Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Eclipse 9.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Eclipse 9.Bölüm Empty Eclipse 9.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Salı Kas. 16, 2010 10:08 am

    Alice beni sabah eve bırakırken hala pijama partisi maskaralığından bahsetmeye devam
    ediyordu. Edward resmi olarak “yürüyüşünden” geldiği için artık bunu daha fazla sürdürmenin
    anlamı yoktu. Tüm bu numaralar bana fazla gelmeye başlamıştı. İnsan olmanın bu kısmını hiç
    özlemeyeceğime emindim.
    Charlie arabanın kapısının çarpma sesini duyduğundan hemen gizlice camdan baktı. Alice’e el
    salladı ve kapıyı bana açmak üzere içeri gitti.
    “Eğlendin mi?” diye sordu Charlie.
    “Kesinlikle, harikaydı. Oldukça... kızsaldı.”
    Eşyalarımı içeri taşıdım ve merdivenlerin oraya bırakıp atıştıracak bir şeyler bulma umuduyla
    mutfağa gittim.
    “Bir mesajın var,” dedi Charlie arkamdan.
    Mutfak tezgahının üzerinde bloknot tavaya dayanmış şekilde duruyordu.
    Jacob aradı, yazıyordu en üst kısımda.
    Öyle demek istemediğini ve üzgün olduğunu söyledi. Aramanı istiyor. Ona karşı nazik ol ve
    ona şans tanı. Sesi çok üzgün geliyordu.
    Yüzümü buruşturdum. Charlie’nin mesajlarıma yorum ekleme gibi bir huyu yoktu genelde..
    Jacob istediği gibi davranıp, üzgün olabilirdi. Onunla konuşmak istemiyordum. Son
    duyduğumda öbür taraftan telefon edilmesine izin verilmiyordu hem. Eğer Jacob benim ölmemi
    tercih ediyorsa belki de sessizliğe alışması gerekirdi.
    Duyduğum açlık yok olmuştu. Arkamı döndüm ve eşyalarımı toparlamaya gittim.
    “Jacob’ı aramayacak mısın?” dedi Charlie. Oturma odasının duvarına yaslanmış eşyaları yerden
    alışımı seyrediyordu.
    “Hayır.”
    Merdivenleri çıkmaya başladım.
    “Bu çok da sempatik bir tavır değil Bella,” dedi. “Affetmek erdemdir.”
    “Kendi işine bakmak da öyle,” dedim sesimi alçak tutmaya çalışarak.
    Yıkanacak çamaşırların yığıldığını biliyordum, bu yüzden diş macununu bir kenara koydum ve
    kirli çamaşırlarımı sepete attım. Charlie’nin yatağını değiştirmek üzere odasına gittim. Onun
    çarşaflarını merdivenin tepesine bırakıp kendiminkileri almaya gittim.
    Yatağın kenarında durdum ve başımı yana doğru eğdim.
    Yastığım neredeydi? Etrafıma bakınarak bir daire çizdim.Yastık yoktu. Odamın tuhaf şekilde
    toplu olduğunu fark etmiştim.Gri tişörtümü karyolanın ayak ucuna astığımı hatırlıyordum.
    Ayrıca bir çift kirli çorabımı da sallanan sandalyemin arkasına ve iki gün önce okulda
    giymekten vazgeçtiğim kırmızı bluzumu da koluna asmıştım...
    Tekrar etrafıma bakındım. Kirli sepetim boş değildi ama olması gerektiğinden farklı olarak
    ağzına kadar dolu da değildi.
    Charlie çamaşır mı yıkamaya başlamıştı? Bu kesinlikle onun karakterine uygun değildi.
    “Baba çamaşır yıkamaya mı başladın?” diye kapıdan bağırdım.
    “Aaa, hayır,” diye cevap verdi, sesinden utanmış olduğunu anladım. “Başlamamı ister misin?”
    “Hayır, ben hallettim. Odamda bir şey aradın mı?”
    “Hayır. Neden?”
