Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Eclipse 8.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Eclipse 8.Bölüm Empty Eclipse 8.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Salı Kas. 16, 2010 10:07 am

    Amaçsızca tekrar sahile gittik. Jacob hala beni kurtarış planının etkisindeydi.
    “Seni aramak için geleceklerini düşünüyor musun?” diye umutla sordu.
    “Hayır.” Bundan kesinlikle emindim. “Bu gece canımı okuyacaklardır ama.”
    Bir taş aldı ve dalgalara doğru fırlattı. “Öyleyse gitme,” diye önerdi.
    “Charlie buna çok sevinirdi,” dedim alayla.
    “Bahse girerim onun için mahsuru olmazdı.”
    Cevap vermedim. Jacob muhtemelen haklıydı ve bu benim dişlerimi sıkmama neden olmuştu.
    Charlie’nin bariz şekilde benim Quileute arkadaşlarımın tarafını tutması haksızlıktı. Merak
    ediyordum tercihinin kurt adamlar ve vampirler arasında yaptığını bilse ne hissederdi.
    “Pekala, sürüdeki son skandal nedir?” diye keyifle sordum
    Jacob sendeleyerek durdu ve gözlerinde şaşırmış bir ifadeyle bana baktı.
    “Ne? Şakaydı sadece.”
    “Aaa.” Başka yöne bakmaya başladı..
    Onun tekrar yürümesini bekliyordum ama görünüşe göre dalıp gitmişti.
    “Bir skandal mı var?” diye merakla sordum.
    Jacob kıkırdadı. “Herkesin her şeyi bilmemesinin nasıl olduğunu unutmuşum.Aklımda sessiz ve
    gizli bir yere sahip olmak ilginç.”
    Taşlı sahilde sessizce yürüdük bir süre.
    “Ne oldu peki?” Nihayet sormuştum. “Kafandakini herkes biliyor mu?”
    Bir süre ikilemde kaldı, sanki nasıl söyleyeceğini bilemiyor gibiydi. Sonunda derin bir nefes
    aldı ve konuşmaya başladı, “Quil mühürlendi. Şimdiden bu başına gelen üç kişi olduk.
    Diğerlerimiz endişelenmeye başladık. Hikayelerde anlatıldığından farklı olarak belki de daha
    yaygındır...” Kaşlarını çattı ve dönüp bana baktı. Konuşmadan gözlerimin içerisine bakıyordu
    ve o kadar odaklanmıştı ki alnı kırışmıştı.
    “Neye bakıyorsun öyle?” diye sordum, utandığımı hissediyordum.
    İç geçirdi. “Hiç”
    Jacob tekrar yürümeye başladı. Planlamıyormuş gibi elime uzandı ve tuttu. Sessizce taşların
    üzerinde yürüdük.
    Ne kadar süre elele yürümemiz gerektiğini düşündüm – sanki bir çift gibi – ve buna itiraz edip
    edemeyeceğimi merak ediyordum. Fakat bu Jacob’ın her zaman yaptığı bir şeydi... Bunu
    planladığını düşünmek için bir neden yoktu.
    “Quil’in birine mühürlenmiş olması neden bir skandal olsun ki?” diye sordum, devam edecek
    gibi görünmüyordu. “İçinizde en yeni olduğu için mi?”
    “Bunun onunla ilgisi yok”
    “Peki o zaman sorun ne?”
    “Bu da diğer efsanelerden biriydi. Merak ediyorum hepsi doğru çıktığında şaşırmayı bırakacak
    mıyız?” diye kendi kendine mırıldandı.
    “Bana söyleyecek misin? Ya da tahmin mi etmeliyim?”
    “Bunu asla tahmin edemezsin. Bak, Quil daha önce bizimle takılmamıştı hiç. Bu yüzden
    Emily’nin çevresinde pek bulunmamıştı.
    “Quil Emily’ye mi mühürlenmiş?” diye heyecanla haykırdım.
    “Hayır! Sana tahmin etme dedim. Emily’nin iki yeğeni onu ziyarete geldi... ve Quil Claire ile
    tanıştı.”
    Devam etmedi. Yaklaşık bir dakika boyunca durdu.
    “Emily yeğeninin bir kurt adamla beraber olmasını istemiyor mu? Bu biraz ikiyüzlüce,” dedim.
    Fakat insanların neden böyle hissettiğini anlayabiliyordum. Yüzündeki uzun yaranın nasıl
    yüzünü mahvettiğini ve sağ koluna nasıl uzandığını anımsadım. Sam bir keresinde onun
    yanındayken kontrolünü yitirmişti ve bu olduğunda ona çok yakın duruyordu. Bunlar
    olduğunda...Emily’e yaptıklarından dolayı Sam’in ne kadar üzgün olduğunu görmüştüm.
    Emily’nin neden yeğenini bir kurt adamla beraber olmasını istemediğini anlayabiliyordum.
    “Tahmin etmeyi keser misin? Yanından bile geçemiyorsun da. Emily bu kısmını umursamıyor,
    o daha çok bu kadar erken olmasını dert ediyor.”
    “Ne demek erken?”
    Jacob gözlerini kısarak beni şöyle bir tarttı. “Yargılayıcı olmak yok, tamam mı?”
    İhtiyatlı şekilde kafamı salladım.
    “Claire iki yaşında,” dedi Jacob.
