Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Eclipse 15.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Eclipse 15.Bölüm Empty Eclipse 15.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Salı Kas. 16, 2010 10:12 am

    Bir dakika boyunca gözlerimi ondan ayırmadan baktım, nutkum tutulmuştu. Ona söyleyecek
    hiçbir şey bulamıyordum.
    Yüzümdeki şaşkın ifadeyi seyrederken onun yüzüne bir ciddeyet hakim olmuştu.
    “Tamam,” dedi, gülümseyerek. “Hepsi bu.”
    “Jake –” boğazımda sanki büyük bir yumru varmış gibi hissettim. Boğazımı temizlemeye
    çalıştım. “Yapamam – yani yapmam…gitmeliyim.”
    Arkamı döndüm, ama beni omuzlarımdan yakaladı ve etrafımda döndürdü.
    “Hayır, bekle. Biliyorum Bella. Ama bak, bana cevap ver, tamam mı? Gitmemi ve bir daha seni
    görmememi mi istiyorsun? Dürüst ol.”
    Sorduğu soruya konsantre olmam zordu, cevap vermem bir dakikamı aldı. “Hayır bunu
    istemiyorum,” diyebildim en sonunda.
    Jacob tekrar gülümsedi. “Anlıyorum.”
    “Fakat çevremde olmanı istememin sebebi seninkiyle aynı değil,” diye itiraz ettim.
    “Neden çevrende olmamı istiyorsun anlat bana .”
    Dikkatlice düşündüm. “Sen olmadığında seni özlüyorum. Sen mutlu olduğunda,” bunu
    dikkatlice söylemiştim, “ben de mutlu oluyorum. Ama aynı şeyleri Charlie için de
    söyleyebilirim, Jacob. Sen ailedensin. Seni seviyorum ama sana aşık değilim.”
    Kaygısızca başını salladı. “Fakat benim etrafında olmamı istiyorsun.”
    “Evet.” İç geçirdim. Cesaretinin kırılması imkansızdı.
    “Öyleyse etrafında olmaya devam edeceğim.”
    “Ulaşılması zor şeylerden hoşlanıyorsun,” diye mırıldandım.
    “Evet.” Parmaklarının ucuyla sağ yanağıma bit fiske vurdu. Ben de uzaklaştırmak için eline
    vurdum.
    “Davranışlarına biraz da olsa çeki düzen vermeyi düşünüyor musun?” diye sordum, rahatsız
    olmuştum.
    “Hayır, düşünmüyorum. Sen karar ver, Bella. Beni olduğum gibi – kötü huylarımda dahil –
    kabul edersin ya da etmezsin.”
    Ona dik dik baktım, yılmıştım. “Bu çok acımasızca.”
    “Sen de öylesin.”
    Beni çekti ve ben de gönülsüzce geri adım attım. Haklıydı. Bu kadar acımasız olmasaydım – ve
    açgözlü tabii – ona artık arkadaş olmak istemediğimi ve gitmesini söylerdim. Onun canının
    acıtacağını bile bile arkadaş olmaya devam etmem yanlıştı. Burada ne yaptığımı bilmiyordum
    ama aniden bunun doğru olmadığına emin oldum.
    “Haklısın,” diye fısıldadım.
    Güldü. “Seni affediyordum. Sadece bana çok kızmamaya çalıştığın için. Çünkü vazgeçmemeye
    daha henüz karar verdim. Ümitsiz vakalarda karşı koyamadığım bir şeyler var.”
    “Jacob.” Onun karanlık gözlerine sertçe baktım, beni ciddiye almasını sağlamaya çalışıyordum.
    “Onu seviyorum Jack. O benim tüm yaşamım.”
    “Beni de seviyorsun,” diye hatırlattı. Karşı çıkmaya çalıştığımda elini kaldırdı. “Aynı şekilde
    değil, biliyorum. Ama o senin tüm yaşamın değil. Artık değil. Belki bir zamanlar öyleydi ama
    gitti. Ve şimdi yaptığı seçimin sonuçlarına katlanmak zorunda – yani bana.”
    Başımı hayretle salladım. “Katlanılmaz birisin.”
    Aniden ciddileşti. Çenemi avcunun arasına aldı, sıkıca tuttu böylece ondan kaçamayacaktım.
