    Kendime ne yaparsam yapayım eninde sonunda her şeyin kendi yolunu bulacağını anımsattım.
    Herkesin kendi hayatını yaşamasına izin vermeliydim...
    Hayatımın büyük çoğunluğunu Renée ile ilgilenerek geçirmiştim, sabırla onu çılgınca
    planlarından uzak tutmak için rehberlik etmiş, bunları yapmaması için onunla konuşmuştum.
    Her zaman annem tarafından hoş görülmüş, oyalanmış ve biraz da ona karşı küçümser bir tavır
    içerisinde olmuştum. Onun yaptığı hatalar silsilesine tanık olmuş ve kendi kendime gizlice
    bunlara gülmüştüm. Sersem Renée .
    Ben annemden farklıydım. Daha düşünceli ve tedbirliydim. Yetişkindim ve sorumluluk
    sahibiydim. Kendimi böyle görüyordum.
    Edward’ın beni öpmesiyle kafama balyoz inmiş gibiydi ama gene de annemin hayatını
    değiştiren en büyük hatasını düşünmeden edemiyordum. Aptal ve romantikti, liseden mezun
    olur olmaz yeterince tanımadığı bir adamla evlenmiş ve bir yıl sonra da beni dünyaya getirmişti.
    Her zaman bana, hiçbir şeyden pişman olmadığı ve başına gelen en güzel şey olduğum
    konusunda yeminler ederdi. Ve benim kafama akıllı insanların evliliği ciddiye aldığını kazımıştı.
    Yetişkin insanlar üniversiteye gidip bir ilişkiye başlamadan önce kariyerlerine başlardı. Benim
    asla onun gibi düşüncesiz, sarsak ve kasaba kızı olmayacağımı biliyordu.
    Dişlerimi gıcırdattım ve onun yazdığı e-postaya cevap yazmaya konsantre olmaya çalıştım.
    Son kısma geldiğimde neden cevap yazmamın bu kadar uzun süre aldığını hatırlamıştım.
    “Uzun süredir Jacob’dan bahsetmiyorsun,” yazmıştı. “O bugünlerde nasıl?”
    Bunu ona Charlie’nin söylettiğine emindin.
    İç geçirip ve hızla yazmaya başladım; cevabımı iki duygusuz paragrafın arasına sıkıştırdım.
    Jacob iyi, sanırım. Bugünlerde onu çok fazla görmüyorum; zamanının çoğunu La Push’da
    bulunan grubundaki arkadaşlarıyla geçiriyor.
    Hoşnutsuz bir şekilde gülümsedim, sonra da Edward’ın selamlarını iletip “gönder” tuşuna
    bastım.
    Bilgisayarı kapatıp ayağa kalkana kadar Edward’ın sessizce arkamda dikildiğini
    farkedememiştim. Tam onu yazdıklarımı gizlice okuduğu için azarlayacaktım ki ilgisinin bende
    olmadığını fark ettim. Üstünden kabloların tuhaf biçimde etrafa saçıldığı siyah bir kutuyu
    inceliyordu. Bir dakika sonra onun Emmet, Rosalie ve Jasper’ın bana son doğum günümde
    verdikleri araba teybi olduğunu anladım. Doğum günü hediyelerimi elbise dolabımın içerisinde
    toz yığını altında unutmuştum.
    “Bunu niye yaptın?” dehşet dolu bir ifadeyle sordu.
    “Gösterge paneline yakışmadı.”
    “Sen de ona işkence etmeye karar verdin öyle mi?”
    “Makinelerle aramın nasıl olduğunu bilirsin. Kasıtlı olarak zarar vermiyorum.”
    Başını salladı, yüzünde sahte bir acı ifadesi kondurmuştu.
    “Onu öldürdün.”
    Omuz silktim. “Yaa.”
    “Onu bu halde görselerdi çok alınırlardı,” dedi. “Sanırım ev hapsinde olman iyi oldu. Onlar
    fark etmeden yerine yanisini alacağım.”
    “Teşekkürler ama süslü bir teybe ihtiyacım yok.”
    “Onu senin için almayacağım, sadece yerine yenisini koyacağım.”
    İç geçirdim.
    “Geçen yıl çok da iyi hediyeler almadın,” dedi sıkıntılı bir sesle. Aniden eline geçirdiği kağıdın
    ucuyla kendi kendini serinletmeye çalıştı.
    Sesimin titreyeceğinden korkarak cevap vermedim. Benim korkunç on sekizinci yaş partim
    tüm o geniş çaplı sonuçlarına rağmen hatırlamak istemediğim bir şeydi. Fakat onun hatırlatması
    beni şaşırtmıştı. O bu konuda benden daha hassastı.