    Yağmur başlamıştı. Damlalar yüzüme düştüğünden endişeyle gözlerimi kırpıştırdım..
    Jacob ise sessizce bekliyordu. Üzerinde her zaman olduğu gibi ceketi yoktu, damlalar onun
    siyah tişörtünde noktalar oluşturmuştu ve onun taranmamış saçlarına damlıyordu.
    “Quil...iki yaşında birine mi...mühürlendi?” Sonunda sorabilmiştim.
    “Öyle” Jacob omzunu silkmişti. Eğildi ve bir taş daha alıp suya doğru fırlattı. “Hikayelerde
    dediği gibi.”
    “Fakat o bir bebek,” diye itiraz ettim.
    Bana gülünç bir şekilde baktı. “Quil yaşlanmayacak,” diye hatırlattı bana, ses tonunda
    dokundurma vardı. “Sadece birkaç on yıl kadar sabretmek zorunda.”
    “Ben...ne söyleyeceğimi bilmiyorum.”
    Yargılamamak için kendimi zor tutuyordum ama aslında dehşete düşmüştüm. Kurt adamların
    kendilerini cinayet işlemeye adamadıklarını öğrendiğim o günden beri ilk defa onlar hakkındeki
    bir şey beni rahatsız etmişti.
    “Yargılıyorsun ama,” diye suçladı . “Bunu yüzünde görebiliyorum.”
    “Üzgünüm,” diye mırıldandım. “Fakat bu söylediklerin çok rahatsız edici.”
    “Sandığın gibi değil; tamamen yanlış anladın,” Jacob aniden arkadaşını hararetle savunmaya
    başladı. Nasıl bir şey olduğunu onun gözlerinde gördüm. Bunda romantik bir durum söz
    konusu değil, Quil için de öyle bir şey değil zaten.” Derin bir nefes aldı, sinirlenmişti. “Bunu
    açıklaması çok zor. Bu gerçekten ilk görüşte aşk gibi değil. Daha çok... yer çekimi gibi. O
    kişiyi görünce aniden dünya sanki seni tutmayı bırakmış gibi oluyor. Artık o kişi senin eksenin
    oluyor. Ve ondan başka hiçbir şey önemli olmuyor. Onun için her şeyi yapabilir, herkes
    olabiliyorsun... Onun ihtiyacı olduğu herkese dönüşüyorsun, bazen bir koruyucu, bazen bir
    aşık, ya da arkadaş belki de bir ağabey.
    “Quil bir çocuğun sahip olabileceği en iyi ağabey olacak. Dünya üzerinde onun kadar dikkatle
    bakılmış bir çocuk olmayacak. Ve sonra o büyüdüğünde bir arkadaşa ihtiyaç duyacak, o zaman
    da onun tanıdığı ve bildiği en güvenilir, en dürüst insana dönüşecek. Nihayet yetişkin biri
    olduğundaysa Emily ve Sam kadar mutlu olacaklar.” Sam’den bahsederken tuhaf ve acı bir
    tonda söylemişti bunları.
    “Claire’in seçim şansı olmayacak mı?”
    “Tabii ki. Ama neden onu seçmesinki en sonunda? Onun için mükemmel bir insan olacak.
    Sadece onun için dizayn edildi neticede.”
    Bir süre sessizce yürüdük, ta ki ben ben durup bir taşı okyanusa fırlatana kadar. Sahilden
    sadece birkaç metre öteye gitmişti taş. Jacob bana güldü.
    “Hepimiz korkunç şekilde güçlü olamayız,” diye homurdandım.
    Derin bir nefes aldı.
    “Bunun sana ne zaman olacağını düşünüyorsun?” diye sessizce sordum.
    Duygusuz bir şekilde hemen cevap verdi. “Asla.”
    “Bu senin kontrol edebileceğin türde bir şey değil, yanılıyor muyum?”
    Bir süre sessiz kaldı. Farkında olmadan yavaşlamıştık, neredeyse durmuştuk.
    “Öyle olmalı,” diye kabul etti. “Ama önce o kişiyi görmek zorundayım – yani benim için
    önemli olacak olan kişiyi.”
    “Ve onu hala görmediysen, o zaman öyle biri yok öyle mi?” Şüpheyle sordum. “Jacob, dünyayı
    çok da fazla görmedin – hatta benden bile az gördün.”
    “Hayır, görmedim,” dedi alçak bir sesle. Acı dolu gözlerle yüzüme baktı. “Ama başka kimseyi
    görmeyeceğim Bella. Sadece sen. Gözlerimi kapayıp başka bir şey görmeye çalışsam bile seni
    görüyorum. Quil ve Embry’e sor. Bu onları deli ediyor.”
    Gözlerimi taşlara çevirdim.
    Artık yürümüyorduk. Etraftaki tek ses dalgaların kayalara vurma sesiydi. Yağmurun sesi artık
    duyulmuyordu.
    “Belki eve gitsem daha iyi olacak,” diye fısıldadım.
    “Hayır!” diye itiraz etti, bunu söylememe şaşırmıştı.
    Ona tekrar baktım, gözlerinde endişe vardı.
    “Bütün gün boşsun değil mi? Kan emiciler hala eve gelmemiştir.”
    Ona ters bir bakış attım.
    “Bunu bilerek söylemedim,” dedi hemen.
    “Evet bütün bir gün. Ama Jake...”
