Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Eclipse 26.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Eclipse 26.Bölüm Empty Eclipse 26.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Salı Kas. 16, 2010 11:12 am

    Alice’in banyosundaki tezgah bin farklı ürünle doluydu, hepsi de kişinin cildini
    güzelleştireceğini idda ediyordu. Bu evdeki herkes hem mükemmel hem de hava geçirmez
    olduğu için tüm bu ürünleri beni düşünerek aldığını tahmin edebilirdim. Uyuşmuş halde
    etiketlerini okudum ve israfa acıdım.
    Uzun aynaya hiç bakmayacak kadar dikkatliydim.
    Alice saçımı yavaş ve ritmik bir hareketle taradı.
    “Bu kadarı yeter, Alice,” dedim tekdüze bir sesle. “La Push’a dönmek istiyorum.”
    Jacob’ı görebilmek için Charlie’nin nihayet Billy’nin evinden ayrılması için kaç saat
    beklemiştim? Jacob’ın nefes alıp almadğını bilmeden geçen her dakika on ömre bedeldi. Ve
    sonra, gidip Jacob’ın hayatta olduğunu kendim görebilmem için izin çıktığında zaman çok
    çabuk geçmişti. Alice Edward’ı çağırmaya ve bu gülünç yatıya kalma yalanımı sürdürmem için
    ısrar etmeye başladığında, soluklarım daha yeni düzene girmişti. Hepsi çok önemsiz
    görünmüştü...
    “Jacob hala bilinçsiz,” diye yanıtladı Alice. “Carlisle ve Edward o uyanınca haber verirler. Her
    neyse, gidip Charlie’yi görmen lazım. Billy’nin evindeydi ve Carlisle ile Edward’ın
    seyahatlerinden dönmüş olduğunu gördü, eve gittiğinde şüphelenmiş olacaktır.”
    Hikayemi çoktan ezberlemiş ve kanıtlarla desteklemiştim. “Umrumda değil. Jacob uyandığında
    yanında olmak istiyorum.”
    “Şu anda Charlie’yi düşünmelisin. Uzun bir gün geçirdin – üzgünüm, bunun yetmediğini
    biliyorum – ama bu şu anda senin sorumluluklarından kaçabileceğin anlamına gelmiyor.” Sesi
    ciddiydi, neredeyse azarlayıcıydı. “Şu anda Charlie’nin geri planda güvende kalması her
    zamankinden çok daha önemli. Önce payına düşen rolü oyna, Bella, sonra ne istiyorsan
    yapabilirsin. Özenle sorumluluk sahibi olmak, bir Cullen olmanın bir parçasıdır.”
    Elbette haklıydı. Ve eğer bu aynı sebebi kullanmasaydı – tüm korkularımdan, acımdan ve
    suçluluğumdan daha güçlü bir sebepti – Carlisle beni, bilinçsiz ya da değil Jacob’ın yanından
    ayrılmam için asla ikna edemezdi.
    “Eve git,” diye emretti Alice. “Charlie ile konuş. Mazeretini ayrıntılarıyla anlat. Güvende tut
    onu.”
    Ayağa kalktım ve kan, bin tane iğne misali batarak, damarlarımda aktı. Çok uzun süre
    hareketsiz oturmuştum.
    “Bu elbise sende çok güzel duruyor,” dedi Alice şenşakrak bir şekilde.
    “Ha? Ah. Şey – giysiler için tekrar teşekkürler,” minnettarlıktan ziyade kibarlıktan dolayı
    söyledim bunu.
    “Kanıta ihtiyacın var,” dedi Alice, gözleri masumca açılmıştı. “Yeni bir giysi olmadan alışveriş
    gezisinin anlamı ne? Oldukça hoş, söylemem gerekirse.”
    Gözlerimi kırpıştırdım, hangi elbiseyi giydirdiğini hatırlayamıyordum. Düşüncelerimi, ışıktan
    uçan böcekler gibi tek bir yerde tutamıyor ve başka yerlere kaymasını engelleyemiyordum...
    “Jacob iyi, Bella,” dedi Alice, kafamın dağınıklığını kolayca anladı. “Aceleye gerek yok. Eğer
    Carlisle’ın ona ne kadar fazladan morfin verdiğinin farkına vardıysan – vucüt ısısı morfini çok
    çabuk yaktığından – onun ne kadar süre baygın olacağını bilirdin.”
    En azından acı çekmiyordu. Henüz.
    “Gitmeden önce konuşmak istediğin bir şey var mı?” diye sordu Alice anlayışlı bir şekilde.
    “Nasıl da sarsılmış olmalısın.”
    Neyi merak ettiğini biliyordum. Ama başka sorularım vardı.
    “Nasıl olacak?” diye sordum, sesim kısık çıktı. “Çayırdaki Bree denen kız gibi mi?”
    Düşünmem gereken bir sürü şey vardı ama onu, şu anda yaşamı aniden bitirilen o yenidoğanı
    aklımdan çıkaramıyordum. Kanıma olan tutkusundan çarpılmış yüzü, göz kapaklarımın
    gerisinde takılıp kalmıştı.
    Alice kolumu okşadı. “Herkes farklıdır. Ama onun gibi, evet.”
    Hayal etmeye çalışarak hareketsiz kaldım.
    “Geçiyor,” diye söz verdi.
    “Ne kadar sonra?”
    Omuz silkti. “Birkaç yıl, belki de daha az. Senin için farklı olabilir. Bu yolu daha önceden
    seçmiş birisinin sonuna kadar gittiğini hiç görmemiştim. Seni nasıl etkileyeceğini görmek ilginç
    olacak.”
    “İlginç,” diye tekrar ettim.
    “Seni beladan uzak tutacağız.”
    “Bunu biliyorum. Sana güveniyorum.” Sesim monoton ve durgundu.
    Alice’in alnı kırıştı. “Eğer Carlisle ve Edward için endişeleniyorsan, eminim onlar da iyi olacak.
