Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Eclipse 7.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Eclipse 7.Bölüm Empty Eclipse 7.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Salı Kas. 16, 2010 10:07 am

    Rosalie tereddütle kapıda bekliyordı, nefes kesici yüzü kendinden emin değildi.
    “Tabii ki,” diye yanıtladım, ses tonum beklediğimden daha yüksek çıkmıştı. “İçeri gir.”
    Doğruldum, oturulacak yer açmak için koltuğun kenarına kaydım. Endişelenmiştim, çünkü
    benden pek de fazla hoşlanmayan bir Cullen sessizce yanıma oturmuştu. Beni neden ziyaret
    ettiğini anlamaya çalıştıysam da beynim bu konuda hiçbir sonuca varamadı.
    “Benimle birkaç dakika konuşmanın mahsuru var mı?” diye sordu. “Seni uyandırmadım değil
    mi?” Gözleri bozulmuş olan yatak ve koltuk arasında gitti geldi.
    “Hayır, uyanıktım. Tabii ki konuşabiliriz.” Sesimdeki endişeyi farkedip fark etmediğini merak
    ediyordum.
    Hafifçe güldü, sanki bir zil çınlaması gibiydi gülüşü. “O seni nadiren yalnız bırakıyor,” dedi.
    “Bunun ele geçirilebilecek en iyi şans olduğunu fark ettim ben de.”
    Edward’ın önünde söyleyemediği neyi söylemek istiyordu ki? Ellerimi endişeyle birleştirdim ve
    sıkmaya başladım.
    “Lütfen müdahaleci biri olduğumu düşünme,” dedi Rosalie, sesi nazik ve yalvarırcasına
    çıkmıştı. Ellerini kucağında birleştirmişti ve konuşurken ellerine bakıyordu. “Geçmişte
    duygularını incittiğime eminim ve bunu bir kez daha yapmak niyetinde değilim.”
    “Bunun için endişelenme Rosalie. Benim duygularım gayet iyi durumda. Ne oldu?”
    Bir kez daha güldü ama utanmışa benziyordu. “Seninle neden insan olarak kalman hakkında,
    yani senin yerinde olsam neden insan olarak kalırdım, bunun hakkında konuşmak istiyordum.”
    “Oh.”
    Sesimdeki şaşkın ifadeye gülümsedi ve derin bir nefes aldı.
    “Edward sana nasıl bu hale geldiğini anlattı mı?” diye sordu, eliyle ölümsüz muhteşem
    vücudunu göstermişti.
    Yavaşça başımı salladım, aniden ciddileşmiştim. “Port Angeles’dayken neredeyse benim de
    başıma geleceğini söyledi ama seni kurtaracak kimse yokmuş.” Aklıma gelen anıyle titremiştim
    “Sana sadece bunu mu anlattı?” diye sordu.
    “Evet, “dedim, kafam karışmıştı ve anlamamıştım. “Dahası da mı var?”
    Bana baktı ve gülümsedi; hırçın ve tatsızdı ama yine de çarpıcı bir ifadeydi.
    “Evet,” dedi. “Daha fazlası da vardı.”
    Camdan dışarı bakarken bekledim, görünüşe göre sakinleşmeye çalışıyordu.
    “Benim hikayemi duymak ister misin Bella? Mutlu bir sonu yok, ama hangimizin var? Eğer
    mutlu sonlara sahip olsaydık, hepimiz mezar taşlarının altında yatıyor olurduk.”
    Kafamı sallamakla yetindim, sözlerindeki keskinlik beni ürkütmüştü.
    “Senden farklı bir dünyada yaşadım Bella. Benim insan dünyam daha basitti. Bin dokuz yüz
    otuz üç yılıydı. On dokuz yaşındaydım ve güzeldim. Hayatım da mükemmeldi.”
    Dışarıda gümüş rengindeki bulutlara bakıyordu, aklı bambaşka yerlere gitmiş gibiydi.
    “Ailem tam anlamıyla orta sınıftandı. Babamın bankada düzenli bir işi vardı. Şimdi
    farkediyorum da o biraz işkolikti, zenginliği şansından çok aşırı çalışmasının
    ödülüydü.İstediğim her şeyi yapardım; o zamanlar bizim evde Büyük Bunalım sanki bir
    dedikodudan ibaretti. Tabii ki fakir insanları görürdüm, onlar şansızlardı. Babam bana onların
    sorunlarını kendileri yarattığını söylerdi.
    “Annemin görevi evi, beni ve iki erkek kardeşimi temiz ve düzenli tutmaktı. Açık olan şuydu ki
    ben en sevdiği ve öncelikli olandım.O zamanlar tamamen anlamıyordum ama ailemin hiçbir
    şeyden tamamen tatmin olmadığının farkındaydım. Her zaman daha fazlasını istiyorlardı.