    “Kalbin atmayana kadar, Bella,” dedi. “Burada savaşmak için olacağım. Seçeneklerinin
    olduğunu unutma.”
    “Seçenekler istemiyorum,” itiraz ettim, çenemi onun avcundan kurtarmaya çalıştıysam da
    olmadı. “Ve kalp atışlarım sayılı artık, Jacob. Zaman neredeyse doldu.”
    Gözlerini kıstı. “Her şeye rağmen savaşacağım – üstelik şimdi daha da güçlü savaşacağım,”
    diye fısıldadı.
    Hala çenemi tutuyordu – parmakları sımsıkı tutuyordu – ve gözlerinde bir şeylerin
    hareketkendiğini gördüm.
    “Hay – ” itiraz etmeyi denedim ama artık çok geçti.
    Dudakları benimkilerine çarptı, itirazı yarıda kesilmişti. Beni öfkeyle, sertçe öptü. Beni
    öperken diğer eli kaçmamı imkansız hale getirmek için boynumu tutuyordu. Bütün gücümle
    onu itmeye çalıştıysam da fark etmedi bile. Öfkesine rağmen ağzı yumuşaktı, dudakları
    benimkilerini daha önce bilmediğim sıcak bir şekilde kavramıştı.
    Yüzünü tutup itmeye çalıştım ama başarısız oldum gene. Bu defa fark etmiş gibi görünüyordu
    ama bu onu daha da kızdırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Dudakları benimkilerini zorla
    aralamaya çalışıyordu, onun sıcak nefesini hissedebiliyordum.
    İçgüdülerimle hareket etmeye karar vermiştim, ellerimi indirdim ve karşı koymayı bıraktım.
    Gözlerimi açtım ve savaşmadım, hiçbir şey hissetmedim de… sadece durmasını bekledim.
    İşe yaradı. Öfkesi yok olmuştu, bana doğru baktı. Dudaklarını benim dudaklarıma hafifçe
    bastırdı, bir kere, iki kere… üç kere. Bense heykel gibi durdum ve onu bekledim.
    Sonunda yüzümü serbest bıraktı ve geriye çekildi.
    “Bitti mi?” İfadesiz bir şekilde sordum.
    “Evet,” dedi iç geçirerek. Gözlerini kapattı ve gülümsemeye başladı. Kolumu geriye doğru
    savurdum ve bütün gücümle ağzına bir yumruk geçirdim.
    Çatırtıya benzeyen bir ses duyuldu.
    “Ah! AAAH!” diyerek haykırdım, deli gibi yerimde zıpladım ve elimi göğsüme koyup eğildim.
    Kırılmıştı, bunu hissetmiştim.
    Jacob hayretle bana bakıyordu. “İyi misin?”
    “Hayır, lanet olsun! Sen elimi kırdın!”
    “Bella, sen elini kırdın. Şimdi etrafımda dans etmeyi kes ve bakmama izin ver.”
    “Dokunma bana! Eve gidiyorum ben!”
    “Arabamı alayım,” dedi sakince. Filmlerdeki gibi çenesini sıvazlamamıştı bile. Nasıl sinir bir
    durumdu.
    “Hayır, teşekkürler,” diyerek tısladım. “Yürümeyi tercih ederim.” Yola doğru döndüm.
    Sınırdan sadece birkaç mil uzaktaydım. Ondan uzaklaşır uzaklaşmaz Alice beni görürdü. Birini
    beni alması için yollardı o.
    “Hadi seni eve bırakmama izin ver,” diye ısrar etti Jacob. İnanılır gibi değildi, hala kolunu
    belime atacak cesareti vardı.
    Ondan uzaklaşmak için silkindim.
    “Pekala!” Dedim homurdanarak. “Hadi bakalım! Edward’ın sana yapacağını görmek için
    sabırsızlanıyorum! Umarım boynunu kırar, seni yüzsüz, iğrenç, gerizekalı KÖPEK!”
    Jacob gözlerini devirdi. Arabasının kapısını açtı ve binmeme yardım etti. Sürücü koltuğuna
    geçtiğinde ıslık çalıyordu.
    “Canını az da olsa acıtamadım değil mi?” Öfkeyle ve hayal kırıklığı içerisinde sormuştum.
