Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Eclipse 22.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Eclipse 22.Bölüm Empty Eclipse 22.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Salı Kas. 16, 2010 11:08 am

    Rüzgar gene çadırı salladı ve ben de onunla birlikte sallandım. Sıcaklık düşüyordu. Bunu uyku
    tulumuna rağmen ve montuma rağmen hissedebiliyordum. Tamamen giyiniktim, yürüyüş
    botlarım hala ayağımdaydı. Bir şey fark ettirmiyordu. Nasıl bu kadar soğuk olabilirdi? Nasıl
    daha da soğumaya devam ederdi? Bir yerde durması gerekiyordu, değil mi?
    “S– s– s– s– s– s– saat k– k– k– k– kaç?” Takırdayan dişlerimin arasından kendimi konuşmaya
    zorladım.
    “İki.” Diye cevapladı Edward.
    Edward dar alanda elinden geldiğince benden uzakta oturmaya çalıştı, ben zaten o kadar
    üşümüşken benim üzerime doğru nefes almaya bile korkuyordu. Yüzünü görebilmek için fazla
    karanlıktı, ama sesi endişe, kararsızlık ve hüsranla hiddetlenmişti.
    “Belki...”
    “Hayır, ben i– i– i– y– y– yiyim, g– g– g– gercekten. Dışarı ç– ç– ç– ç– çıkmak i–
    istemiyorum.”
    Şimdiye kadar en azından bir on kere beni dışarda koşmam için ikna etmeye çalışmıştı, ama ben
    sığınağımı terketmeye korkuyordum. Tüm o şiddetli rüzgardan korunaklı olmasına rağmen
    içerisi böylesine soğuksa, o rüzgarda koşmanın ne kadar kötü olacağını tahmin edebiliyordum.
    Ve öğleden sonraki tüm çabalarımız da boşa gitmişti. Fırtına bittikten sonra kendimizi yeniden
    hazırlamak için yeteri kadar zamanımız olacak mıydı? Ya fırtına sona ermeseydi? Şu anda
    hareket etmenin hiçbir anlamı yoktu. Bir geceyi titreyerek geçirebilirdim.
    Endişelendiğim şey, bıraktığım izlerin kaybolmasıydı ama Edward yine de gelmekte olan
    canavarlar için yeterince açık olacağına söz verdi.
    “Ne yapabilirim?” Neredeyse yalvarıyordu.
    Başımı salladım.
    Karların dışından, Jacob keyifsizce sızlandım.
    “G– g– g– g– git b– b– b– buradan.” Diye emrettim, yine.
    “Sadece senin için endişeleniyor.” diye tercüme etti Edward. “O iyi. Onun bedeni bu havayla
    başa çıkmak için donanımlı.”
    “H– h– h– h– h– h.” Yine de ayrılması gerektiğini söylemek istedim, ama dişlerim izin
    vermedi.. Denerken neredeyse dilimi ısırıyordum. En azından Jacob gerçekten de kar için
    donanımlı görünüyordu, daha kalın, uzun ve kabarık kızıl– kahve kürküyle sürüsündeki
    diğerlerinden daha bile iyiydi. Bunun nedenini merak ettim.
    Tiz, kulak tırmalayıcı bir şikayet sesiyle inledi.
    “Ne yapmamı istiyorsun?” diye homurdandı Edward, artık kibarlıkla uğraşmayacak kadar
    tedirgindi. “Bu fırtınanın içinden onu taşıyarak geçeyim mi? Seninde herhangi bir faydanı
    göremiyorum. Neden gidip bir soba falan kapıp gelmiyorsun?”
    “Ben iy– y– y– y– y– y– y– yim,” diye itiraz ettim. Edward’ın iniltisine ve çadırın dışındaki
    anlaşılmayan homurtuya bakılırsa, kimseyi ikna edememiştim. Rüzgar çadırı sertçe salladı, ve
    ben de onunla uyumlu bir şekilde titredim.
    Ani bir kükreme rüzgarın gümbürtüsünü böldü ve ben kulaklarımı kapadım. Edward kaşlarını
    çattı.
    “Buna hiç gerek yoktu,” diye mırıldandı. “Ve ayrıca duyduğum en kötü fikir.” Diye bağırdı
    daha yüksek sesle.
    “Senin aklına gelenlerden daha iyi.” Diye yanıtladı Jacob, insan sesi beni irkiltti. “Git de bir
    soba kap’ mış.” Diyerek homurdandı. “St. Bernard köpeği değilim.”
    Çadır kapısının fermuarının çabucak açıldığını duydum.
    Jacob, buz gibi bir havayı da kendisiyle içeri alarak sığabildiği en ufak aralıktan içeri girdi.