    Toplumsal idealleri vardı ki sanırım sen sınıf atlama meraklıları diyebilirsin buna. Benim
    güzelliğim onlar için bir armağandı. Güzelliğimin benim gördüğümden çok daha fazla
    potansiyel barındırdığına inanıyorlardı.
    “Onlar tatmin olamıyorlardı ama ben öyle değildim. Rosalie Hale olduğum için mutluydum. On
    iki yaşımdan itibaren gittiğim her yerde erkeklerin gözleri tarafından izlenmekten memnundum.
    Kız arkadaşlarım kıskançlıkla saçlarımı okşadığında hoşuma gidiyordu. Annemin benimle gurur
    duyması ve babamın bana yeni elbiseler alması da mutlu ediyordu beni.
    Hayattan ne istediğimi biliyordum ama istediğim şeyi almanın görünüşe göre mümkünatı
    yoktu. Sevilmek ve tapılmak istiyordum. Kocaman, şatafatlı bir düğün istiyordum; düğünde
    kasabadaki herkesin bulunup, mihraba babamın kolunda yürürken bugüne dek gördükleri en
    güzel şey olmak istiyorum. Beğenilmek benim için oksijen gibi bir şeydi Bella. Aptal ve
    yüzeysel biriydim ama mutluydum.” Gülümsedi, kendini böyle tanımlaması hoşuna gitmişti.
    “Ailemin etkisiyle de maddi şeyler istiyordum. Kocaman bir ev istiyordum, içinde birbirinden
    güzel eşyalar olacaktı, tabi başkası temizleyecekti ve modern bir mutfak istiyordum, tabii ki
    başkası yemek pişirecekti. Dediğim gibi yüzeysel biriydim. Genç ve çok sığ biriydim. Ve
    bunları elde etmemek için de hiçbir neden görmüyordum.”
    “Daha da anlamlı olmasını istediğim bir şeyler vardı. Özellikle de bir şey. En yakın arkadaşım
    Vera. Genç yaşta sadece on yedisindeyken evlenmişti. Benim ailemin asla kabul etmeyeceği
    biriyle, bir marangozla evlenmişti. Bir yıl sonra bir erkek çocuğu dünyaya getirmişti, kıvırcık
    saçları ve gamzeleri olan güzel bir çocuktu. Hayatımda ilk defa birisini kıskandığımı
    hissetmiştim.”
    Anlaşılmaz gözlerle bana baktı. “ Farklı bir zamandı. Seninle aynı yaştaydım o zamanlar ama
    buna hazırdım. Kendi küçük bebeğimi kucağıma almak için sabırsızlanıyordum. Kendi evimi ve
    işten geldiğinde beni öpecek bir koca istiyordum, tıpkı Vera’nın sahip olduğu gibi – tabi benim
    aklımdaki ev daha farklıydı... ”
    Rosalie’nin bildiği o dünyayı hayal etmek benim için oldukça zordu. Anlattığı hikaye
    geçmişden çok bir masala benziyordu. Fakat küçük bir şokla bunun Edward’ın insanken
    büyüdüğü dünyaya çok yakın olduğunu anladım. Rosalie sessizce oturduğu o zaman zarfında
    merak ettim, acaba şu an Rosalie’nin anlattıklarına şaşırdığım gibi Edward da benim dünyama
    şaşırıyor muydu?
    Rosalie iç geçirdi, tekrar konuşmaya başladığında sesindeki bütün istek uçup gitmişti.
    “Rochester’da kraliyet ailesine mevcut sadece bir aile vardı, onların da soyadı ironik biçimde
    King’di. Royce King babamın çalıştığı bankanın ve neredeyse yaşadığımız yerde kar eden her
    işin sahibiydi. Onun oğlu İkinci Royce King ,” – bu adı tükürür gibi söylemişti Rosalie – “beni
    bir defa görmüştü. Bankanın idaresini alacaktı ve farklı pozisyonlarda çalışmaya başlamıştı. İki
    gün sonra annem babamın öğle yemeğini bir şekilde ona vermeyi unutmuştu. Bana götürmem
    için ısrar ettiğinden şaşırmıştım, beyaz ipekten kıyafetimi giydim ve saçlarımı toplayıp bankaya
    gittim.” Rosalie keyifsizce güldü.
    “Royce’un bana özellikle baktığını fark etmemiştim. Bana herkes bakardı. Fakat ilk defa o gece
    güller gelmişti. Evlenene kadar her gece bana bir buket gül yolladı. Annem her zaman aşırı
    tepki verirdi onlara. Evden çıkarken gül gibi kokardım.
    “Royce yakışıklıydı da. Saçları benimkilerden sarıydı ve soluk mavi gözleri vardı. Benim
    gözlerimin ona menekşe rengi gibi geldiğini söylerdi ve böylece güllerin yanında menekşeler de
    gelmeye başladı.
    “Ailem bu ilişkiyi onaylamıştı, bu her şeyi daha da güzel yapmıştı. Her şey istediğim gibiydi.