    “Bunların tarihinin dolmak üzere olduğunu fark ettin mi?” diye sordu, elinde tuttuğu kağıdı
    kastediyordu. Bu da bir başka hediyeydi; Esme ve Carlisle tarafından Renée’yi Florida’da
    ziyaret etmem için armağan edilmiş uçak biletlerinin makbuzuydu.
    Derin bir nefes aldım ve donuk bir şekilde sorusunu cevapladım. “Hayır, onları unutmuşum.”
    Yüzündeki ifade heyecanlı ve olumluydu; devam ettiğinin aksine yüzünde ufacık olsa derin bir
    duygusallık yoktu. “Pekala, hala zamanımız var. Hem özgürsün artık...ve seni baloya
    götürmemi reddedeceğinden bu hafta sonu da boşuz.” Gülümsüyordu. “Neden serbest kalmanı
    böyle kutlamıyoruz?”
    Şaşırmıştım. “Florida’ya giderek mi?”
    “Amerika kıtasına izin verildiğini söylemiştin.”
    Ona ters bir bakış attım, şüpheli görünüyordu, bunun nereden çıktığını anlamaya çalışıyordum.
    “Yani?” diye ısrarla sordu. “Renée’yi görmeye gidiyor muyuz yoksa gitmiyor muyuz?”
    “Charlie buna asla izin vermez.”
    “Charlie seni anneni ziyaret etmekten alıkoyamaz. Vesayetin hala onda.”
    “Ben kimsenin vesayetinde değilim.Yetişkin biri oldum.”
    Neşeli bir gülümseme hemen yüzüne yerleşti. “Kesinlikle.”
    Bunun mücadele etmeye değmeyen bir şey olacağına bir dakikadan daha az sürede karar
    verdim. Charlie çılgına dönerdi, sebebi da sadece Renée’yi görmeye gittiğim için değil
    Edward’la gideceğim için olurdu. Benimle aylarca konuşmayabilirdi ve muhtemelen tekrar
    cezalı olurdum. Bundan bahsetmemek kesinlikle akıllıcaydı. Belki birkaç hafta sonra, bir
    mezuniyet hediyesi olarak olabilirdi ama.
    Fakat annemi birkaç hafta sonra değilde hemen görebilme fikrine karşı koyamıyordum.
    Renée’yi uzun süredir görmemiştim. Ve onunla iyi koşullar altında görüşmemizin üzerinden
    çok uzun zaman geçmişti. Son defasında onunla görüştüğümde Phoenix’deydim ve vaktimi
    hasta yatağında geçirmiştim. Buraya son gelişindeyse ben dış dünyayla olan ilgimi kesmiş
    durumdaydım. Onu harika anılarla bıraktığım pek söylenemezdi.
    Ve belki de Edward ile ne kadar mutlu olduğumu görürse Charlie’ye rahatlamasını
    söyleyebilirdi.
    Ben düşünürken Edward da yüzümdeki ifadeden neler olduğunu kestirmeye çalışıyordu.
    İç geçirdim. “Bu hafta olmaz.”
    “Neden ama?”
    “Charlie ile kavga etmek istemiyorum. O beni affettikten bu kadar kısa süre sonra olmaz.
    Kaşlarını çattı. “Bence bu hafta sonu mükemmel,” diye söylendi.
    Başımı hayır anlamında salladım. “Başka zaman.”
    “Bu evde kapana kısılmış olan sadece sen değilsin biliyosun.” Bana hiddetle baktı.
    Şüphe tekrar geri dönmüştü. Bu tarz davranışlar hiç de ona göre değildi. O kesinlikle kendini
    düşünen biri olmamıştı hiç. Beni ikna etmeye çalıştığını biliyordum.
    “İstediğin yere gidebilirsin,” parmağımla dışarıya gösterdim.
    “Dışarısı sensiz ilgimi çekmiyor.”
    Gözlerimi dramatik bir şekilde abartıyla devirdim.
    “Ciddiyim,” dedi.
    “Dış dünyayı biraz ağırdan alalım, olmaz mı? Mesela önce Port Angeles’de sinemaya gitmekle
    başlayabiliriz...”
    Sızlanırcasına konuştu. “Boşver. Sonra konuşuruz.”
    “Bu konuda konuşacak bir şey yok.”
    Omuz silkti.
    “O zaman yeni bir konuya geçelim,” dedim. Öğleden sonra endişelendiğim konuyu nerdeyse
    unutacaktım. “Alice öğle yemeğinde ne gördü?”
    Konuşurken gözlerim onunkine sabitlenmişti, tepkisini ölçmeye çalışıyordum.
