Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Twilight 17.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Twilight 17.Bölüm Empty Twilight 17.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Ptsi Kas. 15, 2010 8:49 pm

    Twilight 17.Bölüm
    17.Oyun
    Yağmur yağmaya başladığında Edward da bizim sokağa doğru dönmüştü. O zamana kadar benimle gerçek dünyada birkaç saat geçireceğinden emindim. Sonra Charlie’nin evinin önündeki yola bırakılmış siyah ve eski bir araba gördüm. Edward kısık sesle bir şeyler söylemeye başladı. Babasının tekerlekli sandalyesinin arkasında duran Jacob Black’i de gördüm; yağmurdan korunmak için evin önündeki verandanın altına girmişti. Edward kamyonetimi kaldırımın kenarına park ederken Billiy’nin yüzü taş gibiydi. Jacop başını çevirdi, utanmış görünüyordu. Edward öfkeliydi. ‘’İşte bu sınırı aştı.’’
    ‘’Charlie’yi uyarmak için mi gelmiş?’’ diye sordum.
    Kızmaktan öte, korkmuştum. Edward evet anlamında başını salladı, Billiy’nin yağmurun altındaki bakışlarına kısık gözlerle karşılık verdi. Charlie henüz evde olmadığı için biraz rahatlamıştım.
    ‘’Bırak da bunu ben halledeyim,’’ dedim.
    Edward’ın bu karanlık bakışları beni tedirgin ediyordu. Nasıl olduysa kabul etti.
    ‘’Sanırım bu en iyisi. Sen yine de dikkat et. Çocuğun hiçbir şeyden haberi yok.’’
    Çocuk kelimesine takıldım.
    ‘’Jacob benden çok da küçük değil,’’ diye hatırlattım ona.
    O zaman bana baktı, kızgınlığı fark edilir bir şekilde azalmaya başlamıştı.
    ‘’Hımm, biliyorum,’’ dedi gülümseyerek. Elimi kapının koluna uzattım.
    ‘’Onları içeri al da ben buradan gidebileyim. Hava iyice karardığında tekrar gelirim.’’
    ‘’Kamyonetimi almak ister misin?’’ diye sordum.
    Ama bu kez kamyonetimi ne yaptığımı Charli’ye nasıl açıklayacağımı düşünüyordum.
    ‘’Yürüyerek, bu kamyonetten daha hızlı gidebilirim.’’
    ‘’Gitmek zorunda değilsin,’’ dedim.
    Yüzümdeki üzgün ifadeye güldü.
    ‘’Gitmek zorundayım. Sen onlardan kurtulduktan sonra…’’
    Black’lerin tarafına doğru kötü bir bakış attı.
    ‘’Charlie’yi yeni erkek arkadaşınla tanıştırmak için hazırlanmalısın.’’
    Yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi, neredeyse bütün dişleri görünüyordu.
    ‘’Çok sağ ol,’’ diye söylendim.
    O bayıldığım çarpık gülümsemesi belirdi yine yüzünde.
    ‘’Hemen gelirim,’’diye söz verdi.
    Gözleri verandadaydı. Çenemin altından öpmek için bana doğru eğildi. Kalbim deli gibi çarpıyordu ve ben de onun gibi verandaya baktım. Billy’nin yüzü artık ifadesiz değildi, elleriyle tekerlekli sandalyelerinin saplarını sımsıkı tutuyordu.
    ‘’Hemen.’’ Dedim üzerine basarak.
    Kapıyı açtım ve yağmura çıktım. Yağmurun içinden koşar adımlarla geçerken bana baktığını hissedebiliyordum.
    ‘’Hey Billy! Merhaba Jacob.’’
    Onları elimden geldiğince iyi bir şekilde karşılamaya çalışmıştım.
    ‘’Charlie günübirliğine bir yere gitti, umarım uzun zamandır beklemiyorsunuzdur.’’
    ‘’Çok olmadı geleli.’’ Dedi Billy.
    Karanlık insanın içine işliyordu.
    ‘’Sadece bunu getirmek istedim,’’ dedi kucağında duran kahverengi paketi gösterdi.
    ‘’Teşekkürler,’’ dedim.
    İçinde ne olduğu konusunda en ufak bir fikrim yoktu.
    ‘’İçeri gelmek ister misin? Çok ıslanmışsın.’’
    Hiçbir şeyin farkında değilmişim gibi davranmaya çalışıyordum. Aslında beni dikkatle izliyordu. Kapıyı açtım ve onları eve davet ettim.
    ‘’Ben şunu alayım,’’ dedim kapıyı kapatmak için arkamı dönerken.
    Edward’a baktım son bir kez. Orada öylece hareketsiz bekliyordu, çok ciddiydi.
    ‘’Bunu buzdolabına koysan iyi olur,’’ dedi Billy paketi bana verirken.
    ‘’Bu, Harry Clearwater’ın ev yapımı balık kızartması, Charlie’nin en sevdiğinden. Buzdolabında daha kuru kalırlar,’’ dedi.
    ‘’Teşekkürler. Balık pişirme yöntemlerini iyice azalattı, bu akşam eve biraz daha balık getirecek.’’
    ‘’Yine mi balığa gitti?’’ diye sordu Billiy gözleri parlayarak. ‘’Har zamanki yere mi? Belki ona uğrayabilirim.’’
    ‘’Hayır,’’ diye yalan söyledim yüzümü asarak; ‘’Yeni bir yere gidecekmiş ama neresi olduğu hakkında giçbir fikrim yok.’’
    Yüzümün değiştiğini hemen anladı, bu onu düşündürdü.
    ‘’Jake,’’ dedi beni tartarak. ‘’Neden gidip arabadan Rebecca’nın yeni remini getirmiyorsun? Charlie için de bir tane bırakmış oluruz.’’