    “Şaka mı yapıyorsun? Eğer çığlık atmaya başlamasaydın, bana vurmaya çalıştığını
    anlamayacaktım bile. Taştan falan yapılmış değilim ama o kadar da yumuşak değilim.”
    “Senden nefret ediyorum Jacob Black.”
    “Bu iyi işte. Nefret tutku dolu bir duydudur.”
    “Sana tutkuyu göstereceğim,” diye söylendim. “Tutku cinayetini neymiş göreceksin.”
    “Ah, hadi ama,” dedi, neşeyle tekrar ıslık çalmaya başladı. “Bir kayayı öpmekten daha
    eğlenceli olmalı.”
    “Yaklaşamadın bile,” dedim soğukça.
    Dudaklarını ısırdı. “Bunu söyleyebilirdin.”
    “Söylemezdim.”
    Bir anlığına bu onu rahatsız etti ama sonra hemen canlandı. “Sadece kızgınsın. Bu tip şeylerde
    hiç deneyimim yok ama oldukça inanılmaz olduğumu düşündüm.”
    “Iyy,” dedim inleyerek.
    “Bu gece bunun hakkında düşüneceksin. O senin uyuduğunu sanarken sen seçeneklerin
    hakkında düşünüyor olacaksın.”
    “Eğer bu gece seni düşünürsem bunun nedeni kabus görüyor olacağımdandır.”
    Yavaşça arabayı durdurdu, bana doğru dönüp karanlık ve iyice açtığı gözleriyle bana ciddi bir
    bakış attı. “Sadece nasıl olabileceğini düşün, Bella” sesi ısrarcıydı ama yumuşaktı. “Benim için
    hiçbir şeyi değiştirmek zorunda kalmazdın. Hem biliyorsun Charlie de beni seçersen mutlu
    olurdu. Senin vampirin kadar iyi koruyabilirim seni – daha iyi bile koruyabilirim. Ve seni mutlu
    ederdim, Bella. Onun veremeyeceği pek çok şeye sahibim. Bahse girerim sana zarar
    vereceğinden seni böyle öpememiştir. Sana asla, asla zarar vermezdim, Bella.”
    Yaralı olan elimi havaya kaldırdım.
    İç geçirdi. “Bu benim suçum değildi. Bunu bilmen gerekirdi.”
    “Jacob, onsuz mutlu olamam.”
    “Hiç denemedin,” diye itiraz etti. “O gittiğinde tüm enerjini onu beklemeye harcadın. Seni
    bıraksa mutlu olabilirdin. Benimle mutlu olabilirsin.”
    “Onun dışında kimseyle mutlu olmak istemiyorum,” dedim ısrarla.
    “Bana güvendiğin kadar asla ona güvenemeyeceksin. Seni bir kere terk etti, bunu tekrar
    yapabilir.”
    “Hayır, yapmayacak,” dedim dişlerimin arasından. Söylediklerinin hatırlattıkları canımı yaktı.
    Onun da canımı yakmak istedim. “Sen de beni terk ettin,” diye hatırlattım ona buz gibi bir
    sesle, benden saklanarak geçirdiği haftaları düşünüyordum, ormanda bana söylediklerini…
    “Asla yapmadım,” diye heyecanla karşı çıktı. “Sana anlatamayacağımı söylemişlerdi – eğer
    birlikte olacaksak bu senin için güvenli olmazdı. Ama seni asla terk etmedim, asla! Geceleri
    evinin çevresinde dolaşıyordum – tıpkı şimdi olduğu gibi. İyi olduğundan emin olmak için.”
    Artık benim hissettiğim gibi kötü hissetmesini istemiyordum.
    “Beni eve götür. Elim acıyor.”
    İç geçirdi ve yolu takip ederek normal hızda sürmeye başladı.
    “Bunu sadece bir düşün Bella.”
    “Hayır,” dedim inatla.
    “Düşüneceksin. Bu gece. Ve sen beni düşünürken ben de seni düşüneceğim.”
    “Dediğim gibi, kabus.”
    Bana dönüp gülümsedi. “Sen de beni öptün.”