    Sam’in bize – şey, Carlisle’a en azından – güvenmeye başladığına inanıyorum. Bu da iyi bir
    şey. Carlisle kırıkları yeniden kırmak zorunda kaldığında atmosferin biraz gerildiğini tahmin
    edebiliyorum – ”
    “Lütfen, Alice.”
    “Özür dilerim.”
    Sakinleşmek için derin bir nefes aldım. Jacob iyileşme sürecine çok çabuk başlamıştı ve kimi
    kemikleri yanlış kaynamıştı. Bu işlem süresinde baygındı ama yine de düşünmesi çok zordu.
    “Alice, sana bir şey sorabilir miyim? Gelecek hakkında?”
    Birdenbire sesi ihtiyatlı bir tona büründü. “Biliyorsun, her şeyi göremiyorum.”
    “Demek istediğim o değil, tam olarak. Ama bazen benim de geleceğimi görüyorsun. Başka
    hiçbir şey benim üzerimde etkili değilken, sence bu neden? Ne Jane, ne Edward ne de Aro
    yapabiliyor...” Cümlem ilgi seviyemle birlikte düştü. Bu noktada merakım geçmiş ve daha
    baskıcı duygular tarafından şiddetle gölgelenmişti.
    Alice yine de soruyu oldukça ilginç buldu. “Jasper da, Bella – onun yetenekleri senin
    bedeninde diğer herkeste olduğu kadar etkili. Fark da burda, anlıyor musun? Jasper’ın
    yetenekleri bedeni fiziksel olarak etkiler. Sistemini gerçekten sakinleştiriyor, heyecanlandırıyor.
    Bir ilüzyon değil. Ben de sonuçların imgelerini görüyorum, bu sonuçları yaratan kararların
    arkasındaki sebepleri ve düşünceleri değil. Zihnin dışında, yine bir ilüzyon değil; gerçeklik, ya
    da onun en azından bir versiyonu bu. Ama Jane, Edward, Aro ve Demetri onlar zihnin içinde
    çalışıyorlar. Jane sadece bir acı ilüzyonu yaratıyor. Bedenini gerçekten incitmiyor, sadece acı
    hissettiğini düşünmeni sağlıyor. Anlıyor musun, Bella? Zihninin içinde güvendesin. Sana orada
    kimse ulaşamaz. Aro’nun senin gelecekteki yeteneklerini bu kadar merak etmesi şaşılacak bir
    şey değil.”
    Mantığını algılayabiliyor muydum diye görebilmek için yüzüme bakıyordu. Gerçekte, kelimeler
    birbirine dolanmaya, heceler ve sesler anlamlarını yitirmeye başlamıştı. Konsantre
    olamıyordum. Yine de başımı salladım. Anlamışım gibi gözükmeye çalıştım.
    Kanmamıştı. Yanağımı okşadı ve mırıldandı; “İyileşecek, Bella. Bunu bilmek için görü
    yeteneğime ihtiyacım yok. Gitmeye hazır mısın?”
    “Bir şey daha. Sana gelecek hakkında başka bir soru daha sorabilir miyim? Ayrıntı
    istemiyorum, sadece genel bir bakış.”
    “Elimden geleni yaparım,” dedi, yine şüpheliydi.
    “Benim vampir oluşumu görebiliyor musun?”
    “Ah, bu kolay. Tabi ki görebiliyorum.”
    Yavaşça başımla onayladım.
    Yüzümü inceledi, gözleri anlaşılmazdı. “Sen kendi zihnindekileri bilmiyor musun, Bella?”
    “Tabii ki biliyorum. Sadece emin olmak istedim.”
    “Ben sadece senin kadar eminim, Bella. Bunu biliyorsun. Fikrini değiştirdiğin taktirde
    gördüklerim değişecek... ya da senin durumunda yok olacaktır.”
    Kollarıyla beni sardı. “Özür dilerim. Empati kurabilirim diyemem. Hayattaki ilk hatıram
    Jasper’ın yüzünü geleceğimde görmemdi; o yüzden hayat beni nereye götürürürse onun da
    yanımda olacağını hep biliyordum. Ama sempati gösterebilirim. İki güzel şey arasında seçim
    yapmak zorunda kaldığın için çok üzgünüm.”
    Kollarını üzerimden attım. “Benim için kötü hissetme kendini.” Sempatiyi hak eden insanlar
    vardı. Ben onlardan birisi değildim. Ve yapacak bir seçim de yoktu – artık tek yapılacak şey iyi
    bir kalbi kırmak olacaktı. “Ben gidip Charlie ile ilgileneyim.”
    Kamyonetimi, Alice’in tahmin ettiği üzere, Charlie’nin şüpheyle beklediği eve sürdüm.
    “Selam, Bella. Alışveriş gezin nasıl geçti?” diye karşıladı beni ben mutfağa girerken. Kollarını
    göğsünde kavuşturmuş, gözleri yüzüme dikilmişti.
    “Uzun,” dedim baygınca. “Daha yeni geldik.”
    Charlie ruh halimi inceledi. “O zaman Jake’in başına gelenleri çoktan duymuşsundur?”
    “Evet. Geri kalan Cullenlar’la yolda karşılaştık. Esme, Carlisle ve Edward’ın nerede olduğunu
    söyledi.”
    “Sen iyi misin?”
    “Jake için endişeleniyorum. Yemek yapar yapmaz, La Push’a gideceğim.”
    “Sana o motorsikletlerin tehlikeli olduğunu söylemiştim. Umarım bu sana şaka yapmadığını
    göstermiştir.”
    Buzdolabından bir şeyler çıkartmaya başlarken başımla onayladım. Charlie masaya oturdu. Her
    zamankinden daha konuşkan bir ruh halindeydi.
    “Jake için çok fazla endişelenmen gerektiğini düşünmüyorum. Öyle bir enerjiyi kaldırabilen
    herkes iyileşecektir.”
    “Onu gördüğünde Jake uyanık mıydı?” diye sordum ona bakmak için dönerek.