    Ve Royce hayalini kurduğum her şey gibiydi. Bir masal prensi gelip beni prenses yapacaktı.
    İstediğim her şeye sahiptim bundan daha fazlası olamazdı. Onunla tanışalı iki hafta olmadan
    nişanlandık.
    “İkimizde yalnız olarak çok da fazla zaman geçirmemiştik. Royce bana çok fazla sorumluluğu
    olduğundan bahsetmişti ve biz beraberken insanların bize bakmasından hoşlanırdı. Beni onun
    kollarında görmelerinden keyif alırdı, aslında ben de bundan hoşlanıyordum. Bir sürü parti,
    dans ve güzel elbiseler vardı. King soyadına sahip oldun mu her kapı önünde açılıyordu ve
    önüne kırmızı halılar seriliyordu.
    “Uzun bir nişanlılık evresi değildi. Planlandığı gibi düğünde su gibi para harcanacaktı.
    İstediğim her şeye sahip olacaktım. Tam anlamıyla mutluydum. Vera’ya uğradığımda artık onu
    kıskanmıyordum. Aklımda sarı saçlı çocuklarımı King’lerin devasa bahçelerinde oynarken
    görüyordum ve Vera’ya acıyordum.
    Rosalie aniden durdu, dişlerini sıkmıştı. Anlattıkları beni meraklandırmıştı ve kötü bir şeylerin
    yaklaştığını fark ettim. Dediği gibi mutlu son olamazdı. Diğerlerinden daha fazla sert olmasının
    sebebinin ne olduğunu merak ediyordum, çünkü hayatında istediği her şeye kısa yoldan
    kavuşmuştu.
    “O gece Vera’daydım.,” diye mırıldandı Rosalie. Yüzü bir heykelinki gibi sert ve ifadesizdi.
    “Onun gamzeleri olan tatlı oğlu Henry kendi başına ayağa kalkabiliyordu. Ben ayrılırken Vera
    beni kapıya kadar geçirdi, kucağında bebeği ve kolunu onun beline dolamış olan kocası da
    yanındaydı. Onlara bakmadıklarımı düşündükleri bir an onu öpmüştü eşi. Bu beni rahatsız
    etmişti. Royce beni öptüğünde aynısı olmuyordu, bir şekilde tatlı değildi... Bu düşünceyi
    aklımdan uzaklaştırdım. Royce benim prensimdi Bir gün ben de prenses olacaktım.”
    Bunu ay ışığında söylemesi zordu ama bembeyaz yüzü solmuş gibiydi.
    “Sokaklar karanlıktı, lambalar çoktan yanmıştı bile. Bu kadar geç olduğunu farkedememiştim.”
    Neredeyse duyulmayacak şekilde fısıldayarak devam etti. “Çok da soğuktu. Nisan’ın sonu için
    fazlasıyla soğuktu. Düğüne sadece bir hafta vardı ve hava için endişelenerek eve doğru hızla
    yürümeye başladım. O gece hakkında her şeyi en ince detayına kadar hatırlayabiliyorum.
    Başlangıçta... çok zor olmuştu hatırlaması. Hiçbir şey anımsamıyordum. Ve sonra hatırladım
    ve tatlı olan anılar birer birer yok oldu...”
    Derin bir nefes aldı ve gene fısıldamaya başladı. “Evet, hava hakkında endişeleniyordum...
    Düğünü evde yapmak istemiyordum...
    “Onları duyduğumda evime sadece birkaç sokak uzaktaydım. Bir grup adam bozuk, yanmayan
    sokak lambasının altında durmuş gürültülü şekilde gülüyorlardı. Sarhoştular. Babamı bana eşlik
    etmesi için çağırmış olmayı diledim ama yol o kadar kısaydı ki çok aptalca gelmişti.Ve sonra
    biri adımı söyledi.
    “Rose!” diye bağırdı ve diğerleri de ahmak gibi kahkahalarla güldüler.
    “Sarhoşların bu kadar iyi giyindiklerini fark etmemiştim. Onlar Royce ve onun zengin
    arkadaşlarıydı.
    “İşte benim Rose’um!” diye bağırdı Royce, ve birlikte güldüler, çok aptal görünüyorlardı.
    “Geciktin. Üşüdük, bizi çok beklettin.”
    “Onu hiç içerken görmemiştim.Zaman zaman partilerde kadeh kaldırırdı. Bana şampanyadan
    hoşlanmadığını söylemişti. Onun daha güçlü bir şeyleri tercih ettiğini farkedememiştim.
    “Yeni arkadaşlar edinmişti, arkadaşının arkadaşı Atlanta’dan gelmişti.
    “‘Sana ne söylemiştim John,’ sevinçle haykırmıştı Royce, kolumdan yakalamış ve beni yakınına
    çekmişti. ‘Senin Georgia şeftalilerinden bile daha tatlı değil mi?’