    ‘’Nerede?’’ diye sordu Jacob aksi bir şekilde.
    Ona baktığımda kaşlarının çatmış yere bakıyordu.
    ‘’Sanırım bagajda gördüm,’’ dedi Billy. ‘’Araman gerekecek.’’
    Jacop tekrar yağmura çıktı. Biz de sessizce birbirimize bakıyorduk. Birkaç saniye sonra bu sessizlik tuhaflaşmaya başladı., ben de arkamı dönüp mutfağa doğru yürümeye başladım. Islak tekerleklerin yer döşemesinde çıkardığı sesi duyabiliyordum. Paketi buzdolabının kalabalık rafına ittirdim ve ona bakmak için arkamı döndüm. Derin kırışıklıklarla kaplı yüzünü anlamak imkânsızdı.
    ‘’Charlie uzun bir düre daha gelmeyecek.’’
    Başını beni onaylarcasına salladı, ama hiçbir şey demedi.
    ‘’Kızarmış balık için tekrar teşekkürler,’’ dedim imalı bir şekilde.
    Başını sallamaya devam etti. Derin bir iç geçirdim ve kaollarımı göğsümde kavuşturdum. Gevezelik etmeyeceğimi anlamıştı.
    ‘’Bella,’’ dedi ve sonra bir an tereddüt etti.
    ‘’Evet.’’
    ‘’Belki bu beni ilgilendirmez ma bunun çok iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum.’’
    ‘’Haklısın,’’ dedim. ‘’Bu seni hiç ilgilendirmez.’’
    ‘’Muhtemelen bunu bilmiyorsun, Cullen ailesinin bu civarda pek de hoş olmayan bir ünü var.’’
    ‘’Biliyorum,’’ dedim set bir ses tonuyla. Bu onu şaşırttı. ‘’Ama bu ün hak edilmiş olamaz, öyle değil mi? Çünkü Cullenlar bu civara hiç ayak basmıyorlar, haksız mıyım?’’
    ‘’Bu doğru,’’ dedi kabul ederek. ‘’Cullenlar’la ilgili birçok şey biliyorsun. Tahmin ettiğimden de çok.’’
    Bakışlarımla onu eziyordum. ‘’Belki de senin bildiğinden daha fazlasını biliyorum.’’
    Düşünürken kalın dudaklarını büzüyordu. ‘’Belki de. Peki, Charlie de bu konuda bir şeyler biliyor mu?’’
    En hassas noktadan vurmuştu.
    ‘’Charlie Cullenlar’ı çok sever,’’ dedim lafı dolandırarak. Bunu hemen anlamıştı. Mutsuz görünüyordsu ama şaşırmıştı.
    ‘’Bu beni ilgilendirmez ama belki Charlie’yi ilgilendirebilir,’’ dedi.
    ‘’Charlie’yi neyin ilgilendirip ilgilendirmediği de beni ilgilendirir sanırım.’’
    Uzlaşmacı olmamak için elimden geleni yaptıysam da bu kafa karıştırıcı sorumu anladığından emin değildim. Beni anlamış görünüyordu. Sessizliği bozan tek şey çatıya vuram yağmurdu.
    ‘’Evet,’’ dedi sonunda vazgeçerek. ‘’Sanırım bu da seni ilgilendirir.’’
    Rahatlamış bir şekilde iç geçirdim. ‘’Teşekkürler Billy.’’
    ‘’sadece ne yaptığını iyi düşün Bella ,’’ diye beni uyardı.
    ‘’Peki,’’ dedim hemen.
    Kaşlarını çattı. ‘’Demek istediğim, şu anda yapmakta olduğun şeyi yapma.’’
    Gözlerine baktım, orada sadece benim için duyduğu endişe vardı ve benim söyleyebileceğim hiçbir şey yoktu. Kapıdan sular damlıyordu.
    ‘’Hımm,’’ dedi Billy sandalyesini oğluna doğru çevirerek. ‘’Sanırım evde bıraktım.’’
    Jacop dramatik bir şekilde gözlerini devirdi. ‘’Harika.’’
    ‘’Tamam o zaman Bella sen Charlie’ye…’’ Billy cülesini bitirmeden önce durdu,’’uğradığımızı söylersin.’’
    ‘’Söylerim,’’ dedim.
    Jacop şaşkındı. ‘’Hemen gidiyor muyuz?’’
    ‘’Charlie geç gelecekmiş,’’ dedi Billy kendini Jacob’a doğru iterken.
    ‘’Aa,’’ dedi Jacob hayal kırıklığına uğramış bir şekilde. ‘’O zaman sonra görüşürüz Bella.’’
    ‘’Tabii,’’ dedim.
    ‘’Kendine iyi bak,’’ dedi Billy. Ona cevap vermedim.
    Jacop kapıdan çıkarken babana yardım etti. Onlara kısaca el salladım, bu sırada şimdi boş olan kamyonetime hemen bir baktım ve onlar daha gitmeden kapıyı kapattım. Onlar gidene kadar koridorda bekledim. Olduğum yerde kaldım, rahatsızlığımın ve huzursuzluğumun geçmesini bekliyordum. Gerginliğim biraz azaldığında yukarıya, üzerimi değiştirmeye çıktım. Üzerime birkaç tane değişik şey denedim, bu gece beni neyin beklediğinden emin değildim. Olacak şeylere odaklandığım için demin olanlar bana önemsiz geliyordu. Şu an Edward ve Jasper’ın etkisinden uzaklaştığım için, daha önce korkmadığım zamanlar için korkmaya başlamıştım. Hemen giyeceklerime karar verdim, eski bir tişört ve kotu yatağımın üzerine attım. Zaten bütün gece yağmurluğumla oturacağımı biliyordum. Telefon çaldı; açmak için aşağıya koşturdum. Duymak istediğim bir tek ses vardı, bunun dışındaki her şey benim için hayal kırıklığı olacaktı. Ama biliyordum ki eğer benimle konuşmak isterse odama gelirdi.
