BASINÇ
Forks ta tekrar bahar tatili zamanıydı. Pazartesi sabahı kalktığımda bunu içime sindirebilmek için birkaç dakika daha yattım. Sonbahar tatilimdi ve ben bir vampir tarafından takip ediliyordum. Bunun geleneksel bir hale gelmemesini diledim.
La Push’taki hayat tarzına alışmaya başlamıştım. Pazar gününü çoğunlukla sahilde geçirirdim, Charlie, Blackler in evinde Billy ile birlikteydi. Jacob la olmam gerekiyordu ama onun yapacak başka işleri vardı, o yüzden tek başıma takıldım. Charlie den gizlediğim bir sırrım vardı.
Jacob beni kontrol etmeye geldiğinde, beni yalnız bıraktığı için özür diledi. Programın genelde bu kadar çılgınca olmadığını söyledi ama Victoria duruncaya kadar kurt adamların hepsi tetikteydiler.
Sahilde yürürken elimi hiç bırakmadı.
Jerad‘in söyledikleri beni kara kara düşündürüyordu. Jacob un kız arkadaşını işin içine sokmak demişti. Sanırım dışarıdan böyle gözüküyordu. Jake ve ben gerçeği bildikten sonra, böyle varsayımların beni etkilemesine izin vermemeliydim. Eğer Jacob’ın bazı şeylerin göründüğü gibi olmasını istediğini bilmeseydim, beklide rahatsız olmazdım. Ama eli o kadar sıcacıktı ki, hiç itiraz etmedim.
Salı öğleden sonra çalıştım. Jacob motoruyla beni takip etti ve güvenli bir şekilde işe varıp varmadığıma baktı.
Bunu fark eden Mike,’’ La Push‘taki o çocukla çıkıyor musunuz? Hani o ikinci sınıftaki?’’ Diye sordu, sesindeki içerleme tonunu gizlemeye çalışarak.
Omuz silktim. ‘’Hayır. Ama bütün boş vaktimi Jacob’la geçiriyorum. O benim en iyi arkadaşım.’’
Mike’ın gözleri hızlıca kısıldı.’’Kendini kandırma Bella. Çocuğun gözleri hep senin üzerinde.’’
‘’Biliyorum’’ diye iç çektim.’’Hayat karışık.’’
‘’Ve kızlarda insafsız.’’
O gece, Sam ve Emily, Billy’nin evinde Charlie ve benimle beraber tatlı yediler. Emily öyle bir kek getirmişti ki, Charlie yüz tane yapsa Aynısı gibi olmazdı. Konuşmalar basit konu üzerine gidip geldikçe, Charlie’nin artık La Push’taki çeteyi düşünmediğini fark ettim.
Jake ve ben erkenden kaçtık. Biraz özel zamana ihtiyacımız vardı. Garajına gittik ve Rabbit’in içine oturduk. Jacob başını eğdi, yüzü yorgundu.
‘’Uykuya ihtiyacın var Jake.’’
‘’Tamam uyurum.’’
Uzandı ve elimi tuttu. Teni adeta yanıyordu.
‘’Bu da kurtsal şeylerden biri mi?’’dedim. ‘’Sıcaklığın yani’’
‘’Evet. Normal insanlardan biraz daha fazla ısınıyoruz. Artık hiç üşümüyorum.’’Çıplak ayağını işaret etti.’’Kar fırtınası çıksa üşümem. Durduğum yerde kar taneleri yağmur damlalarına dönüşür.’’
‘’Ve çabuk iyileşirsin. Bu da kurtsal bir şey mi?’’
‘’Evet. Görmek ister misin oldukça harika.’’Gözleri kocaman açıldı ve gülümsedi. Uzandı ve torpidoyu açarak bir dakika kadar içinde bir şey arandı. Bir çakı çıkarttı.
‘’Hayır görmek istemiyorum.’’Ne yapacağını anlayınca haykırdım.’’Koy onu yerine.’’
Jacob kıkırdadı ve bıçağı yerine koydu.”Tamam. Ama iyileşebiliyor olmamız iyi bir şey. Böyle bir ateşin varsa, doktora bile gidip görünemezsin. Ölürsün.”
“Evet, sanırım öyle.” Bir dakika kadar düşündüm.”Ve bu kadar büyük olman… Bu da bunun bir parçası mı? Bu yüzden mi Quil’i bu kadar çok merak ediyorsun?”
“Evet ve Quil’in büyük babası, onun alnında yumurta pişirilebileceğini söylemiş.”Jacob’ın yüzü umutsuzca kırıştı.”Çok uzun sürmez. Kesin bir yaş yok…sadece oluşuyor ve oluşuyor sonra aniden-“Sesi kesildi ve tekrar konuşana kadar bir dakika kadar bekledi.”Bazen gerçekten üzülüyorsan ya da başka bir şey, daha erken tetikliyor.Ama ben mutsuz değildim mutluydum.”Acı acı gülümsedi.”Çoğunlukla senin sayende o yüzden benimki erken olmadı.Sadece içimde oluşmaya devam etti sanki saatli bir bomba gibi.Beni neyin ateşlediğini biliyor musun? O filmden döndüm ve Billy bana garip gözüktüğümü söyledi. Hepsi bu kadar. Ve sonra ben… ben patladım. Neredeyse yüzünü parçalıyordum… kendi öz babamın!”Titredi ve yüzü bembeyaz oldu.
“Bu gerçekten kötü mü Jake?”Kekse ona yardım edebilseydim.”Çok kötü durumda mısın?”
“Hayır değilim.”dedi.”Senin bildiğin gibi değil. İlk başta çok zordu.”Eğildi ve yanağını başıma dayadı.
Bir an için sessiz kaldı, ne düşündüğünü merak ettim. Belki de bilmek istemiyordum.
“En zor kısmı ne?”diye fısıldadım, hala yardım edebilmeyi umuyordum.
“Kötü kısmı kontrol dışı hissetmek.”dedi yavaşça.”Kendimden emin olamadığımı hissetmek, tıpkı senin benim yakınımda olman gibi, tıpkı diğer hiç kimsenin olmaması gibi. Ben bir canavarım ve birilerini incitebilirim. Emily’yi gördün. Sam bir an için kendini kaybetmiş… Ve o da yakınında duruyormuş. Şimdi düzeltmek için yapabileceği hiçbir şey yok. Düşüncelerini duyuyorum ve nasıl olduğunu biliyorum…”
“Kim bir kâbus olmayı ister, ya da canavar?”
“Ve bana daha kolay oluyor… Bu beni Embry ve Sam den daha az mı insan yapıyor? Bazen kendimi bu kadar kolay kaybediyor olmaktan korkuyorum.”
“Zor mu? Kendine tekrar gelmen?”
“Önce”dedi.”Gidip gelmen için biraz pratik yapman gerekiyor. Ama benim için çok kolay”
“Neden?”diye merak ettim.
“Çünkü Eprahim Black brnim babamın büyükbabasıydı.”diye açıkladı.”Biliyorsun Quil benim ikinci dereceden kuzenim.”
“Ama senin büyükbaban neden seni ilgilendiriyor?”
“Çünkü Eprahim ve Quil son gruptandılar. Levi Uley üçüncüydü. Benim iki taraftanda kanım var. Hiç şansım yoktu. Aynı Quil’in şansı olmadığı gibi.”
Boş bakıyordu.
“Peki en iyi tarafı ne?” dedim, onu neşelendirmeye çalışarak.
“En iyi kısmı,” dedi, bir anda gülmeye başlamıştı.”Hız.”
“Motosikletlerden daha mı iyi?”
Hevesle kafasını salladı.”Kıyas götürmez.”
“Sen ne kadar hızlı…?”
“Koşmak mı?”Sorumu tamamlamıştı.”Yeteri kadar. Nasıl ölçebilirim ki? Bir keresinde şeyi yakaladık, adı neydi? Laurent mi? Sanırım senden ve diğerlerinden hızlı birisiydi o.”
Hayal bile edemiyordum. Kurtlar vampirlerden daha hızlı koşuyorlardı. Cullenlar koştuklarında hızdan görünmez olurlardı.
“O zaman bana bilmediğim bir şey söyle” dedi. “Vampirler hakkında bir şey. Onların yanında olmaya nasıl katlanabiliyordun? Seni ürkütmüyor muydu?”
“Hayır”dedim sertçe.
Ses tonum onu bir an düşündürdü.
“O zaman söyle kan emiciler neden James’i öldürdüler?”