    “John adındaki adam siyah saçlı ve yanık tenliydi. Bana sanki satın alacağı bir atmışım gibi
    baktı.
    “‘Bunu söylemesi zor,’ yavaşça ve yayarak konuşuyordu. ‘Her yanı kapalı.’
    “Güldüler, Royce da gülüyordu.
    “Aniden, Royce bana hediye ettiği ceketimi omzumdan zorla çıkardı, pirinç düğmeler havaya
    fırladı. Hepsi sokağa saçılmıştı.
    “‘Neye benzediğini göster ona Rose!’ Kahkaha attı ve şapkamı kafamdan parçalarcasına
    çıkardı. Şapka iğnelerle saçıma tutturulmuştu ve acıdan ağlamaya başladım. Onlarsa benim acı
    çekmemle eğleniyor görünüyordu...”
    Rosalie aniden bana baktı, sanki orada olduğumu unutmuş gibiydi. Eminim ben de en az onun
    kadar beyaz görünüyordum artık, tabi rengim yeşile dönmediyse.
    “Seni kalanını dinlemen için zorlamayacağım,” dedi sessizce. “Beni sokakta bıraktılar, giderken
    hala gülüyorlardı. Öldüğümü düşünmüşlerdi. Royce ile yeni bir gelin bulması konusunda dalga
    geçiyorlardı. Gülmüştü ve önce sabırlı olmayı öğrenmesi gerektiğini söyledi.
    “Yolda ölümü bekledim. Soğuktu, çok fazla acı çekmeme rağmen bu beni rahatsız etmiyordu.
    Kar yağmaya başlamıştı ve neden hala ölmediğimi merak ediyordum. Ölmek için
    sabırsızlanıyordum, tüm acılarımın sonu olcaktı. Çok fazla zaman alıyordu...
    “Sonra Carlisle beni buldu. Kanın kokusunu almış ve araştırmaya çıkmıştı. Üzerimde çalışıp
    hayatımı kurtarmaya çalışırken belli belirsiz sinirlendiğimi anımsıyorum. Dr Cullen ya da
    karısından ve onun kardeşinden, ki Edward o zamanlar öyle gibi davranıyordu, asla
    hoşlanmazdım. Onların benden güzel oluşu beni üzerdi özellikle de erkeklerinin. Fakat onlar
    asla insan içine karışmamıştı, sadece bir ya da iki kez görmüştüm onları.
    “Beni yerden kaldırıp koşmaya başladığında hızdan dolayı uçtuğumu sanmıştım. Acının sona
    ermiş olmasından dolayı dehşete düşmüştüm...
    “Sonra parlak ve sıcak bir odadaydım. Aldırmıyordum ve acı azaldığı için de memnundum.
    Fakat aniden sanki keskin bir şey beni boğazımdan, el ve ayak bileklerimden kesti. Korkuyla
    bağırdım, bana daha fazla acı çektirmek için bi yere getirdiğini düşünmüştüm. Sonra bir ateş
    bütün bedenimi yaktı ve başka hiçbir şeyi umursamaz oldum. Beni öldürmesi için yalvardım.
    Carlisle benimle birlikte oturdu. Elimi tuttu ve üzgün olduğunu söyleyip, yakında sona
    ereceğine söz verdi. Bana her şeyi anlattı ve bazılarını dinledim. Ne olduğunu ve neye
    dönüşeceğimi anlattı. Ona inanmadım. Ne zaman çığlık atsam benden özür diledi.
    “Edward hiç mutlu değildi bu durumdan. Benim hakkımda tartıştıklarını anımsıyorum. Bir
    süre sonra çığlık atmayı bıraktım. İşe yaramıyordu.
    “‘Aklından ne geçiyordu Carlisle?’ diye sormuştu Edward. ‘Rosalie Hale o?’” Rosalie onun
    iğrenen ses tonunu kusursuz biçimde taklit etmişti. “Adımı bu şekilde sanki ben de bir sorun
    varmışçasına telaffuz etmesinden hiç hoşlanmamıştım.
    “‘Onun ölmesine izin veremezdim,’ demişti Carlisle sessizce. ‘Bu çok fazla, çok korkunç ve
    büyük bir ziyan.’
    “‘Biliyorum’ demişti Edward ve sonunda pes ettiğini düşündüm. Bu beni kızdırmıştı. O
    zamanlar Carlisle’nin gördüğü şeyin ne olduğunu bütünüyle anlayabildiğini bilmiyordum.”
    “‘Bu çok büyük bir ziyandı. Onu orada bırakamazdım,’ diye fısıltı halinde tekrar etmişti
    Carlisle.
    “‘Tabii ki yapamazdın,’ demişti anlayışla Esme.
