Eve doğru sürerken güneş altında parlayan ıslak yola dikkat etmiyordum. Aklım Jacob’ın
üzerime boca ettiği bilgileri gözden geçirip anlamakla meşguldü. Kafam meşgul olmasına
rağmen hafiflemiş hissediyordum. Jacob’ı gülümserken görmek, tüm sırları paylaşmak... her
şeyi mükemmel yapmasa da daha iyi hale getirmişti. Ona gitmekle doğru olanı yapmıştım,
Jacob’ın bana ihtiyacı vardı. Öfkesi benim gözümü korkutmuş olsa da aslında hiç de tehlikeli
bir durum söz konusu değildi.
Aniden orada belirmişti. Bir an aynamda parlak karayolunu dışında hiçbir şey görünmedi. Bir
sonraki dakika ise arkama takılmış gri Volvo’nun üzerine güneşin ışıkları düşmüştü.
“Ah, lanet olsun,” diye inledim.
Kenara çekmeyi düşündüm. Ama şu anda onunla yüzleşecek cesaretim yoktu. Hazırlanacağımı
sanıyordum… ve Charlie’nin koruyucu olarak etrafta bulunacağına güveniyordum. En azından
bu sayede daha sakin olurdu.
Volvo dibimden ayrılmadan beni izledi. Gözlerimi yoldan ayırmadım. Ödüm kopmuştu, sanki
aynaya bakarsam canım yanacakmış gibi bir an olsun bakmadan doğruca Angela’nın evine
gittim.
Weber’lerin evinin önündeki kaldırımda durana kadar beni takip etti. Durmamıştı ve o
geçerken ben de ona bakmamıştım. Yüzündeki ifadeyi görmek istemiyordum. Görüş
mesafemden çıkar çıkmaz Angela’nın evlerinin kapısına önüne kadar koşar adım yürüdüm.
Ben daha kapıyı çalarken Ben sanki kapının arkasında bekliyormuş gibi hemen kapıyı açtı.
“Selam, Bella!” dedi şaşkınlıkla.
“Merhaba Ben. Eee, Angela evde mi?” Angela’nın planlarımızı unutup unutmadığını merak
ediyordum, eve erken gitme fikri beni ürpertmişti.
“Tabii ki,” dedi Ben, o esnada Angela merdivenlerin başından “Bella” dedi.
Yoldan gelen bir arabanın motor gürültüsüyle Ben merakla bakındı.Bu ses beni korkutmamıştı
– bir motor tekleyerek durmuş sonra da egzozundan bir pat sesi duyulmuştu. Bu Volvo’nun
çıkardığı sese benzemiyordu. Bu Ben’in beklediği ziyaretçi olmalıydı.
“Austin geldi,” demişti Ben Angela yanına geldiği an.
Sokaktan bir korna sesi duyuldu.
“Sonra görüşürüz,” dedi Ben. “Seni özledim bile.”
Kolunu Angela’nın boynuna doladı ve onu kendine doğru çekerek istekle öptü. Bundan hemen
sonra Austin tekrar kornaya bastı.
“Hoşçakal Ang!Seni Seviyorum!” diye bağırdı Ben yanımdan hızlı geçip giderken.
Angela yalpaladı, yüzü pespembe olmuştu ama hemen kendini topladı ve Ben ile Austin
gözden kaybolana kadar onlara el salladı. Sonra bana döndü ve utanç içerisinde gülümsedi.
“Bunu yaptığın için çok teşekkür ederim Bella,” dedi. “Tüm içtenliğimle. Sadece elimde kalıcı
bir hasar olmasından kurtardığın için değil ayrıca senaryo yoksunu, iki saatlik ve berbat
seslendirilmiş bir dövüş filmini izlemekten kurtardığın için de teşekkürler.” Rahatlamış biçimde
iç geçirdi.
“Yardım edebildiysem ne mutlu.” Daha az endişeli hissediyordum, en azından birazcık nefesim
düzene girmişti. Burası çok sıradan hissettirmişti. Angela’nın basit insanı sorunları tuhaf
biçimde rahatlatıcıydı. Bir yerlerde yaşamın normal seyrinde olduğunu bilmek hoştu.
Angela’yı yukarıya, odasına kadar takip ettim. Yoluna çıkan oyuncakları tekmeleyerek
uzaklaştırdı. Ev anormal şekilde sessizdi.
“Ailen nerede?”
“Ailem ikizleri Port Angeles’daki bir doğum günü partisine götürdü. Bana bunun için yardım
edecek olmana inanamıyorum. Ben tendonunda iltihabı varmış gibi yaptı.” Surat yapmıştı.
“Hiç sorun değil,” dedim ama Angela’nın odasına girdim ve bekleyen zarf yığınını gördüm.
“Ooo!” diye inledim. Angela bana dönüp baktı, yüzünde özür dileyen bir ifade vardı. Artık
neden sürekli erteleyip durduğunu ve Ben’in neden yan çizdiğini anlayabiliyordum.
“Abarttığını düşünmüştüm,” dedi kabul ederek.
“Keşke. Bunu yapmak istediğine emin misin?”
“İşe koyulalım. Tüm gün benim.”
Angela yığını ikiye ayırdı ve annesinin adres defterini ikimizin arasına masanın üzerine koydu.
Bir süre sonra konsantre olduk ve odada sadece kalemlerin kağıdın üzerinde çıkardığı ses
duyulmaya başladı.
“Edward ile bu gece ne yapacaksınız?” diye sordu birkaç dakika sonra.
Yazmaya çalışırken kalemim zarfı deldi. “Hafta sonu için Emmet’in evinde olacak.
Muhtemelen yürüyüştedirler.”
“Emin değilmiş gibi söylüyorsun.”
Omuz silktim.
“Şanslısın Edward’ın yürüyüş ve kamp için kardeşleri var. Austin olmasaydı Ben’in bu tarz
aktivetelerine nasıl eşlik ederdim bilmiyorum.”
“Evet, bu tarz açık havada yapılan şeyler bana göre değil. Ve yapabilmemin imkanı da yok.”
Angela güldü. “Daha çok evde yapılan şeyleri tercih ederim.”
Bir süre bitmesi gereken zarf öbeğine yoğunlaştı. Bu arada ben de dört adres daha yazdım.
Aradaki sessizlikleri doldurmak için manasız konuşmalar yapmaya ihtiyaç duymuyordu
Angela. O da tıpkı Charlie gibi sessizlikten memnundu.
Fakat o da tıpkı Charlie gibi zaman zaman çok dikkatli olabiliyordu.
“Her şey yolunda mi?” diye sordu kısık sesle.
“Biraz...endişeli görünüyorsun.”
Mahçup biçimde gülümsedim. “Çok mu belli?”
“Pek değil.”
Muhtemelen beni iyi hissettirmek için yalan söylüyordu.
“İstemedikçe konuşmak zorunda değilsin,” dedi ve beni temin edercesine ekledi, “Eğer yardımı
olacağını düşünüyorsan seni dinlerim.”
Neredeyse teşekkürler ama hayır sağol demek üzereydim. Saklayacağıma söz verdiğim çok
fazla sır vardı. Sorunlarımı bir başka insana anlatamazdım. Bu kurallara aykırı olurdu.
Ama yine de içimde anlatmak için tuhaf ve ani bir istek belirdi. İnsan olan normal bir kız
arkadaşımla konuşmak istemiştim. Tıpkı diğer genç kızlar gibi biraz sızlanmak istiyordum.
Benim sorunlarımın da basit olmasını istiyordum. Tüm bu kurt adam ve vampir olaylarının
dışında her şeyi farklı bir bakış açısıyla görebilecek biri de harika olurdu. Tarafsız biri yani.
“Başkalarının işine karışmamalıyım,” dedi Angela, gülümseyerek adres yazma işine geri döndü.
“Hayır,” dedim. “Haklısın. Endişeliyim.Konu...konu Edward.”
“Sorun ne?”
Angela ile konuşmak çok rahattı. O böyle bir soru sorduğunda Jessica gibi hastalıklı bir şekilde
dedikodu aramadığını bilirdim. Üzgün olduğum için endişeleniyordu.
“O, bana kızgın.”
“Bunu hayal etmesi zor,” dedi. “Neden kızgın?”
Derin bir nefes verdim. “Jacob Black’i hatırlıyor musun?”
“Ah,” dedi.
“Evet.”
“Kıskanıyor.”
“Hayır. Kıskanmıyor...” Çenemi kapalı tutmalıydım. Bunu açıklamanın bir yolu yoktu. Ama
konuşmaya devam etmek istiyordum. Bir insanla sohbet etmeyi ne kadar özlediğimi hiç fark
etmemiştim. “Edward Jacob’ın...kötü bir yanının olduğunu düşünüyor, sanırım. Bir
şekilde...tehlikeli olduğunu yani. Birkaç ay öncesine kadar nasıl sorunlarla boğuştuğumu
biliyorsun...tabi böyle düşünmesi gülünç.”
Angela’nın başını itiraz edercesine sallaması beni şaşırtmıştı.
“Ne?” diye sordum merakla.
“Bella Jacob Black’in sana nasıl baktığını gördüm. Bahse girerim asıl problem kıskançlık.”
“Jacob’la öyle bir şey olduğu yok.”
“Senin için olmayabilir ama ya Jacob’ın tarafında...”