    Elini havaya kaldırdı. “Üzgünüm,” dedi özür dilercesine. “Bir daha öyle olmayacağım. Sadece
    Jacob olacağım.”
    İç geçirdim. “Fakat böyle düşünüyorsan...”
    “Benim için endişelenme,” diye ısrar etti ve hemen yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi.
    “Ne yaptığımı biliyorum. Sadece seni üzdüysem söyle.”
    “Bilmiyorum...”
    “Hadi ama Bella. Eve gidelim ve motorlara binelim. Eğer sürmeye devam etmek istiyorsan
    devamlı olarak yapmalısın.”
    “Buna iznim olduğunu sanmıyorum.”
    “Kim tarafından? Charlie’den mi yoksa o kan – yani onun tarafından mı?”
    “Her ikisi de.”
    Jacob benim gülümseyişime karşılık verdi, aniden özlediğim tatlı ve sıcak Jacob’a dönüşmüştü.
    Gülümsememe engel olamadım.
    Yağmur hafiflemiş, yerini sise bırakmıştı.
    “Kimseye söylemem,” diyerek söz verdi.
    “Sadece bütün arkadaşlarına.”
    Ağırbaşlı şekilde başını salladı ve sağ elini havaya kaldırdı. “Düşünmeyeceğime söz
    veriyorum.”
    Güldüm. “Eğer yaralanırsam bu hata yaptım demektir.”
    “Sen nasıl dersen.”
    “Motorlarımıza bindik ve La Push’un çevresindeki yolda yağmur yolları çamura çevirene kadar
    sürdük. Jacob yemek yemezse bayılacağını söylemesi üzerine eve geri döndük. Eve
    geldiğimizde Billy bize selam verdi, sanki benim aniden orta çıkışım arkadaşımla günümü
    geçirmek istememden başka bir anlama gelmiyor gibiydi. Jacob’ın hazırladığı sandiviçleri
    yedikten sonra garaja gittik ve motorları temizlemesine yardım ettim. Buraya aylardır
    gelmiyordum – Edward döndüğünden beri – ama bunun önemi yok gibiydi. Sadece garajda bir
    başka akşamdı.
    “Bu iyi işte,” alışveriş çantasından sıcak gazozu uzattığında bu yorumu yaptım. “Burayı
    özlemişim.”
    Gülümsedi, plastik garaja ve kafamızın üstünde bulunan civatalara bir göz attı. “Evet, bunu
    anlıyorum. Hindistan’a seyahat etme çilesi olmadan Tac Mahal’in ihtişamı karşımızda
    duruyor.”
    “Washington’un küçük Tac Mahal’ine,” gazoz kutumu tokuşturmak için havaya kaldırdım.
    Kutusunu benimkine vurdu.
    “Son sevgililer gününü anımsıyor musun? Sanırım seni burada en son o zaman görmüştüm – o
    zaman her şey daha... normaldi.”
    Güldüm. “Tabii ki hatırlıyorum. Hayatım boyunca köle olmaya karşılık bir kutu üstünde yazılar
    yazan kalplerden almıştım. Bu kolay kolay unutulacak bir şey değil.”
    Benimle birlikte güldü. “Haklısın. Kölelik demek. Daha iyi bir şeyler düşünmek zorundayım.”
    Sonra da derin bir nefes verdi. “Yıllar önce gibi sanki. Bir başka döneme ait gibi.Mutlu
    zamanlara.”
    Ona katılmıyordum. Ben şu anda mutlu zamanımdaydım. Fakat karanlık dönemlerimden ne
    kadar çok şeyi özlediğimi fark etmek beni şaşırtmıştı. Açıklıktan kasvetli ormana doğru
    baktım. Yağmur tekrar başlamıştı ama Jacob’ın yanında otururken garajın içi sıcaktı. O bir fırın
    kadar iyi ısıtıyordu.
    Parmakları elime değdi. “Bazı şeyler değişti.”
    “Evet,” dedim ve motorsikletimin arka tekerine uzanıp vurdum. “Charlie eskiden beni severdi.
    Umarım Billy bugün hakkında ona hiçbir şey anlatmaz...” Dudaklarımı ısırdım.
    “Anlatmayacak. O bazı şeyleri Charlie’nin yaptığı şekilde yapmıyor. Bu arada senden
    motorsikleti kullanarak yaptığım o aptal hareket için özür dilemedim. Seni Charlie’ye
    ispiyonladığım için gerçekten üzgünüm. Keşke hiç yapmasaydım. “
    Gözlerimi devirdim. “Ben de.”
    “Gerçekten, gerçekten çok üzgünüm.”
    Bana umutla baktı, ıslak ve dağanık saçları özür dileyen yüzünün her yanından etrafa saçılmıştı.
    “Ah pekala! Affedildin.”
    “Teşekkürler Bells!”
    Bir süre birbirimize gülümsedik ama sonra yüzü birden bire düşünceli bir hal aldı.
    “Motoru getirdiğim o gün... sana bir şey sormak istiyordum,” dedi yavaşça. “Aslında...sormak
    istemiyordum.”
    Oldukça sakindim – gerilime karşı verdiğim bir tepkiydi sadece. Edward’dan aldığım bir huydu
    bu.
    “Sadece bana kızdığın için mi inat ediyordun yoksa ciddi miydin?” diye fısıldadı.
    “Hangi konuda?” diye fısıldayarak cevap verdim, neden bahsettiğinden emin değildim.