    “Ah, evet, uyanıktı. Onu duymalıydın – aslında duymamış olman daha iyi oldu. Hatta La
    Push’ta onu duymamış biri olduğunu sanmıyorum. Öyle bir kelime dağarcığını nerede edinmiş
    bilmiyorum ama umarım o tarz bir dili senin yanında kullanmıyordur.”
    “Bugün oldukça iyi bir mazerete sahipti. Nasıl görünüyordu?”
    “Berbat haldeydi. Arkadaşları onu içeri taşıdı. İri olmaları iyi bir şey. Çünkü o çocuğu taşımak
    zor. Carlisle sağ kolunun ve sağ bacağının kırık olduğunu söyledi. O kahrolası bisikleti
    çarptığında neredeyse bütün sağ tarafını paramparça etmiş.” Charlie başını salladı. “Eğer bir
    daha motorsiklete bindiğini duyarsam, Bella –”
    “O konuda bir problem yok, baba. Binmeyeceğim. Sence gerçekten Jake iyi mi?”
    “Elbette, Bella, endişelenme. Benimle alay edecek kadar kendindeydi.”
    “Alay mı etti?” Şaşkınlıkla tekrar ettim.
    “Evet – birinin annesine hakaret etmeyle Tanrı’nın adını boşuna ağzına alma arasında bir
    yerlerde, ‘Bahse girerim şimdi Bella benim yerime Cullen’ı sevdiği için memnunsundur, ha,
    Charlie?’dedi.”
    Yüzümü göremesin diye buzdolabına döndüm.
    “Ve ben de itiraz edemedim. İş senin güvenliğine geldiğinde Edward Jacob’dan daha olgun, o
    kadarını inkar edemem.”
    “Jacob da fazlasıyla olgun,” diye mırıldandım savunarak. “Eminim onun hatası değildir.”
    “Bugün tuhaf bir gün,” dedi bir süre sonra Charlie düşünceli bir şekilde. “Bilirsin, batıl inanç
    saçmalıklarıyla çok fazla ilgilenmem, ama bu garipti... Sanki Billy, Jake’in başına kötü bir şey
    geleceğini biliyor gibiydi. Bütün sabah, Şükran Günü’ndeki bir hindi misali gergindi. Ona
    söylediğim tek bir şeyi bile duyduğunu sanmıyorum.
    “Ve sonra, bundan daha garibi – hani hatırlıyor musun, geçtiğimiz Şubat ve Mart aylarında
    kurtlarla bir sürü sorun yaşamıştık?”
    Dolaptan tava almak için eğildim ve fazladan bir ya da iki saniye sakladım.
    “Evet.” diye mırıldandım.
    “Umarım yine aynı problemi yaşamayız. Bu sabah, dışarıda, teknedeydik ve Billy bana ya da
    balıklara dikkat etmiyordu, sonra birdenbire ağaçların arasında kurtların uluduğunu duydum.
    Birden fazlaydı ve, tanrım, nasıl da yüksek sesliydi. Tam orada, köydelermiş gibiydi sesleri. En
    tuhaf yanı da Billy tekneyi çevirdi ve doğru iskeleye döndü, sanki kişisel olarak onu
    çağırıyorlarmış gibi. Ne yaptığını sorduğumda beni duymadı bile.
    “Tekneyi iskeleye yanaştırdığımızda gürültü kesildi. Ama sonra birdenbire, her ne kadar daha
    saatler olsa da Billy maçı kaçırmamak için büyük bir telaşa kapıldı. Bir erken gösterim
    saçmalığı hakkında mırıldanıyordu... naklen yayın olacak olan maçın? Sana söylüyorum, Bella,
    tuhaftı.
    “Eh, sonra izlemek istediğini söylediği bir maç bulduk ama sonra onu izlemedi bile. Bütün
    zaman boyunca telefondaydı, Sue’yu, Emily’i ve arkadaşın Quil’in büyükbabasıyla konuştu.
    Neyin peşinde olduğunu tam olarak çıkaramadım – onlarla sadece havadan sudan konuştu.
    “Sonra uluma tam evin dışında yine başladı. Onun gibi hiçbir şey duymamıştım – tüylerim
    diken diken oldu. Billy’ye – gürültüyü bastırmak için haykırmak zorunda kaldım – bahçeye
    tuzak kurup kurmadığını sordum. Hayvanın sesi gerçekten acı çekiyor gibi geliyordu.”
    İrkildim ama Charlie kendini hikayesine o kadar kaptırmıştı ki fark etmedi.
    “Tabii, hepsini şu dakikaya kadar unutmuştum. Çünkü, Jake eve tam o zaman geldi. Bir an
    kurt uluyordu ve sonra onu bir daha duyamıyordun – Jake’in küfürleri kurtun sesini
    bastırıyordu. O çocuktaki akciğerler oldukça iyi.”
    Charlie bir süre durakladı, yüzü düşünceliydi. “Bu rezil durumdan iyi bir şeylerin çıkması
    komik. Cullenlar’a karşı besledikleri o aptalca önyargının hiçbir zaman üstesinden
    gelebileceklerini sanmıyordum. Ama birisi Carlisle’ı aradı ve Billy o geldiğinde gerçekten
    minnettardı. Jake’i bir hastaneye götürmemiz gerektiğini söyledim ama Billy onu evde tutmak
    istedi ve Carlisle destekledi. Sanırım Carlisle en iyisini bilir. Böyle uzun süren çağrılara cevap
    verdiğine göre oldukça cömert birisi.”
    “Ve...” durakladı, söyleyeceği şey konusunda isteksizdi. İçini çekti ve sonra devam etti. “Ve
    Edward gerçekten... iyiydi. Jacob için en az senin kadar endişeli gibiydi – sanki orada yatan
    kardeşiydi. Gözlerindeki bakış...” Charlie başını salladı. “O düzgün bir çocuk, Bella. Bunu
    hatırlamaya çalışacağım. Söz veremem, gerçi.” Bana sırıttı.