    ‘’Alo?’’ dedim nefes nefese.
    ‘’Bella, benim,’’ dedi Jessica.
    ‘’Ah merhaba Jess,’’ dedim ses tonumu değiştirerek. Onunla sanki aylardır konuşmuyordum. ‘’Dans nasıldı?’’
    ‘’O kadar eğlendik ki!’’ dedi heyecanla. Daha fazla soruya gerek duymadan bir gece önce neler olduğunu dakikası dakikasına anlatmaya başladı. Ama anlattıklarına dikkatimi veremiyordum. Jessice, Mike, dans, okul… bunların hepsi şu anda çok saçma geliyordu. Gözüm penceredeydi.
    ‘’Dediğimi duydun mu Bella?’’ diye soru Jess rahatsız olmuş bir tavırla.
    ‘’Özür dilerim nededin?’’
    ‘’Mike beni öptü, dedim! Buna inanabiliyor musun?’’
    ‘’Bu harika Jess,’’dedim.
    ‘’Peki, sen dün ne yaptın?’’ diye sordu Jessica. Onu dinlemediğim için rahatsız olmuştu. Beklide ona ayrıntıları soramadığım için üzülmüştü.
    ‘’Hiçbir şey yapmadım. Sadece dışarıda güneşin tadını çıkardım.’’
    Charlie gelmişti arabasının sesini duydum.
    ‘’Edward Cullen’dan bir haberin var mı?’’
    Ön kapı kapandı, Charlie’nin merdivenin altında eşyalarını koyuşunu duyuyordum.
    ‘’Hımm,’’ dedim tereddütle, hikâyemin nasıl olduğunu unutmuştum.
    ‘’Merhaba kızım!’’ diye seslendi Charlie mutfağa girerken. Ona el salladım. Jess onun sesini duydu.
    ‘’Baban geldi, neyse yarın Trigonometri dersinde görüşürüz.’’
    ‘’Görüşürüz Jess,’’ dedim ve telefonu kapattım.
    ‘’Merhaba baba!’’ dedim. Lavaboda ellerini yıkıyordu.’’Balıklar nerede?’’
    ‘’Buzluğa koydum.’’
    Donmadan önce birkaç parça alsam iyi olur. Akşamüzeri Billy, Harry Cleanwater’ın balıklarından bıraktı.’’
    Öyle mi? Çok severim,’’ dedi gözleri parlayarak.
    Ben akşam yemeğini hazırlarken Charlie de üzerini değiştirdi. Masaya oturmamız uzun sürmedi, sessizce yemeklerimizi yiyorduk. Charlie yemeğinin tadını çıkarıyordu. Konuyu nasıl açabileceğimi düşünmeye başlamıştım.
    ‘’Bugün tek başına ne yaptın?’’ diye sordu beni bu dalgınlığımdan kurtararak.
    ‘’Akşamüzeri evin etrafında dolaştım, bu sabah da Cullenlar’daydım.’’
    Charlie çatalını düşürdü.
    ‘’Doktor Cullen’ın evinde mi?’’ diye sordu hayretle.
    Bu tepkisin görmezlikten gelmiştim. ‘’Evet.’’
    ‘’Orda ne işin vardı?’’ Hala çatalını düştüğü yerden almamıştı.
    ‘’bu akşam Edward Cullen’la bir randevum vardı; beni anne ve babasıyla tanıştırmak istedi… Baba?’’
    Charlie kriz geçiriyordu.
    ‘’Baba iyi misin?’’
    ‘’Sen Edward Cullen’la mı çıkıyorsun?’’ diye bağırdı.
    Olamaz. ‘’Cullenlar’ı sevdiğini sanıyordum.’’
    ‘’O senin için çok büyük,’’ diye karşı çıktı.
    ‘’İkimiz de aynı dönem öğrencisiyiz,’’ diye düzelttim onu. Aslında haklıydı.
    ‘’Dur bakayım…’’ dedi ‘’Edwin hangisiydi?’’
    ‘’Edward, en küçükleri; kahverengi saçları olan.’’
    ‘’Ha tamam. O büyük olanı pek hoşuma gitmiyor. Eminim o da iyi bir çocuktur ama senin için fazla olgun duruyor. Bu Edwin senin erkek arkadaşın mı?’’
    ‘’Edward baba.’’
    ‘’Erkek arkadaşın mı?’’
    ‘’Öyle gibi.’’
    ‘’Dün gece bana kasabadaki erkeklerin hiçbiriyle ilgilenmediğini söylemiştin.’’ Çatalını yerinden aldı, sanırım kötü bölüm bitmişti.
    ‘’Edward kasabada yaşamıyor baba.’’
    Bana aşağılayıcı bir bakış attı.
    ‘’Her neyse,’’ diye devam ettim. ‘’Daha her şey çok başında, bilirsin işte. Beni bu erkek arkadaş muhabbetleriyle daha fazla utandırma olur mu?’’
    ‘’Buraya ne zaman gelecek?’’
    ‘’Birkaç dakika içinde burada olur.’’
    ‘’Seni nereye götürüyor?’’
    ‘’Umarım sorgulama bitmiştir. Ailesiyle birlikte beyzbol oynayacağız.’’
    Yüzünü buruşturdu ve sonunda güldü.
    ‘’Sen beyzbol mu oynayacaksın?’’
    ‘’Sanırım çoğunlukla izleyeceğim.’’
