Alice topuklarının üzerinde doğruca kuzeye yöneldi. Zemine doğru fısıldayan ayaklarının sesini ve kokusunun bıraktığı taze yolu takip etmek, kalın bitki örtüsüne doğru gözlerimi onun üzerinde tutmaktan daha kolaydı.
Görebileceğim hiç bir işaret olmadan, hızla döndü ve durduğum yerin arkasına hamle yaptı.
''Bana saldırma,'' diye uyardı ve bana doru sıçradı.
''Ne yapıyorsun?'', arkama doğru tırmanıp ellerini yüzümün etrafına dolarken kıvranarak sordum. Onu üstümden atmak için bir dürtü hissettim ama bunu kontrol ettim.''
''Göremeyeceğinden emin oluyorum.''
''Bununla bu kadar abartma olmadan da ilgilenebilirdim,'' Edward önerdi.
''Hile yapmasına izin verebilirsin. Elini tut ve onu ileri doğru götür.''
''Alice, Ben---''
''Zorluk çıkarma Bella. Bunu benim yöntemlerimle yapacağız.''
Edward'ın parmaklarının bana doğru salladığını hissettim. ''Yalnızca bir kaç saniye daha Bella, Sonra o başkalarını sinir etmeye gidecek.'' Beni ileri doğru yönlendirdi. Kolayca ilerledim. Bir ağaca vurmaktan endişelenmiyordum; ağaç bu senaryoda incienek tek şey olurdu.''
''Biraz daha fazla minnettar olmalısın.'' Alice onu azarladı. ''Bu onun için olduğu kadar da senin için.''
''Doğru. Tekrar teşekkürler Alice.''
''Evet, evet. Tamam.'' Alice'nin sesi aniden hycanla yükseldi. ''Burada dur. Onu biraz daha sağa döndür. Evet, öyle. Tamam. Hazırmısın?'' cıvıldadı.
''Hazırım.'' Burada ilgimi çeken, merakımı arttıran, yeni kokular vardı. Bu kokular derin, ağaçlara ait değildi. Hanımeli.Duman.Güller. Talaş? Metalik bir şey daha. Derin toprağın zenginliği, kazılmış ve açılmış. Gizeme doğru eğildim.
Alice, gözlerimden sıkıca tutan ellerini çekerek, arkamdan zıpladı.
Koyu menekşe rengi karanlığa doğru baktım. Orada, ormanın içindeki küçük bir açıklığa yerleştirilmiş, yıldızların ışığı altında lavanta grisi gözüken, küçük, taş bir kır evi vardı.
O kadar buraya ait gözüküyordu ki bir kayadan türemiş, doğal bir oluşum olmalı gibi duruyordu.
Hanımeli, bir duvara kafes gibi tırmanmış, yukarı boyunca ve sık ahşap kiremitlerin üzerine dolanmıştı.
Geç yaz gülleri, koyu, alçak pencerelerin altında, mendil-boyutunda ki bahçede çiçek açmıştı. Kemerli alçak kapıya doğru uzanan, yassı taşlardan oluşmuş bir de küçük yol vardı.
Şok olmuş halde, elimimi tuttuğum anahtarların üzerine kapadım.
''Ne düşünüyorsun?'' Alice'nin sesi artık yumuşaktı; mükemmel sessizlikteki hikaye kitabından çıkmış sahneyle tam uydu.
Ağzımı açtım ama hiçbirşey demedim.
''Esme bir süreliğine kendi evimizin olmasından hoşlana bileceğimizi düşünmüş, ama bizim çok uzakta olmamızı da istemedi.''Edward mırıldandı. ''Ve yenilenme için herhangi bir sebep çıkmış olmasınada çok sevindi. Bu küçük yer en azından bir yüz yıldır burada yavaş yavaş harab oluyor.''
Balık gibi ağzımı açıp açıp yapayarak, boş boş bakmaya devam ettim.
''Beğenmedin mi?'' Alice'nin yüzü düştü. ''Yani eğer istersen senin istediğin gibi farklı bir şekilde dizayn edebiliriz. Emmet bir kaç bin metre kare alan, ikinci bir kat, stunlar vr bir kule eklemeyi düşünmüştü ama Esme senin en çok bu halini seveceğini söyledi.''Sesi yükselmeye başlamıştı, hızlandı. ''Eğer yanıldıysa, hemen işe koyulabiliriz. Eklemeleri yapmak uzun sür---''
''Shh!'' susturdum.
Dudaklarını birbirine bastırdı ve bekledi. Toparlanmam bir kaç saniye aldı.