    “‘İnsanlar her zaman ölür,’ diye hatırlatmıştı Edward yüksek sesle. ‘Bu arada onun biraz fazla
    göze batan biri olduğunu düşünmedin mi? King ailesi onu bulmak için büyük bir arama
    başlatacaklardır, ama kimse o canavardan şüphelenmeyecek’ diyerek homurdanmıştı.
    “Royce’un suçlu olduğunu bilmeleri beni memnun etmişti.
    “Dönüşümün neredeyse bitmek üzere olduğunu fark etmemiştim. Güçlenmeye başlamıştım ve
    onların söylediklerine odaklanabilmemin bir sebebi de buydu. Acı parmak uçlarımdan itibaren
    yok olmaya başlamıştı.
    “‘Onunla be yapacağız?’ Edward bezgince sormuştu – ya da bana öyle gelmişti en azından.
    “Carlisle iç geçirdi. ‘Bu ona kalmış, elbette. Kendi yoluna gitmek isteyebilir.’
    “Bana anlattıklarından sonra bu söyledikleri beni korkutmuştu. Hayatımın sona erdiğini
    biliyordum ve benim için bir daha geri dönme söz konusu olmayacaktı. Yalnız olma
    düşüncesine katlanamazdım...
    “Acı nihayet sona ermişti ve bana tekrar ne olduğumu açıkladılar. Bu defa inandım. Susuzluk
    çekiyordum, cildim kalınlaşmıştı ve gözlerimin kıpkırmızı olduğunu görmüştüm.
    “Hala yüzeyseldim, aynadaki görüntümü ilk defa gördüğümde daha iyi hissettim. Gözlerimi bir
    kenara bırakırsak hayatımda gördüğüm en güzel şeydi.” Bir süre kendisine güldü. “Güzelliği
    başıma gelenler için için suçlayıp onu bir lanet olarak görmeye başlamam biraz zaman aldı.
    Çirkin olmayı değil belki ama normal olmayı diliyordum. Tıpkı Vera gibi. Eğer öyle olsaydım
    beni seven biriyle evlenebilirdim ve bebeklerim olurdu. Hep istediğim gibi. Hala çok imkansız
    bir dilek değilmiş gibi geliyor.”
    Bir süre düşüncelere daldı, varlığımı tekrar unutup unutmadığını merak ediyordum. Fakat
    sonra bana gülümsedi, yüzünde övünç dolu bir gülümseyiş vardı.
    “Biliyorsun, benim sicilim neredeyse Carlisle’nınki kadar temiz,” dedi bana. “Esme’ninkinden
    iyi. Edward’ınkinden ise binlerce defa daha iyi. Asla insan kanının tadına bakmadım,” bunu
    gururla söylemişti.
    Neden sicilinin neredeyse temiz olduğunu merak ettiğimi yüzümdeki düşünceli ifadeden
    anlamıştı.
    “Beş insanı öldürdüm,” dedi kendinden memnun bir şekilde. “Tabii onlara insan diyebilirsen.
    Fakat onların kanlarını akıtmamak için oldukça gayret ettim – Buna karşı koyup içmeyeceğimi
    biliyordum ve anlarsın ya onların hiçbir parçasının içimde olmasını istemedim.
    “Royce’u en sona sakladım. Onun arkadaşlarının ölümünü duymasını istiyordum ve böylece
    onun başına ne geleceğini anlayacaktı. Korkunun onun sonunu daha kötü yapmasını
    umuyordum. Sanırım işe yaramıştı. Bir banka kasasının kapısı kadar kalın bir kapının
    arkasında, penceresiz bir odada saklanmaya başlamıştı, onu yakaladığımda dışarda silahlı
    koruyucuları vardı. Ahh – yedi kişiyi öldürmüşüm,” diye düzeltti. “Korumaları unutmuşum.
    Onları halletmek bir saniye almıştı.”
    “Fazlaca teatral bir havadaydım. Çok çocukcaydı, gerçekten. Üzerimde bugün için çaldığım bir
    gelinlik vardı. Beni gördüğünde çığlık attı. Onu sona saklamak iyi bir fikirdi – bu sayede
    kendimi kontrol edip her şeyi ağırdan alabildim ––”
    Aniden sustu ve bana dönüp baktı. “Üzgünüm,” dedi utanarak. “Seni korkuttum, değil mi?”
    “İyiyim ben,” diye yalan söyledim.
    “Kendimi fazlaca kaptırdım.”
    “Boşver sorun değil.”
    “Edward’ın sana bundan fazla bahsetmemiş olmasına şaşırdım.”
    “Diğer insanların hikayelerini anlatmaktan pek hoşlanmaz. Onların güvenlerine ihanet
    ediyormuş gibi hissediyor, çünkü onun duymasını istediklerinden çok daha fazlasını duyuyor.”
    Gülümsedi ve başını salladı. “Sanırım ona daha çok güvenmeliyim. O gerçekten çok terbiyeli
    biri değil mi?”
    “Sanırım öyle.”