    ‘’Bu çocuktan gerçekten hoşlanıyor olmalısın,’’ dedi tereddütle. Evin önüne par eden bir araba sesi duyuldu. Yerimden fırlayıp bulaşıkları yıkamaya başladım.
    ‘’Bulaşıkları bırak, bu gece ben yıkayabilirim. Beni fazla şımartıyorsun.’’

    Kapı çaldı ve Charlie açmak için yavaş yavaş kapıya doğru yürüdü. Arkasındaydım. Dışarıda ne kadar yağmur yağdığının farkında değildim. Edward verandanın ışığı altında durmuş, sanki bir yağmurluk rekalamındaki manken gibi görünüyordu.
    ‘’İçeri gir Edward.’’
    Charlie onun adını doğru söylediği için içim rahatlamıştı.
    ‘’Teşekkür ederim Şef Swan,’’ dedi Edward saygılı bir şekilde.
    ‘’İçeri gir ve bana Charlie de. Dur da ceketini alayım.’’
    ‘’Teşekkürler efendim.’’
    ‘’Otursana Edward.’’
    Edward oradaki tek koltuğa süzülerek oturdu, ben de Şef Swan’in yanına, kanepeye oturmak zorunda kaldım. Ona pis pis baktım. Charlie’nin arkasından bana göz kırptı.
    ‘’Kızımı beyzbol seyretmeye götürüyormuşsun.’’ Sadece Washington’da sular seller gibi yağmur yağdığında bile dışarıda oyun oynanırdı.
    ‘’Evet, efendim planımız bu.’’
    Babama doğruyu söylediğim için hiç de şaşırmış görünmüyordu. Bizi dinlemiş olmalıydı.
    ‘’Sana kolay gelsin.’’
    Charlie güldü ve Edward da ona katıldı.
    ‘’Pekala,’’ dedim ayağa kalkarak. ‘’Bu kadar gevezelik yeter. Artık gidelim.’’ Koridora yürüdüm ve ceketimi aldım. Onlar da beni takip ediyorlardı.
    ‘’Fazla geç kalma Bell.’’
    ‘’Merak etme Charlie. Onu eve erken getiririm,’’ diye söze girdi Edward.
    ‘’Kızıma iyi bak olur mu?’’
    ‘’Benim yanımda güvende, söz veriyorum efendim.’’
    Charlie Edward’ın içtenliğinden şüphe edemezdi. Bu içtenliği her sözcüğünden okunuyordu. Yavaş yavaş yürümeye başladım. İkisi de güldü ve Edward peşimden geldi. Verandada donakaldım. Kamyonetimin arkasında koskocaman bir cip vardı. Tekerleklerinin boyu belimi geçiyordu. Farlarının kenarlarında koruyucular ve koruyucu barın üzerindeyse dört tane büyük far vardı. Charlie ıslık çaldı.
    ‘’Emniyet kemerinizi takın,’’ dedi.
    Edward kapının yanına kadar benimle yürüdü ve bana kapıyı açtı. Koltuğu gözüme kestirdim ve zıplamak için hazırlandım. Edward bir iç geçirdi ve beni tek eliyle kaldırdı. Umarım Charlie bunu fark etmemiştir. Emniyet kemerimi takmaya çalışıyordum ama çok fazla kopça vardı.
    ‘’Bütün bunlar de nedir?’’ diye sordum kapıyı açtığında.
    ‘’Off road koşum takımı.’’
    ‘’Olamaz.’’
    Her kopçanın yerini bulmaya çalıştım ama bu zaman alıyordu. Tekrar iç geçirdi ve yardım etmek için bana doğru uzandı. Verandada duran Chrlie’nin şiddetle yağan yağmur yüzünden bizi göremediğine seviniyordum. Edward anahtarı çevirerek motoru çalıştırdı. Evin önünden ayrılmıştık.
    ‘’Bu çok büyük bir araba.’’
    ‘’Bu Emmet’in. Bütün yol boyunca koşmak istemeyeceğini düşündüm.
    ‘’Bu şeyi nerede tutuyorsunuz?’’
    ‘’Dış binalardan bir tanesini garaj haline getirdik.’’
    ‘’Sen emniyet kemerini takmayacak mısın?’’
    İnanmayan gözlerle bana baktı. Sonra bir çukura girdik.
    ‘’Bütün yol boyunca koşmak mı? Zaten yolun bir kısmını koşacağız.’’
    Pis pis sırıttı. ‘’Koşmayacaksın.’’
    ‘’Sanırım kusacağım.’’
    ‘’Gözlerini kapat, daha iyi hissedersin.’’
    Dudaklarımı ısırdım, beni saran panikle başa çıkmaya çalışıyordum. Alnımdasn öpmek için bana doğru eğildi. Ona baktım, bozulmuştum.
    ‘’Yağmurda o kadar güzel kokuyorsun ki…’’ dedi.
    ‘’Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi?’’ diye sordum dikkatle.
    ‘’Hem iyi, hem kötü.’’
    Bu karanlıkta ve yağmur bu kadar çok yağarken yolunu nasıl bulduğunu anlayamadım. Yan yolda ilerliyorduk. Uzunca bir süre sohbet etmemiz imkansızdı, bir matkap gibi bir yukarı bir aşağı zıplayıp duruyordum. O, bu yoldan memnun görünüyordu, yol boyunca yüzündeki o kocaman gülümseme kaybolmamıştı. Yolun sonuna geldik, ağaçlar cipin üç tarafını çevirmişti. Yağmur giderek yavaşlıyor, gökyüzüyse bulutların arasından açılıyordu.
    ‘’Üzgünüm Bella, buradan sonrasını yürümemiz gerekecek.’’
    ‘’Ne yapalım biliyor muzun? Sen git, ben burada bekleyeyim.’’