    Yüz ifadesini topladı, topaz rengi gözlerinde bir sertleşme belirmişti. “Jasper’ı tuhaf bir yerde
    gördü, güneybatıda bir yerde Alice’in fikrine göre ilk...ailesinin yakınlarında. Fakat geri
    dönmek gibi bir isteği yoktu.” Derin bir nefes verdi. “Bu onu endişelendirdi.”
    “Ya.” Bu benim beklediğim şeyin yakınından bile geçmemişti. Fakat Alice’in Jasper’ın
    geleceğine odaklanmış olması mantıklıydı. Jasper onun ruh ikiziydi, her ne kadar ilişkilerinde
    Rosalie ve Emmett gibi göz önünde yaşamasalar da birbirlerinin gerçek yarısıydılar.
    “Neden bana daha önce söylemedin?”
    “Fark ettiğini anlamamıştım,” dedi. “Her durum da çok da önemli değil.”
    Hayal gücüm trajik şekilde kontrolden çıkmıştı. Son derece normal bir öğleden sonra
    geçirmiştim ama bunu zihnimde faklı kurup Edward’ın bir şeyleri benden sakladığına karar
    vermiştim. Kesinlikle terapiye ihtiyacım vardı.
    Alt kata ders çalışmak için indik, Charlie’nin erken gelme ihtimalini göz önünde bulundurduk.
    Edward ödevlerini birkaç dakikada bitirdi; bense Charlie’nin akşam yemeğini hazırlamaya karar
    verene kadar matematik dersimin zorlu ödevleriyle uğraştım.Edward bana yardım etti,
    malzemeleri görmek yüzünü asmasına neden olmuştu – insan yemekleri onu biraz
    iğrendiriyordu. Dalkavukluk yapmak istediğimden Büyükanne Swan’ın Stoganoff tarifini
    yapmıştım. Benim en sevdiğim yemeklerden biri değildi ama Charlie memnun olacaktı.
    Charlie eve geldiğinde iyi bir havadaydı. Edward’a bile kaba davranmadı. Edward biz yemeğe
    başladığımızda her zaman olduğu gibi özür dileyerek kalktı.Ön odadan gece haberlerinin sesi
    geliyordu ama Edward’ın izlediğinden şüpheliydim.
    Üç porsiyon yedikten sonra Charlie ayaklarını boş sandalyeye uzattı ve ellerini şişmiş olan
    karnında birleştirdi.
    “Bu harikaydı Bells.”
    “Beğendine memnun oldum. İş nasıldı?” Yemek yerken öylesine meşguldü ki daha önce
    konuşmaya fırsat bulamamıştım.
    “Yavaş sayılırdı. Aslında hiçbir şey yapmadık. Mark ve ben öğleden sonrasının büyük
    çoğunluğunu kağıt oynayarak geçirdik,” gülümseyerek devam etti. “Ben kazandım ama, on
    yediye yedi aldım oyunu. Ve sonra da Billy ile telefonda gevezelik ettik.”
    İfademi korumaya çalıştım. “O nasıl?”
    “İyi, iyi. Eklemleri onu rahatsız ediyor biraz.”
    “Ah, çok yazık.”
    “Evet. Bizi bu hafta ziyaret etmemiz için davet etti. Uley ve Clearwater aileleri de davetliymiş.
    Bir tür rövanç maçı partisi...”
    “Ya,” diye zeka dolu bir cevap verdim. Ne söyleyebilirdim ki? Aile gözetiminde bile olsam kurt
    adamların partisine gitmeye iznimin olmayacağını biliyordum. Merak ediyordum acaba Edward
    Charlie’nin La Push’da takılmasını sorun edermiydi ya da sorun etmese bile Charlie’nin oradaki
    tek insan olması tehlikeli olmaz mıydı?
    Charlie’ye bakmadan ayağa kalktım ve tabakları topladım. Artıkları lavaboya döktüm ve suyu
    açtım. Edward da sessizce geldi ve masa örtüsünü topladı.
    Charlie derin bir nefes verdi ve konuyu kapattı ama yalnız kaldığımızda bu konudan tekrar
    bahsedeceğine emindim.Ayağa kalktı ve her gece yaptığı gibi TV izlemek üzere oturma
    odasına doğru yöneldi.
    “Charlie,” Edward candan bir şekilde seslenmişti.
    Charlie mutfağın ortasında durdu. “Evet?”
    “Bella sana ailemin ona son doğum gününde Renée’yi ziyaret etmesi için uçak bileti armağan
    ettiğinden bahsetmiş miydi?”
    Ovaladığım tabak elimden kaydı. Tezgahı sıyırdı ve yere düştü. Kırılmamıştı ama sabunlu
    şekilde odada yuvarlandı. Charlie fark etmemişti bile.
    “Bella?” diye şaşırmış şekilde sordu.
    Bense gözlerimi uzandığım tabaktan ayırmadım. “Evet hediye ettiler.”