''Doğum günüm için bana bir ev mi veriyorsunuz?'' fısıldadım.
''Biz,'' Edward doğruladı. ''Ve bu bir klubeden fazlası değil. Bence ev kelimesi daha fazla oda içerir.''
''Evimi eleştirme,'' diye Edward'a fısıldadım.
Alice gülümsedi. ''Hoşuna gitti.''
Kafamı salladım.
''Sevdin mi?''
Onayladım.
''Esme'ye söylemek için sabırsızlanıyorum!''
''Neden o da gelmedi?''
Alice'nin gülümsemesi biraz soldu. Sanki sorumu cevaplandırmak zormuş gibi.''Oh, bilirsin... hepsi senin hediyeler konusunda nasıl olduğunu hatırlıyor. Seni beyenmen için çok fazla baslı altında bırakmak istemediler.''
''Ama tabiki de beyendim. Nasıl beyenmeyebilirim ki?''
''Buna bayılacaklar.'' Omuzumu okşadı. ''Yine de kıyafetlerin hazırlandı. Akıllıca kullan.Ve... sanırım herşey bu kadar.''
''Sen içeri gelmiyormusun?''
Bir kaç adım geri attı.''Edward herşeyin yerini biliyor. Ben daha sonra...uğrarım.Eğer kıyafetlerini doğru eşleştiremessen beni ara.'' Bana şüpheli bir bakış attı ve gülümsedi.''Jezz avlanmak istiyor. Görüşürüz.''
Sanki en zarif kurşunmuş gibi ağaçların arasına daldı.''
''Bu garipti,'' dedim uçuşunun sesi tamamen kaybolduğunda.''Gerçekten o kadar kötü müyüm? Uzakta durmak zorunda değillerdi. Şimdi suçlu hissediyorum. Ona daha doğru düzgün teşekkür bile edemedim. Geri dönüp Esmeye söylemeliyiz---''
''Bella, aptal olma. Kimse senin mantıksız olduğunu düşünmüyor.''
''O zaman neden---''
''Yalnız zaman onların diğer hediyesi. Alice bu konuda ince olmaya çalışıyordu.''
''Oh.''
Ev kaybolmuş gibi gözüküyordu. Herhangi bir yerde olabilirdik. Ağaçları, taşları ya da yıldızları görmüyordum. Yalnızca Edward vardı.
''Neler yaptıklarını sana göstermeme izin ver,'' dedi elimi çekerek. Acaba bir elektirik dalgasının, sanki kanım adrenalin doluymuş gibi vücudum boyunca atmasının farkında değilmiydi?
Bir kez daha vücudumun artık yapamayacağı tepkileri bekleyerek, tuhaf bir biçimde dengemi yeniden kaybetmiş hissettim. Kalbim sanki çok güçlü bir motormuş ve bize vuracakmış gibi çarpıyor olmalıydı. Sağır edici. Yanaklarım parlak kırmızı olmalıydı.
Ayrıca, çok yorgün olmalıydım. Bu hayatımın en uzun günüydü.
Bu günün asla bitmeyeceğini fark ettiğimde-- yalnızca küçük bir şok gülüşü-- yüksek sesle güldüm.
''Bende şakayı duyabilir miyim?''
''Çok iyi bir tane değil,'' dedim, o küçük yuvarlak kapıya doğru yönelirken. ''Yalnızca düşünüyordum-- bugün sonsuzluğun iilk ve son günü. ''tekrar güldüm.
Benimle birlikte kıkırdadı. Benim bunu yapmamı bekleyerek elini kapı koluna uzattı. Anahtarı deliğe soktum ve çevirdim.
''Bu işte doğuştan iyisin Bella; tüm bunların senin için ve kadar garip olacağını unutmuşum. Keşke duyabilseydim.'' Başını eğdi ve beni o kadar çabuk kollarının arasına aldı ki geldiğinbi göremedim bile-- ve bu gerçekten önemli bir şeydi.
''Hey!''
''Kapı eşikleri benim işimin bir parçası,'' bana hatırlattı. ''Ama şu an merak ediyorum, Bana şu anda ne hakkında düşündüğünü söyle.''
Kapıyı açtı-- kapı ancak neredeyse duyulabilir bir sesle arkaya doğru açıldı-- ve küçük taş oturma odasına girdi.
''Her şey,'' dedim. ''Hepsi aynı anda, bilirsin. İyi şeyler ve hakkında endişelendiğim şeyler ve yeni olan şeyler. Şu anda, Esmenin bir sanatçı olduğunu düşünüyorum Burası çok mükemmel.''