    Birkaç kar tanesi çadırın tabanına düştü. O kadar çok titredim ki sarsıldım.
    “Bunu sevmedim.” Diye tısladı Edward, Jake çadır kapısının fermuarını kapatırken. “Sadece
    montu verip dışarı çık.”
    Gözlerim şekilleri seçecek kadar alışmıştı – Jacob çadırın yanındaki ağaca asılı olan parkayı
    taşıyordu.
    Neden bahsettiklerini sormaya çalıştım, ama titreme beni kontrol edilemez şekilde kekelettiği
    için ağzımdan çıkan tek şey; “N– n– n– n– n– n– n– n” oldu.
    “Parka yarın için – onu kendi kendine ısıtabilmek için fazla üşümüş. Parka donmuş.” Kapının
    oraya bıraktı. “Bir sobaya ihtiyacı olduğunu söylemiştim, ve işte buradayım.” Jacob çadır izin
    verdiğince kollarını açtı. Her zamanki gibi, ortalıkta kurt olarak dolandığı için, sadece temel
    ihtiyaçları üzerine almıştı – bir eşofman altı. Üst kısmı ve ayakları çıplaktı.
    “J– J– J– J– Jake, d– d– d– d– donacaks– s– sın.” Şikayet etmeye çalıştım.
    “Ben donmam.” dedi neşeli bir şekilde. “Son günlerde sıcacık kırk iki dereceyle yaşıyorum.
    Kısa zamanda terletirim seni.”
    Edward homurdandı, ama Jacob ona bakmadı bile. Onun yerinde emekleyerek yanıma geldi ve
    uyku tulumumun fermuarını açmaya başladı.
    Birdenbire Edward, elini Jacob’ı zaptetmek amacıyla onun omzuna koydu. Karbeyaz rengine
    karşılık koyu ten. Jacob’ın çenesi kasıldı, burun delikleri genişledi, bedeni soğuk temasla
    irkildi. Kolundaki uzun kaslar otomatik olarak gerildi.
    “Ellerini üzerimden çek,” dişlerini sıkarak hırladı.
    “Ellerini ondan uzak tut.” Edward kızgınca yanıtladı.
    “K– k– k– kavga et– t– t– tmeyin,” diye yalvardım. Başka bir titreme bütün bedenimi salladı.
    Dişlerim o kadar sert çarpıyordu ki kırılacaklarını sandım.
    “Eminim ayak parmakları iyice morarıp düştüğünde sana bunun için teşekkür eder.” Diye karşı
    çıktı Jacob.
    Edward tereddüt etti, sonra elini çekti ve köşedeki eski yerine gitti.
    Sesi düz ve korkutucuydu. “Kendine dikkat et.”
    Jacob kıkırdadı.
    “Yana kay, Bella.” Dedi uyku tulumunu daha da açarak.
    Büyük bir öfkeyle ona baktım. Edward’ın neden böyle tepki verdiğine şaşmamak gerekti.
    “H– h– h– h– h” diye karşı çıkmaya çalıştım.
    “Aptal olma,” dedi sinirli bir şekilde. “On adet ayak parmağına sahip olmayı sevmiyor musun?”
    Tulumun içindeki olmayan yere bedenini sığdırdı ve fermuarı arkasından zorla kapattı.
    Ve sonra itiraz edemedim – etmek istemedim artık. O kadar sıcaktı ki. Kollarını bana doladı,
    beni çıplak göğsüne sıkıca bastırdı. Sıcaklık karşı konulamazdı, sanki suyun altında çok kalıp
    yüzeye çıktıktan sonra solunan hava gibiydi. Hevesli bir şekilde buz tutmuş parmaklarımı
    tenine bastırdığımda büzüldü.
    “Tanrım, donuyorsun, Bella,” diye şikayet etti.
    “Ü– ü– ü– üzgünüm,” diye kekeledim.
    “Rahatlamaya çalış,” diye önerdi başka bir ürperti bütün vücudumu şiddetle sarsarken.
    “Birazdan ısınacaksın. Elbette, üstündekileri çıkarsaydın daha çabuk ısınırdın.”
    Edward sinirli bir şekilde hırladı.
    “Bu sadece basit bir gerçek.” Diye kendini savundu Jacob. “Hayatta kalma ders bir.”
    “K– k– k– kes ş– şunu, Jake,” dedim sinirli bir şekilde, ama bedenim ondan uzaklaşmaya
    yanaşmıyordu bile. “K– k– k– kimse gerçekten on ayak p– p– p– parmağına ihtiyaç d– d–
    duymaz.”
    “Kan emici için endişelenme.” Dedi Jacob, kendinden memnun bir ses tonuyla. “Sadece
    kıskanıyor.”