    “Seni zorlamayacağım,” diye mırıldandım.
    Charlie bacaklarını esnetti ve inledi. “Evde olmak güzel. Billy’nin o küçük evi nasıl da
    kalabalıktı inanamazsın. Jake’in yedi tane arkadaşı o küçük ön odaya sıkıştılar – zorla nefes
    alabildim. O Quileute çocukları nasıl iri fark ettin mi?”
    “Evet, fark ettim.”
    Charlie bana gözlerini dikti, gözleri aniden daha da odaklanmıştı. “Gerçekten, Bella, Carlisle’ın
    dediğine göre çok geçmeden Jake ayağa kalkacakmış. Gerçekte olduğundan daha kötü
    görünüyormuş. İyileşecek.”
    Sadece başımı salladım.
    Charlie ayrılır ayrılmaz onu görmeye gittiğimde Jacob çok... garip bir şekilde narin
    görünmüştü. Her yerinde bandajlar vardı – Carlisle onun gibi hızlı iyileşen biri için alçının
    gereği olmadığını söylemişti. Yüzü solgun ve asıktı,her ne kadar o zaman baygın olsa da
    şuursuz gibiydi. Kırılgan. Tüm o muazzamlığına karşın, kırılgan görünüyordu. Belki de onu
    kırmak zorunda kalacağım bilgisiyle harekete geçmiş hayal gücüm yüzünden de olabilirdi.
    Keşke bir yıldırım çarpıp beni ikiye ayırsaydı. Tercihen acılı bir şekilde. İlk defa, insan olmayı
    bırakmak gerçek bir fedakarlık gibi hissettirdi. Kaybetmesi çok büyük bir şey olabilirmiş gibi.
    Charlie’nin akşam yemeğini masadaki dirseğinin yanına koydum ve kapıya doğru yöneldim.
    “Şey, Bella? Bir saniye bekleyebilir misin?”
    “Bir şey mi unuttum?” diye sordum tabağına bakarak.
    “Hayır, hayır. Ben sadece... bir iyilik isteyecektim.” Charlie kaşlarını çattı ve yere baktı. “Gel,
    otur – uzun sürmez.”
    Karşısına oturdum, biraz şaşkındım. Odaklanmaya çalıştım. “Ne istiyordun, Baba?”
    “Meselenin özü şu, Bella.” Charlie kızardı. “Belki de bütün gün öyle garip davranan Billy’yle
    takılmaktan biraz... batıl inançlı hissediyorumdur. Ama içimde bir... his var. Yakında seni de...
    kaybedecekmişim gibi hissediyorum.”
    “Saçmalama, Baba,” diye mırıldandım suçlulukla. “Okula gitmemi istiyorsun, değil mi?”
    “Bana sadece bir söz ver.”
    Tereddüt etmiştim, konuyu kapatmaya hazırdım. “Tamam...”
    “Önemli bir şey yapmadan önce bana söyler misin? Onunla kaçıp gitmeden önce falan?”
    “Baba...” diye inledim.
    “Ciddiyim. Ortalığı velveleye vermeyeceğim. Sadece bana önceden haber ver. Sana elveda
    diyip sarılma şansı ver bana.”
    Aklımın içinde irkildim ve elimi kaldırdım. “Bu çok saçma. Ama seni mutlu edecekse... söz
    veriyorum.”
    “Teşekkür ederim, Bella,” dedi. “Seni seviyorum, yavrum.”
    “Ben de seni seviyorum, Baba.” Omzuna dokundum ve sonra masadan uzaklaştım. “Bir şeye
    ihtiyacın olursa ben Billy’lerde olacağım.”
    Dışarı koşarken arkamı dönüp bakmadım. Mükemmeldi, şu anda tam ihtiyacım olan şeydi. La
    Push’a giderken yol boyunca kendi kendime söylendim.
    Carlisle’ın siyah Mercedes’i Billy’nin evinin önünde değildi. Bu hem iyi hem de kötüydü.
    Açıkçası, Jacob’la yalnız konuşmaya ihtiyacım vardı. Ama yine de bir şekilde Edward’ın elini
    tutabilmeyi diledim, daha önce Jacob baygınken de yaptığım gibi. İmkansız. Ama Edward’ı
    özlemiştim – Alice’le geçirdiğimiz öğleden sonra çok uzun gelmişti. Sanırım bu cevabımı
    oldukça açık kılıyordu. Edward’sız yaşayamayacağımı biliyordum. Bu gerçek bunu daha az
    acı verici yapmayacaktı.
    Fazla gürültü yapmadan ön kapıyı çaldım.
    “İçeri gel, Bella,” dedi Billy. Kamyonetimin gürültüsünü tanımak kolaydu.
    İçeri girdim.
    “Selam Billy. Uyanık mı?” diye sordum.
    “Doktor ayrılmadan yarım saat kadar önce uyandı. İçeri geç. Sanırım seni bekliyordu.”
    Ürktüm ve sonra derin bir nefes aldım. “Teşekkürler.”
    Jacob’ın odasının kapısının önünde kapıyı çalıp çalmamak için tereddüt ettim. Önce içeri
    bakmaya karar verdim, belki de – öyle korkaktım ki – tekrar uykuya dalmıştır diye ummuştum.
    Kapıyı araladım ve tereddütle içeri baktım.
    Jacob beni bekliyordu, yüzü sakin ve rahattı. Bitkin ve perişan görüntüsü gitmişti ama onun
    yerini dikkatli bir sükunet almıştı. Koyu renkli gözlerinde hiçbir hareket yoktu.
    Onu sevdiğimi bilerek yüzüne bakmak zordu. Düşündüğümden daha farklı olmuştu. Tüm bu
    zaman boyunca onun için de bu kadar zor olup olmadığını merak ettim.
    Çok şükür birisi üstüne yorgan örtmüştü. Hasarın büyüklüğünü görmek zorunda olmamak
    rahatlatmıştı.