“James beni öldürmeye çalıştı ve kaybetti. Geçen bahar Pohoneix’de, hastanede yattığım zamanı hatırlıyor musun?”
Jacob’ın nefesi kesildi.”O kadar yakınına mı geldi?”
“Çok çok yakınıma geldi.”Elimdeki yara izine dokundum. Jacob fark etti, çünkü kıpırdattığım elimi tutuyordu.
“Ne bu?”Sağ elimi aldı.”Bu senin garip yara izin, soğuk olan?”Yakından baktı ve iç çekti.
“Evet, o düşündüğün şey.”dedim.”James beni ısırdı.”
Gözleri dışarı fırladı, yüzü garip soluk bir renk aldı. Sanki her an kusacak gibiydi.
“Ama eğer ısırdıysa…? Sen de…?”Sustu.
“Edward beni iki kere kurtardı.”diye fısıldadım. “Zehri emdi. Biliyorsun aynı yılan sokması gibi.” İçimdeki delik acıyınca titredim.
Ama tek titreyen ben değildim. Jacob’ın bütün vücudunun titrediğini hissedebiliyordum.
“Dikkatli ol, Jake. Sakin ol.”
“Evet.”diye soludu. Kafasını ileri geri salladı. Bir dakika kadar sonra sadece elleri titriyordu.
“İyi misin?”
“Evet. Bana her şeyi anlat. Düşünmemem için başka şeylerden bahset.”
“Neyi bilmek istiyorsun?”
“Bilmiyorum.”Gözlerini kapattı, konsantre olmaya çalıştı.”Başka şeyler. Diğer Cullen’lar arasında ekstra yetenekleri olanlar var mıydı? Düşünce okumak gibi?”
İlk önce çekindim. Bu arkadaşa sorulacak tipten soru değildi, daha çok bir casusa sorulacak bir soruydu. Ama bildiklerimi saklamanın anlamı neydi ki? Şu an bir önemi yoktu ve onun kendisini kontrol etmesine yardımcı olacaktı.
Hızlı hızlı konuştum. Aklımda sadece Emily’nin perişan olmuş yüzü ve Jacob’ın kollarındaki tüylerin çoğalması vardı. Rabbit’in içine bir kurdun nasıl sığabileceğini düşündüm. Jacob eğer kurda dönüşürse bütün garajı yıkabilirdi.
“Jasper… etrafındaki insanların duygularını kontrol edebilirdi. Kötü yönde değil sadece bazılarını sakinleştirmek için. Paul’a oldukça yardımcı olabilirdi.”diye dalga geçtim.”Ve Alice olacak şeyleri görebilirdi. Geleceği, tam olarak değil. Bazıları değişiklik yaparsa görebiliyordu…”
Aynı beni ölmek üzereyken gördüğü gibi… ve onlardan birisi olduğumu görmüştü. İkisi de olmadı. Ve hiç olmayacak. Başım dönmeye başlamıştı, yeterli oksijen alamıyor gibiydim. Sanki ciğerlerim yoktu.
Jacob tamamen kontrol altındaydı ve yanımda kıpırdamadan duruyordu.
“Bunu neden yapıyorsun?”diye sordu. Kollarımdan birini hafifçe çekti, o kolumu karnımın etrafına sarmıştım. Kıpırdattığımı fark etmemiştim bile. “Üzüldüğün zaman yapıyorsun değil mi? Neden?”
“Onları düşünmek canımı acıtıyor.”diye fısıldadım.”Sanki nefes alamıyorum… sanki parçalara bölünüyorum…”Bütün bunları Jacob’a anlatmış olmam tuhaftı. Artık hiç sırrımız kalmamıştı.
Saçlarımı okşadı.”Sorun değil Bella. Bu konuyu bir daha açmam. Üzgünüm.”
“İyiyim.” Dedim.”Her zaman oluyor senin suçun değil.”
“Ne kadar dağılmış bir çiftiz, değil mi?”“Ne kadar dağılmış bir çiftiz, değil mi?”dedi Jacob.”İkimizde, şekillerimizi aynı tutamıyoruz.”
“Maalesef” diye onayladım. Hala zor nefes alıyordum.
“En azından birbirimize sahibiz.”dedi. Bu düşünce onu rahatlatmıştı.
Beni de rahatlatmıştı.”En azından.”diye onayladım.
Ve tekrar beraberdik, her şey yolundaydı. Ama Jacob ın yapması gereken tehlikeli ve korkunç bir işi vardı. Ve çoğunlukla yalnızdım, güvenliğim için hep La Push taydım. Üzüntülerimi unutmak için yapabileceğim bir şey yoktu.
Kendimi garip hissettim sürekli Billy nin yanındaydım. Sonraki hafta matematik sınavım vardı ve ona çalıştım ama elimde yapacak bir şeyler kalmayınca Billy le muhabbet etmeye karar verdim . Ama Billy uzun sessizlikleri dolduran birisi değildi, o yüzden gariplik devam etti.
Çarşamba öğleden sonra, değişiklik olsun diye Emily nin yanına gittim. İlk başta gayet iyiydi. Emily o kadar neşeliydi ki hiç yerinde duramıyordu. O, minik evin içinde ve bahçede uçuşurken ve lekesiz yerleri silerken, minik yabani otları çekerken, kırılmış çiti onarırken, tarihi dokuma tezgâhına ip takarken ve sürekli yemek yaparken hep peşindeydim. Çocukların sürekli koşmalarından dolayı artan iştahlarından şikâyet etti ama onlara bakmak hoşuna gidiyor gibiydi. Onunla olmak iyiydi, sonuç olarak ikimiz de kurt kızlardık artık.
Orda durduğum sırada Sam geldi. Jacob ın iyi olduğunu ve yeni haberler olmadığını öğrenene kadar kaldım ve sonra kaçtım. Aşk onları öylesine sarmıştı ki, benim orda ki varlığım bir şey ifade etmiyordu.
Sahile indim ve yarım ay şeklindeki kayanın etrafında gidip gelmeye başladım.
Yalnızken zaman geçmiyordu. Jacob la aramızda gelişen dürüstlüğümüz, Cullenlar ı gerektiğinden daha fazla düşünmeme sebep olmuştu. Kendimi oyalasam bile fark etmiyordu. Düşünecek o kadar çok şey vardı ki.Jacob ve kurt kardeşlerini acayip merak ediyordum, Charlie yi ve diğer avcıları da merak ediyordum. Jacob la olan ilişkimiz gitgide daha da derinleşiyordu. Bu konuda ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. Bunların hiçbiri gerçek değildi, gerçek düşünceler değildi, vücudumdaki ağrıyı alacak kadar bir baskı yapmıyorlardı. En sonunda artık yürüyemeyecek hale geldim, nefes alamıyordum. Kayaların üzerine oturdum ve dizlerimi karnıma çektim.
Jacob beni öyle buldu. Beni anladığını biliyordum.
“Üzgünüm.”dedi hemen. Beni yerden kaldırdı ve kollarını omzuma doladı. O ana kadar ne kadar üşüdüğümü fark etmemiştim. Sıcaklığı titrememe neden oldu ama en azından o yanımdayken nefes alabiliyordum.
“Senin bahar tatilini berbat ediyorum.”diye kendisini suçladı, plajda yürürken.
“Hayır etmiyorsun. Başka bir planım yoktu. Zaten bahar tatillerini sevmem.”
“Yarın sabah izin alırım. Diğerleri bensiz koşabilir. Biz de eğlenceli bir şey yaparız.”
Bu kelime çok alakasız gelmişti. Oldukça garipti.”Eğlence mi?”
“İhtiyacın olan şey bu, eğlence. Hımm…” Gri dalgalara baktı, gözleri bir anda ışık çaktı.
“Buldum! Tutacak başka bir söz daha!”
“Neden bahsediyorsun?”
Elimi bıraktı ve sahilin güney kısmını gösterdi. Yarım ay şeklindeki kayanın, uçurumun kenarında durduğu yeri işaret etti. Anlayamamıştım.
“Seni yamaçtan dalmaya götürecektim ya.”
Titredim.
“Evet, ama oldukça soğuk olur. Gerçi bu günkü kadar soğuk olmaz. Havanın değiştiğini Fark edebiliyor musun? Basıncı? Yarın daha sıcak olacak. Var mısın?”
Karanlık sular hiç çekici gelmiyordu ve buradan bakılınca uçurum daha yüksek gözüküyordu.