    “Ben.. tişörtümü bulamadım da... ”
    “Odana girmedim.”
    Ve sonra Alice’ın pijamalarımı almak için buraya geldiğini hatırladım. Yastığımı da aldığını fark
    etmemiştim – muhtemelen yatakta yatmaktan kaçındığım içindi. Görünüşe göre uğramışken
    temizlik de yapmıştı. Bu kadar pasaklı olduğum için utandım.
    Fakat o kırmızı bluz kirli değildi, bu yüzden kirli sepetinden almaya gittim.
    Onun en üstte olmasını bekliyordum ama orada yoktu. Tüm yığını karıştırdıysam da
    bulamadım. Paranoyaklaştığımı biliyordum ama görünüşe göre odada bir ya da daha fazla şey
    kaybolmuştu. Burada yarım makineyi dolduracak çamaşır bile yoktu.
    Yatak çarşaflarımı çıkardım, Charlie’nin de eşyalarını aldım ve çamaşır odasına gittim. Çamaşır
    makinesi boştu. Kurutucuyu da kontrol ettim, Alice’in nezaket gösterip yıkadığını ummuştum.
    Ama hiçbir şey yoktu. Kaşlarımı çattım, şaşırmıştım.
    “Aradığın şeyi buldun mu?” diye bağırdı Charlie.
    “Henüz değil.”
    Tekrar yukarı çıkıp yatağımın altına baktım. Toz topakları dışında hiçbir şey yoktu. Dolabımı
    karıştırmaya başladım. Belki de tişörtü bir kenara atmış ve unutmuştum.
    Kapı çaldığında aramaktan vazgeçtim. Bu Edward olmalıydı.
    “Kapı,” Charlie oturduğu koltuktan bunu söylerken ben de yanından geçmiştim.
    “Sakın yorma kendini baba.”
    Yüzümde büyük bir gülümsemeyle kapıyı açtım.
    Edward’ın altın rengi gözleri ardına kadar açılmış, burun delikleri irileşmişti ve dudakları
    dişlerinin üzerinden sıyrılmıştı.
    “Edward?” Yüzündeki ifadeden dolayı sesimde şaşkınlık vardı. “Ne – ?”
    Parmağını dudaklarımın üzerine koydu. “Bana iki saniye ver,” diye fısıldadı. “Sakın
    kımıldama.”
    Kapının önünde şaşkınlıktan donup aklmıştım ve o... yok oldu. Charlie onun yanndan geçtiğini
    görmeden büyük bir hızla hareket etti.
    Ben kendimi toplayıp ikiye kadar saymadan o dönmüştü. Kolunu belime doladı ve beni
    mutfağa doğru çekiştirdi. Gözleriyle tüm mutfağı araştırdı ve vücudunu sanki bana siper
    etmişçesine bana yapıştırdı. Koltukta oturan Charlie’ye bir bakış attım ama o titizlikle bizi
    görmezden geliyordu.
    “Birisi buradaydı,” diye mırıldandı kulağıma, beni mutfağın arka kısmına götürmüştü. Sesi
    gergindi; makinenin çıkardığı sesten dolayı zorlukla duyuluyordu.
    “Yemin ederim kurt adamlarla – ” demeye çalışdım.
    “Onlardan biri değil,” diye hemen sözümü kesti ve başını hayır anlamında salladı. “Bizden biri.”
    Ses tonundan ailesinden birini kastetmediğini anladım.
    Kanın yüzümden çekildiğini hissettin.
    “Victora mı?” diye sessizce sordum.
    “Bu tanıdığım bir koku değil.”
    “Volturi’den biri mi?” diye tahminde bulundum.
    “Muhtemelen.”
    “Ne zaman?”
    “Bu yüzden onlardan biri olduğunu düşünüyorum – yani çok uzun zaman önce gelmemiş,
    geldiği sıralarda Charlie uyuyor olmalı. Ve her kimse ona dokunmamış bu yüzden başka bir
    amaçla buraya gelmiş olmalı.”