Kaşlarımı çattım. “Jacob nasıl hissettiğimi biliyor. Ona her şeyi anlattım.”
“Edward bir insan Bella. Diğer çocuklar gibi tepki verecektir.”
Yüzümü butuşturdum. Buna verecek bir cevabım yoktu.
Omzuma arkadaşça vurdu. “Bunun üstesinden gelecektir.”
“Umarım. Jake biraz zor bir dönem geçiriyor. Bana ihtiyacı var.”
“Sen ve Jacob oldukça yakınsınız değil mi?”
“Aile gibiyiz,” dedim.
“Ve Edward ondan hoşlanmıyor... Bu zor olmalı. Merak ediyorum Ben bununla nasıl
başederdi?”
Hafifçe gülümsedim. “Muhtemelen diğer çocuklar gibi.”
Gülümsedi. “Muhtemelen.”
Sonra konuyu değiştirdi. Angela başkalarının hayatına burnunu sokan biri değildi ve daha fazla
konuşamayacağımı – konuşamayacağı – hissetmişti.
“Dün yurt belgem geldi. Kampüsden en uzak yurtta kalacağım, tabii ki.”
“Ben nerede kalacağını öğrendi mi?”
“Kampüse en yakın olanda. Şans onun yanındaydı. Peki ya sen? Nereye gideceğine karar
verdin mi?”
Başımı eğmiş beceriksizce yazdığım el yazıma bakıyordum. Bir an Ben ve Angela’nın
Washington Üniversitesine gidecek olması fikrinden dolayı endişelendim. Seattle’dan uzakta
olacaklardı birkaç ay boyunca. Bu güvenli olur muydu? Vampir tehdidi başka bölgelere taşınır
mıydı? O zaman yeni bir şehir de olurdu, peki gazete başlıkları korku filmlerinden fırlamış gibi
mi olurdu gene?
Bu yeni başlıkların sebebi ben olur muydum?
Kendime gelmek için başımı salladım ve sorusuna biraz geç de olsa cevap verdim. “Alaska
sanırım. Juneau’daki üniversite.”
Sesindeki şaşkınlığı farkedebilmiştim. “Alaska mı? Gerçekten mi? Yani, bu harika. Sadece ben
senin daha...sıcak bir yere gideceğini sanmıştım.”
Gülümsedim, hala mektuba bakıyordum. “Evet. Forks hayata olan bakış açımı bir hayli
değiştirdi.”
“Ve Edward?”
Bu isim karnımda kelebeklerin uçuşmasına neden olduğundan kafamı kaldırdım ve
gülümsedim. “Alaska onun için de çok soğuk değil.”
O da gülümsedi. “Elbette, değil.” Ve sonra da derin bir nefes verdi. “Orası çok uzak. Eve çok
sık gelemeyeceksin. Seni özleyeceğim. Bana e-posta yollar mısın?”
İçimde bir üzüntü dalgası kabarmaya başlamıştı; belki de Angela’ya şu anda bu kadar yakın
olmak bir hataydı. Ama bu son şansları da kaçırmak kötü olmaz mıydı? Bu mutsuz düşünceleri
kafamdan uzaklaştırdım ve alaylı bir cevap verdim.
“Eğer bu işten sonra tekrar yazabilirsem tabii ki.” Yazdığım mektupları başımla işaret etmiştim.
Güldük, ve kalanları bitirdiğimizde üniversitedeki sınıflar ve bölümler hakkında daha rahat
sohbet etmeye başladık – tek yapmam gereken bunu düşünmemekti. Ne olursa olsun bugün
hakkında endişelenmem gereken daha acil konular vardı.
Pulları yapıştırmasına da yardımcı oldum. Gitmeye korkuyordum. “ Elin nasıl?” diye sordu.
Parmaklarımı esnettim. “Sanırım onları tekrar kullanabileceğim... bir gün.”
Aşağıdan gelen kapının çarpma sesini duyduk ve ikimizde kafamızı kaldırdık.
“Ang?” diye bağırdı Ben.
Gülümsemeye çalıştım, ama dudaklarım titremişti. “Sanırım bu benim ayrılma zamanımın
geldiğini gösteriyor.”
“Gitmek zorunda değilsin. Muhtemelen izlediği filmi anlatacak bana...tüm detaylarıyla.”
“Charlie nerede olduğumu merak eder.”
“Yardımın için teşekkürler.”
“Aslında güzel zaman geçirdim. Böyle bir şeyi tekrar yapmalıyız. Kız kıza zaman geçirmek
güzeldi.”
“Kesinlikle.”
Yatak odasının kapısından bir tıkırtı geldi.
“İçeri gel Ben,” dedi Angela.
Ayağa kalktım ve esnedim.
“Selam Bella! Hala yaşıyorsun,” Ben hızla selam verdi ve hemen Angela’nın yanına gitti.
Yaptığımız işe bir göz attı. “Güzel iş. Bana da yapacak bir şeyler bırakamamış olmanız çok
kötü, ben de şey yapabilir...” Sesi azalıp duyulmaz olmuştu ve sonra tekrar coşkuyla
konuşmaya başladı. “Ang, bunu kaçırdığına inanamıyorum! Muhteşemdi.Son kısımdaki dövüş
sahnesindeki kareografi inanılmazdı!Bir adam vardı filmde... ama izlemeden anlayamazsın
aslında....”
Angela bana dönüp gözlerini devirdi.
“Okulda görüşürüz,” dedim sarsak bir gülüşle.
İç geçirdi. “Görüşürüz.”
Gergin bir şekilde kamyonetime doğru yürümeye başladım ama sokak boştu. Tüm sürüç
boyunca endişeyle aynalarıma baktım ama gümüş rengi bir araba görmedim.
Arabası evin önünde de yoktu.
“Bella?” dedi Charlie ben kapıdan içeri girerken.
“Selam baba.”
Oturma odasında TV’nin karşısında oturuyordu.
“Günün nasıldı?”
“İyi,” dedim. Ona her şeyi anlatmalıydım, ya da o Bill’den yakında öğrenirdi. Dahası bu onu
mutlu da ederdi. “Bana işte ihtiyaçları yoktu, ben de La Push’a gittim.”
Yüzünde yeterince şaşkın bir ifade oluşmamıştı. Billy onunla çoktan konuşmuştu bile.
“Jacob nasıldı?” diye sordu Charlie, sesini ilgisiz tutmaya çalışıyordu.
“İyi” dedim sıradan bir şekilde.
“Weberler’e de uğradın değil mi?”
“Evet. Duyuruların adreslerini yazdık.”
“Bu iyi.” Charlie’nin yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. TV’de bir maçın olduğu
düşünülürse tuhaf biçimde ilgiliydi. “Bugün arkadaşlarınla biraz vakit geçirdiğin için
memnunum.”
“Ben de.”
Yavaşça mutfağa doğru gittim, yapacak iş arıyordum. Ne yazık ki Charlie yemeğinden
kalanları temizlemişti bile. Birkaç dakika orada dikildim, güneş ışığının zemindeki parlamasına
baktım. Ama bunu daha fazla erteleyemeyeceğimi biliyordum.
“Ders çalışmaya çıkıyorum,” dedim merdivenleri çıkarken asık suratla.
“Görüşürüz,” diye bağırdı Charlie arkamdan.
Eğer hayatta kalırsam diye aklımdan geçirdim.
Odaya yüzümü çevirip bakmadan önce kapıyı dikkatlice kapadım.
Tabii ki orada bekliyordu. Sırtını duvara yaslamış ayakta duruyordu, gölgesi açık pencerenin
üzerine düşmüştü. Yüzü sertti ve duruşu da gergindi. Bana tek kelime etmeden bakıyordu.
Korkmuştum, hemen konuya gireceğini bekliyordum ama öyle olmadı. Bana bakmaya devam
etti, muhtemelen konuşamayacak kadar sinirliydi.
“Merhaba,” dedim en sonunda.
Yüzü sanki taştan oyulmuş gibi kıpırtısızdı. Kafamda yüze kadar saydım ama buna rağmen
hiçbir değişiklik olmadı yüzünde.
“Eee... hala hayattayım,” diye başladım.
Göğsünden bir homurtu yükseldi ama ifadesi değişmedi.
“Hiç zarar görmedim,” dedim ısrarla ve omuz silktim.
Hareket etti. Gözlerini kapadı ve burnunun üzerindeki kemeri sağ elinin ilk
İki parmağı arasına aldı.
“Bella” diye fısıldadı. “Sınırı geçmeye bugün ne kadar yaklaştığımı biliyor musun? Anlaşmayı
bozup, senin peşinden gelmek için? Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?”
Soluk soluğa kalmıştım ve gözlerini açtı. Gözleri gece kadar soğuktu.
“Bunu yapamazsın!” dedim bağırarak. Charlie’nin duymaması için sesimi ayarladım ama
kelimeleri haykırmak istiyordum. “Edward, dövüşmek için her türlü bahaneyi kullanırlardı.
Bundan hoşlanırlardı. Kuralları ihlal edemezsin!”
“Belki dövüşten zevk alan sadece onlar değillerdir.”
“Tekrar başlama,” dedim hızla. “Bir anlaşma yaptın, buna bağlı kal.”
“O seni incitseydi...”
“Yeter!” diye sözünü kestim. “Benim için endişelenecek bir şey yok. Jacob tehlikeli değil.”
