Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Breaking Dawn 21.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Breaking Dawn 21.Bölüm Empty Breaking Dawn 21.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Salı Kas. 16, 2010 1:18 pm

    "Pencere mi?" diye sordum iki kat aşağıda.

    Asla yükseklikten gerçekten korkmamıştım, ama yetenekli yapım sayesinde olacak bütün olasılıkları detaylı ve net bir şekilde görebiliyordum. Aşağıdaki kayalar hayal edebileceğimden daha da keskin bir açı oluşturuyorlardı.

    Edward gülümsedi. "Bu en uygün çıkış. Eğer korkuyorsan seni taşıyabilirim."

    "Bütün sonsuzluğa sahibiz ve sen zaman kaybetmeyelim diye arka kapıya yürüyemiyorsun?"

    Küçümseyerek kaşlarını çattı. "Renesmee ve Jacob alt kattalar…"

    "Oh"

    Doğru. Şu anda bir canavardım. Benim vahşi tarafımı tetikleyebilecek kokulardan uzak durmam gerekiyordu.Çok sevdiğim insanlardan . Hatta daha tanımamış olduğum insanlardan bile.

    "Renesmee… orada Jacob’la birlikte iyi mi?" diye fısıldadım.

    Alt kattan Jacob’un atan kalbini duymak zorunda olduğumu hatırladım. Dikkatlice dinledim,ama yalnızca bir tane sabit kalp atışı duyabildim. "Jacob, onu çok fazla sevmiyor."

    Edward’ın dudakları tuhaf bir şekilde daraldı. "Güven bana, Renesmee mükemmel bir emniyette. Jacob’un tam olarak ne düşündüğünü biliyorum"

    "Elbette" diye mırıldandım ve tekrar aşağıdaki zemine baktım.

    "Duruyoruz?" diye meydan okudu Edward.

    "Birazcık. Nasıl olacağını bilmiyorum…."

    Ailemin yanında olduğumun bilincinde,sessizce seyrediyordum. En en en sessizce. Emmett çoktan arkasında ufak bir esinti bırakmıştı. Bir hata,ve o zeminde yuvarlanacaktı. Eğer öyle olursa bütün şakalarım bu sakar vampir üzerine yoğunlaşacaktı…

    Ve ben bu elbiseyi--- ben bilinçsizce alevlerde kaybolmuşken Alice giydirmişti---- atlayışla veya avlanmayla yırtmak istemiyordum. Üzerime sıkıca oturtulmuş buz-mavisi kumaşı mı? Benim neye ihtiyacım olacağını bilmiyor muydu? Ben bir kokteyile mi katılacaktım sanki?

    "İzle beni" dedi Edward. Ardından, hafifçe yukarı doğru bir adım aldı, camı açtı ve düştü.

    Dikkatlice seyrettim, dizlerini çarpmamak için hangi açıda içeri doğru büktüğünü analiz ettim. İnişinin sesi çok zayıftı.

    Zor gözükmüyordu.

    Dişlerimi sıktım, konsantre oldum , onun hareketlerini boş havada başarısızca kopyalamaktan yorulmuştum.

    Ha! Zemine inmiştim ama ayağım toprağa deymemiş gibi gözüküyordu--- Alice bana hangi ayakkabıyı giydirmişti? Topuklu ayakkabı mı? Kendini kaybetmiş olmalıydı.--- aptal ayakkabılarımla toprağa inişim düzgündü , ileriye doğru bir adım atmaktan farklı değildi.

    Düşüşüm onunki kadar sessizdi. Ona doğru sırıttım.

    "Haklısın. Kolaymış."

    Bana geri gülümsedi. "Bella?"

    "Evet?"

    "Bu oldukça çekiciydi---bir vampir için bile."

    Bunu bir an için düşündüm ve gülümsedim. Bunu söyler söylemez Emmett güldü. Kimse onun bu görüşüne dikkat etmedi, ama bu doğruydu. Bütün hayatım boyunca hiç kimse bana herhangi bir şeyin ilk seferi için çekici dememişti…

    "Teşekkür ederim" diye cevap verdim ona.

    Ve sonra tek bir ayağımdaki gümüş saten ayakkabıya baktım,diğer teki camın orda duruyordu ve birisi yukarıdan attı. Birazcık zordu, belki, ama kumaşına zarar gelmeden birisinin onu yakaladığını duydum.
    Alice homurdandı, "Onun moda anlayışını göz önünde bulundurursak hiç iyiye gitmiyordu"

    Edward elimi tuttu—onun yumuşak ve ılık derisine şaşırmaktan vazgeçmeyecektim--- ve avludan geçerek ırmağın kenarına kadar ok gibi fırladı. Onunla birlikte hiç çaba sarf etmeden gittim.
    Bütün fiziksel olaylar çok basit gibi gözüküyordu.