Burası büyünün var olduğunu düşünebileceğiniz bir yerdi. Pamuk prensesin burada elinde bir elmayla yürüyeceğini, ya da boynuzlu bir atın durup güllere ilgi duyacağı bir yer.
Edward herzaman korku hikayelerine ait olduğunu düşünürdü. Ama ben tabikide onun yanıldığını biliyordum. Onun buraya ait olduğu çok açıktı. Bir peri masalına.
Ve şu anda bende bu hikayede onunla birlikteydim.
Eminim giyinme odanı görmek için ölüyorsundur. Ya da en azından ben iyi hissetmesi için Alice'ye öyle olduğunu söyleyeceğim.''
''Korkmalı mıyım?''
''Dehşete kapılmalısın.''
Beni tavanda, sanki burası kendi minyatür kalemizmiş gibi kemerleri olan dar, taş bir holde taşıdı.
''Burası Renesmee'nin odası olacak.'' dedi, açık renkli ahşap zemini olan boş bir odayı işaret ederek.''Oda içi, sinirli kurtadamlar varken fazla bir şey yapacak zamanları pek olmadı...''
Nasıl her şeyin yalnızca bir hafta önce kabus gibiyken, bu kadar çabuk yoluna girmesine şaşırarak güldüm.
''İşte bizim odamız. Esme adasından birşeyler getirmeye çalıştı. Hoaşlanacağımızı tahmin etti.''
Yatak,yerlere kadar szülen incecik gölgelik ile büyük ve beyazdı.. Açık renkli ahşap yer döşemesi diğer odayla uyuşuyordu, ve şimdi ahşabın tam olarak saf bir kumsal rengi olduğunu kavradım.
Duvarlarparlak güneşli bir günün neredeyse-beyaz-mavi rengindeydi, ve arka duvarda küçük saklı bahçeye çıkan büyük cam kapılar vardı.Bahçe tırmanan güller ve cam kadar düzgün ve de parlak taşlarla çevrelenmiş küçük bir gölcük vardı. Bizim için küçük, sakin bir okyanus.
''Oh''tek söyleyebileceğim şey buydu.
''Biliyorum'',diye fısıldadı.
Orada bir dakikalığına,hatırlayarak duruduk.Ama hatıralar insan hatıralarıydı ve bulutluydu.Tamamen aklımı almışlardı.
Geniş, parlayan bir şekilde gülümsedi ve sonra kahkaha attı. ''Giysi dolabın bu çift kapının ardında. Seni uyarmalıyım-- bu odadan daha büyük.''
Kapılara bakmadım bile. Yeniden dünyada yalnız o vardı-- kolları altımda kıvrıldı, tatlı nefesi yüzümdeydi, dudakları benden yalnızca birkaç santim uzaktaydı-- ve şu anda,yeni doğmuş olsun ya da olmaın, dikkatimi dağıtabilecek hiç bir şey yoktu.
''Alice'ye kıyafetlere doğru koştuğumu söyleyeceğiz,'' parmaklarımla saçlarını karıştırarak ve yüzümü onun yakınına çekerek fısıldadım. ''Ona giyip çıkarmacılık oynayarak saatler harcadığımı söyleyeceğiz. Yalan söyleyeceğiz.''
Anında ruh halimi yakaladı, ya da belkide zaten benimle aynı ruh halindeydi, ve bir centilmen gibi doğumgünü hediyemin tadını çıkarmama izin vermeye çalışıyordu. Ani ateşliliğiyle yüzümü kendininkine doğru çekti, boğazında alçak bir inlemeyle. O ses,sanki ona yeterince hızlı yaklaşamıyormuşumcasına beni yarı-delirten, bir elektrik dalgası gönderdi.
Ellerimizin altından kumaş yırtılma sesini duydum. Elbiselerimin en azından, çoktan yok edildiğine memnundum(avdan sonra mahvoluyo kıyafetler). Ama onunkiler için çok geçti. Hoş, beyaz yatağı görmezden gelmek neredeyse kabacaydı ama bu sefer o kadar ileri gitmeyecektik.
İkinci balayımız ilki gibi olmayacaktı.
Adada geçirdiğimiz zamanımız insan hayatımın idealiydi. İnsan hayatımın en iyisi. sadece onunla yaptığım şeyi uzatabilmek için, insan hayatımda biraz daha devam etmek için çok hazırdım. Çünkü fiziksel kısmı bir daha asla aynı olmayacaktı.
Böyle bir günden sonra, daha iyi olacağını tahmin etmeliydim.