    “Beni aramak için.”
    Cevap vermedi Sanki bir heykel gibi harketsiz duruyordu.
    “Siz orada ne fısıldaşıyorsunuz?” Charlie şüpheyle sordu, elinde boş patlamış mısır kasesi
    duruyordu.
    Fena olmuştum. Bir vampir Charlie uyurken eve girmişti. Endişe dalgası tüm bedenimi ele
    geçirmişti, dilim tutulmuş gibiydi. Cevap veremedim, sadece korkuyla ona baktım.
    Charlie’nin ifadesi değişti. Aniden gülümsemeye başladı. “Eğer siz tartışıyorsanız... ben
    bölmeyeyim.”
    Hala gülümsüyordu, elindeki kabı lavaboya bıraktı ve yavaş yavaş oturma odasına doğru gitti.
    “Hadi gidelim,” dedi Edward usulca.
    “Ama ya Charlie!” Korkudan göğsüm sıkışmıştı, nefes almakta zorlanıyordum.
    Bir an düşündü ve sonra da eline telefonunu aldı.
    “Emmett,” diye mırıldandı ahizeye doğru. Çok hızlı konuşmaya başladı öyle ki söylediklerini
    anlamadım bile. Yarım dakikadan az sürmüştü konuşması. Beni kapıya doğru çekmeye başladı.
    “Emmett ve Jasper yoldalar,” dedi benim direnmeme karşılık. “Ağaçları tarayacaklar. Charlie
    iyi durumda şu an.”
    Beni sürüklemesine izin verdim çünkü doğru düzgün düşünemiyordum. Charlie’nin kendini
    beğenmiş gülümseyerek bakarken benim dehşete düşmüş gözlerimle karşılaşması kafasını
    karıştırmıştı. Charlie bir şey söyleyemeden Edward beni dışarı çıkardı.
    “Nereye gidiyoruz?” Arabaya bindiğimiz halde fısıldamaya devam ediyordum.
    “Alice ile konuşacağız,” dedi, sesi alçak değildi ama kasvetliydi.
    “Onun bir şey görmüş olabileceğini mi düşünüyorsun?”
    Gözlerini kısmış yola bakıyordu. “Belki.”
    Edward’ın telefon görüşmesinden sonra hepsi tetikte bizi bekliyordu. Herkes gergin şekilde
    heykel gibi kaskatı dururken onların arasından geçmek müzede yürümek gibiydi.
    “Ne oldu?” diye sordu Edward daha kapıdan girdiğimizde. Alice’e gözlerini dikip ellerini
    öfkeyle yumruk yaptığında çok şaşırdım.
    Alice ise ellerini göğsünde birleştirip durdu. Sadece dudakları oynamıştı. “Bilmiyorum. Hiçbir
    şey görmedim.”
    “Bu nasıl mümkün olabilir?” diye tıslarcasına konuştu Edward.
    “Edward,” dedim azarlarcasına. Alice ile bu şekilde konuşmasından hiç hoşlanmamıştım.
    Carlisle sakin bir şekilde konuşarak araya girdi. “Bu çok da kesin bir ilim değil, Edward.”
    “Onun odasına girmiş, Alice. Hala orada durup, onun gelmesini bekliyor olabilirdi.”
    “Bunu görürdüm.”
    Edward öfkeyle ellerini havaya kaldırdı. “Gerçekten mi? Bundan emin misin?”
    Alice buz gibi bir ses tonuyla ona cevap verdi. “Bana zaten Volturi’nin kararlarını izleme
    görevini verdin, Victoria’nın dönüşünü ve Bella’nın her adımını da. Şimdi bir tane daha mı
    vermek istiyorsun? Niye sadece Charlie’nin ya da Bella’nın odasını ya da evini ya da tüm
    sokağı gözetlemiyorum ki? Edward biraz daha kendime yüklenirsem hepsi işe yaramaz hale
    gelecek.”
    “Zaten öyle gibi görünüyorlar,” diye cevabı yapıştırdı Edward.
