Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Eclipse 17.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Eclipse 17.Bölüm Empty Eclipse 17.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Salı Kas. 16, 2010 10:15 am

    “Bella?”
    Edward’ın yumuşak sesi arkamdan geldi. Verandanın merdivenlerinde aniden belirmişti, saçları
    koşmaktan darmadağınıktı. Hemen beni kolları arasına aldı, tıpkı park yerindeki gibi, ve beni
    tekrar öptü.
    Bu öpücük beni çılgına çevirmişti. Çok fazla yoğundu, çok güçlüydü – sanki çok az
    zamanımızın kalmasından korkuyormuş gibiydi.
    Bunu düşünmeye devam edemezdim. Sonraki birkaç saatte insanlarla iletişime geçeceksem
    bunun imkanı yoktu. Kendimi ondan uzaklaştırdım.
    “Hadi bu aptal partiyi bununla bitirelim,” diye mırıldandım, onun gözlerine bakmamıştım.
    Ellerini yüzümün iki yanına da koydu, ben ona bakana kadar bekledi.
    “Sana bir şey olmasına izin vermem.”
    Sağlam olan elimle onun dudaklarına dokundum. “Kendim için o kadar da endişeli değilim.”
    “Neden buna o kadar da şaşırmadım?” diye mırıldandı kendi kendisine. Derin bir nefes aldı ve
    aniden gülümsedi. “Kutlamaya hazır mısın?” dedi.
    İnledim.
    Kapıyı benim için tuttu, elini korumacı bir tavırla belime doladı. Bir süreliğine dondum kaldım,
    sonra da başımı inanmaz bir tavırla sağa sola salladım.
    “İnanılmaz.”
    Edward omuz silkti. “Alice her zaman Alice olacak.”
    Cullenlar’ın evinin girişi bir gece kulübünün girişine dönüştürülmüştü – sadece TV’de
    görülebilecek olanlardan.
    “Edward!” diye bağırdı Alice kocaman bir sesle. “Önerine ihtiyacım var.” Eliyle CD yığınını
    gösterdi. “Rahatlatıcı ve tanıdık bir şeyler mi dinletmeliyiz? Yoksa” – daha sonra başka bir
    yığını gösterdi – “onların müzik zevklerine yön mü vermeliyiz?”
    “Rahatlatmaya devam edelim,” diye önerdi Edward. “Onlara öneride bulunabilirsin ama baskı
    yapamazsın.”
    Alice ciddi bir tavırla başını salladı ve yön verici olan CD’leri bir kutuya doldurmaya başladı.
    Üzerine askılı, payetli bir bluz ve kırmızı deri pantolon giydiğini fark ettim. Çıplak teni ilginç
    şekilde kırmızı ve mor renklerini üzerinde titreştiriyordu.
    “Sanırım partiye uygun giyinmedim.”
    “Mükemmelsin,” diyerek itiraz etti Edward.
    “Olacaksın,” diyerek onu destekledi Alice.
    “Teşekkürler.” İç geçirdim. “Gerçekten insanların geleceğini düşünüyor musun?” Sesimdeki
    umutsuzluk fark edilmeyecek gibi değildi. Alice suratını astı.
    “Herkes gelecek,” diye yanıtladı Edward. “Herkes münzevi Cullenlar’ın gizemli evini görmek
    için ölüyor.”
    “Harika,” diye homurdandım.
    Yardım edebileceğim hiçbir şey yoktu. Uykuya ihtiyacım olmasa ve daha hızlı hareket etsem
    bile bu işi Alice’in yaptığı şekilde yapabileceğimi hiç sanmıyordum.
    Edward bir an olsun beni yalnız bırakmadı, Jasper’ı ararken beni de yanında sürükledi ve sonra
    da Carlisle’a benim düşüncemi açıkladı. Onlar Seattle’daki orduya saldırmaktan bahsederken
    ben korku içerisinde onları dinliyordum. Jasper’ın sayıca az olmamızdan dolatı memnun
    olmadığını görebiliyordum ama Tanya’nın isteksiz ailesi dışında bağlantı kurabilecekleri kimse
    yoktu. Jasper Edward’ın aksine çaresizliğini saklama gereği duymadı. Bu kadar büyük riske
    girmek istemediğini anlamak hiç de zor değildi.