    "Yüzecek miyiz?" diye sordum suyun yanında durduğumuz zaman.

    "Ve senin güzel elbiseni harap mı edelim? Hayır. Zıplayacağız."

    Dudaklarımı büzdüm. Irmağın genişliği 45 metreydi. (burada fifty yards diyordu sanırım 45 metreye denk geliyor)

    "İlk önce sen" dedim.

    Yanağıma dokundu, geriye doğru hızlıca iki büyük adım aldı ve bu iki adımın ardından koştu, nehir kenarına yaklaştı ve ardından kendini bir taş gibi fırlattı. Nehrin öteki tarafına geçip kalın ağaçların ardında kaybolmadan önceki , suyun üzerinde yay çizerek atlayışını, bütün o hızla geçen anları, öğrenmeye çalıştım.

    ‘’ Gösterişçi’’ diye homurdandım, ve onun görülemez kahkahasını duydum.

    Geriye doğru beş adım ve sadece alışkanlığımdan dolayı derin bir nefes aldım.

    Ansızın, tekrar korkmaya başladım. Düşmekten veya yaralanmaktan değil--- ormanın canımı yakmasından çok kaygılanıyordum.

    Çok yavaşça oluyordu, ama yine de hissedebiliyordum—acemilik, kollarımı ve bacaklarımı sarmıştı. Eğer kayalara vurarak veya tırmalayarak ırmağın altından bir tünel açmak istesem çok zamanımı almayacağından emindim. Etrafımdaki objeler---ağaçlar, çalılar, kayalar… ev----hepsi bana çok narin ve kırılgan gözükmeye başlamıştı.

    İlk adımımı attığımda, Esme’nin ırmağın öteki tarafındaki ağaçları çok fazla sevmemesini umut ettim.
    Karşı tarafta atlayacağım kısmı belledim.

    Pek çok yönden bu iyiydi.

    Evden boğuk kahkahalar duydum, ve ardından birisi sabırla dişlerini gıcırdattı. Kahkahalar üst kattan ve aşağıdan geliyordu, ve ben ilk kattaki kahkahanın çok daha farklı, pürüzlü ve gırtlaktan geldiğini kolaylıkla ayırt edebildim.

    Jacob da mı beni seyrediyordu? Şu anda ne yaptığını veya neden hala burada olduğunu hayal bile edemiyordum. Bizim toplantılarımızı gözümün önüne getirdim---eğer herhangi bir zamanda beni affedebilirse----uzak bir gelecekte kalbinde açtığım yaraları tamir edecektim.

    Sürekli değişen ruh halim yüzünden ona dönüp bakmadım. Bu duygularımı daha iyi ifade etmeyecekti. Jasper’ın korkuları artık beni de korkutmaya başlamıştı. Avlanmadan önce bir şeylerle uğraşmak zorundaydım. Sürekli bir şeyleri unutmaktan yorulmuştum, konsantre olmalıydım.

    "Bella?" diye seslendi Edward ormanın içinden, sesi artık hareket halinde değilmiş gibi geliyordu.

    "Tekrar seyretmek ister misin?"

    Elbette her şeyi çok iyi hatırlıyordum ve eğitimim boyunca Emmett’a daha fazla espri konusu olmak istemiyordum. Bu fizikseldi---içgüdüsel olmalıydı. Ve derin bir nefes alıp ırmağa doğru koştum.

    Eteğim, engellenemez bir şekilde suya doğru uzanıyordu. Seksen-dördüncü saniyeye gelmiştik ve hala zaman geçmemişti---gözlerim ve aklım acelece bir adım daha attı. Vücudumu havada bir direksiyon gibi kulanıyordum--- 45 metre çok kolay ve hafif bir mesafeydi.

    Bu tuhaftı, baş döndürücüydü, heyecanlandıran bir şeydi, ama kısa bir şeydi. Bütün bir saniye geçti ve ben karşıdaydım.

    Kapalı kutu gibi olan ağaçların problem olmasını bekliyordum, ama şaşırtıcı derecede yardımcı oluyorlardı. Geniş ağaç dallarına ayaklarımı koyuyordum.

    Bu çok mükemmeldi.

    Benim sevinç gülümsememin üstünde bir ses, Edward’ın benimle yarıştığını duyabildim. Benim bir zıplayışım onun zıplayışı kadar yüksekti. Benim ağacıma vardığında gözleri büyüdü. Onun yanındaki dala çevik bir şekilde zıpladım, topuklarımın sesleri duyuldu.