    “Tabii ki kıskanıyorum.” Edward’ın sesi kadifemsiydi yine, kontrol altında, karanlıktaki bir
    müzikal mırıltı gibi. “Şu anda senin onun için yaptığını kendim yapabilmeyi ne kadar istediğime
    dair en ufak bir fikrin yok, kırma.”
    “Onlar kötü tarafları,” dedi Jacob neşeyle, ama sonra ses tonu bozuldu.” En azından benim
    yerimde sen olmanı dilediğini biliyorsun.”
    “Doğru.” diye onayladı Edward.
    Onlar ağız dalaşı yaparken, titreme yavaşladı ve katlanılır oldu.
    “İşte,” dedi Jacob hoşnutça. “Daha iyi hissediyor musun?”
    Sonunda net olarak konuşabiliyordum. “Evet.”
    “Dudakların hala mavi.” Dedi düşünceli bir şekilde. “Onları da senin için ısıtmamı ister misin?
    İstemen yeterli.”
    Edward sert bir şekilde içini çekti.
    “Düzgün davran,” diye mırıldandım yüzümü omzuna bastırırken. Soğuk tenim onunkine
    değince yine irkildi ama ben gözle görülür, kinci bir tatminle gülümsedim.
    Tulumun içi sıcak ve rahattı. Jacob’ın beden sıcaklığı her taraftan yansıyor gibiydi – belki her
    tarafı kapladığı içindi. Botlarımı tekmeleyerek çıkardım ve ayaklarımı bacaklarına bastırdım.
    Bariz bir şekilde zıpladı ve sonra başını eğip, sıcak yanağını uyuşmuş kulağıma yapıştırdı.
    Jacob’ın teninin odunsu, misk kokulu olduğunu fark ettim – buraya, ormanın ortasındaki bu
    ortama uyuyordu. Hoştu. Cullenlar’ın ve Quileuteler’in tüm o koku meselesini önyargıları
    yüzünden mi bu kadar sorun haline getirip getirmediklerini merak ettim. Bana herkesin kokusu
    iyi geliyordu.
    Fırtına çadıra saldıran bir hayvanmışçasına kükrüyordu ama artık bu beni endişelendirmiyordu.
    Jacob soğuk değildi, ve ben de değildim. Hem açıkçası herhangi bir şey için endişelenmek için
    fazla yorgundum – bu kadar geç saate kadar uyanık olduğum için yorgundum ve kaslarım
    kasılmaktan ağrıyordu. Donmuş her parçam birer birer çözüldükçe bedenim yavaşça
    rahatlamaya başladı sonra da iyice gevşedim.
    “Jake?” diye mırıldandım uykulu bir şekilde. “Sana bir şey sorabilir miyim? Pisliğin teki gibi
    davranmaya çalışmıyorum ama, gerçekten merak ediyorum.” Mutfağımdayken kullandığı
    kelimelerin aynısıydı... ne kadar süre önceydi o?
    “Elbette,” diye kıkırdadı hatırlayarak.
    “Sen neden arkadaşlarından daha tüylüsün? Eğer kabalaşıyorsam sorumu cevaplamak zorunda
    değilsin.” Kurt adam kültürünün görgü kurallarını pek bilmiyordum.
    “Çünkü saçlarım daha uzun.” Dedi eğlenmiş bir şekilde – en azından sorum onu
    gücendirmemişti. Kafasını salladı böylece dağınık saçları – çenesine kadar uzamıştı artık –
    yanaklarımı gıdıkladı.
    “Ah.” Şaşırmıştım ama mantıklı gelmişti. Demek hepsinin baştan, sürüye ilk katıldıklarında
    saçlarını kısacık kesmelerinin sebebi buymuş. “Peki sen niye kesmedin? Kıllı olmayı seviyor
    musun?”
    Bu sefer hemen cevap vermedi ve Edward bıyık altından güldü.
    “Üzgünüm,” dedim, esnemek için durdum. “Burnumu sokmak istemedim. Söylemek zorunda
    değilsin.”
    Sinirlenmiş bir ses çıkardı. “Ah, nasıl olsa sana söyleyecek, o yüzden ben söyleyeyim bari...
    Saçlarımı uzatıyordum çünkü... sen uzunken daha çok seviyor gibisin.”
    “Ah.” Tuhaf hissetmiştim. “Ben, şey, iki türlü de seviyorum, Jake. Zahmet çekmek... zorunda
    değilsin.”
    Omuz silkti. “Bu gece oldukça faydalı olduğunu gördük, o yüzden canını sıkma.”
    Söyleyecek başka bir şeyim yoktu. Sessizlik uzadıkça, göz kapaklarım düştü ve kapandı, nefes
    alışım daha da yavaşladı.