Artık onu gerçekten anlıyordum- mükkemmel yüzünün her bir güzel çizgisini, yeni güçlü gözlerimle birlikte onun uzun, kusursuz vücudunu, onun her açısını ve her düzlemini. Onun saf, güçlü kokusunu dilimde tadabiliyordum ve mermer teninin inanılmaz ipeksiliğini hassas parmak uçlarımın altında hissedebiliyordum.
Tenim, onun ellerinin altında da çok hassastı.
Bedenlerimiz nazikçe birbirine dolaşıp, kum-açıklığındaki yerin üzerinde bir olurken o tamamen yeni, başka bir kişiydi. Dikkat etmek yok, engel yok. Korku yok-- özellikle de o yok.Birbirimizi sevebilirdik -- artık iki aktif katılımcıydık. Sonunda birbirimize denktik.
Eski öpüşmelerimiz gibi, her dokunuş alıştığımdan çok daha fazlasıydı. kendini çok fazla geri çekmişti. Artık gerekliydi ama ne kadar çok şeyi kaçırmış olduğuma inanamıyordum.
Ondan daha güçlü olduğumu aklımda tutmaya çalışıyordum ama bu kadar güçlü duygularla ve dşkkatim her saniye vücudumdaki bir milyon farklı yere çekilirken herhangi bir şeye odaklanmak çok zordu; eğer onu incitirsem şikayet etmezdi.
Kafamın çok, çok küçük bir kısmı şu anda ortada olan durumla ilgili bir muammayı düşünmeye başlad. Ben sala yorulmayacaktım, o da yorulmayacaktı. birbirimizin nefeslerini yakalamayı beklemek zorunda kalmayacaktık ya da dinlenmeye ya da yemeye hatta tuvalati kullanmaya; artık sıradan insan ihtiyaçlarımız yoktu. O dünyadaki en güzel, en kususrsuz vücuda sahipti ve tamamen benimdi, ve üzerinde düşüneceğim bir konu bulamayacağım gibi gözüküyordu. Şimdi bir gün için yeteri kadar almıştım. Hep daha fazlasını isteyecektim. Ve gün asla sona ermeyecekti. O zaman bu durumda bir daha nasıl duracaktık?
Buna bir cevabım olmaması beni hiç rahatsız etmiyordu.
Hava aydınlanmaya başladığında bunun oldukça farkındaydım. Ufak okyanus dışarıda siyahtan griye dönmüştü ve bir kuş yakınlarda bir yerde şarkı söylüyordu-- belki de güllerin içinde yuvası vardı.
''Özledin mi?'' diye sordum şarkı bittiğinde.
Bu konuştuğumuz ilk sefer değildi ama aslında bir kjonuşma sürdürmeye çalışıyor da sayılmazdık.
''Neyi özledim mi?'' mırıldandı.
''Hepsini-- sıcaklığı, yumuşak teni, tatlı kokuyu... ben hiç bir şey kaybediyor değilim ve sadece sen bir şeyler kaybediyor olduğun için birazcık üzgün müsün yalnızca merak ediyordum.''
Güldü, alçak ve kibar. '' Benim şimdi olduğumdan daha az üzgün birini bulmak daha zordur.''
''Sorudan kaçıyormusun?''
Elini yüzüme bastırdı. ''Sen sıcaksın,''dedi.
Bu doğruydu, bir bakımdan. Bana göre onun eli sıcaktı. Bu Jacob'un yanıcı-sıcak tenine dokunmakla anı şey değildi ama daha rahatlatıcıydı. Daha doğaldı.
Ve sonra parmaklarını çok yavaşça, hafifçe boğzımdan çenemi takip ederk ve sonra belime kadar, yüzümden aşağıya indrdi. Gözlerim başımda birazcık döndü.
''Sen yumuşaksın.''
Parmakları, tenimde saten gibiydi, böylece ne demek istediğini anlayabiliyordum.
''Ve koku için de , eh, bunu özlediğimi söyleyemem. Avdayken, dağdaki yürüyüşçülerin kokusunu hatırlıyormusun?''
''Hatırlamamak için çok uğraşıyorum.''
''O şeyi öptüğünü hayal et.''
Boğazım, sıcak hava balonundaki ipin çekilmesi gibi alevlerle doldu.
''Oh.''
''Tam olarak. Yani cevabım hayır. Saf bir neşeyle doluyum, çünkü hiç bir şey kaçırmıyorum. Kimse şu anda benim sahip olduğumdan daha fazlasına sahip olamaz.''