    Onların eve geri dönmesini umarak geri planda bekleyemezdim. Yapamazdım. Deliye
    dönerdim.
    Kapı çaldı.
    Aniden hepsi inanılmaz biçimde normale döndüler. Carlisle’ın yüzündeki sıkıntının yerini sıcak
    ve içten, mükemmel bir gülümseme aldı. Alice müziğin sesini açtı ve sonra da dans etmeye
    başladı.
    Gelen arkadaşlarım da kendi başlarına geldikleri için çok endişeliydi. Jessica yanında Mike ile
    gelen ilk kişiydi. Tyler, Conner, Austin, Lee, Samantha… hatta Lauren bile onların arkasında
    meraklı gözlerle bakıyordu. Hepsinde büyük merak vardı ve evin nasıl dekore edildiğini
    görünce hepsi büyük bir şaşkınlığa uğradı. Oda boş değildi; tüm Cullenlar da yerlerini almış ve
    insani davranışlarını sergilemek üzere hazırlanmışlardı. Bu gece en az onlar kadar rol
    yapacağımı hissettim..Jess ve Mike’ı selamlamak üzere yanlarına gittim, sesimin doğru şekilde
    heyecanlı çıkmasını umuyordum.Başka birilerine daha hoş geldin diyemeden kapı bir kez daha
    çaldı. Angela ve Ben’i içeriye davet ettim, kapıyı açık bıraktım çünkü Eric ile Kate de
    merdivenlerden yukarıya doğru çıkıyordu.
    Panik yapmaya bir daha şansım olmadı. Herkesle konuşmak zorundaydım, elimden geldiğince
    neşeli bir hostes olmaya çalışıyordum. Her ne kadar parti Alice, Edward ve benim için
    düzenlenmiş olsa da konukların yegane hedefi bendim. Belki parti ışıklarının altında Cullen
    ailesinin tuhaf görünmesindendi. Belki de bu ışıklar odayı gizemli ve karanlık gösterdiğindendi.
    Fakat bu atmosferden dolayı kimse Emmett gibi birinin yanında durmak istemiyordu.
    Emmett’ın yemek masasının yanından Mike’a gülümsediğini ve ışığın dişlerinden yansıdığını
    gördüm, bunu gören Mike hemen geriye doğru istemsiz şekilde adım atmıştı.
    Muhtemelen Alice bunu bilerek yapmıştı, böylece beni ilginin merkezinde tutacaktı – böylece
    daha çok eğleneceğimi düşünmüş olmalıydı. Beni insanların olması gerektiğine inandığı hale
    getirmek için sonsuz bir gayretle çabalamaya devam ediyordu.
    Parti Cullenlar’ın doğal olan gerginliğine rağmen su götürmez şekilde başarılı olmuştu - ya da
    bu halleri atmosfere gerilim katmıştı. Müzikler çarpıcıydı, ışıklar neredeyse hipnotize ediciydi.
    Yemek masasının ortadan kalkmasıyla sanki her şey daha da iyi hale gelmişti. Oda
    klostorofobik bir hale gelmeden kalabalıklaşmıştı. Tüm son sınıf görünüşe göre oradaydı daha
    alt sınıflardan da gelenler vardı. Bedenler sallanarak ayaklarının altındaki zemine vuruyordu,
    parti dansla devam edecek gibiydi.
    Bunun böyle olacağını tahmin etmek benim için hiç de zor olamazdı. Alice’in fikrini kabul
    etmiş ve herkesle bir dakika da olsa sohbet etmişti. Hepsi mutlu görünüyorlardı. Bu partinin
    Forks’da bugüne kadar yapılmış en havalı şey olduğundan emindim. Alice keyiften deliye
    dönmüştü – kimsenin bu geceyi unutmayacağına emindim.