    “İşte böyle, canım, uyu.” Jacob fısıldadı.
    İç geçirdim, memnun bir şekilde, yarı bilinçsizdim zaten.
    “Seth burada.” Diye Edward Jacob’a mırıldandı, ve birden kükremenin anlamını çözdüm.
    “Mükemmel. Ben senin için kız arkadaşınla ilgilenirken artık sen geri kalan her şey ile
    ilgilenirsin.”
    Edward cevap vermedi, ama ben halsizce inledim. “Keş şunu.”Diye mırıldandım.
    Sonra yine sessizlik oldu, içeride en azından. Dışarıda, rüzgar ağaçların arasında delicesine
    feryat ediyordu. Çadırın şiddetle titremesi uyumayı güçleştiriyordu. Direkler, tam uyuyakalmak
    üzereyken her defasında beni bilinçsizliğin kıyısından çekerek, aniden silkelenip sarsılıyordu.
    Kurt için yani dışarıda karın ortasında kalmış oğlan için çok üzüldüm.
    Uykumun gelmesini beklerken aklım amaçsızca savruldu. Bu küçük sıcak alan, Jacob’la
    geçirdiğimiz eski günleri düşündürttü ve eskiden nasıl onun benim güneş yerine kullandığım
    şey olduğunu, nasıl boş hayatımı yaşanılabilir kılan sıcaklık olduğunu hatırlattı. Jake’i o şekilde
    düşünmemin üzerinden zaman geçmişti, ama işte buradaydı, beni yine ısıtıyordu.
    “Lütfen!” Edward tısladı. “Dikkat etsene!”
    “Ne?” Jacob fısıldayarak cevap verdi, ses tonu şaşkındı.
    “Düşüncelerini en azından kontrol etmeye teşebbüs eder misin?” Edward’ın alçak fısıltısı
    sinirliydi.
    “Kimse dinlemen gerektiğini söylemedi.” Diye mırıldandı Jacob, meydan okuyarak ama yine de
    biraz utanmışdı. “Kafamdan çık.”
    “Keşke çıkabilsem. Küçük fantazilerinin ne kadar gürültülü olduğunu tahmin edemezsin. Sanki
    bana bağırarak anlatıyormuşsun gibi.”
    “Sessiz olmaya çalışırım.” Diye fısıldadı Jacob alay ederek.
    Kısa bir sessizlik oldu.
    “Evet.” Edward söylenmemiş bir düşünceye öyle kısık sesli bir mırıltıyla cevap verdi ki zorla
    çıkardım. “Onu da kıskanıyorum.”
    “O şekilde olduğunu anlamıştım.” Diye fısıldadı Jacob kendini beğenmişçe. “Sahayı biraz
    eşitliyor gibi, öyle değil mi?”
    Edward kıkırdadı. “Sadece rüyanda.”
    “Biliyorsun, hala fikrini değiştirebilir.” Diye Jacob sataştı ona. “Onunla senin yapamayacağın
    ama benim yapabileceğim her şeyi düşünürsek. En azından onu öldürmeden, tabii.”
    “Uyu, Jacob.” Diye mırıldandı Edward. “Sinirime dokunmaya başlıyorsun.”
    “Sanırım uyuyacağım. Gerçekten çok rahatım.”
    Edward cevap vermedi.
    Sanki ben orada değilmişim gibi konuşmayı kesmelerini söyleyebilmek için fazla baygındım.
    Konuşma benim için rüya gibi bir boyutta gerçekleşmişti, ve gerçekten uyanık olduğumdan
    emin değildim.
    “Belki yaparım.” Dedi Edward birkaç dakika sonra duymadığım bir soruya cevap vererek.
    “Ama dürüst olur musun?”
    “Her zaman sorup görebilirsin.” Edward’ın ses tonu bir espriyi kaçırmışım gibi hissettirdi.
    “Peki, sen benim kafamın içini görebiliyorsun – bu gece benim de seninkinin içini görmeme izin
    ver, en adili bu.” dedi Jacob.
    “Kafan sorularla dolu. Hangisini yanıtlamamı istiyorsun?”
    “Kıskançlık... İçin içini yiyor olmalı. Göründüğün kadar kendinden emin olamazsın. Tabii
    hiçbir duygu barındırmıyorsan.”
    “Tabii ki yiyor,” diye onayladı Edward, artık eğleniyor gibi değildi. “Şu anda o kadar kötü ki,
    sesimi zar zor kontrol edebiliyorum. Elbette, benden uzakta senin yanındayken ve onu
    göremezken çok daha kötü.”
    “Her an onu düşünüyor musun?” diye fısıldadı Jacob. “Seninle değilken konsantre olmak zor
    oluyor mu?”