    “O tehlikede değildi. Bu yüzden görecek bir şey de yok.”
    “Eğer İtalya’yı izliyorsan, neden onların bir ––”
    “Onlar olduğunu sanmıyorum,” dedi Alice ısrarla. “Bunu görürdüm.”
    “Başka kim Charlie’yi sağ bırakır ki?”
    Ürpermiştim.
    “Bilmiyorum,” dedi Alice.
    “Çok yardımcı oldu.”
    “Kes şunu Edward.”
    Bana doğru döndü, hala çok öfkeliydi ve dişlerini sıkıyordu. Bana bir süre kızgın baktıktan
    sonra aniden derin bir nefes verdi. Gözlerini açtı ve dişlerini sıkmaktan vazgeçti.
    “Haklısın, Bella. Üzgünüm.” Alice’e baktı. “Beni affet, Alice. Senin üzerine böyle
    gitmemeliydim. Bu affedilmezdi.”
    Edward derin bir nefes aldı. “Pekala o zaman bunu mantıklı olarak düşünelim. İhtimaller
    neler?”
    Herkes bir anda çözüldü. Alice rahatlayıp koltuğa oturdu. Carlisle ona doğru geldi, gözleri
    başka yerde gibiydi. Esme Alice’in önündeki koltuğa oturdu ve ayaklarını sandalyeye uzattı.
    Hareketsiz kalan tek kişi Rosalie’ydi, bize sırtını dönmüş devasa camdan dışarıya bakıyordu.
    Edward beni kolumdan çekti ve Esme’nin yanına oturttu. Esme kollarını bana doladı, Edward
    ise elimi tutuyordu.
    “Victoria?” diye sordu Carlisle.
    Edward başını onaylamaz şekilde salladı. “Hayır. O kokuyu tanımıyordum. O Volturi’den biri
    olmalı, daha evvel karşılaşmadığım biri... ”
    Alice başını salladı “Aro henüz kimseye onu bulmasını söylemedi. Bunu görürdüm. Bunu
    bekliyorum çünkü.”
    Edward başını kuşkuyla salladı. “Sen resmi bir emir bekliyorsun.”
    “Sence biri kendi başına mı hareket etti? Neden ama?”
    “Caius’un fikridir,” dedi Edward, yüzü yeniden gerilmişti.
    “Ya da Jane’in... ” dedi Alice. “İkisinin de elinin altında kullanabileceği tanımadığımız kişiler
    var...”
    Edward kaşlarını çattı. “Ve nedenleri de.”
    “Bu mantıklı değil ama,” dedi Esme. “Eğer biri Bella’yı bekleseydi Alice onu görürdü. Kadın
    ya da erkek o kişi her kimse niyeti Bella’yı incitmek değildi. Ya da Charlie’yi.”
    Babamın adını duymak beni tekrar endişelendirmişti.
    “Her şey yolunda girecek, Bella,” diye mırıldandı Esme saçlarımı okşayarak.
    “Öyleyse bunun amacı neydi?” diye mırıldandı Carlisle.
    “Hala insan mıyım diye kontrol etmek olabilir mi?” diye tahminde bulundum.
    “Olabilir,” dedi Carlisle.
    Rosalie benim duyabileceğim şekilde derin bir nefes verdi. Artık hareketsiz değildi, yüzünde
    umutla döndü ve mutfağa doğru baktı.Öte yandan Edward’ın cesareti kırılmış
    görünüyordu.Emmett mutfak kapısından içeri hızla girdi, Japser da tam arkasında duruyordu.
    “Uzun süre önce gitmiş, saatler önce,” Emmett umutsuzca söyledi bunu. “İzler doğuya doğru
    sonra da güneye gidiyordu ve yolun kenarında sona eriyor. Kenarda park etmiş bir araba vardı.
    “Kötü şans,” diye homurdandı Edward. “Eğer batıya doğru gitseydi... o zaman köpekler
    yararlı olabilirdi.”
    İrkildim, ve Esme omzumu okşadı.