    Charlie sesli biçimde yutkundu ve sonra da gözlerini kısıp Edward’a döndü. “Hayır,
    bahsetmemişti.”
    “Yaa,” dedi Edward.
    “Bundan bahsetmenin nedeni ne?” diye sordu Charlie sert bir şekilde.
    Edward omuz silkti. “Süreleri doluyor. Bence Bella bu hediyeyi kullanmazsa Esme’nin
    duygularını da incitmiş olur. Elbette hiçbir şey söylemedi bu konuda.”
    Edward’a inanmayan bir şekilde baktım.
    Charlie bir dakika boyunca bunu düşündü. “Anneni ziyaret etmen sanırım iyi bir fikir Bella.
    Bundan çok hoşlanırdı. Bu konuda bir şey söylememiş olmana da çok şaşırdım doğrusu.”
    “Unuttum,” dedim.
    Kaşlarını çattı. “Birinin sana uçak bileti verdiğini mi unuttun?”
    “Hmm,” dedim dalgın bir biçimde ve sonra da lavaboya geri döndüm.
    “Senin biletler diye bahsettiğini fark ettim Edward,” Charlie devam etti. “Ailen ona kaç bilet
    verdi?”
    “Bir tane onun için...bir tane de benim için.”
    Tabak bu defa elimden lavaboya düştü ve daha az ses çıkardı. Babamın öfkeyle soluduğunu
    duyabiliyordum. Utançtan ve öfkeden kan yüzüme hücum etmişti. Edward bunu neden
    yapıyordu? Lavabodaki köpüklere endişe içerisinde baktım.
    “Bu söz konusu dahi değil!” Charlie hiddetle bağırmıştı.
    “Neden?” diye sordu Edward, ses masum bir şekilde çıkmıştı. “Annesini görmesi iyi bir fikir
    demiştin.”
    Charlie onu görmezden geldi. “Onunla hiçbir yere gitmiyorsun genç bayan!” diye bağırdı.
    Arkamı döndüm, baş parmağını bana doğru sallıyordu.
    Kızgınlık bir anda beni ele geçirdi, ve onun ses tonuna içgüdüsel biçimde tepki verdim.
    “Ben çocuk değilim baba. Artık cezalı da değilim hatırlarsan?”
    “Ah evet cezalısın. Şu andan itibaren.”
    “Ne için?”
    “Ben öyle söylediğim için.”
    “Sana yasal olarak yetişkin olduğumu mu hatırlatmak zorunda mıyım Charlie?”
    “Bu benim evim...benim kurallarıma uymak zorundasın!”
    Öfkem son noktaya ulaşmıştı. “Madem öyle diyorsun. Bu gece taşınmamı mı istersin? Ya da
    eşyalarımı toplamak için birkaç günüm var mı?”
    Charlie’nin yüzü kıpkırmızı olmuştu. Taşınma kozumu öne sürdüğüm için kendimi hemen
    berbat hissettim.
    Derin bir nefes aldım ve ses tonumu daha makul düzeyde tutmaya çalıştım. “Yanlış bir şey
    yaptıysam şikayet etmeden cezamı çekerim baba ama senin önyargılarına tahammül
    etmeyeceğim.”
    Sanki bir şey söyleyecekmiş gibi kekelediyse de ağzından hiçbir şey çıkmadı.
    “Annemi bu hafta sonu görmek için her türlü hakka sahip olduğumu bildiğimi biliyorsun. Bana
    dürüstçe Alice ya da Angela ile gitmeme itiraz etmeyeceğini söyleyebilir misin?”
    “Onlar kız,” diye hırlarcasına cevap verdi ve başını salladı.
    “Jacob ile gitmem seni rahatsız eder miydi?”
    Bu ismi seçmiştim çünkü babamın Jacob’ı tercih edeceğini biliyordum. Ama anında bunu
    yapmamış olmayı diledim; Edward kızgın bir şekilde dişlerini gıcırdatmıştı.
    Babam cevap vermeden önce kendini toparlamak için uğraştı. “Evet,” dedi ikna etmekten uzak
    bir tonda. “Bu beni rahatsız ederdi.”
    “Sen berbat bir yalancısın baba.”
    “Bella...”
    “Vegas’a sahneye çıkmaya gitmiyorum, annemi görmeye gidiyorum,” diye hatırlattım ona.
    “O da en az senin kadar sorumlu bir ebeveyndir.”
    Şaşkın bir ifadeyle bana baktı.
    “Annemin bana göz kulak olamayacağını mı ima ediyorsun?”
    Charlie bu soruma meydan okurcasına bakarak yanıt verdi.
    “Buna ondan bahsetmeyeceğime emin olabilirsin,” dedim.