    İçeri adım attım ve kapıyı arkamdan sessizce kapadım.
    “Selam Jake,” diye mırıldandım.
    İlk başta cevap vermedi. Uzun bir süre boyunca yüzüme baktı. Sonra, biraz emekle, ifadesini
    hafif alaycı bir gülümseyişe çevirdi.
    “Evet, böyle olabileceğini düşünmüştüm.” İç geçirdi. “Bugün ise kesinlikle kötüye gitti. Önce
    yanlış yeri seçtim, en iyi savaşı kaçırdım ve Seth bütün övgüleri topladı. Sonra Leah diğer
    hepimiz kadar güçlü olduğunu kanıtlamaya çalışırken, ben de onu kurtaran aptal olmak
    zorunda kaldım. Ve şimdi bu.” Kapının önünde tereddütle dikilen bana doğru elini salladı.
    “Nasıl hissediyorsun?” diye mırıldandım. Ne kadar aptal bir soruydu bu.
    “Biraz kafam iyi. Doktor Köpekdişi, ne kadar ağrı kesiciye ihtiyacım olduğu konusunda emin
    değildi, o da deneme yanılma yöntemini tercih etti. Sanırım fazla kaçırdı.”
    “Ama acı çekmiyorsun.”
    “Hayır. En azından yaralarımı hissetmiyorum,” dedi alaycı bir gülümsemeyle.
    Dudaklarımı ısırdım. Bunu asla atlatamayacaktım. Neden kimse ben gerçekten ölmek
    istediğimde beni öldürmüyor?
    Çarpık güşüyü yüzünden silindi ve gözlerine sıcaklık geldi. Alnı, endişeliymiş gibi kırıştı.
    “Senden ne haber?” diye sordu, gerçekten kaygılı gibi duruyordu. “Sen iyi misin?”
    “Ben?” ona bakakaldım. Belki de çok fazla ilaç almıştı. “Neden?”
    “Şey, yani, seni gerçekten incitmediğinden oldukça emindim ama ne kadar kötü olacağından
    emin değildim. Uyandığımdan beri senin için endişelenmekten deliye döndüm. Ziyaret etmeye
    izinli olup olmadığını bilmiyordum. Bekleyiş korkunçtu. Nasıl gitti. Sana kötü davrandı mı?
    Eğer kötü davrandıysa özür dilerim. Tek başına katlanmak zorunda kalmanı istemezdim.
    Yanında olurdum diye düşünüyordum...”
    Anlamam için zaman geçmesi gerekti. Gittikçe daha da tuhaf görünerek anlaşılmaz şeyler
    söylemeye devam etti ta ki ben ne dediğini anlayana kadar. Sonra telaşla endişelerini gidermeye
    çalıştım.
    “Hayır, hayır, Jake! Ben iyiyim. Fazla iyiyim, aslında. Tabii ki kötü davranmadı. Keşke
    davransaydı!”
    Gözleri korkuya benzeyen bir hisle açıldı. “Ne?”
    “Bana kızgın bile değildi – sana bile kızgın değildi! O kadar bencil değil ki kendimi çok daha
    kötü hissettiriyor. Keşke bana bağırsaydı ya da öyle bir şey yapsaydı. Hak etmediğimden
    değil... şey, bağırılmaktan daha kötü bu. Ama onun umurunda değil. Benim sadece mutlu
    olmamı istiyor.”
    “Kızgın değil mi?” diye sordu inanamayarak.
    “Hayır. O çok... fazla nazikti.”
    Jacob bir dakika daha bakakaldı, sonra birdenbire kaşlarını çattı. “Eh, lanet olsun!” diye
    gürledi.
    “Sorun ne, Jake? Acıyor mu?” Ben etrafta ilaçlarını ararken, ellerim gereksizce sallandı.
    “Hayır,” diye homurdandı tiksinmiş bir tonda. “Buna inanamıyorum! Sana bir ültimatom falan
    vermedi, öyle mi?”
    “Yanına bile yaklaşmadı – senin derdin ne?”
    Kaşlarını çattı ve başını salladı. “Biraz da onun tepkisine güveniyor sayılırdım. Hepsine lanet
    olsun. Düşündüğümden de iyi.”
    Söyleyiş şekli, daha sinirli şekilde olsa da, bu sabah çadırda Edward’ın ahlak eksikliği konulu
    söylemini getirdi aklıma. Ki bu da Jake’in hala umduğu, hala savaştığı anlamına geliyordu. Bu
    kalbime işlerken irkildim.
    “O hiçbir oyun oynamıyor, Jake.” dedim sessizce.
    “Sen öyle san. En az benim kadar eline geçen her kozu oynuyor ama sadece o ne yaptığını
    biliyor, bense bilmiyorum. O benden daha iyi bir kuklacı – tüm o hilelerini öğrenecek kadar
    yaşamadım henüz.”
    “Benim iplerimi o çekmiyor!”
    “Evet, çekiyor! Ne zaman uyanıp senin sandığın kadar mükemmel olmadığını anlayacaksın?”
    “En azından onu öpmem için kendini öldürmekle tehdit etmiyor,” diye parladım. Sözler
    ağzımdan çıkar çıkmaz, utançla kızardım. “Bekle. O laflar ağzımdan çıkmamış gibi yap. O
    konu hakkında hiçbir şey söylemeyeceğime dair kendime yemin etmiştim.”
    Derin bir nefes aldı. Konuştuğunda, daha sakindi. “Neden?”
    “Çünkü buraya seni suçlamak için gelmedim.”
    “Doğru, ama,” dedi tarafsızca. “Öyle yaptım.”
    “Umurumda değil, Jake. Kızgın değilim.”
    Gülümsedi. “Benim de umurumda değil. Beni affedeceğini biliyordum ve yaptığıma
    memnunum. Yine yaparım. En azından o kadarına sahibim. En azından senin beni sevdiğini
    görmeni sağladım. Bu da bir şey sayılır.”