    ‘’Cesaretine ne oldu? Bu sabah inanılmazdın.’’
    ‘’En son maceramızı unutmadım.’’ Daha üzerinden sadece bir gün geçmişti. Bir anda dışarıya çıkıp benim tarafıma doğru geldi ve üzerimdekileri kopçaları açmaya başladı.
    ‘’Bunları ben açarım, sen git,’’ diyerek ona karşı geldim.
    ‘’Hafızanı bir yoklasan diyorum.’’
    Ben daha bir şey söylemeden beni arabadan indirdi. Hava sisliydi, sanırım Alice haklı çıkacaktı.
    ‘’Neden hafızamı yoklayacağım?’’ diye sordum sinirli bir şekilde. Beni dikkatle izliyordu ama gözlerinde alaylı bir bakış da vardı. Ellerini iki yanımda cipe koydu, bana doğru eğildi. Gitgide yaklaşıyordu, yüzü yüzümden sadece birkaç santim uzaklıktaydı. Kaçacak yerim kalmamıştı.
    ‘’Seni endişelendiren şey tam olarak nedir?’’
    ‘’Hımmm… Bir ağaca çarpmak ve ölmek. Sonra hastalanmak.’’
    Gülmemek için kendini zor duruyordu. Sonra başını eğdi ve soğuk dudaklarıyla hafifçe boynuma dokundu.
    ‘’Hala endişeli misin?’’ diye mırıldandı, sesi tenime çarpıyordu.
    ‘’Evet. Yani ağaçlara çarpmak ve hastalanmak konusunda.’’
    Yüzümde nefesini hissediyordum.
    ‘’Peki ya şimdi?’’
    ‘’Ağaçlar,’’ dedim nefes nefese. ‘’Bulantı.’’
    Gözkapaklarımı öpmek için başını kaldırdı.
    ‘’Bella gerçekten de bir ağaca çarpacağımı düşünmüyorsun değil mi?’’
    ‘’Hayır, ama ben çarpabilirim.’’
    Sesimde kendime güvenden eser yoktu. Edward kolay bir zaferin kokusunu almıştı. Usulca yanaklarımdan öptü, dudaklarıma sıra geldiğinde durdu.
    ‘’Bir ağacın sana zarar vermesine izin verir miyim?’’ Dudakları titreyen dudaklarıma dokunacaktı nerdeyse.
    ‘’Hayır,’’ dedim. Bulacak bir bahanem daha vardı ama aklıma gelmedi.
    ‘’Görüyorsun işte korkacak bir şey yok, değimli?’’
    ‘’Hayır,’’ dedim artık vazgeçmiştim.
    Sonra yüzümü neredeyse sertçe ellerinin arasına aldı ve beni kararlı ve sert dudaklarıyla öptü. Bu davranışımın hiçbir bahanesi yoktu. Şimdiye kadar bunu siliyor olmama gerekti. İlk başta yaptığım gibi tepki vermekten kendimi alamadım. Hareketsiz duracağıma kollarımla boynuna sarıldım ve onun kaskatı bedeniyle bir oldum. Bir nefes aldım ve dudaklarımı aralandı. Güçlükle bana karşı koyarak geri çekildi.
    ‘’Lanet olsun Bella!’’ dedi nefes nefese. ‘’Benim sonum olacaksın, yemin ediyorum beni öldüreceksin.’’
    Ellerimi destek olsun diye dizlerime koyarak ona doğru eğildim.
    ‘’Sen yıkılmazsın,’’ dedim mırıldanarak.
    ‘’Seninle tanışmadan önce buna belki inanabilirdim. Ben aptalca bir şey yapmadan buradan gitsek iyi olur,’’dedi.
    Beni daha önce de yaptığı gibi sırtına aldı, beni incitmemek için gösterdiği ekstra çabanın farkındaydım. Bacaklarımı beline doladım ve kollarımla da sımsıkı boynuna tutundum.
    ‘’Gözleri kapamayı unutma,’’ diye uyardı.
    Hemen başımı omzuna gömdüm ve gözlerimi sımsıkı kapattım. Neredeyse hareket etmiyorduk. Acaba önceki gibi ormanın içinde gerçekten de uçuyor mu diye bakmak için bir an içimden gözlerimi açmak geldi ama bunu yapmadım. O korkunç baş dönmesine değmezdi. Onun nefes alıp verişine odaklanmıştım. Arkasına uzanıp saçlarıma dokunana kadar gelip gelmediğimizden emin değildim.
    ‘’Bitti Bella.’’
    Sonunda gözlerimi açmaya cesaret edebildim. Beline doladığım bacaklarımı serbest bıraktım ve yere kaydım, tabii ki sırtüstü düştüm.
    ‘’Ah!’’diye bağırdım ıslak zemine düşer düşmez.
    İnanamayan gözlerle bana bakıyordu, gülse mi gülmese mi bir türlü karar veremiyordu. Yüzümdeki şaşkın ifade onu zorladı ve gülmeye başladı. Onu duymazdan gelerek ayağa kalktım, ceketimin arkasındaki çamuru elimle temizledim. Bu onun sadece daha fazla gülmesine sebep oldu. Rahatsız olmuş bir şekilde ormana doğru yürümeye başladım. Elini belimde hissettim.
    ‘’Nereye gidiyorsun Bella?’’
    ‘’Beyzbol maçı seyretmeye. Sen oynama konusunda pek de meraklı görünmüyorsun, neyse ben diğerleriyle eminim sensiz daha iyi vakit geçiririm.’’
    ‘’Yanlış yoldan gidiyordun.’’
    Ona bakmadan arkamı döndüm ve diğer tarafa doğru gitmeye başladım. Beni tekrar yakaladı.