    “Evet ve hayır,” dedi Edward; soruyu dürüstçe yanıtlamaya kararlı gibiydi. “Benim aklım
    seninkiyle aynı şekilde çalışmıyor. Aynı anda bir çok şeyi düşünebilirim. Tabii ki ben her
    zaman onu düşünüyorum, sessiz ve düşünceli olduğunda acaba aklı nerede diye merak
    ediyorum.”
    İkisi de bir süre sessiz kaldı.
    “Evet, ara ara seni düşündüğünü tahmin ediyorum.” Jacob’ın düşüncelerine mırıltıyla cevap
    verdi. “İsteyebileceğimden daha sık. Mutsuz olmandan endişeleniyor. Bunu bilmediğinden
    değil. Bunu kullanmadığından değil.”
    “Elimde ne varsa kullanmak zorundayım,” diye mırıldandı Jacob. “Senin sahip olduğun
    avantajlara sahip değilim – sana aşık olduğunu bilmek gibi avantajlar.”
    “Evet o kısım yardımcı oluyor,” diye onayladı Edward yumuşak bir tonla.
    Jacob meydan okudu. “Bana da aşık, biliyorsun.”
    Edward cevap vermedi.
    Jacob içini çekti. “Ama o bunu bilmiyor.”
    “Haklı mısın bilemiyorum.”
    “Bu seni rahatsız ediyor mu? Onun da ne düşündüğünü görebilmeyi diler miydin?”
    “Evet... ve hayır yine. Böyle olmasını daha çok seviyor, ve her ne kadar arada beni çıldırtsa da,
    mutlu olmasını tercih ederim.”
    Rüzgar çadırın etrafını deprem olmuşçasına sallayarak yardı. Jacob bana sardığı kollarını
    koruyucu bir şekilde daha da sıktı.
    “Teşekkür ederim.” diye fısıldadı Edward. “Kulağa tuhaf gelebilir, ama sanırım burada
    olmandan memnunun, Jacob.”
    “Yani ‘her ne kadar seni öldürmek istesem de, onu sıcak tuttuğun için memnunum’ demek
    istiyorsun, yanılıyor muyum?”
    “Rahatsız edici bir ateşkes, değil mi?”
    Jacob’ın fısıltısı birden kendini beğenmiş bir tona büründü. “Senin de en az benim kadar
    delicesine kıskanç olduğunu biliyordum.”
    “Bunu senin gibi alnıma yazarak dolaşacak kadar da aptal değilim. Senin davana da yardımı
    dokunmuyor, biliyorsun.”
    “Sen benden daha sabırlısın.”
    “Öyle olmalıyım. Bunu kazanmak için bir yüz yılım oldu. Onu bekleyerek geçen bir yüz yıl.”
    “Peki... hangi noktada pek sabırlı iyi adam rolünü oynamaya karar verdin?”
    “Onu seçmeye zorlamanın ona ne kadar acı çektirdiğini gördüğümde. Normalde kontrol etmesi
    bu kadar zor değil. Çoğu zaman oldukça kolay bir şekilde içime atabiliyorum... yani senin için
    beslediğim o daha az medeni hisleri. Bazen içimi görebiliyor gibi duruyor, ama emin
    olamıyorum.
    “Bence sen eğer onu gerçekten seçmeye zorlarsan seni seçmeyebilir diye endişeleniyordun.”
    Edward hemen cevap vermedi. “Bir parçası öyleydi.” diye itiraf etti sonunda. “Ama sadece
    küçük bir parçası. Hepimizin şüphelendiği zamanlar olur. Çoğu zaman endişelendiğim şey seni
    görmek için gizlice kaçtığında kendini incitmesiydi. Sonunda seninleyken öyle ya da böyle
    güvenli olduğunu – Bella ne kadar güvenli olabilirse tabii – kabul ettikten sonra en iyisinin onu
    uç noktalara itmeyi kesmek olduğunu gördüm.
    Jacob içini çekti. “Tüm bunları ona anlatırdım, ama bana asla inanmazdı.”
    “Biliyorum.” Edward’ın sesi gülümsüyor gibi çıkmıştı.
    “Her şeyi bildiğini sanıyorsun,” diye mırıldandı Jacob.
    “Geleceği bilmiyorum.” dedi Edward, birden sesi kendinden emin halini kaybetti.
    Uzun bir duraklama oldu.
    “Eğer fikrini değiştirse ne yapardın?” diye sordu Jacob.
    “Onu da bilmiyorum.”
    Jacob sessizce kıkırdadı. “Beni öldürmeye çalışır mıydın?” Yine alaycıydı, Edward’ın bunu
    yapabileceğinden şüphe duyarmış gibi.
    “Hayır.”