Ama Edward ın sesini duymayalı günler olmuştu. Bu sorunun bir parçasıydı. Hayallerimde ki sese kendimi kaptırmıştım. Eğer uzun süre böyle devam ederse, her şey daha kötü olacaktı. Uçurumdan denize atlamakta bu durumun bir parçasıydı.
“Tamam. Varım. Eğleneceğiz.”
“Bu bir randevu o zaman,”dedi ve kollarını omzuma attı.
“Tamam, haydi şimdi gidip biraz uyuyalım.” Gözlerinin altındaki morlukların yüzünde kalıcı izler bırakmasından korkuyordum.
***
Ertesi sabah erkenden kalktım ve çaktırmadan yerdeki kıyafetleri kamyonetin arkasına sakladım. Charlie bu günkü planımızı duysa çıldırırdı.
Bütün korkularımdan uzaklaşacak olmam beni heyecanlandırdı. Eğlenceli olabilirdi. Jacob la çıkmak, Edward la çıkmak… Kendime güldüm. Jake bizim ne kadar dağılmış bir çift olduğumuzu istediği kadar söyleyebilirdi ama gerçekten dağılan sadece bendim. Kurt adam yanımda normal kalıyordu.
Dışarıda Jacob la buluşmayı bekliyordum, genelde benim gürültülü kamyonetimi duyup kapıya koşardı. Dışarı çıkmayınca uyuyor olabileceğini düşündüm. Dinlenebileceği kadar dinlenmesini istiyordum. Uykuya ihtiyacı vardı, hem de hava ısınırdı. Jake havayla ilgili söylediklerinde haklıydı. Gece boyunca değişmişti. Atmosferde kalın bir bulut tabakası dolaşıyordu, hava bunaltıcıydı. Sanki gri bir battaniye gibi ısıtıyordu. Kazağımı kamyonette bıraktım.
Sessizce kapıyı tıkladım.
“İçeriye gel Bella.”dedi Billy.
Mutfak masasında oturmuş kuru tahıl yiyordu.
“Jake uyuyor mu?”
“Hımm hayır.” Kaşığını masanın üzerine bıraktı ve kaşını kaldırdı.
“Ne oldu?”dedim.
“Emby, Jared ve Paul bu sabah taze bir iz görmüşler. Sam ve Jake onlara yardıma gitti. Sam umutluydu, dağların arkasında kapana kısılmış. Bu işi bitirmek için harika bir şansları olduğunu düşünüyor.”
“Ah hayır Billy.”diye fısıldadım.”Hayır.”
“Demek La Push u bu kadar seviyorsun, burada kalmak istiyorsun?”
“Şakanın sırası değil Billy.”
“Haklısın.”diye onayladı ama olanlara hala kayıtsızdı. Yaşlı gözlerinden geçenleri okumak oldukça zordu.”Bu biraz tehlikeli bir durum.”
Dudağımı ısırdım.
“Onlar için yeterince tehlikeli değil. Sam ne yaptığını biliyor. Bir tek kendin için endişelenmelisin. Vampir onlarla kavga etmek istemiyor. O sadece onlardan kaçıp seni yakalamayı istiyor.”
“Sam neler olup bittiğini nerden biliyor?” diye ısrar ettim. Sadece tek bir vampir öldürdüler, belki sadece şansları yaver gitmişti.”
“Yaptığımızı ciddiye alıyoruz Bella. Hiçbir şey unutulmadı. Bilmen gereken her şey babadan oğla nesillerce aktarıldı.”
Bu beni rahatlatmaya yetmedi. Victoria yı vahşi kedi gibi, zararlı görüntüsünü aklımdan çıkaramıyordum. Eğer kurtların etrafından geçmezse, kesinlikle içlerinden geçerdi.
Billy tekrar kahvaltısına döndü, bende koltuğa oturdum ve televizyona bakmaya başladım. Dar odada kendimi kapana kısılmış gibi hissetmem uzun sürmedi, perdeleri örtülü camdan dışarıyı göremediğim için üzgündüm.
“Sahile gidiyorum.” Dedim Billy ye aniden ve kapıya yöneldim.
Dışarıda olmak bana umduğum gibi yardımcı olmadı. Bulutlar görünmez ağırlıklarıyla aşağıya doğru iniyorlar, bu da klostrofobimi daha da arttırıyordu. Orman, ben sahile doğru yürürken, garip bir şekilde boş gözüküyordu. Çok fazla hayvan görmedim, ne bir kuş nede bir sincap. Hiç kuş sesi duymuyordum. Sessizlik ürkütücüydü. Hatta ağaçların dalını kıpırdatan rüzgâr sesi bile yoktu.
Bütün bunların hava şartları yüzünden olduğunu biliyordum ama yine de tedirgin olmuştum. Atmosferdeki ağır ve sıcak basınç, benim insani hislerimle algılanabilecek kadar yüksekti. Fırtına departmanında büyük bir şeyler olduğu kesindi. Bulutlar, yeryüzünde hiç esinti olmamasına rağmen gevşek gevşek sallanıyorlardı. En yakın bulutlar duman grisi olanlardı… Gökyüzü vahşi bir şeyler planlıyormuş gibi gözüküyordu. Hayvanlar muhtemelen saklanıyorlardı.
Sahile ulaştığımda keşke gelmeseydim dedim, buraya yeteri kadar doymuştum. Neredeyse her gün buraya gelip etrafta dolanıyordum. Gördüğüm kâbuslardan ne farkı vardı? Ama nereye gidebilirdim? Denizin önündeki ağaca doğru yürümeye başladım ve sırtımı köklerine yaslayabileyim diye arka tarafına oturdum. Kafamı kaldırıp kızgın kızgın düşünen kara gökyüzüne baktım, durgunluğu bitirecek ilk yağmur damlasını bekledim.
Jacob ın ve arkadaşlarının içinde bulunduğu tehlikeyi düşünmemeye çalışıyordum. Jacob a bir şey olmamalıydı. Fikrine bile tahammül edemiyordum. Zaten şimdiye kadar yeterince kaybım olmuştu. Acaba kader son kalan parçaları da benden alır mıydı? Bu bana hiç adil gelmiyordu ama belki ben bilinmeyen bir kuralı yıkmış, bir sınırı aşmıştım. Belki de efsanelerin ve masalların içine bu kadar karışmam yanlıştı. İnsanların dünyasına arkamı dönmemeliydim. Beliki…
Hayır, Jacob a bir şey olmayacaktı. Buna inanmalıydım.
Yüksek sesle homurdandım ve oturduğum yerden kalktım. Böyle, hiçbir şey yapmadan oturamazdım, yürümekten daha da kötüydü.
Bu sabah gerçekten de Edward ı duyabilmeyi isterdim. Bugüne katlanabileceğimi sağlayacak tek şey buydu. Delin son günlerde iltihaplaşmıştı, sanki Jacob ın olduğu zamanlarda canımı acıtamadığı için intikamını alıyordu. Kenarları yanıyordu.
Dalgalar gittikçe coştu, kayalara hızla çarpıyorlardı ama hala rüzgâr esmiyordu. Fırtınanın basıncından dolayı kendimi yere çakılmış hissettim. Her şey etrafımda dönüyor gibiydi ama olduğum yerdeki her şey duruyordu. Hava elektrik yüklüydü, saçlarımdaki statiği hissedebiliyordum.
Daha uzaklarda dalgalar kıyıdakilerden daha sinirliydiler. Dalgaların kıyıları harap ettiğini görebiliyordum. Havada hala bir kıpırdanma yoktu ama bulutlar daha hızlı hareket ediyorlardı. Ürkütücü bir görüntüydü, sanki bulutlar kendi istekleri doğrultusunda hareket ediyorlardı. Titredim, gerçi bunun sadece basıncın etkisi olduğunu biliyordum.
Uçurumlar, morumsu gökyüzüne doğrultulmuş siyah birer bıçak gibi duruyorlardı. Bu ban Jacob ın Sam ve çetesiyle ilgili anlattıklarını hatırlattı. Çocukların, daha doğrusu kurt adamların, boş havaya attıklarını zannetmiştim. Burgu halinde düşmeleri dün gibi aklımdaydı. Düşmenin getirdiği özgürlüğü hayal ettim. Edward ın kafamdaki sesini hayal ettim; kızgın, kadifemsi, mükemmel… Göğsümdeki yanma ıstıraba dönüştü.