    “Sana bir şey söyleyeceğim.” Sonra da iç geçirdi. “Bugüne kadar siz ikinize pek iyi
    davranmadım, Bella. Sana nedenini söyledi mi? Yoksa bu da gizli mi?
    “İnsan olduğumdan dolayı dedi. Senin için dışardan birini kabul etmenin zor olduğunu
    söyledi.”
    Rosalie’nin şen şakrak gülüşü sözümü yarıda kesmişti. “Şimdi gerçekten suçlu hissettim işte.
    Hakettiğimden çok ama çok daha fazla nazikmiş bana karşı.” Gülerken çok sıcak
    görünüyordu, sanki takındığı tüm o soğuk tavır daha önce hiç yokmuş gibiydi. “Ne kadar da
    yalancı bir çocuk.” Tekrar güldü.
    “Yalan mı söylüyordu?” diye sordum aniden sakınarak.
    “Aslında bunu söylemek çok ağır olur. Sadece tüm hikayeyi anlatmamış diyelim. Sana
    anlattıkları doğu, hatta geçmişe nazaran bugün daha doğru. Fakat bir zamanlar...” Yarıda
    kesti, asabi bir şekilde kıkırdadı. “Bu çok utanç verici. Anlarsın ya, en başta, kıskandım çünkü
    beni değil de seni istiyordu.”
    Sözleri üzerimde büyük bir endişe dalgasının yayılmasına neden oldu. Orada gümüşten ışığın
    altında oturmuş duruyordu ve hayal edebileceğim her şeyden daha güzeldi. Rosalie ile rekabet
    edemezdim.
    “Ama sen Emmett’i seviyorsun...,” diye mırıldandım.
    Kafasını keyifle öne ve arkaya doğru salladı. “Edward’ı o şekilde asla istemedim Bella. Asla –
    onu bir kardeş gibi sevdim ama konuştuğunu duyduğum o ilk andan beri beni sinir ediyordu.
    Bir şeyi anlamalısın... inanların beni istemesine çok alışkındım. Ve Edward birazcık dahi olsa
    benimle ilgilenmemişti. Bu beni hayal kırıklığına uğratmıştı, hatta başlarda incitmişti de. Fakat
    o kimseyi istemiyordu ve bu yüzden çok da rahatsız etmiyordu bu beni. Hatta Denali’de
    Tanya’nın klanıyla ilk karşılaştığımızda – tüm o kızlarla! – Edward ufacık bile olsa ilgi
    göstermemişti. Ve sonra seninle tanıştı.” Şaşırmış gözlerle bana bakıyordu. İlgimin tamamen
    ona dönük olduğunu söylemezdim. O anda Edward, Tanya ve bahsettiği tüm o kızları
    düşünüyordum, dudaklarım birbirine kenetlenmiş bir çizgi halini almıştı.
    “Senin güzel olmadığından değil Bella,” dedi, yüz ifademi tamamen yanlış yorumlamıştı.
    “Fakat seni benden daha çekici bulmuştu. Buna alınacak kadar kendini beğenmiş biriyim ben.”
    “Fakat sen ‘en başta’ dedin. Bu hala seni... rahatsız etmiyorsa, sorun ne o zaman? Yani ikimiz
    de biliyoruz ki sen bu evrendeki en güzel insansın.”
    Bu sözleri söyler söylemez güldüm – söylememe bile gerek yoktu, o kadar bariz ortadaydı ki.
    Ne kadar tuhaftı, Rosalie’nin bile böyle rahatlatılmaya ihtiyacı vardı.
    Rosalie de güldü. “Teşekkürler Bella. Ve hayır, artık beni rahatsız etmiyor. Edward her zaman
    biraz tuhaf olmuştur.” Tekrar gülmeye başlamıştı.
    “Fakat sen benden hala hoşlanmıyorsun,” diye fısıldadım.
    Gülümseyişi yüzünden silindi. “Bunun için üzgünüm.”
    Bir süre sessizce oturduk, ve devam etmeye pek niyetli gibi görünmüyordu.
    “Bana nedenini söyler misin? Ben bir şey mi yaptım... ?”
    Bana ailesini – Emmett’ını – tehlikeye attığım için kızgın mıydı yoksa? Tekrar ve tekrar
    olmuştu bu. Önce James şimdiyse Victoria vardı...
    “Hayır sen hiçbir şey yapmadın,” diye mırıldandı. “Henüz.”
    Aklım karışmış halde ona gözlerimi dikmiş bakıyordum.
    “Fark etmedin mi Bella?” Daha evvel kendi mutsuz hayat hikayesini anlatmasına rağmen sesi
    öncekinden daha tutkulu şekilde çıkmıştı. “Sen zatan her şeye sahipsin. Önünde bir hayat var –
    benim tek istediğim bu. Ve sen bunu ziyan edeceksin. Senin yerinde olmak için istediğim her
    şeyi verebileceğimi görmüyor musun? Benim seçmediğim şeye sahipsin ve sen yanlış bir tercih
    yapıyorsun!”