    Hızla nefesimi verdim, düşünmeden ellerimi yumruk haline getirip sıkmaya çalıştığımda canım
    yandı ve inledim.
    “İyi misin?” Diye sordu.
    “Hayır, öpmedim.”
    “Sanırım farkı söyleyebilirim.”
    “Belli ki fark edemiyorsun – o bir karşılık veriş değildi, sadece seni başımdan savmaya
    çalışıyordum, seni salak.”
    Genzinden gelen bir sesle güldü. “Huysuz. Aşırı derecede müdafacı olduğunu söyleyebilirim.”
    Derin bir nefes aldım. Onunla tartışmanın bir anlamı yoktu; söylediğim her şeyi çarpıtıyordu.
    Elime konsantre oldum, neresinin kırıldığından emin olmak için parmaklarımı açmaya
    çalışıyordum. Parmaklarımın eklem yerlerinde keskin bir acı hissettim. İnledim.
    “Elin için gerçekten üzgünüm,” dedi Jacob, sesi içtendi. “Bir dahakine bana vurmak istediğinde
    beyzbol sopası ya da levye kullan, tamam mı?”
    “Bunu unutacağımı sanma,” diye mırıldandım.
    Evin sokağına gelene kadar nereye gittiğimizi fark etmemiştim.
    “Neden beni buraya getirdin?”
    Bana boş gözlerle baktı. “Senin eve gitmek istiyorum dediğini sanıyordum?”
    “Ahh. Sanırım beni Edward’ın evine götüremezsin değil mi?” Bu sözleri ümitsizce
    söylemiştim.
    Yüzünde bir acı ifadesi belirdi ve bunun onu o ana kadar söylediğim her şeyden daha fazla
    etkilediğini fark ettim.
    “Bu senin evin, Bella,” dedi usulca.
    “Evet, ama burada bir doktor yaşıyor mu?” Elimi havaya kaldırdım tekrar.
    “Oh.” Bunun üzerinde bir dakika kadar düşündü. “Seni hastaneye götüreyim. Ya da Charlie
    götürsün istersen.”
    “Hastaneye gitmek istemiyorum. Bu çok utanç verici ve gereksiz.”
    Arabayı evin öünde yavaşlattı, yüzünde kendinden emin olmayan bir ifade vardı.Charlie’nin
    aracı garaj yolundaydı.
    İç geçirdim. “Eve git, Jacob.”
    Arabadan sarsakça indim ve eve doğru yürümeye başladım. Arabanın motoru sustu, Jacob’ı
    yanımda bulduğumda sinirlenmekten çok şaşırmıştım.
    “Ne yapıyorsun?” diye sordu.
    “Elime koymak için biraz buz alacağım ve sonra da Edward’ı arayıp beni Carlisle’a elimi tedavi
    etmesi için götürmesini isteyeceğim. O sırada hala burada olursan sana levye ile saldıracağım.
    Cevap vermedi. Evin kapısını açtı ve benim için tuttu.
    Sessizce Carlisle’ın uzandığı oturma odasının önünden geçtik.
    “Merhaba çocuklar,” dedi Charlie, oturmaya çalışarak. “Seni burada görmek çok güzel, Jake.”
    “Selam, Charlie,” diye rahat şekilde selamladı Jacob ve duraksadı. Sessizce mutfağa doğru
    geçtim.
    “Onun neyi var?” Merakla sordu Charlie.
    “Elini kırdığını düşünüyor,” dediğini duydum Jacob’ın. Dondurucunun kapağını açtım ve buz
    kalıbını tezgahın üzerine koydum.
    “Bunu nasıl yaptı?” Babam olarak bu olayla daha az eğlenmeli ve daha düşünceli
    davranmasının gerektiğini düşünüyordum.
    Jacob kahkaha attı. “Bana vurdu.”
    Charlie de güldü, ben lavabonun başında buzları kalıptan çıkarmak için kenara vururken
    kaşlarını çattım. Buz parçaları lavaboya saçıldı ve sağlam olan elimle bir avuç aldım ve kenarda
    asılı duran kurutma havlusunun içine koyup sardım.
    “Neden sana vurdu?”
    “Çünkü onu öptüm,” dedi Jacob utanmazca.
    “Aferim sana,” Charlie onu tebrik etti.