Sözlerindeki bir istisna hakkında onu bilgilendirmek üzerydim ama dudaklarım aniden çok meşgul olmuşlardı.
Görebileceğim hiç bir işaret olmadan, hızla döndü ve durduğum yerin arkasına hamle yaptı.
''Bana saldırma,'' diye uyardı ve bana doru sıçradı.
''Ne yapıyorsun?'', arkama doğru tırmanıp ellerini yüzümün etrafına dolarken kıvranarak sordum. Onu üstümden atmak için bir dürtü hissettim ama bunu kontrol ettim.''
''Göremeyeceğinden emin oluyorum.''
''Bununla bu kadar abartma olmadan da ilgilenebilirdim,'' Edward önerdi.
''Hile yapmasına izin verebilirsin. Elini tut ve onu ileri doğru götür.''
''Alice, Ben---''
''Zorluk çıkarma Bella. Bunu benim yöntemlerimle yapacağız.''
Edward'ın parmaklarının bana doğru salladığını hissettim. ''Yalnızca bir kaç saniye daha Bella, Sonra o başkalarını sinir etmeye gidecek.'' Beni ileri doğru yönlendirdi. Kolayca ilerledim. Bir ağaca vurmaktan endişelenmiyordum; ağaç bu senaryoda incienek tek şey olurdu.''
''Biraz daha fazla minnettar olmalısın.'' Alice onu azarladı. ''Bu onun için olduğu kadar da senin için.''
''Doğru. Tekrar teşekkürler Alice.''
''Evet, evet. Tamam.'' Alice'nin sesi aniden hycanla yükseldi. ''Burada dur. Onu biraz daha sağa döndür. Evet, öyle. Tamam. Hazırmısın?'' cıvıldadı.
''Hazırım.'' Burada ilgimi çeken, merakımı arttıran, yeni kokular vardı. Bu kokular derin, ağaçlara ait değildi. Hanımeli.Duman.Güller. Talaş? Metalik bir şey daha. Derin toprağın zenginliği, kazılmış ve açılmış. Gizeme doğru eğildim.
Alice, gözlerimden sıkıca tutan ellerini çekerek, arkamdan zıpladı.
Koyu menekşe rengi karanlığa doğru baktım. Orada, ormanın içindeki küçük bir açıklığa yerleştirilmiş, yıldızların ışığı altında lavanta grisi gözüken, küçük, taş bir kır evi vardı.
O kadar buraya ait gözüküyordu ki bir kayadan türemiş, doğal bir oluşum olmalı gibi duruyordu.
Hanımeli, bir duvara kafes gibi tırmanmış, yukarı boyunca ve sık ahşap kiremitlerin üzerine dolanmıştı.
Geç yaz gülleri, koyu, alçak pencerelerin altında, mendil-boyutunda ki bahçede çiçek açmıştı. Kemerli alçak kapıya doğru uzanan, yassı taşlardan oluşmuş bir de küçük yol vardı.
Şok olmuş halde, elimimi tuttuğum anahtarların üzerine kapadım.
''Ne düşünüyorsun?'' Alice'nin sesi artık yumuşaktı; mükemmel sessizlikteki hikaye kitabından çıkmış sahneyle tam uydu.
Ağzımı açtım ama hiçbirşey demedim.
''Esme bir süreliğine kendi evimizin olmasından hoşlana bileceğimizi düşünmüş, ama bizim çok uzakta olmamızı da istemedi.''Edward mırıldandı. ''Ve yenilenme için herhangi bir sebep çıkmış olmasınada çok sevindi. Bu küçük yer en azından bir yüz yıldır burada yavaş yavaş harab oluyor.''
Balık gibi ağzımı açıp açıp yapayarak, boş boş bakmaya devam ettim.
''Beğenmedin mi?'' Alice'nin yüzü düştü. ''Yani eğer istersen senin istediğin gibi farklı bir şekilde dizayn edebiliriz. Emmet bir kaç bin metre kare alan, ikinci bir kat, stunlar vr bir kule eklemeyi düşünmüştü ama Esme senin en çok bu halini seveceğini söyledi.''Sesi yükselmeye başlamıştı, hızlandı. ''Eğer yanıldıysa, hemen işe koyulabiliriz. Eklemeleri yapmak uzun sür---''
''Shh!'' susturdum.
Dudaklarını birbirine bastırdı ve bekledi. Toparlanmam bir kaç saniye aldı.
''Doğum günüm için bana bir ev mi veriyorsunuz?'' fısıldadım.