    Yüzündeki vahşi ifadeden dolayı geriye doğru sıçramıştım, Ağzımın bir karış açık kaldığını fark
    ettim ve hemen kapadım.
    Bana uzun bir süre gözlerini dikip baktı, yavaşça gözlerindeki ateş sönmüştü. Birdenbire
    utandı.
    “Bunu sakince yapabileceğimdem öylesine emindim ki.” Başını salladı, birdenbire ortaya çıkan
    bu hislerden dolayı birazcık sersemlemiş gibi görünüyordu. “Sadece, her şey gösterişten ibaret
    olduğu o zamanlardan daha da zor artık.”
    Aya sessizce bir süre baktı. Bundan birkaç dakika sonra onu daldığı derin düşüncelerden
    çıkaracak cesareti toplayabildim.
    “İnsan olarak kalmayı seçsem daha mı iyi olur sence?
    Bana dönüp baktı, gülümsemesini bastırıyor gibi dudağı seyirdi. “Belki de.”
    “Sen de kendi mutlu sonuna eriştin ama bir şekilde,” Ona hatırlatma gereği duydum.
    “Emmett’i aldın.”
    “Birazcık ulaştım.” Gülümsemişti. “Biliyorsun Emmett’i bir ayının onu parçalamasından
    kurtarmış ve onu eve Carlisle’a getirmiştim. Ama o ayıyı neden durdurduğumu tahmin
    edebiliyor musun?”
    Başımı hayır anlamında salladım.
    “O siyah kıvırcık saçları... ve acı çekerken bile yüzünde oluşan gamzeleri... yetişkin bir erkeğin
    yüzünde asla göremeyeceğin bir masumiyet veriyordu ona... bana Vera’nın küçük oğlu Henry’i
    hatırlatmıştı. Onun ölmesini istemedim – daha da fazlası bu hayatımdan nefret etsem de
    bencilce Carlisle’dan onu benim için değiştirmesini istedim.
    “Hakettiğimden çok daha şanslıydım. Eğer ne istediğimi biliyor olsaydım Emmett’ı aradığım
    her şeye sahip olan kişi olarak seçerdim. Benim ihtiyaç duyacağım cinsten biri. Ve tuhaf
    biçimde onun da benim gibi bana ihtiyacı var. Bu kısmı beklediğimden daha iyi olmuştu. Fakat
    asla ikimizden fazlası olamayacak. Asla bir verandaya oturmuş yanımda saçları ağarmış olarak
    dururken çevremiz torunlarımız tarafından sarılmayacak.”
    Şimdi biraz gülümsüyor gibiydi. “Bu söylediklerim tuhaf geliyor sana değil mi? Bir yandan
    benim on sekiz yaşımdaki halimden daha olgunsun. Ama diğer yandan... oturup ciddi ciddi
    düşünmediğin pek çok şey var. On yıl ya da elli yıl sonra ne isteyebileceğini düşünmeyecek
    kadar gençsin – ve bunları düşünmeden bir kenara atacak kadar da gençsin. Hayatın boyunca
    aynı kalacak bazı şeyler için düşüncesizce karar vermek istemezsin Bella.” Omzuma dostane
    bir şekilde vurdu.
    Derin bir soluk verdim.
    “Sadece biraz düşün. Bir kere oldu mu bir daha asla geri dönüşü yok. Esme bizi bir şeylerin
    yerine koydu... ve Alice insanken özleyebilceği hiçbir şeyi anımsamıyor... Sen hatırlayacaksın
    ama. Bu büyük bir vazgeçiş.”
    Fakat benim olacak olanlar da fazla olacak, bunu aklımdan geçirmiş ama dillendirmemiştim.
    “Teşekkürler, Rosalie. Anlattıkların... ve seni daha iyi tanıdığım için.”
    “Bir canavar gibi davrandığım için özür dilerim.” Gülümsedi. “Bugünden sonra artık kendimi
    kontrol edeceğim.”
    Ben de ona gülümsedim.
    Hala arkadaş değildik ama eminim benden artık o kadar da çok nefret etmeyecekti.
    “Şimdi seni uyuman için yalnız bırakayım.” Gözleri yatağa kaymıştı ve dudakları titremişti.
    “Biliyorum seni böyle kilit altında tuttuğu için pek mutlu değilsin ama döndüğünde ona çok da
    kötü davranma. O seni sandığından daha da çok seviyor. Senden uzak olmak çok korkutuyor
    onu.” Sessizce ayağa kalktı ve kapıya doğru süzüldü. “İyi geceler Bella” diye fısıldadı kapıyı
    arkasından kapatırken.
    “İyi geceler Rosalie,” diye mırıldandım o gitmiş olmasına rağmen.