    Tüm odayı dolaştıktan sonra Jessica’nın yanına geri geldim. Heyecanla konuşuyordu ve ona
    dikkatimi vermek zorunda değildim çünkü genelde cevap verilmesi gerekmeyen şeyler
    söylüyordu. Edward hala yanımdaydı ve beni bırakmıyordu. Bir elini sürekli belimde
    tutuyordu, hatta beni şimdi daha da yakınına çekmişti.
    O yüzden aniden elini çektiğinde ve uzaklaştığında şüphelendim.
    “Burada kal,” kulağıma fısıldamıştı. “Hemen geleceğim.”
    Benim neden ayrılıyorsun dememe kalmadan insanlara mümkün olduğunca değmemeye
    çalışarak nazikçe aralarından geçti. Gözlerimi kısmış onun arkasından bakarken Jessica müziğe
    bağırarak eşlik etmeye başladı, dirseğimi tutarak farkında olmadan ilgimin dağılmasına neden
    olmuştu.
    Mutfağın girişindeki karanlık gölgeye ulaşmasını izledim, ışıklar oraya belli belirsiz vuruyordu.
    Birine doğru eğilmiş konuşuyordu ama önümdeki kafalardan dolayı kim olduğunu
    göremiyordum.
    Parmaklarımın ucunda havaya kalktım, boynumu ileriye doğru uzattım. Tam o anda kırmızı
    ışık onun sırtına vurdu ve kırmızı ışıklar Alice’in tişörtünde parıldadı. Işık onun yüzüne sadece
    bir anlığına gelmişti ama bu kadarı bile yeterliydi.
    “Bana bir dakika izin ver, Jess,” diye mırıldandım ve kolumu ondan kurtardım. Onun yüzünün
    ifadesine dikkat etmemiştim, hatta bu kabalığımın onu incitip incitmediği görmek için bile
    dönüp bakmadım geriye.
    Kalabalığın arasından başımı kaldırdım, biraz sertçe itmeye başlamıştım insanları. Artık sadece
    birkaç insan dans ediyordu. Hemen mutfak kapısına doğru gittim.
    Edward gitmişti ama Alice hala oradaydı ve yüzünde boş bir ifade vardı – yüzünde korkunç bir
    şeye tanıklık etmiş insanlarda görülebilecek türden bir ifade belirmişti. Bir elini kapının
    kenarına dayamıştı, sanki destek almak istercesine yapmıştı bunu.
    “Ne oldu, Alice, ne oldu? Ne gördün?” Ellerimi önümde kenetlemiştim – yalvarıyordum.
    Bana bakmadı, başka yöne bakıyordu. Onun bakışını takip ettim ve Edward’ı odada izlediğini
    gördüm. Onun yüzünde buz gibi bir ifade vardı. Döndü ve merdiven altındaki gölgelerde
    kayboldu.
    Kapının zili çaldı sonra, saatler sonra ilk defa, ve Alice yüzünde şaşkın bir ifadeyle konuşmak
    için döndü.
    “Kurt adamı kim davet etti?” diye yakındı.
    Kaşlarımı çattım. “Suçluyum.”
    Bu daveti iptal ettiğimi düşünmüştüm – her şeye rağmen Jacob’ın buraya geldiğini hayal
    etmediğimden değildi bu.
    “Öyleyse sen ilgilen. Ben Carlisle ile konuşmalıyım.”
    “Hayır, Alice, bekle!” kolunu yakalamaya çalıştım ama o gitmişti bile elimi boşluğa savurdum.
    “Kahretsin!” diye homurdandım.
    Bunun o olduğunu biliyordum. Alice neyin yaklaştığını görmüştü ve orada durup kapıya
    bakabileceğimi sanmıyordum. Kapı zili tekrar çaldı, çok uzun çalmıştı, birisi durmaksızın
    basıyordu zile. Kararlı bir şekilde kapıya arkamı döndüm ve karanlık odada Alice’i aradım.