    ‘’Saçmalama! Kendime engel olamadım. Yüzünün halini görmeliydin.’’ Yine kendini tutamadı ve gülmeye başladı.
    ‘’ne yani, sadece sen mi sinirlenebiliyorsun?’’ diye sordum.
    ‘’Ben sana sinirlenmedim.’’
    ‘’Bella sen benim ölümüme neden olacaksın,’’ dedim taklit ederek.
    ‘’Bu sadece durumun bir özetiydi.’’
    Tekrar ondan kurtulmaya çalıştım ama beni daha sıkı tuttu.
    ‘’sinirlendin işte,’’ diye ısrar ettim.
    ‘’Evet.’’
    ‘’Ama dedin ki…’’
    ‘’Sana sinirlenmedim. Görmüyor musun Bella?’’ Bir anda ciddileşmişti, alaylı tavrı tamamen yok olmuştu. ‘’Anlamıyor musun?’’
    ‘’Neyi anlamıyor muyum?’’ diye sordum, aklım karışmıştı.
    ‘’Sana hiçbir zaman kızamam, nasıl kızabilirim ki? Sen çok cesur, güvenilir ve sıcakkanlısın.’’
    ‘’O zaman neden?’’
    Ben bunları her zaman kendi zayıflığımı, yavaşlığıma, kontrol edemediğim insani davranışlarıma karşı hissedilen haklı kızgınlıklar olarak düşünmüştüm. Ellerini yüzümün iki yanına koydu.
    ‘’Kendi kendimi kızdırıyorum. Seni tehlikeden uzak tutmayı beceremediğim gibi. Benim varoluşum bile seni riske sokuyor. Bazen gerçekten kendimden nefret ediyorum. Daha güçlü olmalıyım, daha…’’
    Elimi dudaklarına götürdüm.’’Yapma!’’
    Ellerimi tutarak ‘’Seni seviyorum,’’ dedi. ‘’Bu yaptığım şey için yetersiz bir bahane ama gerçek bu.’’
    İlk defa bana seni seviyorum demişti.
    ‘’Lütfen şimdi hareketlerine dikkat et,’’ diye sözlerine devam etti. Sonra hafifçe dudaklarını dudaklarıma değdirdi.
    ‘’Şef Sewan’a beni eve erken götüreceğini söylemiştin hatırladın mı? Artık gitsek iyi olur.’’
    ‘’Tabii hanımefendi.’’
    Elimin birini bıraktı, diğerini tutmaya devam etti. Uzun, ıslak çalıların arasından, sonra da yosun kaplı kocaman bir köknar ağacının etrafından geçtik. İşte oradaydık, kocaman bir sahadaydık. Bir beyzbol stadyumunun iki katı büyüklüğündeydi. Diğerlerini görebiliyordum; Esme, Emmett ve Rosalie bir kayanın üzerinde oturmuşlardı, bize yüz metre uzaktaydılar. Daha uzakta Jasper ve Alice’i görebiliyordum bir şeyi ileri geri atıyorlardı ama ortada top falan göremiyordum. Sanırım Carlisle çizgileri çiziyordu ama birbirlerinden bu kadar uzak olabilirler miydi? Biz oraya gittiğimizde kayanın üstünde oturan üçlü ayağa kalktı. Esme bize doğru gelmeye başladı. Rosalie zarif bir şekilde yerinden kalktı ve bizim tarafımıza bakmadan sahanın diğer tarafına doğru yürümeye başladı. Emmett de Rosalie’nin arkasından uzun uzun baktıktan sonra onu takip etti. Buna karşılık midemden garip bir ses geldi.
    ‘’O duyduğumuz siz miydiniz Edward?’’ diye sordu Esme bize yaklaşırken.
    ‘’Bir ayının boğulduğunu zannettik,’’ dedi Emmett.
    Kararsız bir şekilde Esme’ye güldüm. ‘’O Edward’dı.’’
    ‘’Bella farkında olmadan komik oluyor,’’ dedi Edward skoru eşitleyerek.
    Alice olduğu yerden kalktı ve bize doğru koşmaya başladı. Hemen yanımızda durdu.
    ‘’Vakit, geldi,’’ diye haber verdi.
    Konuşur konuşmaz arkamızdaki ormanda korkunç bir gök gürültüsü duyuldu, daha sonra da ayni şekilde kasabada.
    ‘’Hadi gidelim.’’
    Alice Emmett’in eline uzandı ve kocaman sahada bir ceylan gibi koşmaya başladı. Emmett da en az onun kadar hızlı ve zarifti ama asla bir ceylana benzetilemezdi.
    ‘’top oynamaya hazır mısın?’’ diye sordu Edward, gözleri istekle parlıyordu.
    Heyecanlı görünmeye çalışıyordum. ‘’Haydi bastır!’’
    Güldü ve saçmalarımı karıştırdıktan sonra ikisinin peşinden gitti. Edward saldırgandı, hemen onlara yetişti. Gücü nefesimi kesmişti.
    ‘’Aşağıya inelim mi?’’ diye sordu Esmq o yumuşacık ve tatlı sesiyle. Birdenbire Edward’ın arkasından ağzım açık kalmış olduğunu fark ettim. Hemen kendimi toparladım ve başımı salladım. Esme’yle aramızda birkaç adım vardı, acaba hala beni korkutmamak için dikkat mi ediyordu?
    ‘’sen oynamayacak mısın?’’ diye sordum utangaç bir şekilde.
    ‘’Hayır, ben hakemlik yapmayı tercih ederim,’’ dedi.
    ‘’Hile yapmayı seviyorlar mı?’’
    ‘’Evet. Sen bir de tartışmalarını duysan! Umarım duymazsın, sanki bir kurt ailesi tarafından yetiştirilmiş gibi davranıyorlar.’’