''Biz,'' Edward doğruladı. ''Ve bu bir klubeden fazlası değil. Bence ev kelimesi daha fazla oda içerir.''
''Evimi eleştirme,'' diye Edward'a fısıldadım.
Alice gülümsedi. ''Hoşuna gitti.''
Kafamı salladım.
''Sevdin mi?''
Onayladım.
''Esme'ye söylemek için sabırsızlanıyorum!''
''Neden o da gelmedi?''
Alice'nin gülümsemesi biraz soldu. Sanki sorumu cevaplandırmak zormuş gibi.''Oh, bilirsin... hepsi senin hediyeler konusunda nasıl olduğunu hatırlıyor. Seni beyenmen için çok fazla baslı altında bırakmak istemediler.''
''Ama tabiki de beyendim. Nasıl beyenmeyebilirim ki?''
''Buna bayılacaklar.'' Omuzumu okşadı. ''Yine de kıyafetlerin hazırlandı. Akıllıca kullan.Ve... sanırım herşey bu kadar.''
''Sen içeri gelmiyormusun?''
Bir kaç adım geri attı.''Edward herşeyin yerini biliyor. Ben daha sonra...uğrarım.Eğer kıyafetlerini doğru eşleştiremessen beni ara.'' Bana şüpheli bir bakış attı ve gülümsedi.''Jezz avlanmak istiyor. Görüşürüz.''
Sanki en zarif kurşunmuş gibi ağaçların arasına daldı.''
''Bu garipti,'' dedim uçuşunun sesi tamamen kaybolduğunda.''Gerçekten o kadar kötü müyüm? Uzakta durmak zorunda değillerdi. Şimdi suçlu hissediyorum. Ona daha doğru düzgün teşekkür bile edemedim. Geri dönüp Esmeye söylemeliyiz---''
''Bella, aptal olma. Kimse senin mantıksız olduğunu düşünmüyor.''
''O zaman neden---''
''Yalnız zaman onların diğer hediyesi. Alice bu konuda ince olmaya çalışıyordu.''
''Oh.''
Ev kaybolmuş gibi gözüküyordu. Herhangi bir yerde olabilirdik. Ağaçları, taşları ya da yıldızları görmüyordum. Yalnızca Edward vardı.
''Neler yaptıklarını sana göstermeme izin ver,'' dedi elimi çekerek. Acaba bir elektirik dalgasının, sanki kanım adrenalin doluymuş gibi vücudum boyunca atmasının farkında değilmiydi?
Bir kez daha vücudumun artık yapamayacağı tepkileri bekleyerek, tuhaf bir biçimde dengemi yeniden kaybetmiş hissettim. Kalbim sanki çok güçlü bir motormuş ve bize vuracakmış gibi çarpıyor olmalıydı. Sağır edici. Yanaklarım parlak kırmızı olmalıydı.
Ayrıca, çok yorgün olmalıydım. Bu hayatımın en uzun günüydü.
Bu günün asla bitmeyeceğini fark ettiğimde-- yalnızca küçük bir şok gülüşü-- yüksek sesle güldüm.
''Bende şakayı duyabilir miyim?''
''Çok iyi bir tane değil,'' dedim, o küçük yuvarlak kapıya doğru yönelirken. ''Yalnızca düşünüyordum-- bugün sonsuzluğun iilk ve son günü. ''tekrar güldüm.
Benimle birlikte kıkırdadı. Benim bunu yapmamı bekleyerek elini kapı koluna uzattı. Anahtarı deliğe soktum ve çevirdim.
''Bu işte doğuştan iyisin Bella; tüm bunların senin için ve kadar garip olacağını unutmuşum. Keşke duyabilseydim.'' Başını eğdi ve beni o kadar çabuk kollarının arasına aldı ki geldiğinbi göremedim bile-- ve bu gerçekten önemli bir şeydi.
''Hey!''
''Kapı eşikleri benim işimin bir parçası,'' bana hatırlattı. ''Ama şu an merak ediyorum, Bana şu anda ne hakkında düşündüğünü söyle.''
Kapıyı açtı-- kapı ancak neredeyse duyulabilir bir sesle arkaya doğru açıldı-- ve küçük taş oturma odasına girdi.
''Her şey,'' dedim. ''Hepsi aynı anda, bilirsin. İyi şeyler ve hakkında endişelendiğim şeyler ve yeni olan şeyler. Şu anda, Esmenin bir sanatçı olduğunu düşünüyorum Burası çok mükemmel.''