    Bana kızgınca baktı. “Biliyorsun işte. Bana buna karışmama mı söylemiştin... seni – seni
    ısırmasına?” Son kısmında gözle görülür şekilde ürkmüştü.
    “Jack...” Daha fazla konuşamadım.
    Gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. “Ciddi miydin?”
    “Evet,” dedim usulca.
    Jacob derin ve yavaş bir nefes daha aldı. “Sanırım biliyordum.”
    Yüzüne baktım, gözlerini açana kadar bekledim.
    “Bunun ne anlama geleceğini biliyorsun?” Israrla sordu. “Bunu anlıyorsun değil mi? Anlaşmayı
    bozduklarında ne olacağını yani?”
    “Önce buradan gideceğiz,” dedim alçak sesle.
    Aniden gözlerini açtı, kara gözleri öfke ve acıyla doluydu. “Anlaşmanın coğrafi kısıtlaması
    yoktu Bella. Büyük büyük babalarımız sadece Cullenlar bir insana zarar vermeyeceği şartıyla
    anlaşmışlardı. Asla birini öldürmeyip, dönüştürmeyeceklerdi. Eğer sözlerinden dönerlerse bu
    anlaşmanın önemi kalmaz ve diğer vampirlerden hiç bir farkları kalmaz. Bu kural bir kere
    bozuldu mu bizler onları tekrar – “
    “Fakat Jake siz zaten anlaşmayı çoktan bozmadınız mı?” diye sordum, ümitsizdim.
    “Anlaşmanın bir kısmı da insanlara vampirlerden bahsetmemek değil miydi? Ve sen bana
    anlattın. Yani anlaşma zaten tartışmalı bir durumda değil mi?”
    Jacob bunu ona hatırlatmamdan pek hoşlanmamıştı; gözlerindeki acı gareze dönüşmüştü.
    “Evet, anlaşmayı bozdum – inanadığım bir şey için.Ve eminim bundan haberdardırlar.” Benim
    utanç dolu bakışlarımı görmezden gelerek alnıma doğru baktı. “Fakat bu onlara avantaj falan
    vermez. Bir hatayı başka bir hata telafi edemez. Yaptığım şeye karşılık yapabilecekleri tek bir
    şey var. O da anlaşmayı bozarsalarsa yapacağımız şeyle aynı; saldırmak. Savaşı başlatmak.”
    Bunu öylesine kaçınılmaz bir şeymiş gibi söylemişti ki ürperdim.
    “Jake böyle olmak zorunda değil.”
    Dişleri birbirine kenetlenmişti. “Böyle olmalı.”
    Bu söylediklerinden sonra bir süre sessizce oturduk.
    “Beni affetmen hiç mümkün olacak mı Jacob?” diye fısıldadım. Bu sözleri söyler söylemez hiç
    söylememiş olmayı diledim. Onun cevabını duymak istemiyordum.
    “Bir daha Bella olmayacaksın,” dedi. “Benim arkadaşım olmayacaksın. Affedecek kimse de
    olmayacak.”
    “Bu bir hayır gibi geldi bana,” diye fısıldadım.
    Birbirimizin yüzüne sanki sonsuz bir süre boyunca baktık.
    “Öyleyse bu bir elveda Jake?”
    Gözlerini kırpıştırdı hızla, yüzündeki öfke dolu ifade ansızın yok oldu. “Neden? Hala birkaç
    yılımız var. Zamanımız tükenene kadar arkadaş kalamaz mıyız?”
    “Yıllar mı? Hayır Jake yıllar yok.” Başımı salladım ve sonrada soğuk bir şekilde gülümsedim.
    “Haftalar daha doğru olur.”
    Onun tepki vermesini beklemiyordum.
    Aniden ayağa kalktı ve elindeki gazozu tek hamlede parçaladı. Gazoz benim üzerim de dahil
    her yere saçıldı.
    “Jake!” diye mızmızlanmıştım ki tüm vücudunun titrediğini görerek sustum. Bana vahşice
    baktı, göğsünden bir hırıltı yükseldi.
    Donup kalmıştım, o kadar şaşırmıştım ki hareket etmek aklıma gelmemişti.
    Titreme bütün vücudunu sardı, tamamen titreşiyorduk artık. Şekli flu bir görüntü almıştı...
    Ve sonra Jacob dişlerini gıcırdattı ve hırıltı sona erdi. Gözlerini kısmış büyük bir konsantrasyon
    içerisinde bana bakıyordu; titremesi sadece ellerinde kalana kadar yavaşladı.
    “Haftalar,” dedi buz gibi bir tonda Jacob.
    Cevap veremiyordum; hala korkudan donmuş bakıyordum.
    Gözlerini açtı, içlerinde öfkenin çok ötesinde bir şeyler vardı.
    “Senin sadece birkaç hafta içerisinde iğrenç bir kan emiciye mi dönüştürecek o!” dişlerinin
    arasından tıslarcasına söylemişti bunu.
    Sözlerine alınamayacak kadar şaşırmıştım, sadece sessizce başımı salladım.
    Kahverengimsi derisinin altında yüzü yeşile dönmüştü.
    “Tabii ki Jake,” diye fısıldadım uzun bir sessizlikten sonra. “O on yedi yaşında Jacob. Bense
    her geçen gün ondokuz yaşıma yaklaşıyorum. Ayrıca beklemenin ne manası var? Tek istediğim
    o. Başka ne yapabilirim?”