    ‘’Tıpkı bir anne gibi konuştun,’’ dedim şaşkınlıkla.
    O da güldü. ‘’Onları birçok yönden kendi çocuklarımmış gibi görüyorum. Annelik içgüdülerimden bir türlü kurtulamadım, Edward sana bir çocuk kaybettiğimi anlattı mı?’’
    ‘’Hayır,’’ dedim şaşkınlıkla. Acaba hangi hayat diliminde bu başına gelmişti merak ediyordum.
    ‘’Evet, benim ilk ve tek bebeğim. Doğduktan sadece birkaç gün sonra öldü,’’ dedi iç geçirerek ‘’Bu benim kalbimi kırdı, işte bu yüzden kayalıklardan aşağıya atladım,’’ dedi.
    ‘’Edward sadece düştüğünüzü söyledi,’’ dedim kekeleyerek.
    ‘’O her zaman bir beyefendidir,’’ dedi gülümseyerek.
    ‘’Her ne kadar benden büyük olsa da onu her zaman böyle görmüşümdür.’’ İçtenlikle gülümsedi.
    ‘’İşte bu yüzden seni bulduğuna çok seviniyorum hayatım. Onu yalnız görmek beni çok üzüyordu.’’
    ‘’O zaman siz…’’ dedim tereddütle. ‘’Onun için yanlış biri olduğumu düşünmüyorsunuz öyle mi?’’
    ‘’Hayır. Sen onun istediği her şeysin. Bir şekilde yürür,’’ dedi.
    Esme durdu, görülüyordu ki sahanın sonuna gelmiştik. Takımları kurmuş gibi görünüyorlardı. Edward sol kanatta iyice açılmıştı, Carlisle birinci ve ikinci köşenin arasında duruyordu, Alice atıcının durması gereken tümsekte elinde topla duruyordu. Emmett elindeki beyzbol sopasını sallıyor ve sopadan inanılmaz sesler çıkıyordu. Kendi kalesine doğru koşmasını bekliyordum ama duruş pozisyonunu alırken baktım ki çoktan tümseğin ötesine geçmişti. Jasper ondan sadece birkaç adım geride diğer takım için topu yakalamaya çalışıyordu. Tabii ki hiç beyzbol eldiveni takmıyordu.
    ‘’Pekala,’’ dedi Esme , ‘’ vuruşunu yap.’’
    Her ne kadar uzakta olursa olsun Edward’ın da bunu duyduğundan emindim. Alice hareketsizce duruyordu. Topu iki eliyle bel hizasında tutuyordu, sonra bir kobranın saldırısı gibi sağ eliyle hafif bir fiske vurdu ve top Jasper’ın eline düştü. ‘’Bu sayı mıydı?’’ diye sordum Esme’ye
    ‘’Eğer vuramazlarsa sayıdır,’’ dedi.
    Jasper topu, Alice’in bekleyen eline fırlattı. Alice’in yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Sonra eli tekrar aşağı düştü. Bu sefer bayzbol sopası, görünmeyecek hızdaki topa vurmayı başardı. Vuruşun ardından çıkan ses gök gürültüsü gibiydi, dağlarda yankılandı.Yaklaşmakta olan fırtınanın farkına varmıştım. Top sahadan bir meteor gibi geçti ve etrafa kuşatan ormanın derinliklerinde kayboldu.
    ‘’Dışarıda,’’ diye mırıldandım.
    ‘’Bekle,’’ diye uyardı Esme bir eli havada.
    Emmett tam olarak görünmüyordu. Carlisle onu gölgelemişti. Edward’ın ortalarda görünmediğini fark ettim.
    ‘’Dışarıda!’’ diye bağırdı Esme. Edward’ın bir elinde top ve yüzünde kocaman gülümsemeyle ağaçların arasından çıkarken gördüğümde çok şaşırdım.
    ‘’Emmett hayatının en sert atışını yaptı,’’ dedi Esme. ‘’Ama Edward da en hızlı koşusunu.’’
    Topa vurma sıraları hızla gelip geçiyordu, ne topun gitme hızına ne de sahanın etrafında koşuşan bedenlerinin hızına yetişilebiliyordum. Jasper Carlisle’ye yerden bir top attığında neden oynamak için bu fırtınalı havayı seçtiklerini anladım. Carlisle topa doğru koştu, sonra birinci köşeye kadar Jasper’la yarıştı. Çarpıştıklarında ortaya çıkan ses iki kocaman kayanın düşme sesi gibiydi. Endişeyle yerimden fırladım ama onların burunları bile kanamamıştı.
    ‘’Kurtardınız!’’ diye seslendi Esme sakin bir sesle.
    Emmett’in takımı bir sayı öndeydi Rosalie Emmett’in zorlu toplarından birine vurup alanlar etrafında koşmayı başarmıştı, Edward da üçüncü topu yakalamıştı. Yanıma geldiğinde heyecandan gözleri parlıyordu.
    ‘’Ne düşünüyorsun?’’ diye sordu.
    ‘’Emin olduğum bir şey var ki bir daha asla o sıkıcı beyzbol lignini seyredemeyeceğim.’’
    ‘’Sanki daha önceden çok izlermiş gibi konuşuyorsun,’’ dedi gülerek.
    ‘’Ben biraz hayal kırıklığına uğradım,’’ dedim alaylı bir şekilde.
    ‘’Neden?’’ diye sordu yüzünü asarak.
    ‘’Bir şeyi de mükemmel yapmasan.’’
    ‘’Bugün havamdayım,’’ dedi sahaya doğru koşarken.