    Hiçbir şey göremiyordum. Merdivenlere doğru gitmeye başladım.
    “Selam, Bella!”
    Müziğin tam da ara verdiği sırada Jacob’ın sesi yankılanmıştı ve adımı duyar duymaz dönüp
    baktım.
    Suratım asılmıştı.
    Sadece bir kurt adam yoktu, üç tane birden vardı. Jacob sadece kendi gelmemiş yanında Quil
    ve Embry’ yi de getirmişti. İkisi de etrafa gergin şekilde bakıyordu, ikisi de gözlerini kısmış
    sanki perili bir eve gelmiş gibi hızla etraftakileri tarıyordu. Embry kapıda endişeyle duruyordu,
    vücudu dönüp gitmek için belli belirsiz dönmüştü.
    Jacob diğerlerinden daha sakindi, bana el salladı ve burnunu tiksintiyle buruşturdu. Ona el
    salladım – güle güle anlamında – ve dönüp Alice’i aramaya devam ettim. Lauren ve Conner’ın
    arasındaki boşluğa geçtim.
    Aniden o geldi ve elini omzuma koyup beni mutfağın oradaki gölgelikten çekip çıkardı. O beni
    tutunca boyun eğdim ama bileğimden yakalayıp beni kalabalığın içerisine çekti.
    “Sıcak bir parti,” dedi.
    Elimi ondan kurtardım ve ters ters ona baktım. “Burada ne yapıyorsun?”
    “Beni sen davet ettin, hatırlıyorsun değil mi?”
    “Yumruğum senin için hafif oldu ama, izin ver tercüme edeyim; bu seni davetsiz yaptı.”
    “Bu kadar can sıkıcı olma. Sana mezuniyet hediyeni getirdim.”
    Elimi göğsümde birleştirdim. Jacob ile şu anda tartılmak istemiyordum. Alice’in ne gördüğünü,
    Edward ve Carlisle’ın bu konuda ne söylediğini bilmek istiyordum. Onları görebilmek için
    kafamı Jacob’dan başka yöne çevirdim.
    “Aldığın yere geri iade et Jake. Yapmam gereken bir şeyler var…”
    Bir adım ileri gelerek, ilgimi çekmeye çalıştı.
    “Bunu geri alamam. Bir mağazadan almadım – kendim yaptım. Yapmam da uzun zaman aldı.”
    Tekrar çevreme bakındım ama Cullenlar’dan kimseyi göremedim. Nereye gitmişlerdi?
    Gözlerim karanlık odayı taradı.
    “Ah, hadi ama, Bell. Sanki burada yokmuşum gibi davranma!”
    “Öyle davranmıyorum.” Onları hiçbir yerde göremiyordum. “Bak, Jake, şu anda kafamda bir
    sürü şey var.”
    Elini çenemin altına koydu ve yüzümü ona doğru çevirdi. “Birkaç saniyeliğine tüm ilgini bana
    vermeni isteyebilir miyim, Bayan Swan?”
    Onun dokunuşundan kurtulmak için silkindim. “Ellerini benden uzak tut, Jacob,” diye tısladım.
    “Üzgünüm!” dedi birdenbire, ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. “Gerçekten üzgünüm.
    Diğer gün için de yani. Seni o şekilde öpmemeliydim. Bu yanlıştı. Sanırım…şey, sanırım
    kendimi beni istediğine inandırmıştım.”
    “İnandırmak – nasıl da doğru bir tanım!”
    “Kibar ol. Özrümü kabul edebileceğini biliyorsun.”
    “Peki. Özrün kabul edildi. Şimdi, bana biraz zaman verirsen…”
    “Peki,” diye mırıldandı ve sesi öncekinde farklıydı, gözleri dikkatli bir şekilde bakıyordu. Yere
    gözlerini dikmişti, gözlerini saklamaya çalışıyordu. Alt dudağı da bir parça sarkmıştı.
    “Sanırım gerçek arkadaşlarınla olmak istiyorsun,” dedi aynı yılgın tonla. “Anladım.”