    "Bu iyi miydi?" nefesimin bu heyecan verici olay karşısında hızlanması beni hayrete düşürdü.

    "Çok iyiydi" dedi uygün bulan bir gülümsemeyle, ama hafif ses tonu gözlerindeki heyecanla uyuşmuyordu.

    "Bir daha yapabilir miyiz?"

    "Odaklan, Bella ---- şu anda avlanma gezisindeyiz"

    "Oh, doğru" diye başımı salladım. "Avlanıyoruz"

    "Beni takip et… eğer yapabilirsen" Sırıttı, yüz ifadesi benimle alay ediyordu, ve koşmaya başladı.
    Benden hızlıydı. Bacaklarını nasıl o kadar düşünmeden hızlıca oynattığını hayal bile edemedim, ve benden ötedeydi. Nasıl, ben daha güçlüydüm, ama benim bütün uzun adımların onun üç adımı kadardı.
    Sonunda Edward’ın koşarken neden ağaçlara hiç çarpmamasını anlayabildim---bu her zaman benim için anlaşılmaz olmuştu. Düşününce hızlı ve anlaşılırdı.

    Hızımdan dolayı oluşan rüzgar saçlarımı uçuşturuyordu ve elbisemi geriye atıyordu, derimde ılık bir etkisi vardı.

    Hayvanlar insanlardan daha iyi koku alıyordu. Kesinlikle bende kötü bir etkisi vardı.

    Rüzgarın gelmesini bekledim ama onun yerine nefesim çıktı. Alevlerin tekrar kaslarımı sarmasını bekliyordum ama yalnızca uzun adımlarımı atarken bana daha da güç verdi. Çıplak ayaklarım zemine deydi ve hissi koşmaktan çok uçmak gibiydi.

    "Bella" dedi bana basitçe, ses tonu şimdi tembel çıkıyordu. Durmasından başka bir şey duyamadım.
    Bu isyanını bir an düşündüm.

    Ama bir iç çekme ile birlikte, onun birkaç yüz metre arkasına atladım. Ona umutla baktım. Bir kaşını kaldırarak gülümsedi. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel surattı bu.
    "Ülkede kalmak istiyor musun?" diye sordu eğlenmiş bir ifade ile. "Yada bu öğleden sonraki kalan planlarımıza Kanada’da devam edebiliriz"

    "Böyle iyi" diye anlaştım onunla. "Ne avlıyoruz?"

    "Geyik. İlk seferinde senin için en basitinin bu olacağını düşündüm" bu kelimeler karşısında gözlerimin daralması üzerine koşmayı bıraktı.

    Ama tartışmayacaktım; çok susamıştım. Sadece düşündüğüm tek bir şey vardı, boğazımdaki dinmek bilmeyen yanma. Kesinlikle daha kötüye gidiyordu.

    "Nereye?" diye sordum, sabırsızca ağaçların arkasına bakarken.

    "Birazcık bekle" dedi, ellerini omuzlarıma koydu. Onun dokunuşuyla susuzluğumu bir an için unuttum.

    "Şimdi gözlerini kapat" diye mırıldandı. Nefesimin hızlandığını hissettim ve utanmamak için kendime gerekli talimatı verdim.

    "Dinle" Edward emretti "Ne duyuyorsun?"

    Her şeyi. Şöyle söyleyebilirdim; kusursuz sesini, nefesini, her konuştuğunda dudaklarının bir birine sürtünme sesini, kuşların ağaçlardan babalarına fısıldayışını, akağaçların sürtünmesini, karıncaların sessiz tıkırtılarını. Ama onun kesinlikle başka bir şey söylemeye çalıştığını biliyordum, ve bende kulaklarımı farklı şeyler duymak için açtım.

    Yanımızdaki açıklıkta bir şey vardı---- rüzgar bu tarafa doğru eserken sesinde çimlerden dolayı bir farklılık vardı--- ve biraz kayalık ile birlikte bir küçük dere vardı. Ve orada, suyun sesinin yanında, bir birine çarpan dillerin şapırtısı vardı, ağır kalplerin gürültüsü, yoğun akan kanın sesi…
    Bu his boğazımın bir kısmını kapladı.

    "Derenin orada, kuzeydoğuya doğru?" diye sordum, gözlerim hala kapalıydı.

    "Evet" ses tonu onaylıyordu. "Şimdi… esintinin tekrar gelmesini bekleyeceğiz ve… ne kokusu alıyorsun?"