    “Bahsetmezsen iyi olur,” diye uyardı. “Bundan hoşnut değilim, Bella.”
    “Canının sıkılması için hiçbir sebep yok ama.”
    Gözlerini devirdi ama gerilimin sona erdiğini söyleyebilirdim.
    Lavaboya döndüm ve tıkacını çıkarıp suyun akmasını sağladım. “Öyleyse ödevlerim bitti,
    yemeğin hazırlandı, bulaşıklar yıkandı ve cezalı değilim. Dışarı çıkıyorum. On kırkdan önce
    geleceğim.”
    “Nereye gidiyorsun?” Normale dönmüş olan yüzü hemen kırmızı bir renge büründü.
    “Bilmiyorum,” diye cevap verdim. “Fakat on milden uzağa gitmeyeceğim, tamam mı?”
    Bir şeyler homurdandıysa da kelime haline gelemediler ve mutfaktan çıkıp gitti. Ve her zaman
    olduğu gibi bir tartışmayı kazanır kazanmaz kendimi suçlu hissetmeye başladım.
    “Dışarı mı çıkıyoruz?” diye sordu Edward, ses tonu alçaktı ama hevesliydi.
    Ona terçe baktım. “Evet. Sanırım seninle yalnız konuşmak istiyorum.”
    Olması gerektiğini düşündüğüm kadar endişeli görünmüyordu.
    Arabaya binene kadar bekledim.
    “O yaptığın da neydi öyle?” diye sordum.
    “Anneni görmek istediğini biliyorum Bella...uykunda onun hakkında konuşuyorsun.
    Endişeleniyorum açıkçası.”
    “Öyle mi yapıyorum?”
    Başını onaylarcasına salladı. “Fakat belli ki sen Charlie ile bu konu hakkında konuşamayacak
    kadar korkuyordun bu yüzden ben de aracı oldum.”
    “Aracı mı oldun? Beni aslanların önüne attın!”
    Gözlerini devirdi. “Bir tehlike içerisinde olduğunu hiç sanmıyorum.”
    “Sana Charlie ile kavga etmek istemediğimi söylemiştim.”
    “Kimse sana kavga etmek zorundasın demedi.”
    Ona öfkeli bir bakış attım. “O böyle amirane tavırlar içerisine girdiğinde kendime engel
    olamıyorum, ergen içgüdülerim beni ele geçiriyor.”
    Kıkırdadı. “Öyleyse benim bir suçum yok.”
    Ona gözümü dikmiş söylediklerini tartıyordum. Oysa bunun farkında değildi. Arabanın ön
    camından dışarıya huzur içerisinde bakıyordu. Bir şeyleri kaçırmıştım ve bir türlü ne olduğunu
    bulamıyordum. Ya da bu öğleden sonra olduğu gibi hayal gücüm mesai yapıyordu.
    “Aniden Florida’ya gitme isteğinin Billy’nin verdiği partiyle ilgisi var mı?”
    Çenesi kasıldı. “Alakası yok. Burada ya da dünyanın öbür ucunda olmanın bir önemi olmazdı,
    her koşulda o partiye gitmeyeceksin.”
    Tıpkı Charlie gibiydi, sanki yaramazlık yapan bir çocukla konuşuyordum. Bağırmamak için
    dişlerimi sıktım. Edward’la da kavga etmek istemiyordum.
    Edward iç geçirdi, tekrar konuşmaya başladığında sesi gene yumuşacık ve sıcaktı. “Peki bu
    gece ne yapmak istersin?” diye sordu.
    “Senin evine gidebilir miyiz? Esme’yi uzun süredir görmüyorum.”
    Gülümsedi. “Bundan hoşnut olacaktır. Özellikle de bu hafta sonu ne yapacağımızı duyunca.”
    Yenilgiyi kabul edercesine inledim.
    Söz verdiğim gibi çok uzun süre kalmadık. Evin önünde durduğumuzda ışıkların hala yandığını
    gördüğümde çok da şaşırmadım. Charlie’nin bana biraz daha bağırmak için beklediğini
    biliyordum.
    “İçeri gelmesen daha iyi olur,” dedim. “Bu her şeyi daha da kötü yapar.”
    “Düşünceleri oldukça yatışmış,” dedi Edward muzipçe. Yüzündeki ifadeden dolayı
    söylediğine ek olarak bir şeyleri kaçırıp kaçırmadığımı merak ettim. Ağzının kenarı seyiriyor,
    gülümsememek için mücadele ediyordu.
    “Sonra görüşürüz,” üzüntüyle mırıldandım.
    Güldü ve beni başımın üzerinden öptü. “Charlie horlamaya başladığında geri geleceğim.”
    İçeri girdiğimde TV’nin yüksek sesi duyuluyordu. Gizlice geçip gitmeyi planlamıştım.