“Bella,” dedi gözlerini devirerek. “Sen neyin tehlikeli neyin olmadığını anlayacak kişi değilsin.”
“Jake hakkında endişelenmemem gerektiğini biliyorum. Ve sen de endişelenmemelisin.”
Dişlerini sıktı. Ellerini sıkmış, yumruk haline getirmişti.Hala duvara yaslanmış duruyordu ve
aramızdaki bu mesafeden nefret etmiştim.
Derin bir nefes aldım ve odanın diğer tarafına onun yanına gittim. Ona sarıldığımda hareket
etmedi. Yandaki açık olan camdan akşamın tatlı sıcağı geliyordu ve onun teni buz gibi
soğuktu. Kendisi de aynı şekilde donmuş gibiydi.
“Seni endişelendirdiğim için üzgünüm,” diye mırıldandım.
İç geçirdi, biraz rahatlamıştı. Kollarıyla belime sarıldı.
“Endişelenme oldukça hafif kalıyor,” diye mırıldandı. “Oldukça uzun bir gündü.”
“Bunu bilmemen gerekiyordu,” diye hatırlattım. “Senin avda olduğunu sanıyordum.”
Yüzüne, onun aşırı korumacı gözlerine baktım; ne kadar gerildiğini görememiştim ama çok
karanlık bakıyorlardı. Gözlerinin altında da mor halkalar oluşmuştu. Onaylamayan şekilde
kaşlarımı çattım.
“Alice senin kaybolduğunu görünce hemen geri geldim,” diye açıkladı.
“Bunu yapmamalıydın. Şimdi yeniden gitmek zorunda kalacaksın,” çok sinirlenmiştim.
“Bekleyemezdim.”
“Bu çok saçma. Yani biliyorum beni Jacob ile göremiyor ama onun bunu –”
“Ama yapamadım,” diye sözümü kesti. “Ve benim senin bunu yapmama izin vermemi nasıl
bekleyebi –”
“Ah evet beklerim,” diye sözünü kestim. “Bu kesinlikle beklediğim şey –”
“Bu bir daha tekrarlanmayacak.”
“Doğru çünkü bir dahakine aşırı reaksiyon göstermeyeceksin.”
“Çünkü bir dahaki zaman diye bir şey olmayacak.”
“Gitmek zorunda olduğunu bundan hoşlanmasam da anlıyorum – ”
“Bu aynı şey değil. Ben hayatımı riske atmıyorum.”
“Ben de öyle.”
“Kurt adamlar tehlike arz ediyor.”
“Buna katılmıyorum.”
“Bu konuda tartışacak değilim Bella.”
“Ben de öyle.”
“Ellerini tekrar yumruk haline getirmişti. Onları sırtımda hissedebiliyordum.
Sonra kelimeler aptalca şekilde kafamda belirdi. “Bu sadece benim güvenliğim hakkında mı?”
“Bu da ne demek?” diye sordu.
“Sen..” Angela’nın teorisi şu anda daha da aptalca gelmişti. Söylediğimi bitirmek zor oldu.
“Yani demek istediğim kıskanmış olmanla ilgisi yok değil mi?”
Tek kaşını kaldırdı. “Ben ne?”
“Ciddi ol.”
“Şüphesiz, bunda gülünecek hiçbir şey yok.”
Merakla kaşlarımı çattım. “Ya da ... bu tamamen başka bir şeyle mi ilgili? Yani bu vampirler ve
kurt adamlar her zaman düşmandır mantığı biraz saçma değil mi? Bu sadece testesteron yarışı
–”
Gözleri parlamıştı. “Bu sadece seninle ilgili. Tek umursadığım şey senin güvenliğin.”
Gözlerindeki siyah aleve bakıp şüphe etmek imkansızdı.
“Pekala,” diye derin bir nefes verdim. “Buna inanıyorum. Fakat şunu bilmeni istiyorum, bu
düşmanlık olayında ben yokum. Ben bu konuda İsviçre kadar tarafsızım. Efsanelere özgü
canlıların anlaşmazlığına katılmayı reddediyorum. Jacob ailemden sayılır. Sen... hayatımın aşkı
olamazsın, çünkü seni çok daha uzun süre sevmeyi planlıyorum. Varoluş aşkımsın yani. Kimin
kurt adam kimin vampir olduğu umrumda değil. Eğer Angela bir cadıya dönüşürse o da partiya
katılabilir.”
Gözlerini kısmış sessizce bana bakıyordu.
“İsviçre,” diye tekrarladım vurguyla.
Kaşlarını çattı ve sonra da iç geçirdi. “Bella...”diye başladı ama durdu, burnu
memnuniyetsizlikle kırışmıştı.
“Şimdi ne oldu?”
“Şey... alınma ama, köpek gibi kokuyorsun.” Dedi.
Ve sonra çarpık bir şekilde gülümsedi, biliyordum kavga sona ermişti. En azından şimdilik.
Edward kaçırdığı av gezisini telafi etmeliydi ve bu yüzden Cuma günü Jasper, Emmett ve
Carlisle ile Kuzey California’daki dağ aslanları sorunuyla ilgilenmek üzere gidecekti.
Kurt adamlar konusunda bir anlaşmaya varamamıştık ama Jack’e uğrama konusunda suçluluk
hissetmiyordum. O pencereden inip Volvo’su ile eve dönmeden önce Cumartesi günü oraya
tekrar gideceğimi söylemiştim. Gizlice yapmamıştım. Edward bunu biliyordu. Ve eğer bir daha
kamyonetimi bozacak olursa o zaman beni Jacob alırdı. Forks tarafsız bölgeydi tıpkı İsviçre
gibi, yani benim gibi.
Perşembe günü işten çıkarken Volvo’nun içerisinde Edward değil de Alice beni bekliyordu.
Yolcu kapısını açtı ve hoparlörlerden yayılan hiç bilmediğim bir müzik yüksek sesle beni
karşıladı.
“Selam Alice,” diye bağırdım sesimi duyurmak için ve arabaya bindim. “Ağabeyin nerede?”
Melodisi oldukça zor olan şarkıyı söylüyordu ve sesi çalan müzikten daha da yüksekti. Bana
kafasını salladı, müziğe adapte olduğundan sorumu duymamıştı bile.
Kapıyı kapadım ve ellerimi kulaklarımın üzerine koydum. Gülümsedi ve şarkının sesini sadece
arka planda duyabilecek şekilde kıstı. Kapıları kilitledi ve hemen gaza bastı.
“Neler oluyor?” diye sordum, tedirgin hissetmeye başlamıştım. “Edward nerede?”
Omuz silkti. “Erken gittiler.”
“Aaa.” Verdiğim tepkiyi kontrol etmeye çalıştım.Eğer erken gittiyse bunun anlamı erken
dönecek olmasıydı, diye kendime hatırlattım.
“Tüm erkekler gitti ve biz de pijama partisi yapıyoruz!” heyecanla söylemişti bunu, şarkı
söylerkenki ses tonunu kullanmıştı.
“Pijama partisi mi?” diye tekrarladım, şüphelerim nihayet son bulmuştu.
“Heyecanlanmadın mı?” diye bağırdı.
Bir an onun neşeyle bana baktığını gördüm.
“Beni kaçırıyorsun değil mi?”
Kahkaha attı ve başını salladı. “Cumartesiye kadar. Esme Charlie’ye haber verdi; benimle iki
gece kalacaksın ve seni okula ben getirip götüreceğim.”
Yüzümü pencereye çevirdim, dişlerimi sıkıyordum.
“Üzgünüm,” dedi Alice, sesinde bir gram olsun pişmanlık olmadan konuşmuştu. “Bana ödeme
yaptı.”
“Nasıl?” diye dişlerimin arasından tısladım.
“Porsche arabayla. İtalya’da çaldığımın aynısı.” Mutlu bir şekilde iç geçirdi. “İlla Forks’da
gezmek zorunda değiliz eğer istersen Los Angeles’a kadar gidebiliriz – bahse varım gece
yarısına kadar dönmüş oluruz.”
“Derin bir nefes aldım. “Sanırım bu seferlik hayır diyeceğim,” ürpertimi bastırmak için iç
geçirdim.
Yolculuk boyunca sürekli hızlı gittik. Alice arabayı garaje soktu ve ve ben de garajdaki
arabalara dönüp baktım. Emmett’in büyük jipiyle, Rosali’nin kırmızı üstü açık spor arabasının
arasında parlak sarı Porsche duruyordu.
Alice zarif bir şekilde arabadan indi ve rüşvetine hafifçe vurdu. “Hoş değil mi?”
“Haddinden fazla hoş,” diye homurdandım, şüpheyle. “Bunu sadece beni iki gün boyunca rehin
alasın diye mi verdi?”
Alice suratını astı.
Bir saniye sonra, nihayet anlamıştım ve korkuyla iç geçirdim. “Bunu her gidişi için böyle
yapman üzere sana verdi, değil mi?”
Başıyla onayladı.
Kapıyı çarptım ve ayaklarımı yere vurarak eve kadar yürüdüm. O ise yanımda neşeyle
yürüyordu, hala pişmanlık duymuyordu.
“Alice bunun biraz aşırı kontrolcü bir hareket olduğunu düşünmüyor musun? Birazcık delice,
belki de?”