    Aslında bu, cevap beklediğim bir soru değildi, sadece vurgulamak için söylemiştim.
    Zehir gibi sözler ağzından döküldü. “Başka her şeyi. Ölmen bile daha iyi. Bunu tercih
    ederdim.”
    Sanki bana tokat atmış gibi geriye doğru çekildim. Bu bir tokattan daha çok acıtmıştı.
    Ve sonra bu acı beni kendime getirdi, öfkem bir anda ortaya çıktı.
    “Belki daha şansın yaver gider,” dedim soğuk bir şekilde, ayaklarım birbine dolandı. “Belki de
    dönüş yolunda bana bir kamyon çarpar.”
    Motorsikletimi bindim ve yağmura doğru itmeye başladım. Onun yanından geçip giderken
    hareket etmedi. Çamurlu yola geldiğim an pedala var gücümle bastım. Tekerleğin arkasından
    çamur şelalesi fışkırmıştı, onun üzerine geldiğini umdum.
    Cullenlar’ın evlerine gidene kadar sırılsıklam olmuştum. Yolu yarıladığımda yağmurdan ve
    soğuktan dolayı titremeye başlamıştım bile.
    Motorsiklet Washington için fazla kullanışsızdı. Elime geçen ilk fırsatta bu aptal şeyi
    satacaktım.
    Cullenlar’ın devasa garajına doğru giderken Alice’in beni orada Porsche’un motor kapağı
    üzerine oturmuş beklediğini görmek beni hiç şaşırtmamıştı. Parlak sarı kaplamaya vurdu Alice.
    “Kullanmaya fırsatım bile olmadı.” İç geçirdi.
    “Üzgünüm.” Dişlerimin arasından söylemiştim bunu.
    “Sanki duş yapmış gibi görünüyorsun,” dedi düşünmeden, arabadan zıplayıp inmişti.
    “Evet.”
    Dudak büktü, ifademden olanları anlamaya çalıştı. “ Konuşmak ister misin?”
    “Hayır.”
    Kabul edercesine başını salladı, ama gözlerinden meraktan öldüğünü görebiliyordum.
    “Bu gece Olympia’ya gitmek ister misin?”
    “İstemiyorum. Eve gidemez miyim?”
    Yüzünü buruşturdu.
    “Boş ver Alice,” dedim. “Eğer her şeyi senin için kolaylaştıracaksa kalacağım.”
    “Teşekkürler” dedi rahatlamış biçimde.
    O gece erkenden yatmaya gittim. Uyandığımda hala hava karanlıktı. Sersem durumdaydım ama
    hala sabah olmadığının bilincindeydim. Gözlerimi kapadım ve yatakta bir o yana bir bu yana
    döndüm. Bu hareketin beni yataktan yere düşüreceğini fark etmem birkaç saniye aldı. Yattığım
    yer fazla rahattı.
    Diğer tarafa döndüm ve dışarıya baktım. Bugün dünden daha da karanlıktı, bulutlar ayın
    ışığının gelmesini engelleyecek kadar yoğundu.
    “Üzgünüm,” diye mırıldandı, sesi odanın karanlık kısmından geliyordu. “Seni uyandırmak
    istememiştim.”
    Gerilmiştim, öfkelenmesini bekliyordum ama havada sadece sessizlik ve hoşul vardı, bir de
    onun nefesinin ayrıksı kokusu; ayrıldığımız zamalarda ağzımda acı bir tat bırakıyordu, bu öyle
    bir şeydi ki o tat ağzımdan gidene kadar varlığını hissetmiyordum.
    Aramızda hiç bir gerilim yoktu. Bu durgunluk çok dingindi – bu fırtına öncesi sessizlik değildi
    ama fırtına tarafından el değmemiş bir gece gibiydi.
    Ve ona kızgın olmam gerektiğini umursamıyordum. Ona doğru uzandım ve karanlıkta elini
    buldum, onu kendime doğru çektim. Kolları beni sardı, göğsüne sımsıkı yapıştırdı beni.
    Dudaklarım onun üzerinde geziniyordu, onun boynunu çenesini ve en sonunda dudaklarını
    buldu.
    Edward hafifçe öptü ve sonra da gülmeye başladı.
    “Kendimi kızgın boz ayının öfkesiyle yüzleşmek üzere hazırlamıştım ama elime geçene bir bak?
    Seni daha sık öfkelendirmeliyim.”
    “Bunun için bana bir dakika ver,” diye dalga geçtim ve onu tekrar öptüm.
    “Seni istediğin kadar beklerim,” diye fısıldadı arada. Parmaklarını saçlarımın arasında
    gezdiriyordu.
    Nefesim düzensiz bir hal almıştı. “Belki de sabaha kadar.”
    “Ne zaman istersen.”
    “Eve hoş geldin,” dedim, soğuk dudakları çenemin altına inmişti. “Geri döndüğüne çok
    sevindim.”
    “Bu iyi bir şey.”
    “Hmm,” diye hoşnut şekilde onayladım, kollarımı onun boynuna daha da sıkı şekilde doladım.
    Eli dirseğimden koluma doğru kaydı, oradan göğsüme ve belime uzandı, hafifçe kalçama
    değdikten sonra bacaklarıma indi en sonunda da dizime ulaştı. Orada durdu ve sonra da elini
    baldırıma doğru kaydırdı. Aniden bacağımı kaldırdi ve beline doğru sardı.