    Jasper Carlisle’a baktı. “Hiçbirimiz bu kokuyu tanımıyoruz. Ama bir de sen bak.” Elinde yeşil
    ve buruşturulmuş bir şey tutuyordu. Carlisle ondan aldı ve yüzüne doğru yaklaştırdı. Ona
    verirken gördüm, bu bir eğrelti otuydu. “Belki de sen bu kokuyu tanıyorsundur.”
    “Hayır,” dedi Carlisle. “Tanıdık değil. Tanışdığım biri değil bu.”
    “Belki de buna yanlış bir açıdan bakıyoruz. Belki de sadece bir rastlantıydı...,” Esme
    konuşmaya başlamıştı ki herkesin ona kuşku dolu yüzlerle bakması yarıda kesmesine neden
    oldu. “Yabancı birinin kazara Bella’nın evini seçmesini rastlantı olduğunu demek istememiştim.
    Sadece belki de biri merak etmişti. Bizim kokumuz onun etrafını sarmış durumda. O kişi orada
    bizim neyin ilgimizi çektiğini merak etmiş olamaz mı?”
    “Öyleyse neden buraya gelmedi? Yani merak ettiyse?” Emmett ısrarla sordu.
    “Sen gelirdin,” dedi Esme aniden ve gülümsedi. “Geri kalanlarımızın tamamı da bizim kadar
    açık değil. Bizim ailmiz oldukça geniş – o kişi her kimse korkmuş olabilir. Ama Charlie zarar
    görmedi. Yani bu düşman olduğu anlamına gelmez.”
    Sadece meraktı. Tıpkı James ve Victoria’nın en başında merak ettikleri gibi mi? Victoria’yı
    düşünmek beni ürpertmişti, neyse ki elimizde olan tek şey bunu yapanın o olmadığıydı. Bu defa
    değildi en azından. Her zamanki metotlarına bağlı kalırdı o. Bu başka biriydi.
    Yavaşça farkediyordum ki vampirler benim düşündüğümden çok daha fazla dünyamıza
    karışmış durumdaydılar. Kim bilir kaç defa normal bir insanın hayatı bir vampirler kesişmişti?
    Kaza ve cinayete kurban giden kaç ölümün aslında sorumlusu onların susuzlukları olmuştu?
    Onların tarafına katıldığımda bu yeni dünya ne kadar kalabalık olacaktı?
    Bir ürperti sırtımdan aşağıya doğru indi.
    Cullenlar Esme’nin savını çeşitli yüz ifadeleriyle kafalarında tartıyorlardı. Edward’ın bu teoriyi
    desteklemediğini görebiliyordum, Carlisle ise buna inanmak istiyor gibiydi.
    Alice dudaklarını büktü. “Hiç sanmıyorum. Zamanlaması fazla mükemmel... Bu ziyaretçi
    temasta bulunmama konusunda fazla dikkatliydi. Neredeyse benim görebileceğimi biliyor
    gibiydi... ”
    “Temasa geçmemesinin başka bir nedeni de olabilir,” diye hatırlattı Esme.
    “Kim olduğunun gerçekten önemi var mı?” dedim. “Kazara da olsa bu kişi beni arıyordu... bu
    yeterli bir neden değil mi? Mezuniyete kadar beklememeliyiz.”
    “Hayır, Bella,” dedi Edward hemen. “O kadar da kötü değil durum. Eğer gerçekten tehlikede
    olsaydın bunu bilirdik.”
    “Charlie’yi düşün,” diye hatırlattı Carlisle. “Kaybolursan onun ne kadar üzüleceğini düşün.”
    “Ben zaten Charlie’yi düşünüyorum! Onun için endişeleniyorum! Ya dün gelen kişi susamış
    olsaydı? Charlie’nin çevresinde olduğum sürece o hedef olmaya devam edecek. Eğer ona bir
    şey olursa bu benim suçum olur!”