Bunu yapmanın bir yolu olmalıydı. Acı gittikçe büyüyor ve her saniye geçtiğinde daha da dayanılmaz bir hal alıyordu. Tekrar uçuruma ve koca dalgalara baktım.
Neden olmasın? Neden şu an bu acıyı yatıştıramayayım?
Jacob, uçurumdan dalış yapmak için bana söz vermişti, değil mi? Sadece o müsait değil diye, beni oyalayacak bu şeyden vazgeçmem gerekmiyordu. Hatta Jacob kendi hayatını tehlikeye attığı için buna daha çok ihtiyacım vardı. Kendini benim için tehlikeye atıyordu. Eğer benim için olmasaydı, Victoria burada insanları öldürüyor olmazdı… başka bir yerde olurdu, uzaklarda. Eğer Jacob a bir şey olursa bunun sorumlusu bendim. Bunu fark etmem beni derinden yaraladı ve Billy nin evinin önüne park ettiğim kamyonetime koşmama sebep oldu.
Uçurumlara giden yolu biliyordum ama çıkıntıya giden yolu bulmaya çalışıyordum. Yolu takip ederken, dönüşlere ve çatallara bakıyordum, Jake in beni alttaki çıkıntıya götüreceğini biliyordum ama yol tek çizgi halindeydi ve bana bir seçenek bırakmıyordu. Aşağıya inmek için başka bir yol arayacak vaktim yoktu. Fırtına gittikçe yaklaşıyordu. Rüzgâr sonunda esmeye başlamış, bulutlar yere daha da yaklaşmıştı. Yolun kayalıkla birleştiği yere geldiğimde, ilk yağmur damlaları yüzüme çarpmaya başlamıştı.
Kendimi başka bir yol aramaktan vazgeçirecek sözleri bulmam zor değildi ama ben en tepeden atlamak istiyordum. Uzun düşüşü istiyordum, uçuşumu hissetmek istiyordu.
Bunun, yaptığım en aptalca ve en umarsızca fikir olduğunu biliyordum. Düşüncelerim beni aptallaştırdı. Acı gittikçe azalıyordu. Edward ın sesini az sonra duyabilecektim…
Okyanusun sesi sanki çok uzaktan geliyordu. Suyun sıcaklığını düşününce yüzümü ekşittim. Ama bunun beni durdurmasına izin vermeyecektim.
Rüzgâr artık daha da hızlı esiyor, yağmur damlaları hızla yüzüme çarpıyordu.
Kenara yaklaştım. Önümdeki boşluğa bakmaya başladım. Kayanın en kenarına gelmiştim. Derin bir nefes aldım ve tuttum… Bekledim.
“Bella”güldüm ve nefesimi verdim.
Evet? Sesli cevap vermemiştim, sesim güzel hayalimi bozsun istemiyordum. Sesi çok gerçekçiydi, çok yakındaydı. Onun sesini sadece yaptıklarımı onaylamadığı zamanlarda duyabiliyordum.
“Bunu yapma,” diye yalvardı.
Benim insan olmamı sen istedin, diye hatırlattım. Öyleyse seyret beni.
“Lütfen. Benim için.”
Ama sen benimle kalmadın.
“Lütfen.” Üstümü ıslatan ve saçlarımı savuran yağmurun içinde sesi bir fısıltı gibi geliyordu. O kadar ıslaktım ki, sanki bu ikinci atlayışımdı.
“Hayır, Bella!” şimdi sinirliydi, bu o kadar güzeldi ki.
Gülümsedim ve kollarımı ileri uzattım, sanki dalıyormuş gibiydim, yüzümü yağmura doğru kaydırdım. Eskiden havuza sürekli dalardım. İleriye eğildim ve daha fazla burgu yapabilmek için yere çömeldim.
Ve kendimi uçurumdan aşağı attım.
Havadan meteor gibi düşerken bir çığlık attım ama bu korku değil, heyecan çığlığıydı. Ben dünyaya çarpmak için burgular atarak inerken, gururla yer çekimiyle savaşırken rüzgâr direniyordu.
Evet! Buz gibiydi, korktuğumdan daha soğuktu ama sadece suyun üst kısmı böyleydi.
Buz gibi siyah suyun diplerine doğru inerken kendimle gurur duyuyordum. Hiç korkmamıştım, sadece adrenalin vardı. Düşüş hiçte korkunç değildi. Zorluğu neredeydi?
Tam o sırada aklım beni yakaladı.
Uçurumun yüksekliğine, yüksekliğin tehlikesine, dimdik yüzeye öylesine dalmıştım ki, beni bekleyen karanlık suyu düşünmeye hiç fırsatım olmamıştı. Beni bekleyen tehlikenin suyun altında pusuya yatmış olduğunu hiç hayal etmemiştim. Sanki dalgalar benimle savaşıyor, beni top gibi, bir ileri bir geri atıyordu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, kıyıya gitmek için savaşmaktansa, paralel yüzmem gerektiğini biliyordum. Ama işin kötüsü kıyının ne tarafta olduğunu bilmiyordum.
Hatta yüzeyin ne tarafta olduğunu bilmiyordum.
Kızgın sular simsiyahtı, beni yukarı çekebilecek bir parlaklık yoktu, yer çekimi havaya kıyasla daha güçlüydü ama dalgaların içinde bir faydası yoktu. Beni dibe çektiğini hissedemiyordum. Aklım beni etrafımda döndürüyordu.
Nefesimi içimde tutmak için savaşıyordum. Dudaklarımı sımsıkı kapamış, son oksijenimi depolamıştım.
Edward ın hayalinin gelmiş olması beni şaşırtmadı. Eğer ölüyor olduğumu düşünecek olursak, bunu bana borçluydu. Ama neden bundan bu kadar emindim? Boğulacaktım. Boğuluyordum.
“Yüzmeye devam et!” Edward kafamın içinde yalvarıyordu.
Nereye? Karanlıktan başka bir şey yoktu. Yüzebileceğim hiçbir yer yoktu.
“Kes şunu!” diye emretti. “Pes etmeyi aklına bile getirme!”
Suyun soğukluğu kollarımı ve ayaklarımı uyuşturuyordu. Artık hissizdim, çaresiz bir halde dönüp duruyordum.
Ama onu dinledim. Uzanmak için kollarımı zorladım, ayaklarımı daha hızlı hareket ettirmeye çalıştım. Çok iyi olduğumu zannetmiyordum. Mücadele etmenin bir manası kalmamıştı.
“ Savaş!” diye bağırdı. “Kahretsin Bella, savaşmaya devam et.”
Neden?
Artık daha fazla savaşmak istemiyordum. Bu başımın dönmesinden, soğuktan yada kol kaslarımın yorulmasından değildi. Artık bitiyor olmasına seviniyordum. Bu karşılaştığım en güzel ölüm şekliydi, oldukça huzur dolu. Aklıma klişeler geldi, hani hayatın film şeridi gibi gözünün önünden geçer ya. Ben oldukça şanslıydım. Kim yeniden her şeyi görmek ister ki?
Onu gördüm ve savaşmak istemiyordum. Herhangi bir anıdan daha belirgindi. Bilinçaltım Edward ın kusursuz detaylarını saklamıştı, final anı için saklamıştı. Onun, gerçekten karşımdaymış gibi bütün detaylarını görüyordum, soğuk teninin dokusunu, dudaklarının şeklini, çenesinin çizgisini, kızgın gözlerindeki altın parlamaları.
“Hayır! Bella, hayır!”
Kulaklarıma buz gibi sular dolmuştu ama yinede sesini oldukça iyi duyabiliyordum. Söylediklerini duymazdan geldim ve sesinin güzelliğine konsantre oldum. Olduğum yerde mutluysam neden savaşayım ki? Ciğerlerim daha fazla hava için yanarken ve buz gibi suyun içinde bacaklarıma kramplar girerken halimden memnundum. Gerçek mutluluğun ne olduğunu unutmuştum.
Mutluluk. Bütün bu ölme olaylarını katlanabilir yapmıştı.
Akıntı mücadeleyi kazandı ve beni sert bir şeyin üzerine attı, görünmez bir kayanın üzerine. Göğsüme, sanki bir demir gibi hızla çarptı ve ciğerlerimdeki havanın hepsi gümüş kabarcıklar halinde çıktı. Su bütün boğazıma doldu. Demir beni batırıyordu, Edward dan uzaklaştırıyor, derin karanlıklara çekiyordu, okyanusun dibine.
Hoşça kal, seni seviyorum.