    Nefes almayı kesmiştim. Bu pek de yaptığı bir şey değildi. Buz gibi ellerine rağmen aniden
    sıcak hissetmiştim. Dudakları boynumun girintilerinde geziniyordu.
    “Düşüncesizce öfkelendirmek istemem ama yatakta hoşlanmadığın şey neydi?”
    Cevap vermeden önce yani sorduğu şeyi anlamaya çalışırken diğer tarafa doğru yuvarlandı ve
    beni de üstüne doğru çekti. Yüzümü elleri arasına aldı, yana doğru çevirdi ve böylece
    boğazıma erişebilecekti. Nefesim gürültülü bir hal almıştı – bu neredeyse utanç verici olsa da
    umrumda değildi.
    “Yatak diyorum?” diye tekrar sordu. “Bence oldukça hoş.”
    “Bu çok gereksiz,” nefesimi kontrol etmeye çalıştım.
    Yüzümü kendininkine yaklaştırdı ve dudaklarım onunkini sarmaladı. Bu defa yavaşça diğer
    tarafa doğru yuvarlandı artık üzerimdeydi. Kendini tutuyordu bu yüzden ağırlığını
    hissetmiyordum ama mermer kadar soğuk bedeninin benimkine bastırıyordu. Kalbim o kadar
    gürültüyle çarpıyordu ki kahkaha attığını duymamıştım bile.
    “Bu oldukça kuşku uyandırıcı,” diye itiraz etti. “Bu yaptıklarımız koltukta bir hayli zor
    olabilirdi.”
    Buz gibi soğuk dili hafifçe dudaklarıma değdi.
    Başım dönüyordu – hava sanki bana fazla geliyordu.
    “Fikrini mi değiştirdin?” diye nefes nefese sordum. Belki de o çok dikkatli olduğu kurallarını
    yeniden gözden geçirmişti. Belki de bu yatak tahmin ettiğimden daha da önemliydi. Cevabını
    beklerken kalbim endişeyle çarptı.
    Edward derin bir nefes verdi, diğer tarafa doğru yuvarlandı artık ikimiz de kendi tarafımızda
    duruyorduk.
    “Komik olma Bella,” dedi, sesinde onaylamayan bir ifade vardı – belli ki ne demek istediğimi
    anlamıştı. “Sadece yatağın yararlarını sana göstermeye çalışıyordum. Kendini kaptırma
    hemen.”
    “Çok geç,” diye mırıldandım. “Ve yataktan hoşlandım,” diye ekledim.
    “İyi.” Alnımdan öperken sesinden gülümsediğini anlamıştım. “Ben de hoşlandım.”
    “Fakat yine de gereksiz olduğunu düşünüyorum,” diye devam ettim. “Eğer kendimizi
    kaptırmayacaksak anlamı ne peki?”
    Tekrar iç geçirdi. “Belki de bunu yüzüncü defa söylüyorum Bella – bu çok tehlikeli.”
    “Tehlikeden hoşlanırım ama,” diye üsteledim.
    “Biliyorum.” Sesindeki kinayeyi fark etmiştim ve garajdaki motorsikleti gördüğünü anladım.
    “Sana neyin tehlikeli olduğunu söyliyeyim,” bunu yeni bir konuya geçmeden önce hızlıca
    söyledim. “Bu anların birinde yanacağım ve sen kendini suçlayacaksın.”
    Beni kendinden uzaklaştırmak için itmeye başladı.
    “Ne yapıyorsun?” diye ısrar edip, ona sıkıca sarıldım.
    “Seni yanmaktan koruyorum. Eğer bu kadarı sana zor geliyorsa...”
    “Üstesinden gelebilirim,” diye itiraz ettim.
    Kollarımın onu değil de kendimi sarmasına neden oldu.
    “Sana yanlış bir izlenim bıraktıysam üzgünüm,” dedi. “Seni mutsuz etmek için yapmamıştım
    bunu. Bu hoş olmazdı.”
    “Aslını istersen bu oldukça hoştu.”
    Derin bir nefes aldı. “Yorulmadın mu? Uyandırmamalıydım seni.”
    “Hayır, yorulmadım. Eğer bana yeniden yanlış bir izlenim vermek istersen bunun hiçbir
    mahsuru olmaz.”
    “Bu muhtemelen kötü bir fikir. Kendini kaptıran tek kişi sen değilsin.”
    “Evet, öyleyim,” diye homurdandım.
    Güldü. “Hiçbir fikrin yok, Bella. Bu kadar istekli olman kendimi kontrol etmemi daha da
    zorlaştırıyor.”
    “Bunun için özür dilemeye hiç niyetim yok.”
    “Ben özür dileyebilir miyim?”
    “Neden?”
    “Bana kızgındın, hatırlarsan?”
    “Ah, evet.”
    “Üzgünüm. Hatalıydım. Seni burada güvenli bir şekilde tutmak kolay olandı.” Kolları beni
    sıkıca sardı. “Seni ne zaman bırakıp gitsem fazlaca endişeleniyorum. Bir daha bu kadar ileri
    gideceğimi sanmıyorum. Buna değmezdi.”
    Gülümsedim. “Hiç dağ aslanı bulabildin mi?”
    “Evet aslında buldum. Hala endişelendiğime değmediğini düşünüyorum. Alice’in seni rehin
    alması için de üzgünüm. Bu kötü bir fikirdi.”