    “Hiç de bile, Bella,” dedi Esme ve saçlarımı okşadı tekrar. “Ve Charlie’ye hiçbir şey
    olmayacak. Daha dikkatli olacağız.”
    “Daha dikkatli mi?” diye inanmayarak tekrarladım.
    “Her şey yoluna girecek, Bella,” diye söz verdi Alice; Edward elimi sıktı.
    Ve onların güzel yüzlerine teker teker bakarken fark ettim ki ne söylersem söyleyeyim asla
    onların fikirlerini değiştiremeyecektim.
    Eve dönüşümüz oldukça sessizdi. Yılmış durumdaydım. Tam aksinin daha iyi olacağımı
    düşümsem de hala insandım.
    “Bir an olsun yalnız kalmayacaksın,” diye söz verdi Edward arabayı sürerken. “Mutlaka birileri
    yakınlarında olacak. Emmett, Alice, Jasper... ”
    Derin bir nefes verdim. “Bu çok saçma. Gerçekten çok sıkılacaklar, hatta birileri yapmadan
    önce bu yüzden kendileri beni öldürecekler.”
    Edward bana tatsız bir şekilde baktı. “Çok eğlencelisin Bella.”
    Eve ulaştığımızda Charlie’nin keyfi yerindeydi. Edward ile benim aramdaki gerilimin
    farkındaydı ve bunu tamamen yanlış yorumluyordu. Yüzünde tuhaf bir gülümsemeyle yemeğini
    yerken beni izledi. Edward izin isteyerek masadan kalktı, etrafı gözetleyecekti sanırım. Charlie
    mesajlarımı vermek için onun geri dönmesini bekledi.
    “Jacob aradı gene,” dedi Charlie Edward odadan gider gitmez. Yüzümdeki ifade önümdeki
    tabak kadar boştu.
    “Ah, gerçekten mi?”
    Charlie kaşlarını çattı. “Bu kadar acımasız olma, Bella. Sesi gerçekten kötüydü.”
    “Jacob bu halka ilişkiler çabaların için sana ödeme yapıyor mu, yoksa bunun için gönüllü mü
    oldun?”
    Charlie yemek yiyene kadar manasızca söylendi. Farkında değildi ama önemli bir noktaya
    değinmişti.
    Hayatım şu anda zarla oynanan şans oyunlarına dönmüştü – bir sonraki seferde de bir-bir mi
    gelecekti? Ya bana bir şey olsaydı? Bu Jacob’ı söylediklerinden dolayı suçluluk içerisinde
    bırakmaktan daha kötü geldi.
    Fakat şu anda söyleyeceğim her kelimeyi farklı tarafa çekeceğinden bu konu hakkında
    Charlie’yle konuşmak istemiyordum. Bunu düşünmek Jacob ile Billy’nin ilişkilerini
    kıskanmama neden oldu. Yaşadığın insandan saklayacağın sırlarının olmaması ne kadar da
    güzel olmalıydı.
    Bu sabaha kadar onu aramak için bekleyebilirdim. Bu gece ölecek değildim ya, üstelik on iki
    saat kadar daha kendini suçlu hissetmesinin zararı yoktu. Hatta onun için iyi bile olabilirdi.
    Edward akşam gittiğinde beni ve Cahrlie’yi bu yağmurda kimin koruduğunu merak ettim.
    Alice ya da her kimse o kişi, onun için berbat hisseetim ama yine de rahattım. Kabul etmek
    zorundaydım, yalnız olmadığını bilmek güzeldi. Zaten Edward’da yakında gelirdi.
    Bana uyumam için gene ninni söyledi – bilinçsiz de olsam orada olduğunun farkındaydım –
    kabus görmeden güzel bir uyku çektim.
    Sabah Charlie ben uyanmadan yardımıcısı Mark ile balığa gitmişti. Gözetimden uzak bu kutsal
    anı kullanmaya karar verdim.
    “Jacob ile takılmaya gidiyorum,” kahvaltımı ettikten sonra bunu Edward’a söylemiştim. “Onu
    affedeceğini biliyordum,” dedi yüzünde bir gülümsemeyle. “Kin tutmak yeteneklerin arasında
    yok.”