“Pek sanmıyorum.” Sertleşmişti. “Sen genç bir kurt adamın ne kadar tehlikeli olabileceğini
anlamış gibi görünmüyorsun. Özellikle de ben onları göremiyorken. Edward’ın senin güvende
olduğunu bilmesinin imkanı yok. Bu kadar dikkatsiz olmamalısın.”
Sesim saldırgan bir hal almıştı. “Evet, çünkü vampirlerle pijama partisi yapmak güvende
olmanın zirve noktası oluyor.”
Alice güldü. “Sana sadece pedikür yapacağım,” diye söz verdi.
O kadar da kötü değildi, tabi isteğimin dışında alıkonulmak dışında. Esme İtalyan yemeği
getirmişti – Port Angeles’dan İtalyan yemeği getirmişti ve oldukça da iyiydi – Alice ise benim
sevdiğim filmleri hazırlamıştı. Rosalie bile orada, sessizce arka planda duruyordu. Alice
pedikür için ısrar etmedi ve merak ediyordum acaba takip ettiği bir liste hazırlamışmıydı, bunu
belki de izlediği kötü komedi dizilerinde görmüş olabilirdi.
“Ne kadar geç yatmak istersin?” diye sordu ayak tırnaklarıma kırmızı oje sürerken.
Davranışlarıma rağmen şevki kırılmamıştı.
“Geç yatmak istemiyorum. Yarın okula gideceğiz.”
Dudak büktü.
“Bu arada nerede yatacağım?” Koltuğu gözüme kestirmiştim. Biraz kısaydı. “Beni kendi
evimde göz altına alamaz mıydın?”
“Bu ne çeşit bir pijama partisi?” Alice başını öfkeyle salladı. “Edward’ın odasında
uyuyacaksın.”
Derin bir nefes verdim. Onun siyah deri koltuğu bundan daha uzundu. Aslında odasındaki altın
rengi kalın tüylü halının üzeri de fena olmazdı.
“Eşyaları mı alabilmek için en azından eve uğrayabilir miyim?”
Gülümsedi. “Çokdan alındı bile.”
“Telefonu kullanmaya iznim var mı?”
“Charlie nerede olduğunu biliyor.”
“Charlie’yi aramayacağım.” Kaşlarımı çattım. “Belli ki iptal etmem gereken planlar var.”
“Aaa,” dedi tartarak. “Bundan emin değilim.”
“Alice!” Seslice sızlandım. “Hadi ama!”
“Tamam, tamam,” dedi ve hızla odadan çıktı. Elinde cep telefonuyla hemen geri geldi. “Bunu
kesin olarak yasaklamadı...,” diye mırıldandı kendi kendine ve telefonu bana uzattı.
Jacob’ı aradım, arkadaşlarıyla dışarı çıkmadığını umuyordum. Şans benden yanaydı, Jacob
telefona cevap verdi.
“Alo?”
“Selam Jake, benim.” Alice beni ifadesiz bir yüzle izledi sonra da arkasını döndü ve Rosalie ile
Esme arasına gidip oturdu.
“Selam Bella,” dedi, sesi aniden bir dikkat kazandı. “ Nasılsın?”
“Hiç iyi değilim. Cumartesi günü gelemiyorum.”
Bir süre sessizlik oldu. “Ahmak kan emiciler,” diye mırıldandı. “Onun gittiğini sanmıştım. O
gittiğinde kendie ait bir yaşamın olmuyor mu? Seni bir tabuta mı kilitliyor yoksa?”
Güldüm.
“Bunun komik olduğunu sanmıyorum.”
“Gülüyorum çünkü oldukça yaklaştın,” dedim ona. “Fakat o Cumartesi günü burada olacak,
yani zaten fark etmeyecekti.”
“Öyleyse Forks’de beslenecek?” diye sordu Jacob sertçe.
“Hayır.” Beni rahatsız etmesine izin vermedim. En az onun kadar kızmıştım. “Erken gitti.”
“Ah. O zaman şimdi gel öyleyse,” dedi istekle. “Çok da geç değil. Ya da ben seni Charlie’den
alayım.”
“Keşke. Ama ben Charlie’de değilim,” dedim tatsızca. “Esir alındım denilebilir.”
Sessizce anlamaya çalıştı ve sonra da homurdandı. “Oraya geliriz ve seni kurtarırız,” dedi
duygusuz bir ses tonuyla, konuşması hemen çoğul bir hal almıştı.
Soğuk bir ürperti sırtımdan aşağıya indi, ama ses tonumu neşeli tutmaya çalıştım. “İlgi çekici
bir teklif. Bana işkence yapıyorlar – Alice tırnaklarıma kırmızı oje sürüyor.”
“Ciddiyim.”
“Olma. Sadece beni güvende tutmaya çalışıyorlar.”
Tekrar homurdandı.
“Biliyorum aptalca ama onlar kalplerinden geçen en doğru şeyi yapıyorlar.”
“Kalp mi ne kalbi!” alay etmişti.
“Cumartesi için üzgünüm,” dedim. “Şimdi gidip yatmalıyım” ...koltuğa, aklımdan düzeltmiştim
bunu. “Ama seni yakında tekrar arayacağım.”
“Seni bırakacaklarından emin misin?” diye sordu sert bir tonda.
“Çok da emin değilim.” Derin bir nefes verdim. “İyi geceler, Jake.”
“Görüşürüz.”
Alice hemen yanımda bitti, elini telefona uzatmıştı ama ben numaraları çoktan çevirmiştim bile.
Numarayı görmüştü.
“Telefonunu yanına aldığını sanmıyorum,” dedi.
“Mesaj bırakacağım.”
Telefon dört defa çaldı ve sonra da bir bip sesi duyuldu. Karşılama mesajı yoktu.
“Başın belada,” dedim yavaşça, her bir kelimeyi vurgulamıştım. “Büyük bir belada. Kızgın boz
ayı sakinleştirilmek üzere seni evde bekliyor olacak.”
Hemen telefonu kapattım ve beni bekleyen elin içerisine koydum. “Bu kadar.”
Gülümsedi. “Esir alma işi çok eğlenceli.”
“Şimdi gidip yatacağım,” diye açıkladım ve merdivenlere doğru yürümeye başladım. Alice de
arkamdan geliyordu.
“Alice,” diye iç geçirdim. “Dışarı gizlice çıkmayacağım. Eğer bunu planlasaydım bunu bilirdin
ve bunu deneseydim beni yakalardın.”
“Sadece sana yatacağın yeri gösterecektim,” dedi masumca.
Edward’ın odası üçüncü kattaki koridorun en uç kısmındaydı, eve daha önce gelmemiş olsanız
bile kolayca bulunabilirdi. Fakat ben ışığı yaktığımda bir süre afalladım. Yanlış kapıdan mı
girmiştim?
Alice kıkırdadı.
Aynı odaydı, hemen fark etmiştim bunu sadece eşyalar yeniden yerleştirilmişti. Koltuk kuzey
tarafındaki duvara itilmişti, müzit seti ise CD raflarının bulunduğu duvarın tarafındaydı.
Muzzam bir yatak ise odanın tam ortasında duruyordu.
Güney tarafındaki duvar ise büyük bir camla kaplıydı ve her şeyi ayna gibi yansıtıp iki tane
görülmesine neden oluyordu.
Birbirine uygundu. Yatak örtüsü duvarlardan daha açık, soluk altın rengindeydi, yatağın
kenarları siyahtı ve işlenmiş demir ile süslenmişti. Üzüm salkımlarının arasına yerleştirilmiş
metal güller vardı ve çevresini aynı şekilde metal örgüler sarıyordu. Pijamalarım katlanıp
yağaın ayak ucuna konmuştu, makyaj çantam ise köşede duruyordu.
“Bu da ne böyle?” diye şaşkınlıkla sordum.
“Gerçekten senin o koltukta yatmana izin vereceğini sanmıyordun değil mi?”
Bir şeyler geveleyerek eşyalarımı almak üzere yatağa doğru gittim.
“Seni yalnız bırakayım,” dedi ve güldü Alice. “Sabah görüşürüz.”
Dişlerimi fırçalayıp pijamalarımı giydikten sonra yataktan yumuşacık, kuş tüyü bir yastık aldım
ve altın rengi koltuğa doğru gittim. Aptal olduğumu biliyordum ama umrumda değildi. Rüşvet
olarak verilen Porsche’lar, kimsenin yatmadığı devasa yataklar; bunların hepsi beni rahatsız
ediyordu. Işıkları kapattım ve uyumak için ne kadar sinirli olduğumu tartarak koltuğa
kıvrıldım.
Karanlıkta odanın cam duvarı ayna gibi parlamıyor, odayı yansıtmıyordu. Pencerenin dışından,
ayın ışığı bulutların arasından sızıyordu. Nihayet gözlerim karanlığa alıştığında ağaçların
üstlerinin bu ışıkla aydınlandığını ve nehrin üzerinde beliren ışık oyunlarını gördüm. Gümüşi
nehri izleyip göz kapaklarımın ağırlaşmasını bekledim.
Kapı hafifçe vuruldu.
“Ne var Alice?” diye tısladım. Yatakta yatmadığımı görerek benimle dalga geçeceğini hayal
ederek savunmaya geçmiştim.
“Benim,” dedi Rosalie yumuşakça, kapıyı açtığında gümüş rengi ışığın aydınlattığı kusursuz
yüzünü gördüm. “Girebilir miyim?”