    “Öyle mi? Gerçekten bu konuda cahil kalmamdan daha mı iyi?”
    “Sence nasıl hissettiğini bilmen gerekmiyor mu – ki böylece günün birinde, sen çoktan evli bir
    vampir olmuş ve her şey için çok geç olduktan sonra aniden fark etmemiş olabilmek için?”
    Başımı salladım. “Hayır – benim için daha mı iyi diye sormadım. Senin için daha mı iyi diye
    sordum. Sana aşık olduğumu bilmek senin için işleri daha iyi mi yoksa daha mı kötü kılıyor?
    Her iki türlü de olsa bir şey fark etmeyeceği halde. Eğer hiçbir zaman farkına varmamış
    olsaydım, senin için daha iyi, daha kolay olur muydu?”
    Soruyu istediğim gibi ciddiye aldı ve cevaplamadan önce dikkatle düşündü. “Evet, biliyor
    olman daha iyi,” dedi en sonunda. “Eğer farkına varmış olmasaydın... her zaman eğer bilseydin
    kararın farklı mı olurdu diye merak ederdim. Artık biliyorum. Yapabileceğim her şeyi yaptım.”
    Titrek bir nefes aldı ve gözlerini kapadı.
    Bu sefer onu rahatlatma arzusuna karşı koymadım – koyamadım. Küçük odayı geçtim, başında
    diz çöktüm, hareket ettirir de incitirim diye yatağa oturmaya korkuyordum ve alnımı yanağına
    yasladım.
    Jacob iç çekti ve elini saçıma koyup beni orada tuttu.
    “Çok özür dilerim, Jake.”
    “Pek şansımın olmadığını her zaman biliyordum. Senin hatan değil, Bella.”
    “Senin de değil,” diye inledim. “Lütfen.”
    Bana bakmak için kendini çekti. “Ne?”
    “Benim hatam. Ve sürekli bunun tersinin söylenmesinden bıktım.”
    Sırıttı. Ama gülüşü gözlerine ulaşmadı. “Sana bağırıp çağırmamı mı istiyorsun?”
    “Aslına bakarsan... Sanırım istiyorum.”
    Ne kadar ciddi olduğumu ölçerken dudaklarını büzdü. Yüzünden kısa bir gülümseme belirdi ve
    sonra ifadesini sert bir somurtmaya çevirdi.
    “Öpücüğüme o şekilde karşılık vermek, işte o kabul edilemez bir şeydi.” Kelimeleri
    tükürürcesine söyledi. “Eğer hepsini geri alacağını biliyorduysan, belki de bu konuda o kadar
    ikna edici olmamalıydın.”
    Yüzümü buruşturdum ve onayladım. “Özür dilerim.”
    “Özür dilemek hiçbir şeyi düzeltmiyor, Bella. Ne düşünüyordun?”
    “Düşünmüyordum,” diye fısıldadım.
    “Bana gidip ölmemi söylemeliydim. İstediğin o.”
    “Hayır, Jacob,” diye inledim, yakan göz yaşlarına karşı koymaya çalışıyordum. “Hayır! Asla.”
    “Ağlamıyorsun ya?” diye üsteledi, sesi birdenbire normal tonuna dönmüştü. Yatakta sabırsızca
    döndü.
    “Evet,” diye mırıldandım, kendi kendime küçük bir kahkaha attım aniden hıçkırıklara dönüşen
    gözyaşları arasından.
    Ağırlığını değiştirdi, ayağa kalkmaya çalışırcasına sağlam bacağını yatağın dışına attı.
    “Ne yapıyorsun?” diye sordum yaşların arasında. “Yat, seni salak, bir yerini inciteceksin!”
    Ayağa fırladım ve sağlam omzunu iki elimle ittim.
    Teslim oldu ve acı dolu bir solukla arkaya yaslandı ama beni belimden tutup yatağa kendisiyle
    birlikte, beni sağlam tarafına yaslayarak, çekti. Orada kıvrıldım ve aptal hıçkırıklarımı sıcak
    teninde bastırmaya çalıştım.
    “Ağladığına inanamıyorum,” diye mırıldandı. “O sözleri yalnızca sen istediğin için söylediğimi
    biliyordun. Ciddi değildim.” Eli omzumu okşadı.
    “Biliyorum.” Sert ve derin bir nefes alıp kendimi kontrol etmeye çalıştım. Nasıl olmuştu da
    ağlayan ben, rahatlatan o olmuştu? “Yine de hepsi doğru. Söylediğin için teşekkür ederim.”
    “Seni ağlattığım için puan kazanıyor muyum?”
    “Elbette, Jake.” Gülümsemeye çalıştım. “İstediğin kadar.”
    “Endişelenme, Bella, canım. Her şey yoluna girecek.”
    “Nasıl olacağını göremiyorum,” diye mırıldandım.
    Başımın tepesine hafifçe vurdu. “Pes edecek ve uslu duracağım.”
    “Daha fazla oyun oynayacak mısın?” Merak ettim ve yüzünü görebilmek için başımı kaldırdım.
    “Belki.” Biraz çabayla güldü ve sonra geri çekildi. “Ama deneyeceğim.”
    Kaşlarımı çattım.
    “O kadar da karamsar olma,” diye yakındı. “Bana biraz güven.”
    “’Uslu durmak’la neyi kastediyorsun?”
    “Arkadaşın olacağım, Bella,” dedi sessizce. “Daha fazlasını istemeyeceğim.”
    “Sanırım bunun için çok geç, Jake. Birbirimizi böylesine severken nasıl arkadaş olabiliriz?”
    Tavana baktı, bakışı dikkatliydi, sanki tavanda yazılı bir şeyi okumaya çalışıyordu. “Belki de...
    uzun mesafeli bir arkadaşlık olmak zorunda kalır.”
    Dişlerimi sıktım, yüzüme bakmadığına memnun oldum, tekrar beni ele geçirmekle tehdit eden
    gözyaşlarına karşı savaştım. Güçlü olmalıydım ve nasıl olunacağına dair hiçbir fikrim yoktu...
