Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    New Moon 23.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    New Moon 23.Bölüm Empty New Moon 23.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Ptsi Kas. 15, 2010 11:05 pm

    GERÇEK
    Çok uzun süredir uyuduğuma dair bir hisse kapılmıştım.
    Vücudum sanki hiç kıpırdamamışım gibi tutulmuş ve sertti.
    Sersem gibiydim, renkli rüyalar ve kabuslar kafamın içinde dolanıp duruyorlardı.
    Gerçek gibiydi. Korkunç ve güzel duygular, birbirlerine karışmışlardı. Canavarlar, kibar kırmızı gözlü şeytanlar vardı. Uyanmama rağmen hala rüyanın etkisindeydim.
    İsimleri bile hatırlayabiliyordum. Ama en güçlü ve en açık kısmı, korku kısmı değildi. En net hatırladığım şey bir melekti.
    Onu bırakıp uyanmak zor oldu. Her gece görmeyi reddettiğim rüyaların aksine bu rüyayı itelemek istemiyordum.
    Daha zinde olmak için çaba gösterdim ve gerçeğe odaklandım.
    Haftanın hangi gününde olduğumuzu hatırlamıyordum ama Jacop, okul ya da işin beni beklediğine emindim.
    Derin bir nefes aldım, yeni günle nasıl yüzleşeceğimi merak ediyordum.
    Soğuk bir şey alnıma yumuşak bir baskı yaptı.
    Gözlerimi sımsıkı yumdum. Hala rüya görüyordum ama o kadar gerçekçiydi ki. Uyanmaya çok yakındım… Ve her an uyanabilirdim ve uyandığımda o gitmiş olacaktı.
    Sonradan oldukça gerçek olduğunu fark ettim, benim için fazlasıyla gerçekti. Hayal ettiğim ve bana sarılan taştan kolları çok gerçekçiydi. Bunun biraz daha ilerlemesini istersem, daha sonra çok üzülebilirdim. Teslim olur gibi bir iç çektim ve göz kapaklarımı açtım.
    Nefesim kesildi ve yumruklarımı gözlerimin üzerine kapattım.
    Evet, gerçekten çok ileri gitmiştim, hayal gücümün bu kadar başını alıp gitmesine izin vermem bir hataydı. ‘izin vermek’ yanlış kelimeydi. Başını alıp gitmesi için zorlamıştım ve şimdi aklım başından gitmişti.
    Artık kesinlikle çıldırmıştım ama yine de gördüğüm hayalden çok memnundum.
    Tekrar gözlerimi açtım. Edward hala oradaydı, güzel yüzü benimkinden sadece birkaç santim uzaktaydı.
    ‘’Seni korkuttum mu?’’ Bu çok güzeldi, hayal devam ediyordu. Yüz, ses, koku, her şey… Boğulmaktan çok daha iyiydi. Hayalimdeki uydurma Edward genelde daha iyi durumda olurdu.
    İki kere gözlerimi kırptım ve çaresizce yaşadığım son gerçek anı düşünmeye çalıştım. Rüyamda Alice de vardı. Gerçekten geri gelip gelmediğini merak ettim. Boğulduğum gün geldiğini düşünüyordum.
    ‘’Ah, saçmalık.’’ dedim. Uyumaktan boğazım kurumuştu.
    ‘’Sorun ne Bela?’’
    Kaşlarımı mutsuzca çatarak ona baktım. Yüzü, öncekinden daha da endişeliydi.
    ‘’Öldüm değil mi?’’ dedim. ‘’Boğuldum. Saçmalık, saçmalık, saçmalık! Bu Charlie’yi öldürecek.’’
    Edward da kaşlarını çattı. ‘’Sen ölmedin.’’
    ‘’O zaman neden uyanamıyorum?’’ diye sordum kaşlarımı kaldırarak.
    ‘’Sen uyanıksın, Bela.’’
    Başımı salladım. ‘’Tabii, tabii. Böyle düşünmemi istiyorsun.
    Kalktığımda daha kötü olacak. Eğer kalkarsam, ki kalkmayacağım, çünkü ölüyüm. Bu çok kötü. Zavallı Charlie. Ve Renee ve Jake…’’
    ‘’Beni nasıl kabusla karıştırdığını anlayabiliyorum.’’ Kısa süreli gülüşü gaddardı. ‘’Ama neden cehenneme geldiğini hayal edemiyorum. Ben yokken hiç birilerini öldürdün mü?’’
    Yüzümü ekşittim. ‘’Kesinlikle hayır. Eğer cehennemdeysem, senin benimle olmaman gerekirdi.’’
    Derin bir neden aldı.
    Aklım yerine geliyordu. Gözlerimi isteksizce yüzünden uzaklaştırdım ve karanlık, açık pencereye baktım sonra tekrar ona döndüm. Detayları hatırlamak için uzunca bir süre ona baktım… Yanaklarımın cansızca kızardığını hissettim çünkü Edward gerçekten ama gerçekten yanımdaydı ve ben vaktimi salaklıkla harcıyordum.