    Dişlerimi sıktım ve telefona uzandım. Edward’ın cep telefonunun numarasını çevirdim.
    “Bella?” diye yanıtladı Edward daha ilk çalışta. Ses tonu rahatlamış geliyordu – hatta daha çok
    memnundu. Volvo’sundan gelen motoru sesini duyabiliyordum; çoktan arabaya binmişti – bu
    iyiydi işte. “Telefonunu bırakmışsın…Üzgünüm, Jacob seni eve mi bıraktı?”
    “Evet,” diye homurdandım. “Lütfen gelip beni alır mısın?”
    “Yoldayım,” dedi hemen. “Sorun ne?”
    “Carlisle’ın elime bakmasını istiyordum. Sanırım elim kırıldı.”
    Oturma odasından gelen gürültüler sona ermişti, Jacob’ın ne zaman kaçıp gideceğini merak
    ediyordum. Merhametsizce gülümsedim, onun huzursuz olduğunu hayal ediyordum.
    “Ne oldu?” ısrarla sordu Edward, ses tonu heyecansızdı.
    “Jacob’a yumruk attım,” itiraf ettim.
    “İyi,” dedi soğuk şekilde. “Yine de canın yandığı için üzgünüm.”
    Birdenbire güldüm, çünkü onun tavrı da en az Charlie’nin ki kadar tatlıydı.
    “Umarım onun da canını yakarsın.” Düş kırıklığı içerisinde iç çektim. “Ben hiç hasar
    veremedim çünkü.”
    “Bunu halledebilirim,” dedi.
    “Ben de bunu söylemeni umuyordum.”
    Kısa bir sessizlik oldu. “Bu pek senin söyleyeceğin türden bir şeye benzemiyor,” dedi, artık
    sesi ihtiyatlıydı. “O ne yaptı?”
    “Beni öptü,” diye söylendim.
    Telefonun diğer ucunda duyduğum tek şey otomobilinin hızlanan motoruydu.
    Diğer odadaysa Charlie tekrar konuşmaya başladı. “Belki de gitsen iyi olur Jake,” diye öneride
    bulunmuştu.
    “Mahsuru yoksa biraz burada takılacağım sanırım.”
    “Kendi cenazende yani,” diye mırıldandı Charlie.
    “Köpek hala oralarda mı?” Edward nihayet konuşmuştu.
    “Evet.”
    “Ben de köşeyi döndüm,” bunu ürkütücü bir şekilde söylemişti ve telefon kapandı.
    Telefonu gülümseyerek kapattığım da onun arabasının sokağa girdiğini duydum. Evin önüne
    geldiğinde frenleri gürültüyle inledi. Kapıyı açmaya seyirttim.
    “Elin nasıl?” Yanından geçerken Charlie sormuştu. Jacob ise onun yanında gülümsüyordu,
    kesinlikle çok sakindi.
    Elimin üzerindeki buz torbasını kaldırdım. “Şişiyor.”
    “Belki de kendi boyutlarında birini seçmeliydin,” önerisinde bulundu Charlie.
    “Belki de,” diye kabul ettim. Kapıyı açmak için gittim. Edward bekliyordu.
    “İzin ver bakayım,” diye mırıldandı.
    Elimi nazikçe inceledi, canımın yanmaması için çok dikkatliydi. Elleri de en az buz kadar
    soğuktu ve tenime değmeleri iyi hissetiriyordu.
    “Sanırım kırık konusunda haklısın,” dedi. “Seninle gurur duyuyorum. Bu hale getirmek için
    epey güç kullanmış olmalısın.”
    “Elimden geldiğince.” İç geçirdim. “Görünen o ki yetmedi.”
    Kibarca elimi öptü. “Ben ilgileneceğim,” diye söz verdi. Ve sonra da seslendi, “Jacob,” sesi
    hala sakindi.
    “Hey, hey” diye uyardı Charlie.
    Charlie’nin oturduğu yerden kalktığını duydum. Jacob sessizce odadan çıktı ve hole doğru
    yürüdü, Charlie onun arkasında çok da uzakta değildi. Jacob her şeye hazır görünüyordu ve
    istekliydi.