    Suyun o tarafa doğru bir koku almak için odaklandım hala dalgaların gürültüsünü ve atan kalpleri duyuyordum. Başka ılık bir koku, zengin ve keskin, diğerlerinden daha güçlüydü. Derenin yanında duruyordu. Burnumu kırıştırdım.

    Edward kıkırdadı. "Böyle yapacağını biliyordum"

    "Üç?" diye tahmin ettim.

    "Beş. Ağaçların orada iki tane daha var."

    "Şimdi ne yapmalıyım?"

    Ses tonu gülüyordu. "İçinden ne yapmak geliyor?"

    Bunun hakkında biraz düşündüm, gözlerim nefesleri ve bu av kokusunu koklarken hala kapalıydı. Kurumuş ağzımda bir şeyler sıcak ve ıslaktı. Gözlerim aniden açıldı.

    "Bunun hakkında düşünme" diye önerdi, ellerini suratımdan indirdi ve geriye doğru bir adım aldı.
    "Yalnızca iç güdülerini takip et"

    Bu güzel av kokusuna kendimi bıraktım, ancak ırmağın oraya doğru eğildim. Otomatik olarak bir ağacın eğrelti otlu bir kenarına bir anlık bir tereddütten sonra çömeldim. Büyük bir erkek geyiğin kafasında iki düzine boynuz ile ırmağın kenarında olduğunu görebildim, ve dört tanesi daha ormanın doğusuna doğru ırmağın kenarında sakince duruyorlardı.

    Erkek olanın kokusuna odaklandım, sıcak ışık onun çok tüylü boynuna gelince kuvvetle atan nabzını gördüm. Yalnızca 25 metre -iki yada üç zıplayış- ötemizdeydi. İlk atlayış için gerildim.

    Kaslarım ilk atlayış için hazırlandı, rüzgar değişti, güneyden ve daha şiddetli esiyordu. Ağaçlardan yaralanacağım korkusunu hiç düşünmedim, esas planım geyikleri korkutup koşturmak ardından dikey patikada sıkıştırmak ve onlara başka şans vermemekti. Bu çok mecburiydi.

    Koku bütünüyle beni yönetiyordu . Bana tek bir düşünme şansı verdi, yalnızca susuzluğumu ve bu kokuyu dindirmeliydim. Susuzluk gittikçe kötüleşiyordu, susuzluk bütün düşüncelerimi birbirine katarak acı veriyordu ve damarlarımdaki yakıcı zehrin başladığını anladım.

    Başka bir şansım olmadan odaklandığım tek bir şey vardı, yakıcı ateşi dindirmeye olan ihtiyacımdan daha temel ve hissi daha güçlü - içgüdülerim beni tehlikeye karşı koruyordu. Kendi kendine koruyordu.

    Yeni varoluşumdan beri zaten tehlikeye karşı tetikteydim. Bu güçlü kokuyu arkamı dönüp de avımı avlamak için yanıp tutuşurken içime çektim. Hava göğsümde farklı bir ses yaptı, tehlikeye karşı dudaklarım açıldı ve dişlerim ortaya çıktı. Adımlarım yavaşladı, susuzluğumu dindirene kadar arkama dönmemek için mücadele verdim.

    Ve sonra arkamdaki takipçinin kazandığını duydum, ve savunmam galip geldi. Döndüm, ve yükselen parçalanma sesinin benim boğazımdan geldiğini fark ettim.

    Kısa süren ve beklenmedik vahşi bir hırlama boğazımdan yükseldi. Bu beni rahatsız etti, ve kafam bir saniye için berraklaştı--- susuzluk yakmaya devam etse bile benim üzerimdeki kontrolü azalıyordu.
    Rüzgar değişti, kokan toprağın ve gelen yağmurun kokusunu suratımda hissettim, diğer kokularda beni kızgın bir ateş gibi sıkı sıkı sarıyordu--- koku çok tatlıydı bu yalnızca bir insan olabilirdi.

    Birkaç adım uzağımda Edward ‘ın duraksadığını gördüm, kollarını beni kucaklamak veya engellemek için havaya kaldırdı. Yüzü donakaldığımdan beri, uyarıcı ve dikkatliydi. Korkutucu.

    Ona saldırmak üzere olduğumu anladım. Kendimi korumak için yapmış olduğum çömelmeden, bir silkinme ile düzgünce doğruldum. Güneydeki girdap gibi dönen bu güzel kokuya karşı korkutucu güçlerimi ve nefesimi kontrol altına aldım.

    Suratıma gelen o ifadeyi gördü ve kollarını indirerek bana doğru bir adım attı.

    "Buradan gitmek zorundayım" dedim dişlerimin arasından.