üzerime boca ettiği bilgileri gözden geçirip anlamakla meşguldü. Kafam meşgul olmasına
rağmen hafiflemiş hissediyordum. Jacob’ı gülümserken görmek, tüm sırları paylaşmak... her
şeyi mükemmel yapmasa da daha iyi hale getirmişti. Ona gitmekle doğru olanı yapmıştım,
Jacob’ın bana ihtiyacı vardı. Öfkesi benim gözümü korkutmuş olsa da aslında hiç de tehlikeli
bir durum söz konusu değildi.
Aniden orada belirmişti. Bir an aynamda parlak karayolunu dışında hiçbir şey görünmedi. Bir
sonraki dakika ise arkama takılmış gri Volvo’nun üzerine güneşin ışıkları düşmüştü.
“Ah, lanet olsun,” diye inledim.
Kenara çekmeyi düşündüm. Ama şu anda onunla yüzleşecek cesaretim yoktu. Hazırlanacağımı
sanıyordum… ve Charlie’nin koruyucu olarak etrafta bulunacağına güveniyordum. En azından
bu sayede daha sakin olurdu.
Volvo dibimden ayrılmadan beni izledi. Gözlerimi yoldan ayırmadım. Ödüm kopmuştu, sanki
aynaya bakarsam canım yanacakmış gibi bir an olsun bakmadan doğruca Angela’nın evine
gittim.
Weber’lerin evinin önündeki kaldırımda durana kadar beni takip etti. Durmamıştı ve o
geçerken ben de ona bakmamıştım. Yüzündeki ifadeyi görmek istemiyordum. Görüş
mesafemden çıkar çıkmaz Angela’nın evlerinin kapısına önüne kadar koşar adım yürüdüm.
Ben daha kapıyı çalarken Ben sanki kapının arkasında bekliyormuş gibi hemen kapıyı açtı.
“Selam, Bella!” dedi şaşkınlıkla.
“Merhaba Ben. Eee, Angela evde mi?” Angela’nın planlarımızı unutup unutmadığını merak
ediyordum, eve erken gitme fikri beni ürpertmişti.
“Tabii ki,” dedi Ben, o esnada Angela merdivenlerin başından “Bella” dedi.
Yoldan gelen bir arabanın motor gürültüsüyle Ben merakla bakındı.Bu ses beni korkutmamıştı
– bir motor tekleyerek durmuş sonra da egzozundan bir pat sesi duyulmuştu. Bu Volvo’nun
çıkardığı sese benzemiyordu. Bu Ben’in beklediği ziyaretçi olmalıydı.
“Austin geldi,” demişti Ben Angela yanına geldiği an.
Sokaktan bir korna sesi duyuldu.
“Sonra görüşürüz,” dedi Ben. “Seni özledim bile.”
Kolunu Angela’nın boynuna doladı ve onu kendine doğru çekerek istekle öptü. Bundan hemen
sonra Austin tekrar kornaya bastı.
“Hoşçakal Ang!Seni Seviyorum!” diye bağırdı Ben yanımdan hızlı geçip giderken.
Angela yalpaladı, yüzü pespembe olmuştu ama hemen kendini topladı ve Ben ile Austin
gözden kaybolana kadar onlara el salladı. Sonra bana döndü ve utanç içerisinde gülümsedi.
“Bunu yaptığın için çok teşekkür ederim Bella,” dedi. “Tüm içtenliğimle. Sadece elimde kalıcı
bir hasar olmasından kurtardığın için değil ayrıca senaryo yoksunu, iki saatlik ve berbat
seslendirilmiş bir dövüş filmini izlemekten kurtardığın için de teşekkürler.” Rahatlamış biçimde
iç geçirdi.
“Yardım edebildiysem ne mutlu.” Daha az endişeli hissediyordum, en azından birazcık nefesim
düzene girmişti. Burası çok sıradan hissettirmişti. Angela’nın basit insanı sorunları tuhaf
biçimde rahatlatıcıydı. Bir yerlerde yaşamın normal seyrinde olduğunu bilmek hoştu.
Angela’yı yukarıya, odasına kadar takip ettim. Yoluna çıkan oyuncakları tekmeleyerek
uzaklaştırdı. Ev anormal şekilde sessizdi.
“Ailen nerede?”
“Ailem ikizleri Port Angeles’daki bir doğum günü partisine götürdü. Bana bunun için yardım
edecek olmana inanamıyorum. Ben tendonunda iltihabı varmış gibi yaptı.” Surat yapmıştı.
“Hiç sorun değil,” dedim ama Angela’nın odasına girdim ve bekleyen zarf yığınını gördüm.
“Ooo!” diye inledim. Angela bana dönüp baktı, yüzünde özür dileyen bir ifade vardı. Artık
neden sürekli erteleyip durduğunu ve Ben’in neden yan çizdiğini anlayabiliyordum.
“Abarttığını düşünmüştüm,” dedi kabul ederek.
“Keşke. Bunu yapmak istediğine emin misin?”
“İşe koyulalım. Tüm gün benim.”
Angela yığını ikiye ayırdı ve annesinin adres defterini ikimizin arasına masanın üzerine koydu.
Bir süre sonra konsantre olduk ve odada sadece kalemlerin kağıdın üzerinde çıkardığı ses
duyulmaya başladı.
“Edward ile bu gece ne yapacaksınız?” diye sordu birkaç dakika sonra.
Yazmaya çalışırken kalemim zarfı deldi. “Hafta sonu için Emmet’in evinde olacak.
Muhtemelen yürüyüştedirler.”
“Emin değilmiş gibi söylüyorsun.”
Omuz silktim.
“Şanslısın Edward’ın yürüyüş ve kamp için kardeşleri var. Austin olmasaydı Ben’in bu tarz
aktivetelerine nasıl eşlik ederdim bilmiyorum.”
“Evet, bu tarz açık havada yapılan şeyler bana göre değil. Ve yapabilmemin imkanı da yok.”
Angela güldü. “Daha çok evde yapılan şeyleri tercih ederim.”
Bir süre bitmesi gereken zarf öbeğine yoğunlaştı. Bu arada ben de dört adres daha yazdım.
Aradaki sessizlikleri doldurmak için manasız konuşmalar yapmaya ihtiyaç duymuyordu
Angela. O da tıpkı Charlie gibi sessizlikten memnundu.
Fakat o da tıpkı Charlie gibi zaman zaman çok dikkatli olabiliyordu.
“Her şey yolunda mi?” diye sordu kısık sesle.
“Biraz...endişeli görünüyorsun.”
Mahçup biçimde gülümsedim. “Çok mu belli?”
“Pek değil.”
Muhtemelen beni iyi hissettirmek için yalan söylüyordu.
“İstemedikçe konuşmak zorunda değilsin,” dedi ve beni temin edercesine ekledi, “Eğer yardımı
olacağını düşünüyorsan seni dinlerim.”
Neredeyse teşekkürler ama hayır sağol demek üzereydim. Saklayacağıma söz verdiğim çok
fazla sır vardı. Sorunlarımı bir başka insana anlatamazdım. Bu kurallara aykırı olurdu.
Ama yine de içimde anlatmak için tuhaf ve ani bir istek belirdi. İnsan olan normal bir kız
arkadaşımla konuşmak istemiştim. Tıpkı diğer genç kızlar gibi biraz sızlanmak istiyordum.
Benim sorunlarımın da basit olmasını istiyordum. Tüm bu kurt adam ve vampir olaylarının
dışında her şeyi farklı bir bakış açısıyla görebilecek biri de harika olurdu. Tarafsız biri yani.
“Başkalarının işine karışmamalıyım,” dedi Angela, gülümseyerek adres yazma işine geri döndü.
“Hayır,” dedim. “Haklısın. Endişeliyim.Konu...konu Edward.”
“Sorun ne?”
Angela ile konuşmak çok rahattı. O böyle bir soru sorduğunda Jessica gibi hastalıklı bir şekilde
dedikodu aramadığını bilirdim. Üzgün olduğum için endişeleniyordu.
“O, bana kızgın.”
“Bunu hayal etmesi zor,” dedi. “Neden kızgın?”
Derin bir nefes verdim. “Jacob Black’i hatırlıyor musun?”
“Ah,” dedi.
“Evet.”
“Kıskanıyor.”
“Hayır. Kıskanmıyor...” Çenemi kapalı tutmalıydım. Bunu açıklamanın bir yolu yoktu. Ama
konuşmaya devam etmek istiyordum. Bir insanla sohbet etmeyi ne kadar özlediğimi hiç fark
etmemiştim. “Edward Jacob’ın...kötü bir yanının olduğunu düşünüyor, sanırım. Bir
şekilde...tehlikeli olduğunu yani. Birkaç ay öncesine kadar nasıl sorunlarla boğuştuğumu
biliyorsun...tabi böyle düşünmesi gülünç.”
Angela’nın başını itiraz edercesine sallaması beni şaşırtmıştı.
“Ne?” diye sordum merakla.
“Bella Jacob Black’in sana nasıl baktığını gördüm. Bahse girerim asıl problem kıskançlık.”
“Jacob’la öyle bir şey olduğu yok.”
“Senin için olmayabilir ama ya Jacob’ın tarafında...”
Kaşlarımı çattım. “Jacob nasıl hissettiğimi biliyor. Ona her şeyi anlattım.”