    “Buraya gelebilir misin, Bella?” dedi Charlie, planım suya düşmüştü.
    Ayaklarım beni zorla onun yanına götürdü.
    “N’aber baba?”
    “Bu gece iyi zaman geçirdin mi? diye sordu. Tedirgin görünüyordu. Cevap vermeden önce
    söylediklerinin arkasında başka bir şeyler var mı diye düşündüm.
    “Evet,” dedim çekinerek.
    “Neler yaptın?”
    Omuz silktim. “Alice ve Jasper ile takıldık. Edward Alice’i satrançta yendi ve sonra ben de
    Jasper ile oynadım. Beni ezdi geçti.”
    Gülümsedim. Edward ve Alice’i in satranç oynaması bugüne kadar gördüğüm en komik şeydi.
    Orada öylece oturup nerdeyse hareketsiz şekilde satranç tahtasına baktılar. Alice onun
    yapacağı hamleleri önceden görüyordu ve Edward oynatacağı taşı seçtiğinde Alice zihninde
    ona karşılık veriyordu. Oyunun çoğunu akıllarında oynamışlardı; henüz ikisi de piyonlarını
    oynamışlardı ki Alice şahını bir fiskeyle devirdi ve yenilgiyi kabul etti. Bunun hepsi sadece üç
    dakika sürmüştü.
    Charlie kumandadan TV’nin sesini kapadı, bu olağan dışı bir hareketti.
    “Bak, söylemem gereken bir şeyler var.” Kaşlarını çatmıştı, oldukça rahatsız görünüyordu.
    Ben de sakince oturmuş bekliyordum. Gözlerimi dikmiş ona baktığımı görüp bakışlarını yere
    çevirmişti. Daha fazla bir şey söylememişti.
    “Ne oldu baba?”
    Derin bir nefes aldı. “Bu tarz şeylerde çok da iyi değilimdir. Nasıl başlamam gerektiğini
    bilmiyorum...”
    Beklemeye devam ettim.
    “Pekala Bella. Konu şu.” Koltuğundan ayağa kalktı ve ayaklarına bakarak odada bir ileri bir
    geri yürümeye başladı. “Sen ve Edward oldukça ciddi görünüyorsunuz ve dikkat etmeniz
    gereken şeyler var. Artık yetişkin biri olduğunu biliyorum ama hala toysun Bella ve bilmen
    gereken bazı şeyler var...şey hakkında, yani fiziksel olarak birlikte olduğunuzda...”
    “Baba!Lütfen, lütfen hayır!” diye yalvardım, ayağa fırlamıştım. “Charlie rica ederim benimle
    cinsellik hakkında konuşmaya çalışmadığını söyle.”
    Yere öfkeyle bakıyordu. “Ben senin babanım. Sorumluluklarım var, hatırlatırım. En az senin
    kadar utanıyorum şu anda.”
    “Bunun çok da mümkün olduğunu sanmıyorum. Her neyse annem bundan on yıl kadar önce
    bahsetti. Kısaca bundan paçayı yırttın.”
    “On yıl önce bir erkek arkadaşın yoktu,” diye isteksizce mırıldandı. Onun konuyu değiştirmek
    için kendiyle mücadele ettiğini görebiliyordum. İkimizde ayaktaydık ve birbirimize bakmamak
    için yere bakıyorduk.
    “Başlıca şeylerin pek değişmediğine eminim bu konuda,” diye mırıldandım ve artık benim
    yüzümde onunki kadar kırmızı olmuştu. Bu cehennem azabından bile beterdi; özellikle de
    Edward’ın bu konuşmanın yapılacağını sezmiş olması daha da kötüydü. Arabada bu kadar
    kendinden memnun olmasının sebebi ortaya çıkmıştı.
    “Sadece bana ikinizin de sağduyulu biçimde davranacağınıza dair söz ver,” Charlie
    yalvarıyordu, yerde bir delik açıp içine girmemek için kendini zor tuttuğu belliydi.
    “Bunun için endişe etme baba, öyle bir şey yok.”
    “Sana güvenmediğimden değil Bella ama bu konudan bana bahsetmek istemediğini biliyorum
    ve aslında pek de duymak istediğimi söyleyemem. Sadece açık fikirli olmaya çalışıyorum.
    Zamanın değiştiğinin farkındayım.”
    Sarsakça güldüm. “Belki zaman değişti ama Edward oldukça eski kafalı. Endişe edeceğin
    hiçbir şey yok.”
    Charlie iç geçirdi. “Eminim öyledir,” diye mırıldandı.
    “Ahh!” diye söylendim. “Bunu sesli söylememe neden olduğuna inanamıyorum bana.