    İnledim. “Ah, Jake, biliyorsun bu yaptığın hiç adil değil.”
    “Öyle mi?”
    “Adil olmalısın.” Öne doğru eğildim ve dikkatlice yüzüne baktım, gözlerine bakmaya
    çalışıyordum. Sonra yukarı baktı, başımın üzerine, bakışlarımdan kaçmaya çalışıyordu.
    “Jake?”
    Bana bakmayı reddetti.
    “Hey, benim için bir şey yaptığını söylemiştin değil mi? Sadece konuşuyor muydun yoksa?
    Hediyem nerede?” Benim sahte merakım içler acısıydı ama gene de işe yaramıştı. Gözlerini
    devirdi ve sonra da yüzünü buruşturdu.
    Aynı acınası oyuna devam ettim, elimi öne doğru uzattım ve avcumu açtım. “Bekliyorum.”
    “Tabii,” dedi alayla. Ama eliyle arka cebine de uzandı ve rengarenk kumaşlara kabaca sarılmış
    küçük bir kutu çıkardı ortaya. Deri iplerle bağlanmıştı kutu. Avcumun içine bıraktı.
    “Hey, bu çok tatlı, Jake. Teşekkürler!”
    İç geçirdi. “Hediye içinde, Bella.”
    “Ya.”
    Deri iplerle biraz sorun yaşadım. Tekrar iç geçirdi ve elimden aldı paketi, kolayca açtı bağı.
    Kutuyu bana uzattı ama ters çevirdi ve içinden gümüş bir şey avcuma düştü. Metal zincir
    şıngırdadı.
    “Bilezik kısmını yapmadım,” dedi. “Sadece tılsım kısmını.”
    Zincirin bir ucunda tahtadan bir oyma vardı. Onu parmaklarımın arasına aldım ve yakından
    baktım.Küçücük parça da öylesine detaylar vardı ki – minyatür boyutlardaki kurt son derece
    gerçekti. Kırmızıya çalan bir kahverengiye oyulduğundan tenime çok uygundu rengi.
    “Bu çok güzel,” diye fısıldadım. “Bunu sen mi yaptın? Nasıl?”
    Omuz silkti. “Billy’nin bana öğrettiği bir şeydi. O benden daha iyidir bu konuda.”
    “Buna inanmak güç,” diye mırıldandım, minik kurdu parmaklarımın arasında çevirmeye devam
    ettim.
    “Hoşlandın mı?”
    “Evet!. Bu inanılmaz, Jake.”
    Gülümsedi, mutluydu bu defa, fakat ifadesi aniden değişti. “Bunu beni hatırlayasın diye yaptım.
    Nasıl olduğunu bilirsin, gözden uzak olunca…”
    Davranışını görmezden geldim. “Takmama yardım et.”
    Sağ elim bandajda olduğundan sol bileğimi uzattım. Büyük parmakları için zor gibi görünse de
    kolayca taktı.
    “Takıcak mısın?” diye sordu.
    “Tabii ki.”
    Bana gülümsedi – bu onda görmekten hoşlandığım mutlu bir gülümsemeydi.”
    Bir anlığına döndüm, refleks olarak Edward ya da Alice odada mı diye endişeyle etrafa
    bakmaya başladım.
    “İlgin neden bu kadar dağınık?” diye sordu Jacob merakla.
    “Hiç,” diye yalan söyledim, konsantre olmaya çalışıyordum. “Hediye için teşekkürler,
    gerçekten. Çok sevdim.”
    “Bella?” Kaşlarını çatmıştı, gözlerinde koyu gölgeler belirmişti “Bir şeyler oluyor değil mi?”
    “Jake, ben… hayır, bir şey olmuyor.”
    “Bana yalan söyleme, sürekli söylüyorsun. Bana neler olduğunu anlat. Bu şeyleri öğrenmek
    istiyoruz,” dedi, sondaki çoğul ekini sokuşturuvermişti bir anda.