“Edward bir insan Bella. Diğer çocuklar gibi tepki verecektir.”
Yüzümü butuşturdum. Buna verecek bir cevabım yoktu.
Omzuma arkadaşça vurdu. “Bunun üstesinden gelecektir.”
“Umarım. Jake biraz zor bir dönem geçiriyor. Bana ihtiyacı var.”
“Sen ve Jacob oldukça yakınsınız değil mi?”
“Aile gibiyiz,” dedim.
“Ve Edward ondan hoşlanmıyor... Bu zor olmalı. Merak ediyorum Ben bununla nasıl
başederdi?”
Hafifçe gülümsedim. “Muhtemelen diğer çocuklar gibi.”
Gülümsedi. “Muhtemelen.”
Sonra konuyu değiştirdi. Angela başkalarının hayatına burnunu sokan biri değildi ve daha fazla
konuşamayacağımı – konuşamayacağı – hissetmişti.
“Dün yurt belgem geldi. Kampüsden en uzak yurtta kalacağım, tabii ki.”
“Ben nerede kalacağını öğrendi mi?”
“Kampüse en yakın olanda. Şans onun yanındaydı. Peki ya sen? Nereye gideceğine karar
verdin mi?”
Başımı eğmiş beceriksizce yazdığım el yazıma bakıyordum. Bir an Ben ve Angela’nın
Washington Üniversitesine gidecek olması fikrinden dolayı endişelendim. Seattle’dan uzakta
olacaklardı birkaç ay boyunca. Bu güvenli olur muydu? Vampir tehdidi başka bölgelere taşınır
mıydı? O zaman yeni bir şehir de olurdu, peki gazete başlıkları korku filmlerinden fırlamış gibi
mi olurdu gene?
Bu yeni başlıkların sebebi ben olur muydum?
Kendime gelmek için başımı salladım ve sorusuna biraz geç de olsa cevap verdim. “Alaska
sanırım. Juneau’daki üniversite.”
Sesindeki şaşkınlığı farkedebilmiştim. “Alaska mı? Gerçekten mi? Yani, bu harika. Sadece ben
senin daha...sıcak bir yere gideceğini sanmıştım.”
Gülümsedim, hala mektuba bakıyordum. “Evet. Forks hayata olan bakış açımı bir hayli
değiştirdi.”
“Ve Edward?”
Bu isim karnımda kelebeklerin uçuşmasına neden olduğundan kafamı kaldırdım ve
gülümsedim. “Alaska onun için de çok soğuk değil.”
O da gülümsedi. “Elbette, değil.” Ve sonra da derin bir nefes verdi. “Orası çok uzak. Eve çok
sık gelemeyeceksin. Seni özleyeceğim. Bana e-posta yollar mısın?”
İçimde bir üzüntü dalgası kabarmaya başlamıştı; belki de Angela’ya şu anda bu kadar yakın
olmak bir hataydı. Ama bu son şansları da kaçırmak kötü olmaz mıydı? Bu mutsuz düşünceleri
kafamdan uzaklaştırdım ve alaylı bir cevap verdim.
“Eğer bu işten sonra tekrar yazabilirsem tabii ki.” Yazdığım mektupları başımla işaret etmiştim.
Güldük, ve kalanları bitirdiğimizde üniversitedeki sınıflar ve bölümler hakkında daha rahat
sohbet etmeye başladık – tek yapmam gereken bunu düşünmemekti. Ne olursa olsun bugün
hakkında endişelenmem gereken daha acil konular vardı.
Pulları yapıştırmasına da yardımcı oldum. Gitmeye korkuyordum. “ Elin nasıl?” diye sordu.
Parmaklarımı esnettim. “Sanırım onları tekrar kullanabileceğim... bir gün.”
Aşağıdan gelen kapının çarpma sesini duyduk ve ikimizde kafamızı kaldırdık.
“Ang?” diye bağırdı Ben.
Gülümsemeye çalıştım, ama dudaklarım titremişti. “Sanırım bu benim ayrılma zamanımın
geldiğini gösteriyor.”
“Gitmek zorunda değilsin. Muhtemelen izlediği filmi anlatacak bana...tüm detaylarıyla.”
“Charlie nerede olduğumu merak eder.”
“Yardımın için teşekkürler.”
“Aslında güzel zaman geçirdim. Böyle bir şeyi tekrar yapmalıyız. Kız kıza zaman geçirmek
güzeldi.”
“Kesinlikle.”
Yatak odasının kapısından bir tıkırtı geldi.
“İçeri gel Ben,” dedi Angela.
Ayağa kalktım ve esnedim.
“Selam Bella! Hala yaşıyorsun,” Ben hızla selam verdi ve hemen Angela’nın yanına gitti.
Yaptığımız işe bir göz attı. “Güzel iş. Bana da yapacak bir şeyler bırakamamış olmanız çok
kötü, ben de şey yapabilir...” Sesi azalıp duyulmaz olmuştu ve sonra tekrar coşkuyla
konuşmaya başladı. “Ang, bunu kaçırdığına inanamıyorum! Muhteşemdi.Son kısımdaki dövüş
sahnesindeki kareografi inanılmazdı!Bir adam vardı filmde... ama izlemeden anlayamazsın
aslında....”
Angela bana dönüp gözlerini devirdi.
“Okulda görüşürüz,” dedim sarsak bir gülüşle.
İç geçirdi. “Görüşürüz.”
Gergin bir şekilde kamyonetime doğru yürümeye başladım ama sokak boştu. Tüm sürüç
boyunca endişeyle aynalarıma baktım ama gümüş rengi bir araba görmedim.
Arabası evin önünde de yoktu.
“Bella?” dedi Charlie ben kapıdan içeri girerken.
“Selam baba.”
Oturma odasında TV’nin karşısında oturuyordu.
“Günün nasıldı?”
“İyi,” dedim. Ona her şeyi anlatmalıydım, ya da o Bill’den yakında öğrenirdi. Dahası bu onu
mutlu da ederdi. “Bana işte ihtiyaçları yoktu, ben de La Push’a gittim.”
Yüzünde yeterince şaşkın bir ifade oluşmamıştı. Billy onunla çoktan konuşmuştu bile.
“Jacob nasıldı?” diye sordu Charlie, sesini ilgisiz tutmaya çalışıyordu.
“İyi” dedim sıradan bir şekilde.
“Weberler’e de uğradın değil mi?”
“Evet. Duyuruların adreslerini yazdık.”
“Bu iyi.” Charlie’nin yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. TV’de bir maçın olduğu
düşünülürse tuhaf biçimde ilgiliydi. “Bugün arkadaşlarınla biraz vakit geçirdiğin için
memnunum.”
“Ben de.”
Yavaşça mutfağa doğru gittim, yapacak iş arıyordum. Ne yazık ki Charlie yemeğinden
kalanları temizlemişti bile. Birkaç dakika orada dikildim, güneş ışığının zemindeki parlamasına
baktım. Ama bunu daha fazla erteleyemeyeceğimi biliyordum.
“Ders çalışmaya çıkıyorum,” dedim merdivenleri çıkarken asık suratla.
“Görüşürüz,” diye bağırdı Charlie arkamdan.
Eğer hayatta kalırsam diye aklımdan geçirdim.
Odaya yüzümü çevirip bakmadan önce kapıyı dikkatlice kapadım.
Tabii ki orada bekliyordu. Sırtını duvara yaslamış ayakta duruyordu, gölgesi açık pencerenin
üzerine düşmüştü. Yüzü sertti ve duruşu da gergindi. Bana tek kelime etmeden bakıyordu.
Korkmuştum, hemen konuya gireceğini bekliyordum ama öyle olmadı. Bana bakmaya devam
etti, muhtemelen konuşamayacak kadar sinirliydi.
“Merhaba,” dedim en sonunda.
Yüzü sanki taştan oyulmuş gibi kıpırtısızdı. Kafamda yüze kadar saydım ama buna rağmen
hiçbir değişiklik olmadı yüzünde.
“Eee... hala hayattayım,” diye başladım.
Göğsünden bir homurtu yükseldi ama ifadesi değişmedi.
“Hiç zarar görmedim,” dedim ısrarla ve omuz silktim.
Hareket etti. Gözlerini kapadı ve burnunun üzerindeki kemeri sağ elinin ilk
İki parmağı arasına aldı.
“Bella” diye fısıldadı. “Sınırı geçmeye bugün ne kadar yaklaştığımı biliyor musun? Anlaşmayı
bozup, senin peşinden gelmek için? Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun?”
Soluk soluğa kalmıştım ve gözlerini açtı. Gözleri gece kadar soğuktu.
“Bunu yapamazsın!” dedim bağırarak. Charlie’nin duymaması için sesimi ayarladım ama
kelimeleri haykırmak istiyordum. “Edward, dövüşmek için her türlü bahaneyi kullanırlardı.
Bundan hoşlanırlardı. Kuralları ihlal edemezsin!”
“Belki dövüşten zevk alan sadece onlar değillerdir.”
“Tekrar başlama,” dedim hızla. “Bir anlaşma yaptın, buna bağlı kal.”
“O seni incitseydi...”
“Yeter!” diye sözünü kestim. “Benim için endişelenecek bir şey yok. Jacob tehlikeli değil.”