Forks ta tekrar bahar tatili zamanıydı. Pazartesi sabahı kalktığımda bunu içime sindirebilmek için birkaç dakika daha yattım. Sonbahar tatilimdi ve ben bir vampir tarafından takip ediliyordum. Bunun geleneksel bir hale gelmemesini diledim.
La Push’taki hayat tarzına alışmaya başlamıştım. Pazar gününü çoğunlukla sahilde geçirirdim, Charlie, Blackler in evinde Billy ile birlikteydi. Jacob la olmam gerekiyordu ama onun yapacak başka işleri vardı, o yüzden tek başıma takıldım. Charlie den gizlediğim bir sırrım vardı.
Jacob beni kontrol etmeye geldiğinde, beni yalnız bıraktığı için özür diledi. Programın genelde bu kadar çılgınca olmadığını söyledi ama Victoria duruncaya kadar kurt adamların hepsi tetikteydiler.
Sahilde yürürken elimi hiç bırakmadı.
Jerad‘in söyledikleri beni kara kara düşündürüyordu. Jacob un kız arkadaşını işin içine sokmak demişti. Sanırım dışarıdan böyle gözüküyordu. Jake ve ben gerçeği bildikten sonra, böyle varsayımların beni etkilemesine izin vermemeliydim. Eğer Jacob’ın bazı şeylerin göründüğü gibi olmasını istediğini bilmeseydim, beklide rahatsız olmazdım. Ama eli o kadar sıcacıktı ki, hiç itiraz etmedim.
Salı öğleden sonra çalıştım. Jacob motoruyla beni takip etti ve güvenli bir şekilde işe varıp varmadığıma baktı.
Bunu fark eden Mike,’’ La Push‘taki o çocukla çıkıyor musunuz? Hani o ikinci sınıftaki?’’ Diye sordu, sesindeki içerleme tonunu gizlemeye çalışarak.
Omuz silktim. ‘’Hayır. Ama bütün boş vaktimi Jacob’la geçiriyorum. O benim en iyi arkadaşım.’’
Mike’ın gözleri hızlıca kısıldı.’’Kendini kandırma Bella. Çocuğun gözleri hep senin üzerinde.’’
‘’Biliyorum’’ diye iç çektim.’’Hayat karışık.’’
‘’Ve kızlarda insafsız.’’
O gece, Sam ve Emily, Billy’nin evinde Charlie ve benimle beraber tatlı yediler. Emily öyle bir kek getirmişti ki, Charlie yüz tane yapsa Aynısı gibi olmazdı. Konuşmalar basit konu üzerine gidip geldikçe, Charlie’nin artık La Push’taki çeteyi düşünmediğini fark ettim.
Jake ve ben erkenden kaçtık. Biraz özel zamana ihtiyacımız vardı. Garajına gittik ve Rabbit’in içine oturduk. Jacob başını eğdi, yüzü yorgundu.
‘’Uykuya ihtiyacın var Jake.’’
‘’Tamam uyurum.’’
Uzandı ve elimi tuttu. Teni adeta yanıyordu.
‘’Bu da kurtsal şeylerden biri mi?’’dedim. ‘’Sıcaklığın yani’’
‘’Evet. Normal insanlardan biraz daha fazla ısınıyoruz. Artık hiç üşümüyorum.’’Çıplak ayağını işaret etti.’’Kar fırtınası çıksa üşümem. Durduğum yerde kar taneleri yağmur damlalarına dönüşür.’’
‘’Ve çabuk iyileşirsin. Bu da kurtsal bir şey mi?’’
‘’Evet. Görmek ister misin oldukça harika.’’Gözleri kocaman açıldı ve gülümsedi. Uzandı ve torpidoyu açarak bir dakika kadar içinde bir şey arandı. Bir çakı çıkarttı.
‘’Hayır görmek istemiyorum.’’Ne yapacağını anlayınca haykırdım.’’Koy onu yerine.’’
Jacob kıkırdadı ve bıçağı yerine koydu.”Tamam. Ama iyileşebiliyor olmamız iyi bir şey. Böyle bir ateşin varsa, doktora bile gidip görünemezsin. Ölürsün.”
“Evet, sanırım öyle.” Bir dakika kadar düşündüm.”Ve bu kadar büyük olman… Bu da bunun bir parçası mı? Bu yüzden mi Quil’i bu kadar çok merak ediyorsun?”
“Evet ve Quil’in büyük babası, onun alnında yumurta pişirilebileceğini söylemiş.”Jacob’ın yüzü umutsuzca kırıştı.”Çok uzun sürmez. Kesin bir yaş yok…sadece oluşuyor ve oluşuyor sonra aniden-“Sesi kesildi ve tekrar konuşana kadar bir dakika kadar bekledi.”Bazen gerçekten üzülüyorsan ya da başka bir şey, daha erken tetikliyor.Ama ben mutsuz değildim mutluydum.”Acı acı gülümsedi.”Çoğunlukla senin sayende o yüzden benimki erken olmadı.Sadece içimde oluşmaya devam etti sanki saatli bir bomba gibi.Beni neyin ateşlediğini biliyor musun? O filmden döndüm ve Billy bana garip gözüktüğümü söyledi. Hepsi bu kadar. Ve sonra ben… ben patladım. Neredeyse yüzünü parçalıyordum… kendi öz babamın!”Titredi ve yüzü bembeyaz oldu.
“Bu gerçekten kötü mü Jake?”Kekse ona yardım edebilseydim.”Çok kötü durumda mısın?”
“Hayır değilim.”dedi.”Senin bildiğin gibi değil. İlk başta çok zordu.”Eğildi ve yanağını başıma dayadı.
Bir an için sessiz kaldı, ne düşündüğünü merak ettim. Belki de bilmek istemiyordum.
“En zor kısmı ne?”diye fısıldadım, hala yardım edebilmeyi umuyordum.
“Kötü kısmı kontrol dışı hissetmek.”dedi yavaşça.”Kendimden emin olamadığımı hissetmek, tıpkı senin benim yakınımda olman gibi, tıpkı diğer hiç kimsenin olmaması gibi. Ben bir canavarım ve birilerini incitebilirim. Emily’yi gördün. Sam bir an için kendini kaybetmiş… Ve o da yakınında duruyormuş. Şimdi düzeltmek için yapabileceği hiçbir şey yok. Düşüncelerini duyuyorum ve nasıl olduğunu biliyorum…”
“Kim bir kâbus olmayı ister, ya da canavar?”
“Ve bana daha kolay oluyor… Bu beni Embry ve Sam den daha az mı insan yapıyor? Bazen kendimi bu kadar kolay kaybediyor olmaktan korkuyorum.”
“Zor mu? Kendine tekrar gelmen?”
“Önce”dedi.”Gidip gelmen için biraz pratik yapman gerekiyor. Ama benim için çok kolay”
“Neden?”diye merak ettim.
“Çünkü Eprahim Black brnim babamın büyükbabasıydı.”diye açıkladı.”Biliyorsun Quil benim ikinci dereceden kuzenim.”
“Ama senin büyükbaban neden seni ilgilendiriyor?”
“Çünkü Eprahim ve Quil son gruptandılar. Levi Uley üçüncüydü. Benim iki taraftanda kanım var. Hiç şansım yoktu. Aynı Quil’in şansı olmadığı gibi.”
Boş bakıyordu.
“Peki en iyi tarafı ne?” dedim, onu neşelendirmeye çalışarak.
“En iyi kısmı,” dedi, bir anda gülmeye başlamıştı.”Hız.”
“Motosikletlerden daha mı iyi?”
Hevesle kafasını salladı.”Kıyas götürmez.”
“Sen ne kadar hızlı…?”
“Koşmak mı?”Sorumu tamamlamıştı.”Yeteri kadar. Nasıl ölçebilirim ki? Bir keresinde şeyi yakaladık, adı neydi? Laurent mi? Sanırım senden ve diğerlerinden hızlı birisiydi o.”
Hayal bile edemiyordum. Kurtlar vampirlerden daha hızlı koşuyorlardı. Cullenlar koştuklarında hızdan görünmez olurlardı.
“O zaman bana bilmediğim bir şey söyle” dedi. “Vampirler hakkında bir şey. Onların yanında olmaya nasıl katlanabiliyordun? Seni ürkütmüyor muydu?”
“Hayır”dedim sertçe.
Ses tonum onu bir an düşündürdü.
“O zaman söyle kan emiciler neden James’i öldürdüler?”