    Muhtemelen haklıydı; kurtlar da olan bitenle ilgililerdi. Tek şüphem bunun doğru zaman olup
    olmadığıydı. Alice’i bulana kadar da bilemeyecektim.
    “Jacob, sana anlatacağım. Sadece bana neler olduğunu anlayana kadar müsaade et, tamam mı?
    Alice ile konuşmalıyım.”
    Yüzünde şüpheci bir ifade belirdi. “Medyum olan bir şeyler gördü.”
    “Evet, sen ortaya çıkmadan hemen önce.”
    “Bu odandaki kan emiciyle mi ilgili?” diye mırıldandı, sesini müziğe uydurup alçakta tutmaya
    çalıştı.
    “Onunla ilgili,” diye kabul ettim.
    Yüzüme bakarken başını bir yana doğru eğdi. “Bir şey biliyorsun, bana söylemiyorsun… büyük
    bir şey.”
    Yalan söylemenin ne gereği vardı ki? Beni benden daha iyi yanıyordu. “Evet.”
    Jacob çok kısa bir süre gözlerini bana dikti ve sonra da girişte bekleyen sürüden arkadaşlarına
    dönüp tuhaf ve rahatsız bir şekilde baktı. Onun yüzündeki ifadeyi gördükleri anda hareket
    etmeye başladılar, ustalıklı bir şekilde parti yapanların arasına girdiler, sanki dans ediyor gibi
    görünüyorlardı. Yarım dakika içerisinde onlar da Jacob’ın yanında duruyorlardı.
    “Şimdi. Açıkla,” dedi Jacob.
    Embry ve Quil etrafa baktılar, kafaları karışmış ve temkinliydiler.
    “Jacob, her şeyi bilmiyorum.” Odaya bakınmaya devam ettim, ama biri beni kurtarsın diye.
    Beni köşeye sıkıştırmışlardı, hem de her anlamda.
    “Ne biliyorsun o zaman?”
    Üçü de aynı anda ellerini göğsünde birleştirdi. Bu biraz gülünçtü ama aslında tehditkardı.
    Ve sonra Alice’in merdivenlerden aşağıya indiğini gördüm, bembeyaz teni mor ışıkta
    parlıyordu.
    “Alice!” diye ciyakladım, rahatlamıştım.
    Müzik sesimi bastırmış olsa da adını söyler söylemez bana doğru döndü. Hevesle el salladım
    ve bana doğru eğilmiş üç kurt adamı gördüğü andaki yüz ifadesini izledim. Gözlerini kısmıştı.
    Fakat tepki vermeden önce yüzünde büyük bir korku ve endişe vardı. Yanıma geldiğinde
    dudağımı ısırdım.
    Jacob, Quil ve Embry, üçü de, geriye doğru çekilmişti ve yüzlerinde huzursuz bir ifade vardı.
    Alice kollarını belime doladı.
    “Seninle konuşmalıyım,” diye fısıldadı kulağıma.
    “Iıı, Jake, sonra görüşürüz…” diye mırıldandım yanlarından uzaklaşırken.
    Jacob uzun kolunu tam önümüze uzattı ve elini duvara dayadı. “Hey, bu kadar hızlı değil.”
    Alice ona hayretle bakıyordu. “Pardon?”
    “Bize neler olduğunu anlat,” diye kükredi.
    Jasper aniden ortaya çıktı. Bir önce saniye Alice ve ben duvara yaslanmış yolumuz Jacob
    tarafından kesilmişti ve sonraki saniye Jasper Jake’in diğer tarafında belirmişti, yüzündeki ifade
    korkunçtu.
    Jacob yavaşça kolunu geri çekti. Bu en iyi hareket gibi görünüyordu, en olumlu ihtimalle
    kolunu tek parça tutmak istemişti.
    “Bilmeye hakkımız var,” diye mırıldandı Jacob, hala Alice’e gözlerini dikmiş bakıyordu.
    Jasper onların arasında duruyordu ve üç kurt adam da hazırlanmıştı.