“Bella,” dedi gözlerini devirerek. “Sen neyin tehlikeli neyin olmadığını anlayacak kişi değilsin.”
“Jake hakkında endişelenmemem gerektiğini biliyorum. Ve sen de endişelenmemelisin.”
Dişlerini sıktı. Ellerini sıkmış, yumruk haline getirmişti.Hala duvara yaslanmış duruyordu ve
aramızdaki bu mesafeden nefret etmiştim.
Derin bir nefes aldım ve odanın diğer tarafına onun yanına gittim. Ona sarıldığımda hareket
etmedi. Yandaki açık olan camdan akşamın tatlı sıcağı geliyordu ve onun teni buz gibi
soğuktu. Kendisi de aynı şekilde donmuş gibiydi.
“Seni endişelendirdiğim için üzgünüm,” diye mırıldandım.
İç geçirdi, biraz rahatlamıştı. Kollarıyla belime sarıldı.
“Endişelenme oldukça hafif kalıyor,” diye mırıldandı. “Oldukça uzun bir gündü.”
“Bunu bilmemen gerekiyordu,” diye hatırlattım. “Senin avda olduğunu sanıyordum.”
Yüzüne, onun aşırı korumacı gözlerine baktım; ne kadar gerildiğini görememiştim ama çok
karanlık bakıyorlardı. Gözlerinin altında da mor halkalar oluşmuştu. Onaylamayan şekilde
kaşlarımı çattım.
“Alice senin kaybolduğunu görünce hemen geri geldim,” diye açıkladı.
“Bunu yapmamalıydın. Şimdi yeniden gitmek zorunda kalacaksın,” çok sinirlenmiştim.
“Bekleyemezdim.”
“Bu çok saçma. Yani biliyorum beni Jacob ile göremiyor ama onun bunu –”
“Ama yapamadım,” diye sözümü kesti. “Ve benim senin bunu yapmama izin vermemi nasıl
bekleyebi –”
“Ah evet beklerim,” diye sözünü kestim. “Bu kesinlikle beklediğim şey –”
“Bu bir daha tekrarlanmayacak.”
“Doğru çünkü bir dahakine aşırı reaksiyon göstermeyeceksin.”
“Çünkü bir dahaki zaman diye bir şey olmayacak.”
“Gitmek zorunda olduğunu bundan hoşlanmasam da anlıyorum – ”
“Bu aynı şey değil. Ben hayatımı riske atmıyorum.”
“Ben de öyle.”
“Kurt adamlar tehlike arz ediyor.”
“Buna katılmıyorum.”
“Bu konuda tartışacak değilim Bella.”
“Ben de öyle.”
“Ellerini tekrar yumruk haline getirmişti. Onları sırtımda hissedebiliyordum.
Sonra kelimeler aptalca şekilde kafamda belirdi. “Bu sadece benim güvenliğim hakkında mı?”
“Bu da ne demek?” diye sordu.
“Sen..” Angela’nın teorisi şu anda daha da aptalca gelmişti. Söylediğimi bitirmek zor oldu.
“Yani demek istediğim kıskanmış olmanla ilgisi yok değil mi?”
Tek kaşını kaldırdı. “Ben ne?”
“Ciddi ol.”
“Şüphesiz, bunda gülünecek hiçbir şey yok.”
Merakla kaşlarımı çattım. “Ya da ... bu tamamen başka bir şeyle mi ilgili? Yani bu vampirler ve
kurt adamlar her zaman düşmandır mantığı biraz saçma değil mi? Bu sadece testesteron yarışı
–”
Gözleri parlamıştı. “Bu sadece seninle ilgili. Tek umursadığım şey senin güvenliğin.”
Gözlerindeki siyah aleve bakıp şüphe etmek imkansızdı.
“Pekala,” diye derin bir nefes verdim. “Buna inanıyorum. Fakat şunu bilmeni istiyorum, bu
düşmanlık olayında ben yokum. Ben bu konuda İsviçre kadar tarafsızım. Efsanelere özgü
canlıların anlaşmazlığına katılmayı reddediyorum. Jacob ailemden sayılır. Sen... hayatımın aşkı
olamazsın, çünkü seni çok daha uzun süre sevmeyi planlıyorum. Varoluş aşkımsın yani. Kimin
kurt adam kimin vampir olduğu umrumda değil. Eğer Angela bir cadıya dönüşürse o da partiya
katılabilir.”
Gözlerini kısmış sessizce bana bakıyordu.
“İsviçre,” diye tekrarladım vurguyla.
Kaşlarını çattı ve sonra da iç geçirdi. “Bella...”diye başladı ama durdu, burnu
memnuniyetsizlikle kırışmıştı.
“Şimdi ne oldu?”
“Şey... alınma ama, köpek gibi kokuyorsun.” Dedi.
Ve sonra çarpık bir şekilde gülümsedi, biliyordum kavga sona ermişti. En azından şimdilik.
Edward kaçırdığı av gezisini telafi etmeliydi ve bu yüzden Cuma günü Jasper, Emmett ve
Carlisle ile Kuzey California’daki dağ aslanları sorunuyla ilgilenmek üzere gidecekti.
Kurt adamlar konusunda bir anlaşmaya varamamıştık ama Jack’e uğrama konusunda suçluluk
hissetmiyordum. O pencereden inip Volvo’su ile eve dönmeden önce Cumartesi günü oraya
tekrar gideceğimi söylemiştim. Gizlice yapmamıştım. Edward bunu biliyordu. Ve eğer bir daha
kamyonetimi bozacak olursa o zaman beni Jacob alırdı. Forks tarafsız bölgeydi tıpkı İsviçre
gibi, yani benim gibi.
Perşembe günü işten çıkarken Volvo’nun içerisinde Edward değil de Alice beni bekliyordu.
Yolcu kapısını açtı ve hoparlörlerden yayılan hiç bilmediğim bir müzik yüksek sesle beni
karşıladı.
“Selam Alice,” diye bağırdım sesimi duyurmak için ve arabaya bindim. “Ağabeyin nerede?”
Melodisi oldukça zor olan şarkıyı söylüyordu ve sesi çalan müzikten daha da yüksekti. Bana
kafasını salladı, müziğe adapte olduğundan sorumu duymamıştı bile.
Kapıyı kapadım ve ellerimi kulaklarımın üzerine koydum. Gülümsedi ve şarkının sesini sadece
arka planda duyabilecek şekilde kıstı. Kapıları kilitledi ve hemen gaza bastı.
“Neler oluyor?” diye sordum, tedirgin hissetmeye başlamıştım. “Edward nerede?”
Omuz silkti. “Erken gittiler.”
“Aaa.” Verdiğim tepkiyi kontrol etmeye çalıştım.Eğer erken gittiyse bunun anlamı erken
dönecek olmasıydı, diye kendime hatırlattım.
“Tüm erkekler gitti ve biz de pijama partisi yapıyoruz!” heyecanla söylemişti bunu, şarkı
söylerkenki ses tonunu kullanmıştı.
“Pijama partisi mi?” diye tekrarladım, şüphelerim nihayet son bulmuştu.
“Heyecanlanmadın mı?” diye bağırdı.
Bir an onun neşeyle bana baktığını gördüm.
“Beni kaçırıyorsun değil mi?”
Kahkaha attı ve başını salladı. “Cumartesiye kadar. Esme Charlie’ye haber verdi; benimle iki
gece kalacaksın ve seni okula ben getirip götüreceğim.”
Yüzümü pencereye çevirdim, dişlerimi sıkıyordum.
“Üzgünüm,” dedi Alice, sesinde bir gram olsun pişmanlık olmadan konuşmuştu. “Bana ödeme
yaptı.”
“Nasıl?” diye dişlerimin arasından tısladım.
“Porsche arabayla. İtalya’da çaldığımın aynısı.” Mutlu bir şekilde iç geçirdi. “İlla Forks’da
gezmek zorunda değiliz eğer istersen Los Angeles’a kadar gidebiliriz – bahse varım gece
yarısına kadar dönmüş oluruz.”
“Derin bir nefes aldım. “Sanırım bu seferlik hayır diyeceğim,” ürpertimi bastırmak için iç
geçirdim.
Yolculuk boyunca sürekli hızlı gittik. Alice arabayı garaje soktu ve ve ben de garajdaki
arabalara dönüp baktım. Emmett’in büyük jipiyle, Rosali’nin kırmızı üstü açık spor arabasının
arasında parlak sarı Porsche duruyordu.
Alice zarif bir şekilde arabadan indi ve rüşvetine hafifçe vurdu. “Hoş değil mi?”
“Haddinden fazla hoş,” diye homurdandım, şüpheyle. “Bunu sadece beni iki gün boyunca rehin
alasın diye mi verdi?”
Alice suratını astı.
Bir saniye sonra, nihayet anlamıştım ve korkuyla iç geçirdim. “Bunu her gidişi için böyle
yapman üzere sana verdi, değil mi?”
Başıyla onayladı.
Kapıyı çarptım ve ayaklarımı yere vurarak eve kadar yürüdüm. O ise yanımda neşeyle
yürüyordu, hala pişmanlık duymuyordu.
“Alice bunun biraz aşırı kontrolcü bir hareket olduğunu düşünmüyor musun? Birazcık delice,
belki de?”