    Çok akıllı oynuyordu, topu aşağıda tutuyor, Rosalie’nin her zaman hazır olan elinin ulaşamayacağı yerlere atıyor ve Emmett daha topu oyuna sokamadan iki köşeyi hızlıca koşuyordu. Carlisle sahanın çok uzağından bir yerlerden topa öyle bir vurdu ki çıkan ses kulağımı acıttı. Ama sonunda o ve Carlisle sayı yapmayı başardılar. Oyun devam ettikçe skor sürekli değişiyordu. Sıraları değiştikçe tıpkı sokak oyuncuları gibi birbirlerini yuhalıyorlardı. Vurma sırası Carlisle’deydi, Edward’da tutucuydu, bu sırada Alice bağırmaya başladı. Gözlerim her zamanki gibi Edward’ın üzerindeydi ve başını Alice’e bakmak için kaldırdığını gördüm. Göz göze geldiler ve bir an aralarında bir şey oldu. Diğerleri Alice’e ne olduğunu sormadan önce Edward yanıma gelmişti.
    ‘’Alice?’’ Esme’nin sesi tedirgindi.
    ‘’Görmedim, söyleyemem,’’ diye fısıldadı.
    Herkes başına üşüşmüştü.
    ‘’Ne oldu Alice?’’ diye sordu Carlisle sakin ve otoriter bir sesle.
    ‘’Düşündüğümden çok daha hızlı hareket ediyorlar,’’dedi. ‘’Sanırım bu bakış açısını daha önce yanlış gördüm,’’diye mırıldandı.
    Jasper ona doğru uzandı, koruyucu bir duruşu vardı.
    ‘’Değişen nedir?’’
    ‘’Bizi oynarken duydular ve yollarını değiştirdiler,’’dedi, onu her ne korkuttuysa kendini buna karşı sorumlu hissediyordu. Yedi çift göz bir anda bana baktı.
    ‘’Ne kadar yakında?’’dedi Carlisle Edward’a dönerek. Yüzünde ciddi bir ifade belirdi.
    ‘’Beş dakikadan az. Koşuyorlar, oynamak istiyorlar,’’dedi kaşlarını çatarak.
    ‘’Bunu yapabilir misin?’’ diye sordu Carlisle, gözleri tekrar bana kaydı.
    ‘’Hayır, onu taşırken…’’ diye kısa kesti. ‘’Ayrıca ihtiyacımız olan en son şey kokuyu takip etmeleri ve avlanmaya başlamaları.’’
    ‘’Kaç tane var?’’ diye sordu Emmett Alice’e.
    ‘’Üç,’’ dedi kısaca.
    ‘’Üç mü?22 dedi alay ederek. ‘’Bırakın gelsinler.’’ Kasları ortaya çıkmıştı.
    Kısa sürede Carlisle bir şeyler düşündü. Sadece Emmett soğukkanlı görünüyordu, diğerleri Carlisle’ye endişeli gözlerle bakıyorlardı.
    ‘’Hadi oyuna devam edelim,’’ dedi sonunda Carlisle. Sesi soğukkanlı ve dengeliydi. ‘’Alice sadece meraklı olduklarını söyledi.’’
    Bütün bunları sadece birkaç saniye içinde söylemişti. Dikkatle dinledim, çoğunu da duydum. Sadece Esme’nin Edward’ın kulağına ne söylediğini duyamamıştım. Tek gördüğüm Edward’ın hafifçe başını salladığı ve Esme’nin yüzündeki rahatlamış ifadeydi.
    ‘’Sen Esme’i yakala,’’ dedi. ‘’Ben sesleneceğim.’’
    Diğerleri sahaya geri döndüler, o keskin gözleriyle karanlıkormanı tarıyorlardı. Alice ve Esme benim bulunduğum yere yçnelmiş görünüyorlardı.
    ‘’Saçlarını aç,’’dedi Edward alçak bir sesle.
    Hemen dediğini yaparak saçımdaki takayı çıkardım ve saçları açtım. Ne olduğunu anlamıştım.
    ‘’Diğerleri geliyor.’’
    ‘’Evet, kıpırdamamaya çalış, sessiz ol, lütfen yanımdan ayrılma.’’
    Sesindeki tedirginliği saklamayı iyi beceriyordu ama ben yine de duyabiliyordum.
    ‘’Bunun bir faydası olmaz,’’ dedi Alice sakince. ‘’Kokusunu sahanın diğer tarafından alabiliyordum.’’
    ‘’Biliyorum,’’ dedi, sesinde korku vardı. Carlisle tümseğin üzerinde durmuştu, diğerleriyse isteksizce oyuna katılıyorlardı.
    ‘’Esme sana ne sordu?’’ diye fısıldadım.
    Cevap vermeden önce bir düre tereddüt etti.
    ‘’Susayıp susamadıklarını,’’ dedi.
    Saniyeler ağır ağır geçiyor, oyun ruhsuz ilerliyordu. Kimse topa deminki gibi sert vurmaya cesaret edemiyordu. Emmett, Jasper ve Rosalie de sahada dolaşıp duruyorlardı. İçimdeki korkuya rağmen Rosalie’nin gözlerinin üzerimde olduğunu biliyordum. Bunlar tepkisiz gözlerdi ama dudaklarının duruşundan kızgın olduğunu anlamıştım. Edward oyunla hiç ilgilenmiyordu, gözleri de aklı da ormandaydı.
    ‘’Üzgünüm Bella,’’ dedi korkuyla. ‘’Seni bu şekilde ortaya çıkarmam aptalcaydı. Özür dilerim.’’
    Nefesi kesilmişti, sağ tarafa odaklandı ve yaklaşan şeyle benim arama girdi. Carlisle, Emmett ve diğerleri de aynı yöne döndüler. Benim duyamadığım şeyleri duydukları için dinlemedeydiler.

      Forum Saati Cuma Mayıs 10, 2024 12:08 pm