    “Evet,” diye onayladım onu.
    “Bunu bir daha yapmayacağım.”
    “Tamam,” dedim hemen. Affedilmişti bile. “Fakat pijama partisi olumlu yanlarından biriydi...”
    Onu kendime yaklaştırdım ve dudaklarımı köprücük kemiğinin oluşturduğu boşluğa bastırdım.
    “Beni istediğin zaman rehin alabilirsin.”
    “Mmm,” diye inledi. “Öyleyse buna devam edebilirim.”
    “Öyleyse şimdi benim sıram geldi?”
    “Benim sıram derken?” kafası karışmıştı.
    “Özür dilemek için.”
    “Ne için özür dileyeceksin?”
    “Bana kızgın değil misin?” diye safça sordum.
    “Hayır.”
    Gerçekten kızgın değilmiş gibi gelmişti.
    Kaşlarımı çatmıştım. “Eve geldiğinde Alice’i görmedin mi?”
    “Evet – neden?”
    “Verdiğin Porsche’u ondan geri almayacak mısın?”
    “Tabii ki hayır, o bir hediyeydi.”
    Onun yüzündeki ifadeyi görmek istedim. Sanki onu aşağılamışım gibi cevap vermişti.
    “Ne yaptığımı bilmek istemiyor musun?” diye sordum, onun bu ilgisizliği karşısında kafam
    karışmaya başlamıştı.
    Omuz silktiğini hissettim. “Yaptığın her şey ilgimi çekecek – fakat istemediğin sürece bana
    söylemek zorunda değilsin.”
    “Ama ben La Push’a gittim.”
    “Biliyorum.”
    “Ve okulu astım.”
    “Ben de öyle.”
    Sesin geldiği yöne doğru baktım ve parmaklarımı yüzünde gezdirdim nasıl bir havada olduğunu
    anlamaya çalışıyordum.
    “Tüm bu anlayış da nereden geliyor?” diye sordum.
    İç geçirdi.
    “Senin haklı olduğuna karar verdim. Benim sorunum daha önce... kurt adamlara duyduğum ön
    yargıdan başka bir şey değildi. Bundan sonra daha mantıklı olacağım ve senin yargılarına
    güveneceğim. Eğer sen güvenli diyorsan öyleyse sana inanacağım.”
    “Vaay.”
    “Ve ... daha da önemlisi... bunun ilişkimizi zedelemesine izin vermeye hiç niyetim yok.”
    Tamamen memnun bir şekilde başımı onun göğsüne yasladım ve gözlerimi kapattım.
    “Pekala,” dedi kayıtsız bir biçimde. “Yakınlarda tekrar La Push’a gitmek için plan yapmış
    mıydın?”
    Cevap vermedim. Onun bu sorusu Jacob’ın söylediklerini tekrar hatırlatmıştı ve boğazımda bir
    şeyler düğümlendi aniden.
    Benim sessizliğimi ve vücudumdaki gerilimi yanlış yorumladı.
    “Böylece ben de kendi planlarımı yapabilirim,” diye açıkladı hemen. “Buralarda durup seni
    beklediğimi düşünerek geri gelmek için acele etmeni istemem.”
    “Hayır,” dedim, sesim kendime bile tuhaf gelmişti. “Tekrar ziyaret etmek gibi bir planım yok.”
    “Bunu benim için yapmana gerek yok.”
    “Orada bir daha hoş karşılanacağımı hiç sanmıyorum,” diye fısıldadım.
    “Birisinin kedisini mi ezdin yoksa?” diye tatlı şekilde sordu. Beni anlatmam için zorlamak
    istemediğini biliyordum ama kelimelerinin ötesinde nasıl merak ettiğini anlayabiliyordum.
    “Hayır.” Derin bir nefes aldım ve hızlıca açıkladım. “Jacob’ın bunu anlayacağını sanmıştım....
    Onu bu kadar şaşırtacağını hiç düşünmemiştim.”
    Ben tereddüt ettiğimde Edward da bekledi.
    “Bu kadar... erken olmasını beklemiyordu.”
    “Ya,” dedi Edward hızlıca.
    “Benim ölmemi tercih edeceğini söyledi.” Ölüm kelimesinde sesim titremişti.
    Edward bir süre fazlaca sakin durdu, görmemi istemediği tepkisini saklamak istiyordu.
    Sonra beni göğsüne bastırdı. “Çok üzgünüm.”
    “Memnun olacağını düşünmüştüm,” diye fısıldadım.
    “Seni üzen bir şeye nasıl memnun olabilirim?” diye mırıldandı. “Bunun imkanı yok.”
    Derin bir nefes aldım, rahatlamıştım ve vücudumu onun bedeninin şeklini almıştı. Fakat o
    tekrar hareketsiz yatmaya başlamışdı, gergindi.
    “Ne oldu?” diye sordum.
    “Hiç.”
    “Bana söyleyebilirsin.”
    Bir süre durdu. “Bu seni kızdırabilir.”
    “Gene de bilmek istiyorum.”
    İç geçirdi. “Bunu sana söylediği için onu öldürebilirdim. Bunu istiyorum.”
    İsteksizce güldüm. “Sanırım kendini bu kadar iyi hakim olabilmen iyi bir şey.”
    “Bunu gizlice yapabilirdim.” Sesi oldukça düşünceliydi.