    “Kavga istemiyorum, anladınız mı?” Charlie konuşurken sadece Edward’a bakıyordu. “Eğer
    rozetimi ortaya koyarsam olay benim isteğimle resmi bir hal alır.”
    “Buna gerek olmayacak,” dedi Edward soğukkanlı bir biçimde.
    “Neden beni tutuklamıyorsun, baba?” Öneride bulundum. “Yumruk atan kişi benim.”
    Charlie tek kaşını havaya kaldırdı. “Jake’e dava açmamı mı istiyorsun?”
    “Hayır,” Jacob gülümsedi, iflah olmazdı. “Karşılığı neyse çekerim.”
    Edward gülümsedi.
    “Baba odanda bir yerlerde beyzbol sopan yok mu? Bir dakikalığına ödünç alabilir miyim?”
    Charlie bana soğuk şekilde baktı. “Yeter, Bella.”
    “Hadi geç olmadan Carlisle’ın eline bakması için seni götüreyim,” dedi Edward. Koluyla beni
    sardı ve beni kendine doğru çekti.
    “Pekala,” dedim ve ona doğru dayandım. Artık kızgın değildim, çünkü Edward benimleydi.
    Avunmuş hissediyordum ve elim de o kadar rahatsız etmiyordu.
    Yan yola doğru yürümeye başladığımızda arkamdan Charlie’nin endişeyle fısıldadığını duydum.
    “Ne yapıyorsun? Delirdin mi?
    “Bana bir dakika ver, Charlie,” diye yanıtladı Jacob. “Endişelenme, geri döneceğim.”
    Arkama dönüp baktığımda Jacob’ın bizi takip ettiğini ve Charlie’nin endişeli biçimde kapıyı
    kaparken gördüm.
    Edward önce onu görmezden geldi, beni arabaya kadar geçirdi. Binmeme yardım etti, kapıyı
    kapadı ve sonra da arkasını dönüp Jacob’la yüzyüze geldi.
    Endişeyle açık olan camdan aşağıya sarktım. Charlie’nin silueti seçilebiliyordu, salonun
    perdeleri arasından bakıyordu.
    Jacob’ın duruşu sıradandı, ellerini göğsünde birleştirmişti ama çenesindeki kasların gerildiğini
    görebiliyordum.
    Edward’ın ses tonu sakindi ve yumuşaktı ama bu hali sözlerini tuhaf şekilde daha tehditkar
    yapıyordu. “Seni şimdi öldürmeyeceğim, çünkü bu Bella’yı üzerdi.”
    “Hmm,” diye inledim.
    Edward hızla bana doğru döndü ve gülümsedi. Yüzü hala sakindi. “Bu seni yarın rahatsız
    ederdi,” dedi, yanağımı parmaklarıyla okşadı.
    Sonra Jacob’a doğru döndü. “Fakat eğer onu bir daha yaralı getirirsen – ve bunun kimin suçu
    olduğu umrumda değil; ayağının takılması ya da gökten bir meteorun düşüp onun kafasına
    isabet etmesi önemli değil – eğer onu benim sana bıraktığımdan daha az mükemmel bir şekilde
    teslim edersen kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp kaçsan iyi olur. Bunu anladın mı
    kırma?”
    Jacob gözlerini devirdi.
    “Şimdi yapmaya ne dersin?”diye mırıldandım
    Edward sanki beni duymamış gibi devam etti. “Ve eğer onu bir kez daha öpersen, senin çeneni
    kırarım,” sesi hala kadife gibi yumuşaktı ve ölümcüldü.
    “Ya beni istiyorsa?” Jacob bunu yayarak ve küstah bir şekilde söyledi.
    “Hah!” diye haykırdım.
    “Eğer istediği buysa, o zaman itiraz etmem.” Edward tasasızca omuz silkti. “Vücut dilini
    yorumlamak yerine bunu söyleyeceğini beklemek isteyebilirsin – neticede bu senin çenen.”
    Jacob gülümsedi.
    “İstersen,” diye söylendim.
    “Evet, ister,” diye mırıldandı Edward.
    “Pekala, kafamda yaptığın araştırma sona erdiyse,” Jacob bunu içerlemiş bir şekilde söylemişti,
    “neden onun eline baktırmak için gitmiyorsun?”