    Şok suratını vurdu. "Bırakabilecek misin?"

    Bununla ne ifade ettiğini ona soracak vaktim yoktu.

    ------kısaltıyorum------(bu bölümde koşuyorlar)

    Ansızın donakalmam karşısında Edward’ın arkamdaki rüzgarını hissettim. Bir saniye için etrafımda döndü. Ellerini omuzlarıma koydu ve gözlerime bakmaya başladı, hissettiği şok hala suratında belli oluyordu.

    "Bunu nasıl yaptın?" diye sordu.

    "Senden önce yorulacağımı bana söylemiştin, değil mi?" dedim sorusuna önem vermeden. Ve bunu çok iyi yapabildiğimi anladım.

    Havayı tatmak için ağzımı açtım ---- acı çektiren susuzluğuma karşı hiçbir parfümle kirletilmemişti. Dikkatlice bir nefes aldım.

    Başını salladı ve omuz silkti, konuyu saptırmamı onaylamıyordu.

    "Bella, bunu nasıl yapıyorsun?"

    "Koşmayı mı ? Nefesimi kontrol altına alarak."

    "Peki nasıl avlanmanı engelleyebildin?"

    "Sen arkamdan gelince… bunun için özür dilerim."

    "Niçin benden özür diliyorsun? Uzakta bu kokuların olmayacağını sandım, ve kontrol bende olmalıydı. Ne kadar aptalca bir hata! Hiçbir şey için özür dilemek zorunda değilsin."

    "Ama sana hırladım" küfür etmedim ama hala bunun için kendime kızıyordum.

    "Elbette, bunu yaptın. Bu çok doğal. Ama neden koştuğunu anlamıyorum"

    "Başka ne yapabilirdim?" diye sordum. Düşünüş şekli kafamı karıştırıyordu—ne olmasını istiyordu? "Orada başka birilerinin olabileceğini biliyordum!"

    Bana gözünü dikip baktı, sessiz gülme krizleri geçirmeye başladı ve en sonunda kafasını arkaya atıp sesli sesli güldü, sesi ağaçların arasında yankılandı.

    "Niçin bana gülüyorsun?"

    Bir kere durakladı ve suratının tekrar kaygılı baktığını görebildim.

    Kontrolünü elinde tut diye düşündüm kendi kendime. Kendimi sakinleştirmek zorundaydım. Tıpkı sadece genç bir kurt adamı bir vampire tercih etmişim gibi.

    "Sana gülmüyorum, Bella. Gülüyorum çünkü şoktayım. Şoktayım çünkü, hayrete düştüm."

    "Neden?"

    "Bu kadar güçlü olmaman gerekiyordu. Bu kadar… bu kadar aklı başında olmaman gerekiyordu. Burada durup bunu benimle sakince ve soğukkanlılıkla tartışmaman gerekiyordu. Ve bütün bunlardan daha önemli olan, havadaki insan-kanı kokusuna karşı kontrolünü kaybetmen gerekiyordu. Herhangi bir olgün vampir bile buna zor dayanırdı --- nerede avlanacağımıza karşı her zaman çok dikkatli oluruz çünkü yola yakın yerler bizi baştan çıkarır. Bella, tıpkı çok uzun yıllar yaşamış olan bir vampir gibi davranıyorsun."

    "Oh" Ama bunun bu kadar çok zor olacağını bilmiyordum. Bunun için bir korumanın yanındaydım. Daha zor olduğunu sanıyordum.

    Ellerini tekrar yüzüme koydu, ve gözleri merakla doluydu. "Şu anda bana neler hissettirdiğini sana göstermek isterdim"

    Ne kadar da coşkulu hisler. Ben susuzluk kısmına hazırlanmıştım, bu kısma değil. Bana dokunduğunda aynı şeyleri hissedebileceğimden emin değildim. Şey, aslında bu doğruydu, aynı şey değildi.
    Bu çok güçlüydü.

    Yüzüne doğru uzandım, parmaklarım dudakları üzerinde dolaşıyordu.

    "Düşünüyordum da, uzun zamandır bu yönde hisler hissetmemiştim" Kararsızlığım kelimelerime de yansımıştı. "Ama hala seni istiyorum"

    Şokun içinden bana göz kırptı. "Nasıl bunları düşünebiliyorsun? Gerçekten
    susamadın mı?"

    Elbette susamıştım, ama yine de şu anda beni etkiliyordu!

    Yutkunmayı denedim ve iç çektim, sanki daha önce konsantre olmama yardımcı olmuş gibi gözlerimi kapattım. Hislerimi etrafımdaki alanda serbest bıraktım, bu sefer yasak olan o tatlı kokulara saldırmayacaktım.