    Gerçekten. Fakat ben... bakireyim ve bu durumu değiştirmek için hiç acelem yok.”
    İkimiz de iki büklüm duruyorduk ama Charlie’nin yüzü gevşemişti. Görünüşe göre bana
    inanıyordu.
    “Şimdi yatmaya gidebilir miyim? Lütfen.”
    “Bir dakika sonra,” dedi.
    “Ahh, hadi ama baba lütfen? Yalvarıyorum.”
    “Utançverici kısmı sona erdiğine söz veriyorum,” dedi. Ona bir göz attım ve rahatlamış
    olduğunu görerek sevindim, yüzü normal rengine kavuşmuştu. Kanapeye kendini bıraktı,
    cinsellik konuşması sona erdiği derin bir nefes koyuverdi.
    “Şimdi ne var?”
    “Sadece denge işinin nasıl gittiğini merak ediyordum.”
    “Haa. İyi, sanırım. Bugün Angela ile plan yaptım. Ona mezuniyet duyurularında yardım
    edeceğim. Sadece biz kızlar olacağız.”
    “Bu iyi. Peki ya Jacob?”
    Derin bi nefes verdim. “Onu henüz halledemedim baba.”
    “Denemeye devam et Bella. Doğru olanı yapacağını biliyorum. Sen iyi bir insansın.”
    Harika. Eğer Jacob ile aramı düzeltmek için bir yol bulamazsam kötü bir insan olacaktım, öyle
    mi? Bu gerçekten haksızlıktı.
    “Tabii, tabii,” diye kabul ettim söylediklerini. Bu kendiliğinden çıkan yanıt beni neredeyse
    gülümsetiyordu. Bu Jacob’dan öğrendiğim bir şeydi. Hatta babasına kullandığı aynı
    küçümseyen ses tonunu yakalamıştım.
    Charlie sevinçle gülümsedi ve TV’nin sesini yeniden açtı. Yastıkların arasına gömüldü, bu
    akşam yaptıklarından memnundu. Hatta maçı izlerken uykuya dalacağını da söyleyebilirdim.
    “İyi geceler, Bells.”
    “Sabah görüşürüz!” Hızla merdivenlerden çıktım.
    Edward henüz gitmişti ve Charlie uyuyana kadar da dönmeyecekti. Muhtemelen şu anda ya
    avlanıyor ya da bir şeylerle oyalanıyordu. O yüzden yatmak için soyunmakta acele
    etmiyordum. Yalnız kalacak havamda değildi ama aşağa inip babamla da takılamazdım; daha
    önce hiç yapmadığı bir şey yaparak cinsellikten bahsetmişti. Ürpermiştim.
    Charlie sağolsun şu anda incinmiş ve endişeliydim. Ödevlerimi yapmıştım ve ne müzik
    dinleyecek ne de okuyacak kadar keyifli değildim. Renée’yi geleceğimi haber vermek için
    aramayı düşündüysem de sonra Florida saatinin burdana 3 saat ileri olduğunu fark ettim, şu
    anda uyuyor olmalıydı o.
    Angela’yı arayabilirdim ama.
    Fakat aniden konuşmak istediğim kişinin Angela olmadığın fark ettim.
    Dudaklarımı kemirerek camdan dışarı kör karanlığa bakıyordum. Orada durmuş neyin doğru
    neyin yanlış olduğunu tartarken ne kadar zaman geçtiğinin farkında değildim. Jacob’ı yani en
    yakın arkadaşımı görmek doğru olandı ve bu beni iyi insan yapacaktı ama Edward’ı küplere
    bindirirdi. Edward sadece benim güvenliğim için endişe ediyordu ama ben böyle bir tehlikenin
    olmadığını biliyordum.
    Telefon işe yaramazdı; Jacob Edward geri döndüğünden beri aramalarımı reddediyordu. Gene
    de onu görmeye ihtiyacım vardı, onun gülüşünü görmeliydim. Zihnimde ondan kalan son anı
    olan acıdan çarpılmış yüzünün yerine, eğer birazcık huzur verecekse, yenisini koymalıydım.
    Muhtemelen bir saatim vardı. Edward fark etmeden La Push’a gidip gelebilirdim. Sokağa
    çıkma yasağım geride kalmıştı ama Edward’tan habersiz bu işe karışmam Charlie’nin gerçekten
    umrunda olur muydu?. Bunu çözecek tek bir yol vardı.
    Ceketimi aldım ve merdivenlerden aşağa hızla inerken giymeye çalışıyordum.
    Charlie maçtan başını kaldırıp bana baktı, şüpheli görünüyordu. “Jake’i bu gece görmemin
    sakıncası var mı?” nefes nefese sormuştum. “Çok uzun kalmayacağım.”