    “Bir şey daha var,” dedi Edward yavaşça. “Onun için de mücadele edeceğim. Bunu bilmelisin.
    Bu işi olmuş gibi görmüyorum ve onun için senden iki kat fazla mücadele edeceğim.”
    “İyi,” diye homurdandı Jacob. “Baştan kaybetmiş birini yenmenin bir eğlencesi yok.”
    “O benim.” Edward’ın sesi genzinden çıkmıştı, daha önceki gibi sakin değil son derece
    karanlıktı. “Onun için mücadele etmeyeceğim demedim.”
    “Ben de.”
    “İyi şanslar.”
    “Jacob başını salladı. “Evet, iyi olan kazansın.”
    “Haklısın… köpekcik.”
    Jacob yüzünü buruşturdu, sonra eski sakin halini takınıp öne doğru eğildi ve bana gülümsedi.
    Ona öfkeyle baktım.
    “Umarım elin yakında düzelir. Canını yaktığım için özür dilerim.”
    Çocukça bir hareket yaparak yüzümü başka yöne çevirdim.
    Edward arabanın çevresinde dolaşıp sürücü kısmına geçerken bir daha dönüp bakmadığımdan
    Jacob’ın eve mi gittiğini yoksa orada dikilip beni mi seyrettiğini bilmiyorum.
    “Nasıl hissediyorsun?” Edward arabayı sürerken sordu.
    “Öfkeli.”
    Güldü. “Elini sormuştum.”
    Omuz silktim. “Daha kötülerini de yaşadım.”
    “Doğru,” onayladı ve kaşlarını çattı.
    Edward arabayı garajlarına doğru sürdü. Emmett ve Rosalie de oradaydı, Rosalie’nin kot
    pantolonla sımsıkı sarılmış düzgün bacakları Emmet’ın devasa jipinin altından çıkmıştı. Emmett
    ise onun yanına oturmuştu ve bir eli jipin altından ona doğru uzanmıştı. Ne yaptığını anlamam
    biraz zamanımı aldı, Emmett kriko görevi görüyordu.
    Edward beni arabadan dikkatlice indirirken Emmett merakla izledi. Gözleri göğsümde duran
    elime kilitlenmişti.
    Emmett gülümsedi. “Gene mi düştün, Bella?”
    Ona kızgın bir bakış attım. “Hayır, Emmett. Bir kurt adamın yüzüne yumruk attım.”
    Emmett gözlerini kırpıştırdı, ve sonra da kahkahalara boğuldu.
    Edward bana yardım ederken onların yanından geçtiğimiz sırada Rosalie arabanın altından
    konuşmaya başladı.
    “Jasper bahsi kazanacak,” bunu kendini beğenmiş bir tavırla söylemişti.
    Emmett gülmeyi bir anda kesti ve inceleyen gözlerle bana baktı.
    “Ne iddası?” diye durup sordum.
    “Hadi seni Carlisle’a götürelim,” dedi Edward aceleyle. Emmett’a gözlerini dikmişti.
    Neredeyse fark edilmeyecek biçimde başını salladı.
    “Ne iddası?” Ona doğru dönüp ısrarla sordum.
    “Teşekkürler, Rosalie,” diye mırıldandı kolunu belime doladı ve beni eve doğru çekiştirdi.
    “Edward…” diye homurdandım.
    “Bu çok çocukca,” dedi ve omuz silkti. “Emmett ve Jasper kumar oynamaktan hoşlanıyor.”
    “Emmett bana söyler.” Dönmeye çalıştım ama kolu sanki çeliktenmiş gibi beni sarmıştı.
    İç geçirdi. “Onlar senin ilk yılında kaç defa… hata yapacağın üzerine bahse girdiler.”
    “Ya.” Yüzümü buruşturdum, ne demek istediğini anladığım an ortaya çıkan korkumu
    bastırmaya çalıştım. “Benim kaç insan öldüreceğim konusunda bahse mi girdiler?”
    “Evet,” isteksizce kabul etti. “Rosalie öfkenin bahsi Jasper’ın lehine çevireceğini düşünüyor.”
    Biraz tuhaf hissetmiştim. “Jasper’ın bahsi yüksek o zaman.”