    Edward’ın elleri düştü, daha önce hiç yeşil yaşamdaki canlıların nefeslerini dinlememiştim, bir kokuyu ve sesi diğerlerinden ayırdım, hiç tiksindirici değildi. Doğudaki güçsüz koku, diğerlerinden farklıydı.
    Gözlerim anında açıldı, ama odaklandığım keskin duyuya doğru döndüm ve doğuya doğru sessizce ani bir hareket yaptım. Yer, yukarı doğru eğimliydi ve ava doğru çömelerek koştum, ağaçları kolayca geçtim. Edward’ın benimle birlikte ağaçları geçerek bana öğreteceği şeye yaklaştığımızı hissettim.

    Kuvvetlice tırmandığımızdan dolayı bitki örtüsü seyreliyordu; kokuyu takip ettikçe reçine ve zift in kokusu daha çok güçleniyordu--- ılık bir kokuydu, geyiklerin kokusundan daha keskin ve daha çekici.

    Birkaç saniye sonra büyük adımlarımızın yavaşladığını duyabildim , toynaklardan daha kurnazcaydı.

    Otomatik olarak gümüşi bir köknarın ağaç dallarının birinde ani bir harekete hazır ve stratejik bir pozisyonda bekledim. Gözlerim sesin hareketinin yerini belirledi ve sarımsı kahverengi derisi olan büyük bir kedi sessizce aşağıdaki alaçamın dalında yürüdüğünü gördüm, ve solumda duruyordu. Çok büyüktü--- kolaylıkla benden dört tane çıkardı. Gözlerinin altında tek bir amaç vardı; kedi de bizim gibi avlanıyordu. Küçük bir şeyin kokusunu yakaladım; yanımdaki avlayacağım hayvanın avının kokusu, aşağıdaki yapraklara sinmişti. Buraya sıçradığından beri aslanın kuyruğu düzensiz olarak sallanıyordu.

    Kolay bir sıçrayış ile birlikte, havadan geçtim ve aslanın parçasının bir bölümüne indim. Ağacın titrediğini hissetti ve sürpriz bir meydan okumayla birlikte beklenmedik bir şekilde bir feryat kopardı. Gözleri kızgınlıkla aydınlanmıştı, bize doğru bir pençe attı. Yarı-dayanılmaz susuzlukla birlikte, sivri dişlerimin açığa çıkmasını önemsemedim, pençe attı ve her ikimiz de ormana doğru düşecek şekilde kendimi ona doğru fırlattım.

    Bir kavga için yeterli değildi.

    Onun attığı her pençe yalnıza parmaklarımın derisini okşayabiliyordu. Dişleri henüz omuzlarımı veya boğazımı kazanamamıştı. Ağırlığı hiçbir şeydi. Dişlerim onun boğazını aramaya başladı ve onun direnme içgüdüleri benimkinin yanında acınacak derecede zayıftı. Dişlerim kolayca doğru noktada kilitlendi ve sıcaklık yavaşça konsantre olduğum yerden aktı.

    Tereyağından bir lokma gibi basitti. Düşlerim tıraş makinesi gibi katılaştı; postu, yağı ve sinirleri sanki orada yokmuş gibi delip geçiyorlardı.

    Tadı kötüydü, ama kan sıcak ve ıslaktı ve can atan susuzluğumu gidermek için istekli ve hızlıca içtim. Kedinin mücadelesi daha çok arttı ve daha çok zayıfladı ve boğuk çığlıkları bir lıkırtı ile kesildi. Kanın sıcaklığı, baştan başa, ayak parmaklarıma kadar, bütün vücuduma yayıldı.

    Aslan benden önce bitti. O kuruyunca susuzluk tekrar patlak verdi, ve ben onun ölüsünü iğrenerek kendimden uzağa doğru ittim. Nasıl bunca şeyden sonra hala susuz olabiliyordum?

    Aceleyle ilerlemek için kendimi kımıldattım. Ayakta duruyordum, bu kötü durumun bir parçası olduğumu anladım. Üzerimdeki elbise ve kollarımla yüzümü temizledim. Pençeler ince satende derimde olduğundan daha çok başarılı olmuşlardı.

    "Hmm" dedi Edward. Ona baktım ve onu çok kibarca bir ağacın gövdesinde eğilmiş, derin düşüncelerle beni seyrederken gördüm.

    "Bundan daha iyisini yapabileceğimi sanıyordum" Pislik içindeydim, saçlarım düğüm düğüm olmuştu, elbisem kan lekesi içindeydi ve bir paçavraya dönmüştü. Edward hiçbir av gezisinden bu şekilde dönmüyordu.