    “Hey, hey,” diyerek araya girdim, histerik bir gülüş de ekledim. “Partideyiz, hatırlıyorsunuz
    değil mi?”
    Kimsenin ilgisini çekememiştim. Jacob Alice’e gözlerini dikmiş bakarken Jasper da Jacob’dan
    gözlerini ayırmıyordu. Alice’in yüzü birdenbire düşünceli bir hal almıştı.
    “Tamam, Jasper. Aslında haklı.”
    Jasper pozisyonunu değiştirmedi.
    Bu belirsizlik anı beni deli edecekti. “Ne gördün Alice?”
    Bir anlığına Jacoba’a baktı ve sonra da bana döndü, açıkça onların da duymasını istiyordu.
    “Karar verildi.”
    “Seattle’a mı gideceksiniz?”
    “Hayır.”
    Kanın yüzümden çekildiğini hissettim. Midem bulanmıştı. “Buraya geliyorlar,” nefesim
    kesilmişti.
    Quileute gençleri sessizce izlediler, yüzlerimizde beliren her ifadeyi izliyorlardı. Yerlerine
    çakılıp kalmışlardı ama tam anlamıyla sakin oldukları söylenemezdi. Üçünün de elleri
    titriyordu.
    “Evet.”
    “Forks’a,” diye fısıldadım.
    “Evet.”
    “Ne için?”
    Başını salladı, sorumu anlamıştı. “Biri senin kırmızı tişörtünü taşıyor.”
    Yutkunmaya çalıştım.
    Jasper’ın bakışı tenkit edercesineydi. Bunun kurt adamların önünde tartışılmasından
    hoşlanmadığının farkındaydım ama bir şeyler söylemek istedi. “Buna izin veremeyiz. Kasabayı
    koruyacak kadar kalabalık değiliz.”
    “Biliyorum,” dedi Alice, yüzü aniden solmuştu. “Fakat onları nerede durdurduğumuzun bir
    önemi yok. Sayımız yetmez, bazıları mutlaka aramak için buraya gelecek.”
    “Hayır!” diye fısıldadım.
    Benim bu karşı çıkışımı partinin gürültüsü bastırmıştı. Etrafımızda arkadaşlarım, komşularım,
    dostlarım ve düşmanlarım vardı; gülüyorlar ve dans ediyorlardı. Ne büyük bir dehşet ve
    korkuyla karşı karşıya olduklarından habersizlerdi. Nedeni benim olan bir tehlikenin.
    “Alice,” dedim zorlukla. “Gitmek zorundayım, buradan gitmek zorundayım.”
    “Bunun yardımı olmaz. İz sürücüleri halletsek de onlar gene de buraya gelecekler.”
    “Öyleyse onlarla karşı karşıya gelmeliyim!” Eğer sesim boğuk ve gergin olmasaydı haykırma
    gibi çıkadı. “Belki ne aradıklarını bulurlarsa, kimseye zarar vermeden giderler!”
    “Bella!” Alice itiraz etti.
    “Dur bakalım,” dedi Jacob amirane bir şekilde. “Ne geliyor?”
    Alice ona buz gibi bir bakışla baktı. “Bizim türümüzden. Çok daha fazlası.”
    “Neden?”
    “Bella için. Tek bildiğimiz bu.”
    “Senin için mi geliyor hepsi?” diye sordu.
    Jasper öfkesini belli etti. “Bazı avantajlarımız var köpekcik. Bir dövüş bile olabilir.”
    “Hayır,” dedi Jacob ve tuhaf bir gülümseme yüzüne yayıldı. “Bileden fazlası olacak.”
    “Mükemmel!” diye tısladı Alice.
    Donmuş bir şekilde Alice’in yüzünde beliren ifadeye bakıyordum. Yüzü sevinçle canlanmıştı,
    kusursuz yüzündeki bütün umutsuzluk silinmişti.
    Jacob’a gülümsedi ve Jacob da Alice’e gülümsedi.