“James beni öldürmeye çalıştı ve kaybetti. Geçen bahar Pohoneix’de, hastanede yattığım zamanı hatırlıyor musun?”
Jacob’ın nefesi kesildi.”O kadar yakınına mı geldi?”
“Çok çok yakınıma geldi.”Elimdeki yara izine dokundum. Jacob fark etti, çünkü kıpırdattığım elimi tutuyordu.
“Ne bu?”Sağ elimi aldı.”Bu senin garip yara izin, soğuk olan?”Yakından baktı ve iç çekti.
“Evet, o düşündüğün şey.”dedim.”James beni ısırdı.”
Gözleri dışarı fırladı, yüzü garip soluk bir renk aldı. Sanki her an kusacak gibiydi.
“Ama eğer ısırdıysa…? Sen de…?”Sustu.
“Edward beni iki kere kurtardı.”diye fısıldadım. “Zehri emdi. Biliyorsun aynı yılan sokması gibi.” İçimdeki delik acıyınca titredim.
Ama tek titreyen ben değildim. Jacob’ın bütün vücudunun titrediğini hissedebiliyordum.
“Dikkatli ol, Jake. Sakin ol.”
“Evet.”diye soludu. Kafasını ileri geri salladı. Bir dakika kadar sonra sadece elleri titriyordu.
“İyi misin?”
“Evet. Bana her şeyi anlat. Düşünmemem için başka şeylerden bahset.”
“Neyi bilmek istiyorsun?”
“Bilmiyorum.”Gözlerini kapattı, konsantre olmaya çalıştı.”Başka şeyler. Diğer Cullen’lar arasında ekstra yetenekleri olanlar var mıydı? Düşünce okumak gibi?”
İlk önce çekindim. Bu arkadaşa sorulacak tipten soru değildi, daha çok bir casusa sorulacak bir soruydu. Ama bildiklerimi saklamanın anlamı neydi ki? Şu an bir önemi yoktu ve onun kendisini kontrol etmesine yardımcı olacaktı.
Hızlı hızlı konuştum. Aklımda sadece Emily’nin perişan olmuş yüzü ve Jacob’ın kollarındaki tüylerin çoğalması vardı. Rabbit’in içine bir kurdun nasıl sığabileceğini düşündüm. Jacob eğer kurda dönüşürse bütün garajı yıkabilirdi.
“Jasper… etrafındaki insanların duygularını kontrol edebilirdi. Kötü yönde değil sadece bazılarını sakinleştirmek için. Paul’a oldukça yardımcı olabilirdi.”diye dalga geçtim.”Ve Alice olacak şeyleri görebilirdi. Geleceği, tam olarak değil. Bazıları değişiklik yaparsa görebiliyordu…”
Aynı beni ölmek üzereyken gördüğü gibi… ve onlardan birisi olduğumu görmüştü. İkisi de olmadı. Ve hiç olmayacak. Başım dönmeye başlamıştı, yeterli oksijen alamıyor gibiydim. Sanki ciğerlerim yoktu.
Jacob tamamen kontrol altındaydı ve yanımda kıpırdamadan duruyordu.
“Bunu neden yapıyorsun?”diye sordu. Kollarımdan birini hafifçe çekti, o kolumu karnımın etrafına sarmıştım. Kıpırdattığımı fark etmemiştim bile. “Üzüldüğün zaman yapıyorsun değil mi? Neden?”
“Onları düşünmek canımı acıtıyor.”diye fısıldadım.”Sanki nefes alamıyorum… sanki parçalara bölünüyorum…”Bütün bunları Jacob’a anlatmış olmam tuhaftı. Artık hiç sırrımız kalmamıştı.
Saçlarımı okşadı.”Sorun değil Bella. Bu konuyu bir daha açmam. Üzgünüm.”
“İyiyim.” Dedim.”Her zaman oluyor senin suçun değil.”
“Ne kadar dağılmış bir çiftiz, değil mi?”“Ne kadar dağılmış bir çiftiz, değil mi?”dedi Jacob.”İkimizde, şekillerimizi aynı tutamıyoruz.”
“Maalesef” diye onayladım. Hala zor nefes alıyordum.
“En azından birbirimize sahibiz.”dedi. Bu düşünce onu rahatlatmıştı.
Beni de rahatlatmıştı.”En azından.”diye onayladım.
Ve tekrar beraberdik, her şey yolundaydı. Ama Jacob ın yapması gereken tehlikeli ve korkunç bir işi vardı. Ve çoğunlukla yalnızdım, güvenliğim için hep La Push taydım. Üzüntülerimi unutmak için yapabileceğim bir şey yoktu.
Kendimi garip hissettim sürekli Billy nin yanındaydım. Sonraki hafta matematik sınavım vardı ve ona çalıştım ama elimde yapacak bir şeyler kalmayınca Billy le muhabbet etmeye karar verdim . Ama Billy uzun sessizlikleri dolduran birisi değildi, o yüzden gariplik devam etti.
Çarşamba öğleden sonra, değişiklik olsun diye Emily nin yanına gittim. İlk başta gayet iyiydi. Emily o kadar neşeliydi ki hiç yerinde duramıyordu. O, minik evin içinde ve bahçede uçuşurken ve lekesiz yerleri silerken, minik yabani otları çekerken, kırılmış çiti onarırken, tarihi dokuma tezgâhına ip takarken ve sürekli yemek yaparken hep peşindeydim. Çocukların sürekli koşmalarından dolayı artan iştahlarından şikâyet etti ama onlara bakmak hoşuna gidiyor gibiydi. Onunla olmak iyiydi, sonuç olarak ikimiz de kurt kızlardık artık.
Orda durduğum sırada Sam geldi. Jacob ın iyi olduğunu ve yeni haberler olmadığını öğrenene kadar kaldım ve sonra kaçtım. Aşk onları öylesine sarmıştı ki, benim orda ki varlığım bir şey ifade etmiyordu.
Sahile indim ve yarım ay şeklindeki kayanın etrafında gidip gelmeye başladım.
Yalnızken zaman geçmiyordu. Jacob la aramızda gelişen dürüstlüğümüz, Cullenlar ı gerektiğinden daha fazla düşünmeme sebep olmuştu. Kendimi oyalasam bile fark etmiyordu. Düşünecek o kadar çok şey vardı ki.Jacob ve kurt kardeşlerini acayip merak ediyordum, Charlie yi ve diğer avcıları da merak ediyordum. Jacob la olan ilişkimiz gitgide daha da derinleşiyordu. Bu konuda ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. Bunların hiçbiri gerçek değildi, gerçek düşünceler değildi, vücudumdaki ağrıyı alacak kadar bir baskı yapmıyorlardı. En sonunda artık yürüyemeyecek hale geldim, nefes alamıyordum. Kayaların üzerine oturdum ve dizlerimi karnıma çektim.
Jacob beni öyle buldu. Beni anladığını biliyordum.
“Üzgünüm.”dedi hemen. Beni yerden kaldırdı ve kollarını omzuma doladı. O ana kadar ne kadar üşüdüğümü fark etmemiştim. Sıcaklığı titrememe neden oldu ama en azından o yanımdayken nefes alabiliyordum.
“Senin bahar tatilini berbat ediyorum.”diye kendisini suçladı, plajda yürürken.
“Hayır etmiyorsun. Başka bir planım yoktu. Zaten bahar tatillerini sevmem.”
“Yarın sabah izin alırım. Diğerleri bensiz koşabilir. Biz de eğlenceli bir şey yaparız.”
Bu kelime çok alakasız gelmişti. Oldukça garipti.”Eğlence mi?”
“İhtiyacın olan şey bu, eğlence. Hımm…” Gri dalgalara baktı, gözleri bir anda ışık çaktı.
“Buldum! Tutacak başka bir söz daha!”
“Neden bahsediyorsun?”
Elimi bıraktı ve sahilin güney kısmını gösterdi. Yarım ay şeklindeki kayanın, uçurumun kenarında durduğu yeri işaret etti. Anlayamamıştım.
“Seni yamaçtan dalmaya götürecektim ya.”
Titredim.
“Evet, ama oldukça soğuk olur. Gerçi bu günkü kadar soğuk olmaz. Havanın değiştiğini Fark edebiliyor musun? Basıncı? Yarın daha sıcak olacak. Var mısın?”
Karanlık sular hiç çekici gelmiyordu ve buradan bakılınca uçurum daha yüksek gözüküyordu.