    "Mükemmel ve iyiydin" diye beni inandırmaya çalışıyordu. "Sadece bunlar ….. tüm bunlar olurken benim için seyretmek daha zor"

    Kaşlarımı çattım ve havaya kaldırdım.

    "Bu gittikçe bir dokuya benziyor" diye açıkladı, "senin a aslanlarla boğuşmana izin veriyor. Bütün zaman boyunca kavgaya karışacaktım"

    "Saçma"

    "Biliyorum. Eski alışkanlıklar zor kaybedilir. Elbisendeki bu değişikliğe rağmen,sevdim"

    Eğer kızarabilseydim, kızaracaktım. Konuyu değiştirdim. "Neden hala susuzum?"

    "Çünkü gençsin"

    İç çektim. "ve herhangi bir dağ aslanının yakınlarda olduğuna emin değilim"

    "Yine de geyiklerden çok miktarda var"
    Tamamen uygün bir surat ifadesi takındım. "Onların kokusu yeteri kadar iyi değil"

    "Otçul hayvanlar. Yenebilen etleri insanların kokusuna daha çok benziyor"

    "Ama insanlar gibi değiller" dedim aynı düşüncede değildim. Hatırlamamaya çalışıyordum.

    "Geri dönebiliriz" dedi ciddi bir şekilde ama gözlerinde alay eden bir bakış vardı. "Buranın dışındaki her kimse, eğer erkeklerse, eğer sen oraya gidip orayı dağıtsaydın muhtemelen ölmeyeceklerdi"
    Mahvolmuş elbiseme tekrar gözünü dikip süzdü. "Aslında, öldüklerini ve cennete gelip seni gördüklerini sanacaklardı"

    Gözlerimi devirdim ve homurdandım. "Hadi pis kokulu otçul hayvanlardan avlayalım"

    Evlerine geri dönen büyük bir geyik sürüsü bulduk. Bu sefer benimle avlanacaktı çünkü ben nasıl yapıldığını anlamıştım. Erkek bir geyiği parçaladım, neredeyse aslan ile yaptığım kadar kirlenmiştim. Ben daha birinciye başlarken o ikinciyi bitirmişti, saçları karışmamıştı, beyaz tişörtünde tek bir nokta bile yoktu. Ödü patlamış ve dağılmış olan sürünün peşine düştük ama bu sefer ben beslenmek yerine onun nasıl derli toplu bir şekilde avlandığını dikkatlice seyrettim.

    Her seferinde ne kadar dilesem de Edward beni avlanırken yanında götürmeyecekti, gizliden gizliye azıcık rahatlamıştım. Çünkü bunun ürkütücü olacağından emindim. Dehşet verici. Sonunda beni vampir yapan yanımdaki vampiri avlanırken izliyordum işte.

    Elbette, bu açıdan, vampir olan ben için, biraz değişikti. Ama insan gözlerimle onun kaçırdığım güzelliğini şimdi daha iyi görüyordum.

    Bedensel olarak Edward’ın avlanması çok şaşırtıcıydı. Kibar sıçrayışları tıpkı yılanın kıvrımları gibiydi; elleri çok emindi, çok güçlüydü, tamamen kaçınılmazdı ; parıldayan dişleri ile beraber dudağın her bir bölümü muhteşem kıvrımlara sahipti. Çok görkemliydi.

    Ansızın gurur ve arzu ile sarsıldım. O bana aitti. Beni hiçbir şey ondan ayıramazdı. Onun yanında daha da güçlü oluyordum.

    Çok hızlıydı. Bana doğru döndü ve benim şeytani bir ifade ile bakan suratıma gözünü dikip merakla baktı.

    "Hani çok susamıştın?" diye sordu.

    Omuz silktim. "Dikkatimi dağıtıyorsun. Bu şeyde benim olduğumdan daha iyisin."

    "Yüzyılların tecrübesi" Gülümsedi. Gözleri şu anda huzuru kaçıracak şekilde altın renginin hoş bir gölgesiydi.

    "Sadece bir yüzyıl" diye düzelttim onu.

    Güldü. "Bugün için yeterli miydi? Yoksa devam etmek ister misin?"

    "Bence, Yeterli." Kendimi çok dolu ve çamurun farklı bir türüymüş gibi hissediyordum. Beni formda yapacak sıvıyı vücuduma ne kadar aldığımdan emin değildim. Ama boğazımdaki yanma sadece azalmıştı. Ve ardından, bu susuzluğun hayatımın kaçınılmaz bir parçası olduğunu biliyordum da.