    Uykuya dalmam çok uzun bir süre aldı.
    Uyuduğumda ise kabus gördüm. Karanlık bir sokakta yerde sürünüyordum, bilmediğim bir
    sokaktı ve yer buz gibiydi. Hafif hafif yağan karın altında arkamda kandan bir iz bırakıyordum.
    Gölgeler içerisinde bembeyaz bir melek yerde sürünüşümü kızgın gözlerle seyrediyordu.
    Sonraki sabah Alice beni okula bırakırken ön camdan aksi biçimde dışarıya bakıyordum.
    Uykusuzdum ve böyle tutsak alınmış olmak beni sinir ediyordu.
    “Bu gece Olympia’ya ya da başka bir yere gideriz,” diye söz verdi Alice. “Eğlenceli olmaz
    mı?”
    “Neden sadece beni bodruma kilitlemiyor,” diye önerdim, “ve neden her şeyi daha güzel
    göstermeye çalışmaktan vazgeçmiyorsun?”
    Alice kaşlarını çattı. “Porsche’u geri alacak benden. İşimi iyi yapmıyorum. Eğlenmen
    gerekiyordu senin.”
    “Bu senin suçun değil,” diye mırıldandım. Gerçekten suçlu hissettiğime inanamıyordum. “Öğle
    yemeğinde görüşürüz.”
    Zorlukla İngilizce dersine gittim. Edward olmadan günün dayanılmaz olacağı kesindi. İlk
    dersimde surat astım, davranışımın pek de yardımı dokunmadığının farkındaydım.
    Zil çaldığında sınıftan çıkmak için hiçbir istek göstermedim. Mike kapıda durmuş benim için
    açık tutuyordu.
    “Edward bu hafta sonu yürüyüşe çıkmış ha?” Hafif yağmurun altında yürürken iletişim
    kurmaya çalışıyordu.
    “Evet.”
    “Bu gece bir şeyler yapmak ister misin?”
    Sesi nasıl olur da bu kadar umut dolu olabilirdi?
    “Yapamam. Katılmam gereken bir pijama partim var,” diye homurdandım. Tavrımı anlamaya
    çalışarak garip bir bakış attı bana.
    “Sen kiminle – ”
    Mike’ın sorusu gürültüyle yarıda kesilmişti, arkamızdaki park yerinden bağrışmalar geliyordu.
    Herkes yolda durmuş ve dönüp bakmıştı, gürültülü siyah motorsikletin asfaltın kenarında
    durduğuna inanamıyorlardı.
    Jacob bana hızlıca el salladı.
    “Koş Bella!” diye bağırdı çalışan motorun sesini bastırarak.
    Anlamadan önce bir süre donup kaldım.
    Hemen Mike’a dönüp baktım. Sadece birkaç saniyem olduğunu biliyordum.
    Alice beni insanların ortasında yakalamak için ne kadar ileri gidebilirdi ki?
    “Çok hastalandım ve eve gidiyorum, tamam mı?” dedim Mike’a, sesim heyecan doluydu.
    “Peki,” diye mırıldandı o da.
    Hızla Mike’ı yanağından öptüm. “Teşekkürler Mike. Sana borçluyum!” bütün gücümle
    koşmaya başladığımda böyle bağırdım.
    Jacob motora gaz verdi ve gülümsedi. Arka koltuğa atladım ve kollarımı onun beline doladım.
    Alice’in kafeteryanın köşesinde durduğunu gördüm, gözlerinde öfke vardı ve dudakları yukarı
    kıvrılmış, dişleri görünüyordu.
    Ona özür dileyen bir bakış attım.
    Sonra asfaltın üzerinde hızla gitmeye başladım, öyle ki midem bulanmaya başlamıştı.
    “Sıkı tutun,” diye bağırdı Jack.
    Yolda hızla gittiğimizden başımı onun sırtının arkasında saklamıştım. Quileute sınırına geçince
    yavaşlayacağını biliyordum. Alice’in bizi takip etmemesi ve Charlie’nin bizi görmemesi için
    sessizce dua ediyordum.
    Güvenli bölgeye ulaştığımızda bunu anlamak hiç de zor olmadı. Motor yavaşladı ve Jacob
    sırtını düzleştirdi ve kahkahalarla gülmeye başladı. Gözlerimi açtım.
    “Başardık,” dedi bağırarak. “Çok da kötü bir kaçış olmadı değil mi?”
    “İyi plan Jake.”
    “Psişik sülük hakkında söylediklerini anımsadım; benim ne yapacağımı göremezdi. Bunu aklına
    getirmediğin için de memnunum – okula gitmene asla izin vermezdi.”
    “Bu yüzden düşünmedim.”
    Övünçle güldü. “Bugün ne yapmak istersin?”
    “Her şeyi!” diye aynı şekilde güldüm. Özgür olmak harika hissettirmişti.

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 6:26 am