Burası büyünün var olduğunu düşünebileceğiniz bir yerdi. Pamuk prensesin burada elinde bir elmayla yürüyeceğini, ya da boynuzlu bir atın durup güllere ilgi duyacağı bir yer.
Edward herzaman korku hikayelerine ait olduğunu düşünürdü. Ama ben tabikide onun yanıldığını biliyordum. Onun buraya ait olduğu çok açıktı. Bir peri masalına.
Ve şu anda bende bu hikayede onunla birlikteydim.
Eminim giyinme odanı görmek için ölüyorsundur. Ya da en azından ben iyi hissetmesi için Alice'ye öyle olduğunu söyleyeceğim.''
''Korkmalı mıyım?''
''Dehşete kapılmalısın.''
Beni tavanda, sanki burası kendi minyatür kalemizmiş gibi kemerleri olan dar, taş bir holde taşıdı.
''Burası Renesmee'nin odası olacak.'' dedi, açık renkli ahşap zemini olan boş bir odayı işaret ederek.''Oda içi, sinirli kurtadamlar varken fazla bir şey yapacak zamanları pek olmadı...''
Nasıl her şeyin yalnızca bir hafta önce kabus gibiyken, bu kadar çabuk yoluna girmesine şaşırarak güldüm.
''İşte bizim odamız. Esme adasından birşeyler getirmeye çalıştı. Hoaşlanacağımızı tahmin etti.''
Yatak,yerlere kadar szülen incecik gölgelik ile büyük ve beyazdı.. Açık renkli ahşap yer döşemesi diğer odayla uyuşuyordu, ve şimdi ahşabın tam olarak saf bir kumsal rengi olduğunu kavradım.
Duvarlarparlak güneşli bir günün neredeyse-beyaz-mavi rengindeydi, ve arka duvarda küçük saklı bahçeye çıkan büyük cam kapılar vardı.Bahçe tırmanan güller ve cam kadar düzgün ve de parlak taşlarla çevrelenmiş küçük bir gölcük vardı. Bizim için küçük, sakin bir okyanus.
''Oh''tek söyleyebileceğim şey buydu.
''Biliyorum'',diye fısıldadı.
Orada bir dakikalığına,hatırlayarak duruduk.Ama hatıralar insan hatıralarıydı ve bulutluydu.Tamamen aklımı almışlardı.
Geniş, parlayan bir şekilde gülümsedi ve sonra kahkaha attı. ''Giysi dolabın bu çift kapının ardında. Seni uyarmalıyım-- bu odadan daha büyük.''
Kapılara bakmadım bile. Yeniden dünyada yalnız o vardı-- kolları altımda kıvrıldı, tatlı nefesi yüzümdeydi, dudakları benden yalnızca birkaç santim uzaktaydı-- ve şu anda,yeni doğmuş olsun ya da olmaın, dikkatimi dağıtabilecek hiç bir şey yoktu.
''Alice'ye kıyafetlere doğru koştuğumu söyleyeceğiz,'' parmaklarımla saçlarını karıştırarak ve yüzümü onun yakınına çekerek fısıldadım. ''Ona giyip çıkarmacılık oynayarak saatler harcadığımı söyleyeceğiz. Yalan söyleyeceğiz.''
Anında ruh halimi yakaladı, ya da belkide zaten benimle aynı ruh halindeydi, ve bir centilmen gibi doğumgünü hediyemin tadını çıkarmama izin vermeye çalışıyordu. Ani ateşliliğiyle yüzümü kendininkine doğru çekti, boğazında alçak bir inlemeyle. O ses,sanki ona yeterince hızlı yaklaşamıyormuşumcasına beni yarı-delirten, bir elektrik dalgası gönderdi.
Ellerimizin altından kumaş yırtılma sesini duydum. Elbiselerimin en azından, çoktan yok edildiğine memnundum(avdan sonra mahvoluyo kıyafetler). Ama onunkiler için çok geçti. Hoş, beyaz yatağı görmezden gelmek neredeyse kabacaydı ama bu sefer o kadar ileri gitmeyecektik.
İkinci balayımız ilki gibi olmayacaktı.
Adada geçirdiğimiz zamanımız insan hayatımın idealiydi. İnsan hayatımın en iyisi. sadece onunla yaptığım şeyi uzatabilmek için, insan hayatımda biraz daha devam etmek için çok hazırdım. Çünkü fiziksel kısmı bir daha asla aynı olmayacaktı.
Böyle bir günden sonra, daha iyi olacağını tahmin etmeliydim.