Ama Edward ın sesini duymayalı günler olmuştu. Bu sorunun bir parçasıydı. Hayallerimde ki sese kendimi kaptırmıştım. Eğer uzun süre böyle devam ederse, her şey daha kötü olacaktı. Uçurumdan denize atlamakta bu durumun bir parçasıydı.
“Tamam. Varım. Eğleneceğiz.”
“Bu bir randevu o zaman,”dedi ve kollarını omzuma attı.
“Tamam, haydi şimdi gidip biraz uyuyalım.” Gözlerinin altındaki morlukların yüzünde kalıcı izler bırakmasından korkuyordum.
***
Ertesi sabah erkenden kalktım ve çaktırmadan yerdeki kıyafetleri kamyonetin arkasına sakladım. Charlie bu günkü planımızı duysa çıldırırdı.
Bütün korkularımdan uzaklaşacak olmam beni heyecanlandırdı. Eğlenceli olabilirdi. Jacob la çıkmak, Edward la çıkmak… Kendime güldüm. Jake bizim ne kadar dağılmış bir çift olduğumuzu istediği kadar söyleyebilirdi ama gerçekten dağılan sadece bendim. Kurt adam yanımda normal kalıyordu.
Dışarıda Jacob la buluşmayı bekliyordum, genelde benim gürültülü kamyonetimi duyup kapıya koşardı. Dışarı çıkmayınca uyuyor olabileceğini düşündüm. Dinlenebileceği kadar dinlenmesini istiyordum. Uykuya ihtiyacı vardı, hem de hava ısınırdı. Jake havayla ilgili söylediklerinde haklıydı. Gece boyunca değişmişti. Atmosferde kalın bir bulut tabakası dolaşıyordu, hava bunaltıcıydı. Sanki gri bir battaniye gibi ısıtıyordu. Kazağımı kamyonette bıraktım.
Sessizce kapıyı tıkladım.
“İçeriye gel Bella.”dedi Billy.
Mutfak masasında oturmuş kuru tahıl yiyordu.
“Jake uyuyor mu?”
“Hımm hayır.” Kaşığını masanın üzerine bıraktı ve kaşını kaldırdı.
“Ne oldu?”dedim.
“Emby, Jared ve Paul bu sabah taze bir iz görmüşler. Sam ve Jake onlara yardıma gitti. Sam umutluydu, dağların arkasında kapana kısılmış. Bu işi bitirmek için harika bir şansları olduğunu düşünüyor.”
“Ah hayır Billy.”diye fısıldadım.”Hayır.”
“Demek La Push u bu kadar seviyorsun, burada kalmak istiyorsun?”
“Şakanın sırası değil Billy.”
“Haklısın.”diye onayladı ama olanlara hala kayıtsızdı. Yaşlı gözlerinden geçenleri okumak oldukça zordu.”Bu biraz tehlikeli bir durum.”
Dudağımı ısırdım.
“Onlar için yeterince tehlikeli değil. Sam ne yaptığını biliyor. Bir tek kendin için endişelenmelisin. Vampir onlarla kavga etmek istemiyor. O sadece onlardan kaçıp seni yakalamayı istiyor.”
“Sam neler olup bittiğini nerden biliyor?” diye ısrar ettim. Sadece tek bir vampir öldürdüler, belki sadece şansları yaver gitmişti.”
“Yaptığımızı ciddiye alıyoruz Bella. Hiçbir şey unutulmadı. Bilmen gereken her şey babadan oğla nesillerce aktarıldı.”
Bu beni rahatlatmaya yetmedi. Victoria yı vahşi kedi gibi, zararlı görüntüsünü aklımdan çıkaramıyordum. Eğer kurtların etrafından geçmezse, kesinlikle içlerinden geçerdi.
Billy tekrar kahvaltısına döndü, bende koltuğa oturdum ve televizyona bakmaya başladım. Dar odada kendimi kapana kısılmış gibi hissetmem uzun sürmedi, perdeleri örtülü camdan dışarıyı göremediğim için üzgündüm.
“Sahile gidiyorum.” Dedim Billy ye aniden ve kapıya yöneldim.
Dışarıda olmak bana umduğum gibi yardımcı olmadı. Bulutlar görünmez ağırlıklarıyla aşağıya doğru iniyorlar, bu da klostrofobimi daha da arttırıyordu. Orman, ben sahile doğru yürürken, garip bir şekilde boş gözüküyordu. Çok fazla hayvan görmedim, ne bir kuş nede bir sincap. Hiç kuş sesi duymuyordum. Sessizlik ürkütücüydü. Hatta ağaçların dalını kıpırdatan rüzgâr sesi bile yoktu.
Bütün bunların hava şartları yüzünden olduğunu biliyordum ama yine de tedirgin olmuştum. Atmosferdeki ağır ve sıcak basınç, benim insani hislerimle algılanabilecek kadar yüksekti. Fırtına departmanında büyük bir şeyler olduğu kesindi. Bulutlar, yeryüzünde hiç esinti olmamasına rağmen gevşek gevşek sallanıyorlardı. En yakın bulutlar duman grisi olanlardı… Gökyüzü vahşi bir şeyler planlıyormuş gibi gözüküyordu. Hayvanlar muhtemelen saklanıyorlardı.
Sahile ulaştığımda keşke gelmeseydim dedim, buraya yeteri kadar doymuştum. Neredeyse her gün buraya gelip etrafta dolanıyordum. Gördüğüm kâbuslardan ne farkı vardı? Ama nereye gidebilirdim? Denizin önündeki ağaca doğru yürümeye başladım ve sırtımı köklerine yaslayabileyim diye arka tarafına oturdum. Kafamı kaldırıp kızgın kızgın düşünen kara gökyüzüne baktım, durgunluğu bitirecek ilk yağmur damlasını bekledim.
Jacob ın ve arkadaşlarının içinde bulunduğu tehlikeyi düşünmemeye çalışıyordum. Jacob a bir şey olmamalıydı. Fikrine bile tahammül edemiyordum. Zaten şimdiye kadar yeterince kaybım olmuştu. Acaba kader son kalan parçaları da benden alır mıydı? Bu bana hiç adil gelmiyordu ama belki ben bilinmeyen bir kuralı yıkmış, bir sınırı aşmıştım. Belki de efsanelerin ve masalların içine bu kadar karışmam yanlıştı. İnsanların dünyasına arkamı dönmemeliydim. Beliki…
Hayır, Jacob a bir şey olmayacaktı. Buna inanmalıydım.
Yüksek sesle homurdandım ve oturduğum yerden kalktım. Böyle, hiçbir şey yapmadan oturamazdım, yürümekten daha da kötüydü.
Bu sabah gerçekten de Edward ı duyabilmeyi isterdim. Bugüne katlanabileceğimi sağlayacak tek şey buydu. Delin son günlerde iltihaplaşmıştı, sanki Jacob ın olduğu zamanlarda canımı acıtamadığı için intikamını alıyordu. Kenarları yanıyordu.
Dalgalar gittikçe coştu, kayalara hızla çarpıyorlardı ama hala rüzgâr esmiyordu. Fırtınanın basıncından dolayı kendimi yere çakılmış hissettim. Her şey etrafımda dönüyor gibiydi ama olduğum yerdeki her şey duruyordu. Hava elektrik yüklüydü, saçlarımdaki statiği hissedebiliyordum.
Daha uzaklarda dalgalar kıyıdakilerden daha sinirliydiler. Dalgaların kıyıları harap ettiğini görebiliyordum. Havada hala bir kıpırdanma yoktu ama bulutlar daha hızlı hareket ediyorlardı. Ürkütücü bir görüntüydü, sanki bulutlar kendi istekleri doğrultusunda hareket ediyorlardı. Titredim, gerçi bunun sadece basıncın etkisi olduğunu biliyordum.
Uçurumlar, morumsu gökyüzüne doğrultulmuş siyah birer bıçak gibi duruyorlardı. Bu ban Jacob ın Sam ve çetesiyle ilgili anlattıklarını hatırlattı. Çocukların, daha doğrusu kurt adamların, boş havaya attıklarını zannetmiştim. Burgu halinde düşmeleri dün gibi aklımdaydı. Düşmenin getirdiği özgürlüğü hayal ettim. Edward ın kafamdaki sesini hayal ettim; kızgın, kadifemsi, mükemmel… Göğsümdeki yanma ıstıraba dönüştü.