    “Eğer kontrolünü kaybedip prensiplerinden vazgeçeceksen sanırım bunun için daha iyi bir yer
    düşünebilirim.” Onun yüzüne doğru uzanıp öpmek için kendime doğru çektim. Kolları beni
    sıkıca sardı ve kendine doğru bastırdı.
    Derin bir soluk aldı. “Her zaman sorumluluk sahibi olan ben mi olmak zorundayım?”
    Karanlıkta gülümsedim. “Hayır. Hadi birkaç dakikalığına ya da... saatliğine sorumluluğu bana
    ver.”
    “İyi geceler Bella.”
    “Bekle – sana sormak istediğim başka bir şey daha vardı.”
    “Nedir o?”
    “Dün gece Rosalie ile konuşuyordum... “
    Vücudu tekrar gerilmişti. “Evet. Ben geldiğimde o da bunu düşünüyordu. Sana düşünecek bir
    sürü şey verdi değil mi?”
    Sesi endişeliydi ve onun Rosalie’nin insan kalmam konusunda öne sürdüğü şeyler hakkında
    konuşmak istediğimi sandığını fark ettim. Fakat ben daha farklı bir şeyle ilgileniyordum.
    “O bana biraz... senin ve ailenin Denali’de geçirdiğiniz zamandan bahsetti.”
    Kısa bir duraklama oldu;bu başlangıç onu şaşırtmıştı. “Evet?”
    “O bana bir grup vampir kızdan ve senden bahsetti.”
    Cevap vermedi, fakat uzunca bir süre cevap vermesini bekledim.
    “Bunun için endişelenme,” dedim, sessizlik artık rahatsız edici olduğundan konuşma gereği
    hissetmiştim. “O bana hiç... ilgi göstermediğini söyledi. Fakat ben merak ettim acaba onlardan
    biri gösterdi mi diye. Yani ilgilendiğini, demek istedim.”
    Tekrar hiçbir şey söylemedi.
    “Hangisi?” diye sordum, sesimi kayıtsız tutmaya çaışmıştım ve pek başaramamıştım. “Ya da
    birden fazla mı?”
    Cevap yoktu. Onun yüzünü görebilmeyi istedim böylece bu sessizliğin ne anlama geldiğini
    anlayabilirdim.
    “Alice bana söyler,” dedim. “Gidip ona soracağım şimdi.”
    Kolu daha sıkı sardı; bir milim olsun hareket edemiyordum.
    “Geç oldu,” dedi. Sesinde farklı bir şeyler vardı. Endişeli gibiydi belki de utanmıştı. “Ayrıca
    Alice dışarı çıktı...”
    “Bu kötü,” diye tahmin ettim. “Bu çok kötü değil mi?” Endişelenmeye başlamıştım, kalbim deli
    gibi çarpıyordu çünkü ölümsüz rakiplerimi hayal etmeye çalışıyordum.
    “Sakin ol Bella,” dedi, ve burnumun ucundan öptü. “Komik oluyorsun.”
    “Ben mi? Öyleyse neden anlatmıyorsun?”
    “Çünkü anlatacak bir şey yok. Hem bunu abartıyorsun.”
    “Hangisini?” diye ısrar ettim.
    Derin bir nefes aldı. “Tanya biraz ilgi göstermişti.Ona kibarca, bir beyefendi gibi davrandım ve
    onun ilgisine karşılık veremeyeceğimi söyledim. Bu da hikayenin sonu.”
    Sesime elimden geldiğince hakim olmaya çalıştım. “Biraz daha anlat – şu Tanya’nın nasıl biri
    olduğundan bahsetsene?”
    “Geri kalanımız gibiydi – beyaz teni, altın rengi gözleri vardı,” hızlıca cevap verdi.
    “Ve tabii ki olağanüstü şekilde güzeldi.”
    Omuz silktiğini hissettim.
    “Bir insanın gözünden öyle,” dedi umarsızca. “Biliyor musun?”
    “Neyi?” Sesim oldukça aksi şekilde çıkmıştı.
    Dudaklarını sağ kulağıma doğru yaklaştırdı; soğuk nefesi beni gıdıklamıştı. “Ben esmerleri
    tercih ederim.”
    “O bir sarışındı. Şimdi anlaşıldı.”
    “Alev sarısıydı saçları – pek benim tipim değildi.”
    Dudakları yanaklarımdan boynuma doğru kayıp yukarı doğru çıkarken düşünmeye çalıştım.
    Ben konuşmadan önce üç defa daire çizmişti.
    “Sanırım bu açıklama yeterli,” diye karar verdim.
    “Mmm,” diye inledi tenimi öperken. “Kıskandığında çok tatlı oluyorsun. Şaşırtıcı şekilde
    eğlenceli hatta.”
    Karanlıkta suratımı astım.
    “Çok geç oldu,” dedi tekrar, mırıldanarak. Sesi neredeyse duyulmayacak şekildeydi ve ipek
    gibiydi. “Uyu, benim Bella’m. Güzel rüyalar gör. Kalbimde olacak tek kişi sen olacaksın.
    Kalbim de her zaman senin olacak. Uyu benim tatlı aşkım.”
    Ninni söylemeye başlamıştı ve buna yenilmem sadece an meselesiydi bu yüzden gözlerimi
    kapadım ve göğsüne biraz daha sokuldum.

      Forum Saati Paz Mayıs 19, 2024 6:05 am