Artık onu gerçekten anlıyordum- mükkemmel yüzünün her bir güzel çizgisini, yeni güçlü gözlerimle birlikte onun uzun, kusursuz vücudunu, onun her açısını ve her düzlemini. Onun saf, güçlü kokusunu dilimde tadabiliyordum ve mermer teninin inanılmaz ipeksiliğini hassas parmak uçlarımın altında hissedebiliyordum.
Tenim, onun ellerinin altında da çok hassastı.
Bedenlerimiz nazikçe birbirine dolaşıp, kum-açıklığındaki yerin üzerinde bir olurken o tamamen yeni, başka bir kişiydi. Dikkat etmek yok, engel yok. Korku yok-- özellikle de o yok.Birbirimizi sevebilirdik -- artık iki aktif katılımcıydık. Sonunda birbirimize denktik.
Eski öpüşmelerimiz gibi, her dokunuş alıştığımdan çok daha fazlasıydı. kendini çok fazla geri çekmişti. Artık gerekliydi ama ne kadar çok şeyi kaçırmış olduğuma inanamıyordum.
Ondan daha güçlü olduğumu aklımda tutmaya çalışıyordum ama bu kadar güçlü duygularla ve dşkkatim her saniye vücudumdaki bir milyon farklı yere çekilirken herhangi bir şeye odaklanmak çok zordu; eğer onu incitirsem şikayet etmezdi.
Kafamın çok, çok küçük bir kısmı şu anda ortada olan durumla ilgili bir muammayı düşünmeye başlad. Ben sala yorulmayacaktım, o da yorulmayacaktı. birbirimizin nefeslerini yakalamayı beklemek zorunda kalmayacaktık ya da dinlenmeye ya da yemeye hatta tuvalati kullanmaya; artık sıradan insan ihtiyaçlarımız yoktu. O dünyadaki en güzel, en kususrsuz vücuda sahipti ve tamamen benimdi, ve üzerinde düşüneceğim bir konu bulamayacağım gibi gözüküyordu. Şimdi bir gün için yeteri kadar almıştım. Hep daha fazlasını isteyecektim. Ve gün asla sona ermeyecekti. O zaman bu durumda bir daha nasıl duracaktık?
Buna bir cevabım olmaması beni hiç rahatsız etmiyordu.
Hava aydınlanmaya başladığında bunun oldukça farkındaydım. Ufak okyanus dışarıda siyahtan griye dönmüştü ve bir kuş yakınlarda bir yerde şarkı söylüyordu-- belki de güllerin içinde yuvası vardı.
''Özledin mi?'' diye sordum şarkı bittiğinde.
Bu konuştuğumuz ilk sefer değildi ama aslında bir kjonuşma sürdürmeye çalışıyor da sayılmazdık.
''Neyi özledim mi?'' mırıldandı.
''Hepsini-- sıcaklığı, yumuşak teni, tatlı kokuyu... ben hiç bir şey kaybediyor değilim ve sadece sen bir şeyler kaybediyor olduğun için birazcık üzgün müsün yalnızca merak ediyordum.''
Güldü, alçak ve kibar. '' Benim şimdi olduğumdan daha az üzgün birini bulmak daha zordur.''
''Sorudan kaçıyormusun?''
Elini yüzüme bastırdı. ''Sen sıcaksın,''dedi.
Bu doğruydu, bir bakımdan. Bana göre onun eli sıcaktı. Bu Jacob'un yanıcı-sıcak tenine dokunmakla anı şey değildi ama daha rahatlatıcıydı. Daha doğaldı.
Ve sonra parmaklarını çok yavaşça, hafifçe boğzımdan çenemi takip ederk ve sonra belime kadar, yüzümden aşağıya indrdi. Gözlerim başımda birazcık döndü.
''Sen yumuşaksın.''
Parmakları, tenimde saten gibiydi, böylece ne demek istediğini anlayabiliyordum.
''Ve koku için de , eh, bunu özlediğimi söyleyemem. Avdayken, dağdaki yürüyüşçülerin kokusunu hatırlıyormusun?''
''Hatırlamamak için çok uğraşıyorum.''
''O şeyi öptüğünü hayal et.''
Boğazım, sıcak hava balonundaki ipin çekilmesi gibi alevlerle doldu.
''Oh.''
''Tam olarak. Yani cevabım hayır. Saf bir neşeyle doluyum, çünkü hiç bir şey kaçırmıyorum. Kimse şu anda benim sahip olduğumdan daha fazlasına sahip olamaz.''
Sözlerindeki bir istisna hakkında onu bilgilendirmek üzerydim ama dudaklarım aniden çok meşgul olmuşlardı.