    Jake’in adını söyler söylemez Charlie’nin yüz ifadesi yumuşadı ve tatlı bir gülümseme yüzüne
    yayıldı. Yaptığı konuşmanın bu kadar hızlı etkili olmasına şaşırmış gibi görünmüyordu. “Tabi,
    ufaklık. Sorun değil. İstediğin kadar kalabilirsin.”
    “Teşekkürler, baba,” dedim ve kapıdan ok gibi fırladım.
    Sanki bir kaçak gibiydim, kamyonetime doğru giderken birkaç kez omzumun üstünden geriye
    bakmıştım fakat dışarı çok karanlıktı bunu yapmama hiç gerek yoktu. Kamyonetimi dokunarak
    bulmak zorunda kalmıştım.
    Anahtarımı kontağa soktuğumda gözlerim karanlığa henüz alışmıştı. Anahtarı sola çevirdim,
    motorun uğuldayan sesi yerine sadece bir klik sesi duyuldu. Birkaç defa daha denediysem de
    aynı şey oldu.
    Ve aniden çevremde olan küçük bir hareket beni korkudan yerimden zıplattı.
    “AAAH!” Arabanın içerisinde yalnız olmadığı görünce korkuyla bağırmıştım.
    Edward karanlıkta belli belirsiz bir noktaymış gibi sakince oturuyordu, sadece elleri hareket
    ediyordu; gizemli siyah bir nesneyi çeviriyordu. Gözlerini o nesneye dikmiş bakarken konuştu.
    “Alice söyledi,” diye mırıldandı.
    Alice! Kahretsin. Onu tamamen unutmuştum. Edward beni izlettiriyor olmalıydı.
    “Beş dakika önce gelecekte birdenbire kaybolacağını gördüğünde çok endişelendi.”
    Gözlerimi hayretle açmıştım, neredeyse yuvalarından çıkacaklardı.
    “Çünkü kurtları göremiyor biliyorsun,” diye açıkladı aynı mırıldayan tonda. “Bunu unuttun
    mu? Kaderini diğerlerininkiyle birleştirdiğinde sen de yok oluyorsun. Bu kısmı bilmediğini fark
    ettim. Fakat bunun beni nasıl...endişelendirdiğini anlayabiliyor musun? Alice senin
    kaybolduğunu söyledi ve sen bana evden dışarı çıkacağını söylemedin bile. Geleceğin
    kayboldu, tıpki onların geleceklerinin kaybolduğu gibi.
    “Bunun nedeni hakkında emin değiliz. Belki de doğal bir savunma sistemiyle doğduklarında?”
    Benden çok kendisiyle konuşuyor gibiydi şimdi ve elinde çevirdiği motor parçasına bakmaya
    devam ediyordu. “Belki de tam olarak öyle değildi çünkü onların düşüncelerini okumada hiç
    sorun yaşamadım. En azından Black ailesininkileri. Carlisle’nın teorisine göre bunun nedeni
    yaşamlarının değişimleri tarafından yönetiliyor olması. Bu bir karardan çok istemsiz bir tepki
    gibi. Tahmin edilemiyor ve onlar hakkındaki her şeyi değiştiriyor. Bir formdan diğerine hemen
    geçtiklerinde aslında gerçekten var olmuyorlar. Gelecekleri de onları içine almıyor...”
    Onun düşüncelerini buz gibi bir ses tonunda aktarışını dinledim.
    “Tekrar sürmek istersin diye arabanı okul için düzelteceğim,” dedi.
    Dudaklarımı kemiriyordum, anahtarlarıma uzandım ve kamyondan aşağıya indim.
    “Eğer bu gece beni yanında istemiyorsun pencereni kapat. Bunu anlayışla karşılarım,” ben
    kapıyı çarpmadan önce fısıldamıştı.
    Eve girerken ayaklarını yere vurdum ve kapıyı çarptım.
    “Sorun ne?” diye Charlie yattığı yerden sordu.
    “Kamyon çalışmıyor,” diye homurdandım.
    “Bakmamı ister misin?”
    “Hayır sabah denerim.”
    “Benim arabamı almak ister misin?”
    Onun devasa polis arabasını kullandığımı hayal edemiyordum. Charlie de beni La Push’a
    götürecek kadar çaresiz olmalıydı. Neredeyse benim olduğum kadar.
    “Hayır. Yorgunum,” diye söylendim. “İyi geceler.”
    Merdivenleri ayaklarımı yere vurarak çıktım ve doğruca pencereme gittim. Metal çerçeveyi
    çektim – gürültüyle kapandı ve cam sallandı.
    Sakinleşene kadar titreyen siyah cama baktım, sonra iç geçirdim ve pencereyi o girebilsin diye
    sonuna kadar açtım.

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 12:07 pm