    “İncil’deki şu hikayeyi biliyor musun?” diye sordu Jacob birden, hala boş tavanı okuyordu.
    “Kral ve bebek için kavga eden iki kadını anlatan hikaye?”
    “Elbette. Kral Süleyman.”
    “Doğru. Kral Süleyman,” diye tekrar etti. “Demiş ki, çocuğu ikiye bölün.. ama bu sadece bir
    testmiş. Onu koruyabilmek için kimin kendi hakkından vazgeçeceğini görmek için yapmış.”
    “Evet, hatırlıyorum.”
    Tekrar yüzüme baktı. “Seni daha fazla ikiye bölmeyeceğim, Bella.”
    Ne dediğini anladım. Beni en çok kendisinin sevdiğini ve teslim oluşunun da bunu kanıtladığını
    söylüyordu. Edward’ı savunmak istedim, Jacob’a nasıl Edward’ın da isteseydim, ona izin
    verseydim aynı şeyi yapacağını söylemek istedim. Kendi istediğinden feragat etmeyen bendim
    burada. Ama sadece onu daha da fazla incitecek bir tartışma başlatmanın bir manası yoktu.
    Gözlerimi kapadım, acıyı kontrol etmeye çalıştım. Bunu ona anlatamazdım.
    Bir süre sessiz kaldık. Benim bir şey söylememi bekliyor gibiydi; söyleyecek bir şey düşünmeye
    çalışıyordum.
    “Sana en kötü kısmını söyleyebilir miyim?” diye sordu tereddütle ben hiçbir şey söylemeyince.
    “İzin verir misin? Uslu olacağım.”
    “Yardımı olacak mı?” diye fısıldadım.
    “Olabilir. Zarar vermez.”
    “En kötü kısmı ne, o zaman?”
    “En kötü kısmı nasıl olacağını bilmek.”
    “Nasıl olabileceğini bilmek,” diye iç geçtim.
    “Hayır.” Jacob başını salladı. “Senin için en doğru seçim benim, Bella. Hiçbir çaba harcamamız
    gerekmezdi, rahat, nefes almak kadar kolay. Senin yaşamının alabileceği doğal yoldum...” Bir
    süre boşluğa baktı ve bekledim. “Eğer dünya olması gerektiği gibi olsaydı, eğer canavarlar
    olmasaydı, sihir olmasaydı...”
    Ne gördüğünü görebiliyordum ve haklı olduğunu biliyordum. Eğer dünya olması gerektiği gibi
    aklı başında bir yer olsaydı, Jacob ve ben birlikte olurduk. Ve mutlu olurduk. O dünyadaki ruh
    eşimdi – hala ruh eşim olabilirdi eğer daha güçlü bir şey, öyle güçlü ki mantıklı dünyada var
    olması imkansız bir şey tarafından gölgelenmiş olmasaydı.
    Jacob için de biri var mıydı? Bir ruh eşini geçebilecek biri? Olduğuna inanmak zorundaydım.
    İki gelecek, iki ruh eşi... bir kişi için çok fazlaydı. Ve bunun bedelini ödeyecek kişinin ben
    olmayışım da çok haksızlıktı. Jacob’ın acısı çok yüksek bir bedeldi. O bedelin düşüncesiyle
    irkildim, eğer Edward’ı bir kere kaybetmeseydim böylesine bocalar mıydım, merak ettim. Eğer
    onsuz yaşamak nasıl bir şey bilmeseydim. Emin değildim. Bu bilgi benim o kadar derinden bir
    parçamdı ki onsuz nasıl hissederdim hayal edemiyordum.
    “O senin için bir uyuşturucu gibi, Bella.” Sesi hala kibardı ama tenkit edici değildi.
    “Artık neden onsuz yaşayamadığını anlayabiliyorum. Çok geç. Ama ben senin için daha sağlıklı
    olurdum. Bir uyuşturucu değil; hava, güneş olurdum.”
    Dudağımın kenarı dalgın bir yarım gülümsemeyle kıvrıldı. “Eskiden seni o şekilde düşünürdüm,
    biliyor musun? Güneş gibi. Kendi şahsi güneşim. Benim için bulutları güzelce ayırıyordun.”
    İçini çekti. “Bulutları halledebilirim. Ama bir tutulma ile savaşamam.”
    Yüzüne dokundum, elimi yanağına uzattım. Temasımla birlikte nefesini verdi ve gözlerini
    kapadı. Çok sessizdi. Bir an, kalbinin atışlarını duyabiliyordum, yavaş ve dengeli.
    “Senin için en kötü kısmını söyle.” diye fısıldadı.
    “Sanırım bu kötü bir fikir olabilir.”
    “Lütfen.”
    “Seni incitebilir.”
    “Lütfen.”
    Bu noktada artık onu nasıl inkar edebilirdim?
    “En kötüsü...” Tereddüt ettim ve sonra kelimelerin dudaklarımdan bir gerçek seliyle akmasına
    izin verdim. “En kötüsü, ben hepsini gördüm – tüm hayatımızı. O hayatı öylesine istiyorum ki,
    Jake, hepsini istiyorum. Tam burada kalmak ve asla hareket etmemek istiyorum. Seni sevmek
    ve mutlu etmek istiyorum. Ama yapamam ve bu beni öldürüyor. Sam ve Emily gibi, Jake –
    hiçbir zaman seçme şansım olmadı. Hiçbir şeyin değişemeyeceğini başından beri biliyordum.
    Belki de bu yüzden sana bu kadar çok karşı koyuyordum.”
    Düzenli nefes almaya konsantre olmuş gibi görünüyordu.
    “Sana söylememem gerektiğini biliyordum.”
    Başını yavaşça salladı. “Hayır. Anlattığına memnunum. Teşekkür ederim.” Başımın üstünü
    öptü ve sonra içini çekti. “Artık iyi olacağım.”
    Yukarı baktım ve gülümsediğini gördüm.