    “Kendini adapte etme sürecinde biraz sorun yaşarsan bu onu mutlu ederdi. Jesper gruptaki en
    zayıf halka olmaktan sıkıldı.”
    “Kesinlikle. Elbette öyle, olur. Eğer Jasper’ı mutlu edecekse fazladan birkaç kişiyi sanırım
    öldürebilirim. Neden olmasın?” Bunları kendi kendime monoton bir ses tonuyla söylemiştim.
    Kafamdaysa gazete başlıklarını ve ölülerin listelerini canlandırıyordum…
    Beni sardığı kolu iyice kavradı beni. “Bunun için şimdi endişelenmene gerek yok. Aslında eğer
    istemiyorsan bunun için hiç endişelenmek zorunda değilsin.”
    İnledim ve Edward bunun nedeninin elimdeki acı olduğunu düşünerek eve götürmek için daha
    hızlı çekiştirdi beni.
    Elim kırılmıştı ama ciddi bir hasar yoktu, sadece elimdeki bir eklemde çatlak vardı. Alçıya
    almasını istemedim ve Carlisle’da eğer elimi bandajda tutarsam daha iyi olacağını söyledi. Ben
    de bandajı açmayacağıma söz verdim.
    Carlisle dikkatli şekilde elimi bandajlamak uğraşırken Edward bunu düşünmememi söylüyordu.
    Edward pek çok defa acı çektiğim için endişelendi ama her defasın öyle olmadığım konusunda
    onu ikna ettim.
    Sanki endişelenecek bir başka şeye daha ihtiyacım varmış gibi.
    Geçmişini anlattığından beri Jasper’ın yeni dönüşmüş vampirler hakkındaki hikayeleri aklımda
    dönüp duruyordu. Şimdi bu hikayelere bakışım Jasper ve Emmett’ın girdiği bahis sonucu daha
    keskin bir hal almıştı. Nesine iddiaya girdiklerini merak etmiştim. İnsanın her şeyi varken nasıl
    bir ödül isterdi ki?
    Her zaman farklı olacağımı biliyordum. Umarım Edward’ın dediği kadar kuvvetli olurum.
    Güçlü ve hızlı, özellikle de, güzel. Edward’ın yanında durabilecek ve onun bana ait olduğunu
    belli edebilecek kadar.
    Olabileceğim diğer şeyleri düşünmemeye çalışıyordum. Vahşi. Kana susamış.Belki de insanları
    öldürmek için kendimi tutamayacaktım. Bana asla zarar vermemiş olan yabancıları. Tıpkı
    Seattle’da artan, arkadaşları, aileleri ve bir zamanlar gelecekleri olan kurbanlar gibi. Bir
    zamanlar yaşamı olan insanlar. Ve ben bunları onlardan alan canavar olabilirdim.
    Fakat, aslında, bu kısmını halledebilirdim – çünkü Edward’ın kesinlikle pişman olmayacağım
    bir şey yapmama izin vermeyeceğine tam anlamıyla güveniyordum. Eğer istersem beni
    Antartika’ya penguen avlamaya götüreceğini biliyordum. Ve iyi bir insan olmak için ne
    gerekirse yapardım. İyi bir vampir.Eğer bu kadar endişelenmeseydim bu düşünce beni bir hayli
    güldürürdü.
    Çünkü eğer gerçekten – Jasper’ın anlattıkları sonucu kafamda şekillenen, kabus gibi bir
    yenidoğan olursam - bu nasıl ben olabilirdim ki? Peki ya o zaman tek isteğim insanları
    öldürmek olursa, şimdi istediğim şeylere ne olacak?
    Edward insanken hiçbir şeyi kaçırmamamı takıntı haline getirmişti. Genelde bu çok aptalca
    geliyordu. Kaçırdığıma üzüleceğim çok da fazla insani deneyim yoktu. Edward’la beraber
    olduğum sürece başka ne isteyebilirdim ki?
    Carlisle’ın elimi tedavi etmesini seyrederken onun yüzüne baktım. Dünyada ondan fazla
    isteğim başka hiçbir şey yoktu. Bunun gerçekten değişme ihtimali var mıydı?
    Bırakmak istemeyeceğim insani bir deneyim var mıydı?

      Forum Saati C.tesi Kas. 23, 2024 10:18 am