    Gözlerimi devirdim ama memnun oluştum. Görünüşe göre Edward gerçekten bu anti –kurt
    adam tavırlarını bir kenara bırakmıştı.
    Arayana kadar telefona bakmamıştım. Gerçekten erken bir saatti ve Billy ile Jake’i
    uyandırdığım için endişelendim. Neyse ki ikinci telefon çalışında biri açtı, telefondan çok da
    uzakta durmadıkları anlamına geliyordu.
    “Alo?” dedi donuk bir ses.
    “Jacob?”
    “Bella!” diye heyecanla haykırdı. “Ah Bella, çok üzgünüm!” Hızla duraksamadan konuşmaya
    başladı sanki onları içinde tutamayacak gibiydi. “Yemin ederim öyle demek istememiştim.
    Aptallık ettim. Kızgındım – ama tabi bu bir bahane olamaz. Hayatım boyunca söylediğim en
    aptalca şeydi ve üzgünüm. Bana kızma, lütfen? Lütfen. Beni affetmen için ömür boyu kölen
    olacağım.”
    “Kızgın değilim. Affedildin.”
    “Teşekkürler,” dedi coşkuyla. “Böyle bir hayvanlık yaptığıma inanamıyorum.”
    “Bunun için endişelenme – alıştım.”
    Neşeyle güldü, rahatlamıştı. “Beni görmeye gel,” diye rica etti. “Bunu telafi etmek istiyorum.”
    Kaşlarımı çattım. “Nasıl?”
    “Ne istersen. Yamaç dalışı yaparız,” diye önerdi tekrar gülerek.
    “Harika bir fikir.”
    “Zarar görmeyeceğine söz veriyorum,” dedi. “Ne yapmak istersen.”
    Edward’ın yüzüne baktım, sakin görünüyordu ama bunun zamanı olduğunu sanmıyordum.
    “Şu an mümkün değil.”
    “O benim kadar heyecanlanmadı değil mi?” Jacob’ın sesi bu defalık utanmış gibi çıkmıştı.
    “Sorun o değil. Bir... sorun var, yani hınzır bir kurt adamdan farklı olarak daha önemli bir
    sorun var.” Sesimi neşeli tutmaya çalışmıştım ama onu kandıramamıştım.
    “Sorun ne?” diye sordu.
    “Şey.” Ona söyleyip söylememek konusunda kararsızdım.
    Edward elini telefonu almak için uzattı. Onun yüzüne dikkatlice baktım. Oldukça sakin
    görünüyordu.
    “Bella?” dedi Jacob.
    Edward iç geçirdi ve elini yaklaştırdı.
    “Edward ile konuşmanın mahsuru var mı?” diye kaygıyla sordum. “Seninle konuşmak
    istiyorda.”
    Uzun bir sessizlik oldu.
    “Pekala,” diye kabul etti Jacob sonunda. “Bu konu ilginç olmalı.”
    Telefonu Edward’a uzattım; gözlerimdeki tehditkar ifadeyi görmüş olmasını umuyordum.
    “Merhaba, Jacob,” dedi Edward, kusursuz şekilde kibardı.
    Bir sessizlik oldu. Dudağımı ısırdım, Jacob’ın ne dediğini tahmin etmeye çalışıyordum.
    “Biri buradaydı – daha evvel rastlamadığım bir koku vardı,” diye açıkladı Edward. “Sizin sürü
    yeni bir şeyle karşılaşmış mıydı?”
    Bir başka duraksama, Edward kendi kendine başını sallamıştı.
    “Asıl sorun da bu zaten. Bunun icabına bakana kadar Bella’yı gözümün önünden
    ayırmayacağım. Bu kişisel değil ––”
    Jacob onun sözünü kesti, telefonun ahizesinden gelen sesini duyabiliyordum. Her ne
    söylüyorsa daha önce söylediklerinden çok daha şiddetliydi. Söylediklerini duymakta
    zorlanmıştım.