    Ve buna değerdi.

    Kendimi kontrol edebiliyordum. Belki koruyu hislerim yanlıştı, ama bugün kimseyi öldürmeme konusunda güzel derecede iyiydim. Eğer insanların tuhaflıklarına karşı koymasaydım, kurtadamı kontrol edemeyecek ve yarı-vampir bir çocuğu sevemeyecektim.

    "Renesmee’yi görmek istiyorum" dedim. Şimdi susuzluğum evcilleşmişti, erken endişelerimi unutmak zordu. Üç gün önce içimden çıkan o yaratık ile barışmak istiyordum. Hala içimde bir şeyin olmaması çok tuhaftı, çok uygünsuzdu. Beklenmeyen bir anda boşluk hissettim ve tedirgin oldum.

    Elini bana doğru uzattı. Elini altım, ve derisi eskisine göre daha ılıktı. Yanakları solukça kızardı, gözlerinin altındaki bütün gölgeler gözden kaybolmuştu.

    Yüzündeki tüm bu değişikliklere inanmazca tekrar baktım. Ve tekrar.

    Yüzümdeki isteği anlaması için parıldayan altın rengi gözlerine gözümü dikip baktım.
    İnsan kanının kokusuyla bunları yapmak çok zordu, ama her nasıl olursa olsun dikkatli olmayı kafamın bir kenarına yazmaya ihtiyacım vardı. Ayak parmaklarımın ucunda yükseldim ve kollarımı onun etrafında doladım. Kibarca.

    Hareketlerinde hiçbir şekilde bir tereddüt yoktu ; kollarını belimde kilitledi ve beni sıkıca kendi vücuduna çekti. Dudakları benimkileri ezdi ama yine de yumuşacıktı. Benim dudaklarım üzerinde kontrolümü kaybettim ; artık benim dudaklarımla o ilgileniyordu.

    Tıpkı önceleri gibi, derisinin dokunuşu,dudakları, elleri benim sert derime ve kemiklerimin içine kadar işliyordu. Bütün vücuduma kadar işliyordu. daha önce hiç kimseyi onu sevdiğimden daha çok sevdiğimi hayal edemedim.

    Eski benliğim bu kadar aşkla ilgili yetenekli değildi. Eski kalbim asla yeteri kadar güçlüce elinde bulundurmuyordu.

    Belki yeni hayatımdaki bir parçam gelişmeme sebep oluyordu. Tıpkı Carlisle’nin merhameti ve Esme’nin düşkünlüğü gibi. Muhtemelen Edward,Alice ve Jasper’ın yapabildikleri gibi şeyler yapamayacaktım. Belki tarih boyunda kimsenin kimseyi benim Edward’ı sevdiğim kadar sevmemesi her şeyden önemlidir.
    Bununla yaşayabilirim.

    Şunu parçayı hatırladım---parmaklarım onun saçlarındayken göğsüne anca geliyordum--- ama öteki kısımların hepsi yeniydi. O yeniydi. Edward’ın beni korkusuzca ve güçlüce öpmesi çok değişik bir şeydi. Onun bu güçlülüğüne karşılık verdim, ve ardından ansızın düştük.

    "Oops" dedim, ve benim altımdayken güldü. "Bu şekilde saldırmanın nedenini anlamadım. İyi misin?"
    Suratımı okşadı. " İyiden birazcık daha fazlası" ve ardından şaşırtıcı bir ifade suratından geçti
    "Renesmee?" Dedi kuşkuyla, şu anda benim için ne daha önemliyse onu bulmaya çalışıyordu. Cevap vermesi zor bir soruydu, çünkü aynı zamanda farklı şeyler de istiyordum.

    Bizim geri gelen bu kaçamağımıza kayıtsız gelmek istemiyordum ve onun teni bana değerken düşünmesi çok zordu-----elbiselerin arasında hiçbir şey yoktu neredeyse. Ama Renesmee ile ilgili hatıralarım, doğumundan önceki ve sonrakiler, benim için çok ama çok hayal gibiydiler. Çok muhtemel değildi. Onunla ilgili bütün hatıralarım insan hatırasıydı; suni bir hava içeriyorlardı. Bu ellere dokunuşum, bu gözleri görüşüm gerçek değilmiş gibiydi.

    Her dakika, küçük yabancının gerçekçiliği daha fazla yok oluyordu.

    "Renesmee" diye anlaştım üzüntülü bir ses tonu ile, ve ayaklarımı kampçılayıp kaldırdım ve onu da beraberimde çektim.

      Forum Saati Perş. Kas. 21, 2024 3:27 pm