    “Neden?” Jacob’ın ses tonu hala eğleniyormuş gibiydi.
    “Gerçekten onu bu şekilde üzebileceğimi düşünüyor musun?”
    Jacob bir saniye tereddüt etti, ama sonra içini çekti. “Evet, haklısın. Bunun doğru olduğunu
    biliyorum. Ama bazen...”
    “Bazen bu ilgi çekici bir fikir.”
    “Jacob kahkasını bastırabilmek için yüzünü uyku tulumuna gömdü. “Aynen öyle,” diye
    sonunda ona katıldı.
    Ne kadar tuhaf bir rüyaydı bu. Acaba tüm bu fısıltıları bu acımasız rüzgar mı hayal etmeme
    sebep oldu diye merak ettim. Gerçi rüzgar fısıldamaktansa çığlık atıyordu...
    “Nasıl bir şey? Onu kaybetmek?” diye sordu Jacob uzunca bir süre sonra, ve birdenbire boğuk
    çıkan sesinde hiçbir alay belirtisi yoktu. “Ne zaman onu sonsuza dek kaybettiğini düşündün?
    Bununla nasıl... başa çıktın?”
    “Bu konuda konuşmak benim için çok zor.”
    Jacob bekledi.
    “Bunu düşündüğüm iki zaman oldu.” Edward her kelimeyi normalden daha yavaş dile getirdi.
    “İlkinde, onu terk edebileceğimi düşündüğümde... bu... neredeyse katlanılabilirdi. Çünkü beni
    unutabileceğini düşündüm ve böylece onun hayatına hiç dokunmamışım gibi olacaktım. Altı ay
    boyunca uzak durmayı, bir daha asla hayatına karışmayacağıma dair sözümü tutmayı başardım.
    Yaklaşıyordu – savaşıyordum ama kazanamayacağımı biliyordum: dönecektim... ama sadece
    onu kontrol etmek için. En azından kendi kendime söylediğim şey buydu. Ve eğer onu makul
    derecede mutlu olarak bulursam... tekrar uzaklaşabileceğimi düşünmekten memnunum.
    “Ama mutlu değildi. Ve kaldım. Elbette, beni yarın onunla kalmam için de aynı bu şekilde ikna
    etti. Daha önce merak ediyordun bunu, beni neyin motive edebildiğini... onun gereksiz bir
    şekilde suçlu hissettiği şeydi bu. Onu terk ettiğimde o zamanlar bunun ona neler hissettirdiğini
    – hala onu terk edersem neler hissettirebileceğini – hatırlattı bana. Bu konuyu açmak onu
    korkunç hissettiriyor ama haklı. Onu terk etmemi hiçbir zaman telafi edemeyeceğim ama ben
    yine de denemekten vazgeçmeyeceğim.”
    Jacob bir süre cevap vermedi. Fırtınayı dinliyor ya da az önce duyduklarını hazmetmeye
    çalışıyordu, hangisi olduğunu bilmiyordum.
    “Ve öteki zaman – onun öldüğünü sandığın zaman?” Jacob kabaca sordu.
    “Evet.” Edward farklı bir soruya cevap verdi. “Muhtemelen sana da öyle hissettirecek, öyle
    değil mi? Bizi algılayış şekline bakarsak, onu bir daha Bella olarak göremeyeceksin. Ama
    olacağı kişi o.”
    “Sorduğum o değildi.”
    Edward’ın cevabı hızlı ver sertti. “Nasıl hissettirdiğini sana anlatamam. Uygun kelime yok.”
    Jacob’ın etrafımdaki elleri esnedi.
    “Ama onu terk ettin çünkü onu bir kan emici yapmak istemedin. Onun insan olmasını
    istiyorsun.”
    Edward yavaşça konuştu. “Jacob, ona aşık olduğumu fark ettiğim saniye, sadece dört ihtimal
    olduğunu biliyordum. İlk alternatif, Bella için en iyisi olan, benim için bu kadar güçlü duygular
    beslememesi – beni unutabilmesi ve hayatına devam edebilmesiydi. Benim ona karşı
    hissettiklerimi asla değiştiremese de, bunu kabul edebilirdim. Sen beni bir... yaşayan bir taş –
    sert ve soğuk – olarak düşünüyorsun. Bu doğru. Bizler başından beri hep aynı, olduğumuz
    gibiyizdir ve gerçek bir değişim yaşamamız bizim için çok nadirdir. Ve yaşadığımızda da,
    Bella’nın hayatıma girmesi gibi, bu kalıcı bir değişimdir. Geri dönüş yoktur...