    “Her şeyi değiştirir bu tabii ki,” dedi Alice kendinden memnun bir biçimde. “Bu uygunsuz ama
    her şeyi hesaba katarsak, kabul ediyorum.”
    “Birlikte hareket emeliyiz,” dedi Jacob. “Bu bizim için kolay olmayacak. Fakat bu sizin değil
    daha çok bizim işimiz.”
    “O kadar ileri gitmezdim ama yardıma ihtiyacımız var. Seçici olmayacağız.”
    “Dur, dur,dur,dur,” diye aralarına girdim.
    Alice parmak uçlarındaydı, Jacob ona doğru eğilmişti, ikisinin yüzü de keyifliydi, ve elbette
    ikisi de kokularından dolayı burnunu kırıştırmıştı. Sabırsızca bana baktılar.
    “Birlikte mi?” bu kelimeyi dişlerimin arasından söyledim.
    “Ciddi ciddi bizi bu işten uzak tutabileceğini mi düşündün, gerçekten?” dedi Jacob.
    “Bu işe karışmıyorsunuz!”
    “Senin medyum öyle düşünmüyor.”
    “Alice – onlara hayır de!” diye ısrar ettim. “Öldürülecekler!” Jacob, Quil ve Embry
    kahkahalarla güldüler buna.
    “Bella,” dedi Alice teskin edici bir şekilde, “ayrı olursak öldürülebiliriz. Birlik olursak – ”
    “Sorun olmayacaktır,” diye cümleyi tamamladı Jacob. Quil gene kahkahayla güldü.
    “Kaç kişiler?” diye hevesle sordu Quil.
    “Hayır!” diye bağırdım.
    Alice dönüp bana bakmadı bile. “Değişir – yirmi bir kişiler bugün ama sayıları azalıyor.”
    “Neden?” diye sordu Jacob merakla.
    “Uzun hikaye,” dedi Alice, aniden odaya bakmaya başlamıştı. “ Ve burası bu konuşma için
    doğru yer değil.”
    “Bu gece nasıl?” diye ısrar etti Jacob.
    “Evet,” diye yanıtladı Jasper. “Zaten bir toplantı planlamıştık… strateji için. Eğer bizimle yan
    yana dövüşecekseniz biraz eğitime ihtiyacınız olacak.”
    Cümlenin son kısmından dolayı tüm kurtların yüzünde hoşnutsuz bir ifade belirdi
    “Hayır!” diye inledim.
    “Bu biraz tuhaf olacak” dedi Jasper düşünceli bir şekilde. “Asla beraber çalışabileceğimizi
    düşünmemiştim. Bu ilk olmalı.”
    “Bundan şüphen olmasın,” diye onayladı Jacob. Şimdi acelesi vardı. “Biz Sam’in yanına
    dönmeliyiz. Ne zaman buluşacağız?”
    “Sizin için çok geç nedir?”
    Üçü de gözlerini devirdi. “Ne zaman buluşacağız?” diye tekrar etti sorusunu Jacob.
    “Üç?”
    “Nerede?”
    “Hoh Forest korucu merkezinin on mil kuzeyinde. Batıdan gelin, kokumuzu izleyerek yolu
    bulabilirsiniz.”
    “Orada olacağız.”
    Gitmek üzere arkalarını döndüler.
    “Bekle, Jake!” diye bağırdım arkasından. “Lütfen! Bunu yapma!”
    Duraksadı, yüzünde bir gülümsemeyle geriye döndüğünde Embry ve Quil kapıya doğru
    sabırsızca gidiyordu. “Komik olma, Bells. Bana sana verdiğimden çok daha iyi bir hediye
    veriyorsun.”
    “Hayır!” diye bağırdım. Elektro gitar haykırışımın duyulmasına engel olmuştu.
    Cevap vermedi; çoktan gitmiş olan arkadaşlarını yakalamak için hızlandı. Jacob’ın gidişini
    çaresizce izledim.

      Forum Saati Salı Mayıs 07, 2024 2:34 am