Bunu yapmanın bir yolu olmalıydı. Acı gittikçe büyüyor ve her saniye geçtiğinde daha da dayanılmaz bir hal alıyordu. Tekrar uçuruma ve koca dalgalara baktım.
Neden olmasın? Neden şu an bu acıyı yatıştıramayayım?
Jacob, uçurumdan dalış yapmak için bana söz vermişti, değil mi? Sadece o müsait değil diye, beni oyalayacak bu şeyden vazgeçmem gerekmiyordu. Hatta Jacob kendi hayatını tehlikeye attığı için buna daha çok ihtiyacım vardı. Kendini benim için tehlikeye atıyordu. Eğer benim için olmasaydı, Victoria burada insanları öldürüyor olmazdı… başka bir yerde olurdu, uzaklarda. Eğer Jacob a bir şey olursa bunun sorumlusu bendim. Bunu fark etmem beni derinden yaraladı ve Billy nin evinin önüne park ettiğim kamyonetime koşmama sebep oldu.
Uçurumlara giden yolu biliyordum ama çıkıntıya giden yolu bulmaya çalışıyordum. Yolu takip ederken, dönüşlere ve çatallara bakıyordum, Jake in beni alttaki çıkıntıya götüreceğini biliyordum ama yol tek çizgi halindeydi ve bana bir seçenek bırakmıyordu. Aşağıya inmek için başka bir yol arayacak vaktim yoktu. Fırtına gittikçe yaklaşıyordu. Rüzgâr sonunda esmeye başlamış, bulutlar yere daha da yaklaşmıştı. Yolun kayalıkla birleştiği yere geldiğimde, ilk yağmur damlaları yüzüme çarpmaya başlamıştı.
Kendimi başka bir yol aramaktan vazgeçirecek sözleri bulmam zor değildi ama ben en tepeden atlamak istiyordum. Uzun düşüşü istiyordum, uçuşumu hissetmek istiyordu.
Bunun, yaptığım en aptalca ve en umarsızca fikir olduğunu biliyordum. Düşüncelerim beni aptallaştırdı. Acı gittikçe azalıyordu. Edward ın sesini az sonra duyabilecektim…
Okyanusun sesi sanki çok uzaktan geliyordu. Suyun sıcaklığını düşününce yüzümü ekşittim. Ama bunun beni durdurmasına izin vermeyecektim.
Rüzgâr artık daha da hızlı esiyor, yağmur damlaları hızla yüzüme çarpıyordu.
Kenara yaklaştım. Önümdeki boşluğa bakmaya başladım. Kayanın en kenarına gelmiştim. Derin bir nefes aldım ve tuttum… Bekledim.
“Bella”güldüm ve nefesimi verdim.
Evet? Sesli cevap vermemiştim, sesim güzel hayalimi bozsun istemiyordum. Sesi çok gerçekçiydi, çok yakındaydı. Onun sesini sadece yaptıklarımı onaylamadığı zamanlarda duyabiliyordum.
“Bunu yapma,” diye yalvardı.
Benim insan olmamı sen istedin, diye hatırlattım. Öyleyse seyret beni.
“Lütfen. Benim için.”
Ama sen benimle kalmadın.
“Lütfen.” Üstümü ıslatan ve saçlarımı savuran yağmurun içinde sesi bir fısıltı gibi geliyordu. O kadar ıslaktım ki, sanki bu ikinci atlayışımdı.
“Hayır, Bella!” şimdi sinirliydi, bu o kadar güzeldi ki.
Gülümsedim ve kollarımı ileri uzattım, sanki dalıyormuş gibiydim, yüzümü yağmura doğru kaydırdım. Eskiden havuza sürekli dalardım. İleriye eğildim ve daha fazla burgu yapabilmek için yere çömeldim.
Ve kendimi uçurumdan aşağı attım.
Havadan meteor gibi düşerken bir çığlık attım ama bu korku değil, heyecan çığlığıydı. Ben dünyaya çarpmak için burgular atarak inerken, gururla yer çekimiyle savaşırken rüzgâr direniyordu.
Evet! Buz gibiydi, korktuğumdan daha soğuktu ama sadece suyun üst kısmı böyleydi.
Buz gibi siyah suyun diplerine doğru inerken kendimle gurur duyuyordum. Hiç korkmamıştım, sadece adrenalin vardı. Düşüş hiçte korkunç değildi. Zorluğu neredeydi?
Tam o sırada aklım beni yakaladı.
Uçurumun yüksekliğine, yüksekliğin tehlikesine, dimdik yüzeye öylesine dalmıştım ki, beni bekleyen karanlık suyu düşünmeye hiç fırsatım olmamıştı. Beni bekleyen tehlikenin suyun altında pusuya yatmış olduğunu hiç hayal etmemiştim. Sanki dalgalar benimle savaşıyor, beni top gibi, bir ileri bir geri atıyordu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, kıyıya gitmek için savaşmaktansa, paralel yüzmem gerektiğini biliyordum. Ama işin kötüsü kıyının ne tarafta olduğunu bilmiyordum.
Hatta yüzeyin ne tarafta olduğunu bilmiyordum.
Kızgın sular simsiyahtı, beni yukarı çekebilecek bir parlaklık yoktu, yer çekimi havaya kıyasla daha güçlüydü ama dalgaların içinde bir faydası yoktu. Beni dibe çektiğini hissedemiyordum. Aklım beni etrafımda döndürüyordu.
Nefesimi içimde tutmak için savaşıyordum. Dudaklarımı sımsıkı kapamış, son oksijenimi depolamıştım.
Edward ın hayalinin gelmiş olması beni şaşırtmadı. Eğer ölüyor olduğumu düşünecek olursak, bunu bana borçluydu. Ama neden bundan bu kadar emindim? Boğulacaktım. Boğuluyordum.
“Yüzmeye devam et!” Edward kafamın içinde yalvarıyordu.
Nereye? Karanlıktan başka bir şey yoktu. Yüzebileceğim hiçbir yer yoktu.
“Kes şunu!” diye emretti. “Pes etmeyi aklına bile getirme!”
Suyun soğukluğu kollarımı ve ayaklarımı uyuşturuyordu. Artık hissizdim, çaresiz bir halde dönüp duruyordum.
Ama onu dinledim. Uzanmak için kollarımı zorladım, ayaklarımı daha hızlı hareket ettirmeye çalıştım. Çok iyi olduğumu zannetmiyordum. Mücadele etmenin bir manası kalmamıştı.
“ Savaş!” diye bağırdı. “Kahretsin Bella, savaşmaya devam et.”
Neden?
Artık daha fazla savaşmak istemiyordum. Bu başımın dönmesinden, soğuktan yada kol kaslarımın yorulmasından değildi. Artık bitiyor olmasına seviniyordum. Bu karşılaştığım en güzel ölüm şekliydi, oldukça huzur dolu. Aklıma klişeler geldi, hani hayatın film şeridi gibi gözünün önünden geçer ya. Ben oldukça şanslıydım. Kim yeniden her şeyi görmek ister ki?
Onu gördüm ve savaşmak istemiyordum. Herhangi bir anıdan daha belirgindi. Bilinçaltım Edward ın kusursuz detaylarını saklamıştı, final anı için saklamıştı. Onun, gerçekten karşımdaymış gibi bütün detaylarını görüyordum, soğuk teninin dokusunu, dudaklarının şeklini, çenesinin çizgisini, kızgın gözlerindeki altın parlamaları.
“Hayır! Bella, hayır!”
Kulaklarıma buz gibi sular dolmuştu ama yinede sesini oldukça iyi duyabiliyordum. Söylediklerini duymazdan geldim ve sesinin güzelliğine konsantre oldum. Olduğum yerde mutluysam neden savaşayım ki? Ciğerlerim daha fazla hava için yanarken ve buz gibi suyun içinde bacaklarıma kramplar girerken halimden memnundum. Gerçek mutluluğun ne olduğunu unutmuştum.
Mutluluk. Bütün bu ölme olaylarını katlanabilir yapmıştı.
Akıntı mücadeleyi kazandı ve beni sert bir şeyin üzerine attı, görünmez bir kayanın üzerine. Göğsüme, sanki bir demir gibi hızla çarptı ve ciğerlerimdeki havanın hepsi gümüş kabarcıklar halinde çıktı. Su bütün boğazıma doldu. Demir beni batırıyordu, Edward dan uzaklaştırıyor, derin karanlıklara çekiyordu, okyanusun dibine.
Hoşça kal, seni seviyorum.