    “İkinci alternatif, en başında seçtiğim, onun insan yaşamı boyunca yanında kalmaktı. Onun için
    iyi bir seçenek değildi, onunla beraber insan olamayacak biriyle hayatını harcamak, ama bu en
    kolay yüzleşebildiğim alternatifti. O öldüğünde benim de ölmek için bir yol bulacağımı
    başından beri biliyordum. Altmış yıl, yetmiş yıl – bana çok ama çok kısa bir zaman gibi
    gelmişti... Ama sonra, benim dünyama bu kadar yakın bir mesafede yaşamasının onun için çok
    tehlikeli olduğu anlaşıldı. Yanlış gidebilecek her şey yanlış gitti. Ya da her şey üstümüzdeydi...
    yanlış gitmeyi bekliyordu. O insanken onun yanında kalırsam o altmış yıla da sahip
    olamayacağımdan korktum.
    “Böylece üçüncü seçeneği seçtim. Ki bu da bildiğin gibi, çok uzun hayatımda yaptığım en kötü
    yanlış olduğu ortaya çıktı. Onu birinci alternatife zorlayarak onun dünyasından kendimi
    çıkarmayı seçtim. İşe yaramadı ve neredeyse ikimiz de ölüyorduk.
    “Dördüncü alternatiften başka elimde ne kaldı? İstediği bu – en azından, istediğini düşünüyor.
    Sürekli ertelemeye çalıştım, fikrini değiştirmek için sebep bulabilmesi için zaman tanıdım, ama
    o çok.. inatçı. Bunu biliyorsun.Birkaç ay daha uzatabilirsem şanslı olurum. yaşlanma korkusu
    var ve doğum günü Eylül ayında...”
    “İlk seçeneği sevdim.” Jacob mırıldandı.
    Edward cevap vermedi.
    “Aslında bunu kabul etmekten ne kadar nefret ettiğimi çok iyi biliyorsun,” diye fısıldadı Jacob
    yavaşça. “ama görüyorum ki onu gerçekten seviyorsun… kendine göre. Artık bu konuda
    seninle tartışamam.
    “Bunu göz önüne alırsak, bence henüz birinci alternatiften vazeçmemelisin. Bence çok büyük
    ihtimalle iyi olacaktır. Zaman geçtikçe. Biliyor musun, eğer Mart ayında o yamaçtan
    atlamasaydı... ve onu kontrol etmek için bir altı ay daha bekleseydin... Şey, onu makul
    derecede mutlu bulabilirdin. Bir planım vardı.”
    Edward kıkırdadı. “Belki işe yarayabilirdi. İyi düşünülmüş bir plandı.”
    “Evet.” Jake içini çekti. “Ama...,” birdenbire öyle hızlı fısıldamaya başladı ki kelimeler
    birbirine dolandı. “Bana bir yıl ver, kan – Edward. Onu mutlu edebileceğime gerçekten
    inanıyorum. İnatçı, bunu kimse benden daha iyi bilemez, ama iyileşme yetisine sahip. Daha
    önce de iyileşebilirdi. Ve insan olabilir, Charlie ve Renée ile birlikte, ve yaşlanabilir, çocukları
    olabilir ve... Bella olabilir.
    “Bu planın avantajlarını görecek kadar seviyorsun onu. Senin oldukça özverili olduğunu
    düşünüyor... gerçekten öyle misin? Benim onun için senden daha iyi olabileceğim fikrini
    düşünebilir misin?”
    “Düşündüm,” Edward alçak sesle yanıtladı. “Bazı yönlerden, sen onun için başka insanlardan
    daha uygunsun. Bella’ya ona bakabilecek biri lazım, ve sen de onu kendisinden ve ona karşı
    komplo kuran her şeye karşı koruyabilecek kadar güçlüsün. Daha önce de yaptın, ve sana
    bunun için yaşadığım sürece – sonsuza dek – borçlu olacağım, hangisi önce gelirse...
    “Hatta bunu Alice’e bile sordum – seninle mi daha mutlu olur baktırdım. Göremedi, tabii ki.
    Seni göremiyor, hem sonra Bella kendi izlediği yoldan emin, şimdilik.
    “Ama ben de daha önce yaptığım yanlışların aynısını yapacak kadar aptal değilim, Jacob. Onu
    tekrar birinci alternatifi seçsin diye zorlamayacağım. Beni istediği sürece buradayım.
    “Ve eğer beni istediğine kadar verirse?” Jacob meydan okudu. “Tamam, uzak bir ihtimal, itiraf
    ediyorum.”
    “Gitmesine izin verirdim.”
    “Sadece o kadar?”
    “Bunun benim için ne kadar zor olduğunu hiçbir zaman göstermeme şartıyla, evet. Ama
    yakından takip ederdim. Görüyorsun Jacob, onu bir gün terk edebilirsin. Sam ve Emily gibi,
    başka bir seçeneğin olmazdı. Ben de her zaman hemen dışarda bekleyip, öyle bir şeyin olmasını
    umardım.”