    “Haklı olabilirsin –,” diye başladı Edward ama Jacob tekrar konuşmaya devam etti. İkisinin de
    sesi an azından kızgın gelmiyordu.
    “Bu ilginç bir öneri. Bu konuda tekrar anlaşmak için oldukça istekliyiz. Tabi Sam için de
    uygunsa.”
    Jacob’ın sesi daha da alçaktı artık. Edward’ın yüz ifadesinden bir anlam çıkarmaya çalışırken
    tırnaklarımı kemirmeye başlamıştım.
    “Teşekkürler,” dedi Edward.
    Sonra Jacob’ın söylediği bir şey Edward’ın yüzünde şaşkınlıktan dolayı bir seğirmeye neden
    oldu.
    “Aslında yalnız gitmeyi planlıyordum,” diye cevapladı Edward kendisine sorulan beklenmedik
    soruyu. “Ve onu da diğerleri ile bırakacağım.”
    Jacob’ın sesi bir anda yükselmişti ve sanki onu bir şeye ikna etmeye çalışıyormuş gibi geldi
    bana.
    “Bunu etraflıca düşüneceğim,” diye söz verdi Edward. “Elimden geldiğince tarafsız olmaya
    çalışacağım.”
    Bu defa daha kısa bir sessizlik oldu.
    “Bu çok da kötü bir fikir değil. Ne zaman?... Hayır, bu harika. Ben bizzat takip etmek isterdim
    aslında. On dakika... Elbette ki,” dedi Edward. Telefonu bana doğru uzattı. “Bella?”
    Telefonu ondan yavaşça aldım, kafam karışmıştı.
    “Az önceki de neydi öyle?” diye sordum Jacob’a, sesim hırçın çıkmıştı. Sanki bir ergen gibi
    davranmıştım ama dışlandığımı hissetmiştim.
    “Bir ateşkes sanırım. Hey bana bir iyilik yap,” dedi Jacob. “Senin kan emiciyi benim yanımın en
    güvenli yer olduğu konusunda – özellikle de o gidince – ikna et. Her şeyi yapabiliriz böylece.”
    “Ona pazarlamaya çalıştığın şey bu muydu?”
    “Evet. Bu çok mantıklı. Charlie’nin de muhtemelen en güvenli olacağı yer burası. Mümkün
    olduğunca tabii.”
    “Billy’le de iyi anlaşıyorlar,” diye kabul ettim. Fakat Charlie’yi her zaman benim bulunduğum
    çapraz ateşin tam ortasına bırakma fikrinden nefret etmiştim. “Peki ya başka?”
    “Sadece Forks’a çok yaklaşan birilerini yakalayabilmek için birkaç sınır ayarlaması yaptık.
    Sam’in bundan hoşlanacağını pek sanmıyorum ama o gelene kadar ben ilgileneceğim.”
    “İlgileneceğim de ne demek oluyor?”
    “Yani evinin çevresinde bir kurdun koştuğunu görürsen sakın ateş etme demek oluyor.”
    “Tabii ki etmem. Sen de hiçbir şeyi... riske atma.”
    Küçümsercesine güldü. “Aptal olma. Kendi başımın çaresine bakabilirim.”
    Derin bir nefes verdim.
    “Ayrıca onu ziyaret etmen konusunda ikna etmeye çalıştım. Önyargılı bu yüzden ona güvenlik
    konusunda endişelendirme. Fakat burada güvende olacağını benim kadar iyi biliyor.”
    “Bunu aklımda tutacağım.”
    “Az sonra görüşürüz,” dedi Jacob.
    “Geliyor musun?”
    “Evet. Gelip seni ziyaretçinin bıraktığı kokuyu alacağım böylece onun izini sürebileceğiz.”
    “Jake bu iz sürme işinden hiç hoşlanmadım –“
    “Ah, lütfen ama Bella,” diyerek sözümü kesti. Jacob güldü ve telefonu kapattı.

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 7:38 am