“Pek sanmıyorum.” Sertleşmişti. “Sen genç bir kurt adamın ne kadar tehlikeli olabileceğini
anlamış gibi görünmüyorsun. Özellikle de ben onları göremiyorken. Edward’ın senin güvende
olduğunu bilmesinin imkanı yok. Bu kadar dikkatsiz olmamalısın.”
Sesim saldırgan bir hal almıştı. “Evet, çünkü vampirlerle pijama partisi yapmak güvende
olmanın zirve noktası oluyor.”
Alice güldü. “Sana sadece pedikür yapacağım,” diye söz verdi.
O kadar da kötü değildi, tabi isteğimin dışında alıkonulmak dışında. Esme İtalyan yemeği
getirmişti – Port Angeles’dan İtalyan yemeği getirmişti ve oldukça da iyiydi – Alice ise benim
sevdiğim filmleri hazırlamıştı. Rosalie bile orada, sessizce arka planda duruyordu. Alice
pedikür için ısrar etmedi ve merak ediyordum acaba takip ettiği bir liste hazırlamışmıydı, bunu
belki de izlediği kötü komedi dizilerinde görmüş olabilirdi.
“Ne kadar geç yatmak istersin?” diye sordu ayak tırnaklarıma kırmızı oje sürerken.
Davranışlarıma rağmen şevki kırılmamıştı.
“Geç yatmak istemiyorum. Yarın okula gideceğiz.”
Dudak büktü.
“Bu arada nerede yatacağım?” Koltuğu gözüme kestirmiştim. Biraz kısaydı. “Beni kendi
evimde göz altına alamaz mıydın?”
“Bu ne çeşit bir pijama partisi?” Alice başını öfkeyle salladı. “Edward’ın odasında
uyuyacaksın.”
Derin bir nefes verdim. Onun siyah deri koltuğu bundan daha uzundu. Aslında odasındaki altın
rengi kalın tüylü halının üzeri de fena olmazdı.
“Eşyaları mı alabilmek için en azından eve uğrayabilir miyim?”
Gülümsedi. “Çokdan alındı bile.”
“Telefonu kullanmaya iznim var mı?”
“Charlie nerede olduğunu biliyor.”
“Charlie’yi aramayacağım.” Kaşlarımı çattım. “Belli ki iptal etmem gereken planlar var.”
“Aaa,” dedi tartarak. “Bundan emin değilim.”
“Alice!” Seslice sızlandım. “Hadi ama!”
“Tamam, tamam,” dedi ve hızla odadan çıktı. Elinde cep telefonuyla hemen geri geldi. “Bunu
kesin olarak yasaklamadı...,” diye mırıldandı kendi kendine ve telefonu bana uzattı.
Jacob’ı aradım, arkadaşlarıyla dışarı çıkmadığını umuyordum. Şans benden yanaydı, Jacob
telefona cevap verdi.
“Alo?”
“Selam Jake, benim.” Alice beni ifadesiz bir yüzle izledi sonra da arkasını döndü ve Rosalie ile
Esme arasına gidip oturdu.
“Selam Bella,” dedi, sesi aniden bir dikkat kazandı. “ Nasılsın?”
“Hiç iyi değilim. Cumartesi günü gelemiyorum.”
Bir süre sessizlik oldu. “Ahmak kan emiciler,” diye mırıldandı. “Onun gittiğini sanmıştım. O
gittiğinde kendie ait bir yaşamın olmuyor mu? Seni bir tabuta mı kilitliyor yoksa?”
Güldüm.
“Bunun komik olduğunu sanmıyorum.”
“Gülüyorum çünkü oldukça yaklaştın,” dedim ona. “Fakat o Cumartesi günü burada olacak,
yani zaten fark etmeyecekti.”
“Öyleyse Forks’de beslenecek?” diye sordu Jacob sertçe.
“Hayır.” Beni rahatsız etmesine izin vermedim. En az onun kadar kızmıştım. “Erken gitti.”
“Ah. O zaman şimdi gel öyleyse,” dedi istekle. “Çok da geç değil. Ya da ben seni Charlie’den
alayım.”
“Keşke. Ama ben Charlie’de değilim,” dedim tatsızca. “Esir alındım denilebilir.”
Sessizce anlamaya çalıştı ve sonra da homurdandı. “Oraya geliriz ve seni kurtarırız,” dedi
duygusuz bir ses tonuyla, konuşması hemen çoğul bir hal almıştı.
Soğuk bir ürperti sırtımdan aşağıya indi, ama ses tonumu neşeli tutmaya çalıştım. “İlgi çekici
bir teklif. Bana işkence yapıyorlar – Alice tırnaklarıma kırmızı oje sürüyor.”
“Ciddiyim.”
“Olma. Sadece beni güvende tutmaya çalışıyorlar.”
Tekrar homurdandı.
“Biliyorum aptalca ama onlar kalplerinden geçen en doğru şeyi yapıyorlar.”
“Kalp mi ne kalbi!” alay etmişti.
“Cumartesi için üzgünüm,” dedim. “Şimdi gidip yatmalıyım” ...koltuğa, aklımdan düzeltmiştim
bunu. “Ama seni yakında tekrar arayacağım.”
“Seni bırakacaklarından emin misin?” diye sordu sert bir tonda.
“Çok da emin değilim.” Derin bir nefes verdim. “İyi geceler, Jake.”
“Görüşürüz.”
Alice hemen yanımda bitti, elini telefona uzatmıştı ama ben numaraları çoktan çevirmiştim bile.
Numarayı görmüştü.
“Telefonunu yanına aldığını sanmıyorum,” dedi.
“Mesaj bırakacağım.”
Telefon dört defa çaldı ve sonra da bir bip sesi duyuldu. Karşılama mesajı yoktu.
“Başın belada,” dedim yavaşça, her bir kelimeyi vurgulamıştım. “Büyük bir belada. Kızgın boz
ayı sakinleştirilmek üzere seni evde bekliyor olacak.”
Hemen telefonu kapattım ve beni bekleyen elin içerisine koydum. “Bu kadar.”
Gülümsedi. “Esir alma işi çok eğlenceli.”
“Şimdi gidip yatacağım,” diye açıkladım ve merdivenlere doğru yürümeye başladım. Alice de
arkamdan geliyordu.
“Alice,” diye iç geçirdim. “Dışarı gizlice çıkmayacağım. Eğer bunu planlasaydım bunu bilirdin
ve bunu deneseydim beni yakalardın.”
“Sadece sana yatacağın yeri gösterecektim,” dedi masumca.
Edward’ın odası üçüncü kattaki koridorun en uç kısmındaydı, eve daha önce gelmemiş olsanız
bile kolayca bulunabilirdi. Fakat ben ışığı yaktığımda bir süre afalladım. Yanlış kapıdan mı
girmiştim?
Alice kıkırdadı.
Aynı odaydı, hemen fark etmiştim bunu sadece eşyalar yeniden yerleştirilmişti. Koltuk kuzey
tarafındaki duvara itilmişti, müzit seti ise CD raflarının bulunduğu duvarın tarafındaydı.
Muzzam bir yatak ise odanın tam ortasında duruyordu.
Güney tarafındaki duvar ise büyük bir camla kaplıydı ve her şeyi ayna gibi yansıtıp iki tane
görülmesine neden oluyordu.
Birbirine uygundu. Yatak örtüsü duvarlardan daha açık, soluk altın rengindeydi, yatağın
kenarları siyahtı ve işlenmiş demir ile süslenmişti. Üzüm salkımlarının arasına yerleştirilmiş
metal güller vardı ve çevresini aynı şekilde metal örgüler sarıyordu. Pijamalarım katlanıp
yağaın ayak ucuna konmuştu, makyaj çantam ise köşede duruyordu.
“Bu da ne böyle?” diye şaşkınlıkla sordum.
“Gerçekten senin o koltukta yatmana izin vereceğini sanmıyordun değil mi?”
Bir şeyler geveleyerek eşyalarımı almak üzere yatağa doğru gittim.
“Seni yalnız bırakayım,” dedi ve güldü Alice. “Sabah görüşürüz.”
Dişlerimi fırçalayıp pijamalarımı giydikten sonra yataktan yumuşacık, kuş tüyü bir yastık aldım
ve altın rengi koltuğa doğru gittim. Aptal olduğumu biliyordum ama umrumda değildi. Rüşvet
olarak verilen Porsche’lar, kimsenin yatmadığı devasa yataklar; bunların hepsi beni rahatsız
ediyordu. Işıkları kapattım ve uyumak için ne kadar sinirli olduğumu tartarak koltuğa
kıvrıldım.
Karanlıkta odanın cam duvarı ayna gibi parlamıyor, odayı yansıtmıyordu. Pencerenin dışından,
ayın ışığı bulutların arasından sızıyordu. Nihayet gözlerim karanlığa alıştığında ağaçların
üstlerinin bu ışıkla aydınlandığını ve nehrin üzerinde beliren ışık oyunlarını gördüm. Gümüşi
nehri izleyip göz kapaklarımın ağırlaşmasını bekledim.
Kapı hafifçe vuruldu.
“Ne var Alice?” diye tısladım. Yatakta yatmadığımı görerek benimle dalga geçeceğini hayal
ederek savunmaya geçmiştim.
“Benim,” dedi Rosalie yumuşakça, kapıyı açtığında gümüş rengi ışığın aydınlattığı kusursuz
yüzünü gördüm. “Girebilir miyim?”