    Jacob sessizce homurdandı. “Şey, beklediğimden daha dürüst oldun... Edward. Kafanın içine
    girmeme izin verdiğin için teşekkürler.”
    “Dediğim gibi, bu gece buradaki varlığın için tuhaf bir şekilde minnettarım. En azından bunu
    yapmalıydım... Biliyor musun, Jacob, eğer doğal düşmanlar olmamız gibi bir gerçek söz
    konusu olmasaydı ve aynı zamanda varoluş sebebimi elimden almaya çalışıyor olmasaydın, seni
    aslında sevebilirdim.”
    “Belki... eğer sen, sevdiğim kızın yaşamını emme planları yapan iğrenç bir vampir olmasaydın...
    şey, hayır, o zaman bile olmaz.”
    Edward kıkırdadı.
    “Sana bir şey sorabilir miyim?” diye sordu Edward bir süre sonra.
    “Neden sormak zorundasın ki?”
    “Sadece eğer onu düşünürsen duyabilirim. Sadece, geçen gün Bella’nın bana anlatmaya
    gönülsüz olduğu bir hikaye hakkında. Üçüncü eş ile ilgili bir şey...?”
    “Ne olmuş ona?”
    Edward cevap vermedi, hikayeyi Jacob’ın kafasından dinliyordu. Karanlıkta alçak sesli
    tıslamasını duydum.
    “Ne?” Jacob yine ısrar etti.
    “Tabii ki.” Edward köpürdü. “Tabii ki! Yaşlılarınızın o hikayeyi kendilerine saklamalarını
    tercih ederdim, Jacob.”
    “Sülüklerin kötü adam olarak resmedilmesini sevmiyor musun?” diye alay etti Jacob.
    “Biliyorsun ki öyleler. O zaman da öyleydiler ve şimdi de.”
    “O kısım umurumda bile değil. Bella’nın kendisini hangi karakterle özdeşleştirdiğini tahmin
    edemiyor musun?”
    Jacob bir süre düşündü. “Ah. Iyy. Üçüncü eş. Tamam, demek istediğini anladım.”
    “Açıklıkta, orada olmak istiyor. Yapabileceği ne varsa yapmak, onun da dediği gibi.” İçini
    çekti. “Yarın onunla birliklte kalmam için ikinci sebep de o. İstediği bir şey söz konusu
    olduğunda oldukça yaratıcı.”
    “Biliyor musun, ona bu fikri veren hikaye olduğu kadar senin asker kardeşindi.”
    “İki tarafında kötü niyeti yoktu.” Edward fısıldadı, artık uzlaşmacıydı.
    “Ve bu küçük ateşkes ne zaman sona eriyor?” diye sordu Jacob. “İlk ışıkla mı? Ya da savaştan
    sonraya kadar bekleyecek miyiz?”
    İkisinin de bunu gözden geçirdiği bir duraklama oldu.
    “İlk ışıkla,” diye fısıldadılar birlikte, sonra sessizce güldüler.
    “İyi uykular, Jacob.” Edward mırıldandı. “Bu anın tadını çıkar.”
    Sonra tekrar sessizlik oldu, ve çadır birkaç dakika sakin durdu. Rüzgar bizi dümdüz etmemeye
    karar vermiş gibiydi ve savaşmaktan vazgeçiyordu.
    Edward yavaşça inledi. “O kadar da kelime anlamıyla tadını çıkar demek istememiştim.”
    “Üzgünüm.” Jacob fısıldadı. “Çıkabilirsin, biliyorsun – bizi biraz yalnız bırakabilirsin.”
    “Uyumana yardım etmemi ister misin, Jacob?” diye önerdi Edward.
    “Deneyebilirsin,” dedi Jacob, tasasızca. “Kimin çekip gideceğini görmek ilginç olurdu, değil
    mi?”
    “Beni fazla tahrik etme, kurt. Sabrım o kadar sınırsız değil.”
    Jacob fısıltıyla güldü. “Şu anda hareket etmemeyi tercih ederim, kusura bakmazsan.”
    Edward kendi kendine bir şarkı mırıldanmaya başladı, normalden daha yüksek sesle – Jacob’ın
    düşüncelerini bastırmaya çalışıyordu. Ama mırıldandığı benim ninnimdi, ve bu fısıltılı rüyaya
    karşı duyduğum giderek büyüyen rahatsızlığıma karşın, bilinçsizliğe doğru yavaş yavaş
    kaydım... daha mantıklı gelen rüyalara doğru...

      Forum Saati Ptsi Mayıs 06, 2024 12:55 pm