    “O zaman evleneceksin, öyle mi?”
    “O konuda konuşmak zorunda değiliz.”
    “Bazı ayrıntıları bilmek istiyorum. Bir daha seninle ne zaman konuşurum bilmiyorum.”
    Konuşmadan önce bir dakika beklemek zorunda kaldım. Sesimin çatlamayacağından emin
    oldum zaman, sorusunu cevapladım.
    “Aslında benim fikrim değil... ama, evet. Onun için çok önemli. Ben de düşündüm, neden
    olmasın?”
    Jake onayladı. “Bu doğru. Çok da büyük bir şey değil – ötekine kıyasla.”
    Sesi çok sakin ve tarafsızdı. Bununla nasıl başettiğini merak ederek ona baktım ve bu onu
    mahvetti. Bir saniye bakışlarıma karşılık verdi ve sonra kafasını çevirdi. Konuşmak için
    solumasını tekrar kontrol altına kadar bekledim.
    “Evet. Ötekine kıyasla,” diye onayladım.
    “Ne kadar süren kaldı?”
    “Bu Alice’in ne kadar sürede bir düğün hazırlayabileceğine bağlı.” Alice’in neler yapacağını
    düşünerek inlememi zor bastırdım.
    “Önce mi sonra mı?” diye sordu sessizce.
    Neden bahsettiğini biliyordum. “Sonra.”
    Başını salladı. Rahatladı. Mezuniyet düşüncemin ona sebep olduğu kaç uykusuz gece vardı
    merak ettim.
    “Korkuyor musun?” diye fısıldadı.
    “Evet,” diye fısıldayarak cevap verdim.
    “Neden korkuyorsun?” Sesini zar zor duyuyordum artık. Ellerime baktı.
    “Bir çok şeyden.” Sesimi daha hafif yapmaya çalıştım ama dürüst oldum. “Hiçbir zaman bir
    mazoşist olmadım, o yüzden acıyı dört gözle beklemiyorum. Ve keşke onu uzakta tutabilmenin
    bir yolu olsaydı – benimle birlikte acı çekmesini istemiyorum, ama başka bir yolu olduğunu da
    sanmıyorum. Sonra bir de Charlie’yle ve Renée’yle de uğraşmam gerekecek... Ve sonrasında,
    umarım kendimi çabuk kontrol edebilirim. Belki öyle başa bela olurum ki sürü beni ortadan
    kaldırmak zorunda kalır.”
    Onaylamayan bir ifadeyle yukarı baktı. “Öyle bir şeyi denemeye kalkan kardeşimi topal
    bırakırım.”
    “Teşekkürler.”
    Gönülsüzce gülümsedi. Sonra kaşlarını çattı. “Ama ondan daha tehlikeli değil mi? Tüm o
    hikayelerde, çok zor olduğunu söylüyorlar... hakimiyetlerini kaybettiklerini... insanlar
    ölüyorlar...” Yutkundu.
    “Hayır, ondan korkmuyorum. Aptal Jacob – vampir hikayelerine inanılmaması gerektiğini
    bilmiyor musun?”
    Açık bir şekilde, benim espri teşebbüsümden hoşlanmamıştı.
    “Şey, herneyse, endişelecek çok şey var. Ama sonunda, hepsine değiyor.”
    İsteksizce başını salladı, bana bu konuda asla katılmayacağını biliyordum.
    Yanağımı sıcak tenine yaslayarak, kulağına fısıldamak için boynumu uzattım. “Seni sevdiğimi
    biliyorsun.”
    “Biliyorum,” diye nefes aldı, belimin etrafındaki kolunu otomatik olarak daha da sıktı. “Bunun
    yeterli olmasını nasıl da arzu ediyorum biliyorsun.”
    “Evet.”
    “Seni bir kenarda hep bekleyeceğim, Bella,” diye söz verdi, tonunu hafifleştirip kolunu gevşett.
    Kaybetmenin o kasvetli, sürükleyici hissiyle geri çekildim, ve bir parçamı geride, yatakta onun
    yanında bırakırken o parçalanma duygusunu hissettim. “Eğer istersen her zaman bir yedek
    tercihin olacak.”
    Gülümsemek için çaba harcadım. “Kalp atışlarım duruncaya kadar.”
    Sırıttı. “Biliyor musun, sanırım yine de seni almaya gönüllü olabilirim – belki. Ne kadar
    koktuğuna bağlı.”
    “Seni görmeye gelebilir miyim? Ya da yapmamamı tercih mi edersin?”
    “Bunu düşünüp sana dönerim,” dedi. “Delirmeyi engellemek için arkadaşa ihtiyacım olabilir.
    Olağanüstü vampir cerraha göre o onay vermeden dönüşüm geçiremezmişim – kemiklerin
    dizilişini berbat edebilirmiş.” Jacob suratını astı.
    “Uslu ol ve Carlisle ne derse onu yap. Daha çabuk iyileşirsin.”
    “Tabii, tabii.”
    “Ne zaman olacak merak ediyorum,” dedim. “Doğru kız ne zaman kalbini çalacak.”
    “Fazla ümitlenme, Bella,” Jacob’ın yüzü aniden ekşidi. “Ama eminim seni rahatlatır.”
    “Belki öyle, belki de değil. Muhtemelen senin için yeterince iyi olmadığını düşünürüm. Ne
    kadar kıskanç olacağımı merak ediyorum.”
    “O kısım eğlenceli olabilir,” diye itiraf etti.
    “Dönmemi istersen bana haber ver ve hemen burada olurum,” diye söz verdim.
    İç çekişle, yanağını bana doğru uzattı.
    Eğildim ve yüzünü tatlılıkla öptüm. “Seni seviyorum, Jacob.”
    Hafifçe güldü. “Ben seni daha çok seviyorum.”
    Kara gözlerinde anlaşılamaz bir ifadeyle benim odadan çıkışımı izledi.

      Forum Saati Salı Mayıs 07, 2024 12:32 am