    ‘’O zaman her şey gerçekten oldu mu?’’ Rüyamın gerçek olduğuna inanmak imkansızdı.
    ‘’Eğer nerdeyse İtalya’da bir katliama kurban gittiğimizi söylüyorsan, evet.’’
    ‘’Ne garip.’’ Dedim düşünceli düşünceli. ‘’Gerçekten İtalya’ya gittim. Albuquerque’den daha uzağa gitmediğimi biliyor muydun?’’
    Gözlerini devirdi. ‘’Belki tekrar uyumalısın. Hiç mantıklı konuşmuyorsun.’’
    ‘’Artık yorgun hissetmiyorum.’’ Yavaş yavaş her şeyi anlamaya başlıyordum. ‘’Saat kaç? Ne kadar zamandır uyuyorum?’’
    ‘’Saat gece biri biraz geçti. Yani yaklaşık on dört saattir.’’
    O konuşurken gerindim. Her yerim tutulmuştu…
    ‘’Charlie?’’ diye sordum.
    Edward kaşlarını çattı. ‘’Uyuyor. Şu an kuralları yıktığımı bilsen iyi olur. Aslında teknik olarak bana bu kapıdan ayağımı sokamayacağımı söylemişti ama ben camdan geldim…’’
    ‘’Charlie, eve girmeni yasakladı mı?’’ diye sordum, şaşkınlığım yavaşça kızgınlığa dönüşüyordu.
    Gözleri üzgündü. ‘’Başka bir şey mi bekliyordun?’’
    Gözlerim çıldırmış gibiydi. Babamla konuşmam gereken birkaç şey vardı. Belki de ona artık reşit olduğumu anlatmam gerekiyordu.
    ‘’Hikaye ne?’’ diye sordum. Gerçekten merak etmiştim. Ama bir yandan da konuşmayı sıradan tutmaya çalışıyordum.
    İçimde büyüyen çılgın öfkeyle onu korkutmayayım, diye sakin olmaya çalışıyordum.
    ‘’Ne demek istiyorsun?’’
    ‘’Charlie’ ne anlatmamı istiyorsun? Yok olmamın bahanesi ne… Kaç gün uzaktaydım ben?’’ Kafamdan saatleri hesaplamaya çalıştım.
    ‘’Sadece üç gün.’’
    ‘’Aslında, senin daha iyi bir açıklaman vardır, diye ümit ediyordum. Bende hiçbir şey yok.’’
    ‘’Harika.’’
    ‘’Belki de Alice’in bir fikri vardır.’’ Diyerek beni rahatlatmaya çalıştı.
    Ve rahatladım. Daha sonra neyle uğraşmam gerektiği kimin umurundaydı? Burada olduğu her saniye, bu kadar yakınımda olması, kusursuz yüzünün alarmlı saatimden gelen hafif ışığın altında parlaması, çok değerliydi ve ziyan olmaması gerekiyordu.
    ‘’O zaman,’’ dedim ve sorularıma başlamaya karar verdim.
    Güvenle eve teslim edilmiştin ve her an gitmek isteyebilirdi.
    Onu konuşturmam gerekiyordu. Üstelik, bu geçici cennet onun sesi olmadan tamam sayılmazdı. ‘’Üç gün öncesine kadar neler yapıyordun?’’
    ‘’Çok eğlenceli bir şey yapmıyordum.’’
    ‘’Elbette.’’diye mırıldandım.
    ‘’Neden böyle yüzünü asıyorsun?’’
    ‘’Aslında…’’ Dudaklarımı düşünceli bir şekilde buruşturdum. ‘’Eğer sadece bir rüya olsaydın, söyleyeceğin tam da bu olurdu.’’
    Derin bir iç çekti. ‘’Eğer sana anlatırsam, artık hiç kabus görmeyeceğine emin misin?’’
    ‘’Kabus!’’ Küçümser gibi tekrar ettim. Cevabımı bekledi.
    ‘’Belki.’’ Dedim. Sonra ikinci bir defa düşündüm. ‘’Eğer bana anlatırsan.’’
    ‘’Ben…avlanıyordum.’’
    ‘’Söyleyebileceğin en şey bu mu?’’ diye itiraz ettim. ‘’Bu kesinlikle benim uyanık olduğumu kanıtlamıyor.’’
    Çekindi ve sonra yavaşça konuşmaya başladı, sözlerini dikkatle seçiyordu. ‘’Yemek için avlanmıyordum…aslında takip ediyordum.’’
    ‘’Ne takip ediyordun?’’ Diye merakla sordum.
    ‘’Sonuç olarak hiçbir şey.’’ Kelimeleri ifadesiyle uyuşmuyordu, üzgün görünüyordu ve rahatsız gibiydi.
    ‘’Anlamıyorum.’’
    Çekindi, yüzü saatten yansıyan ışık yüzünden yeşil gibi gözüküyordu.
    ‘’Ben – ‘’ Derin bir nefes aldı. ‘’Sana bir özür borçluyum.
    Hayır, tabii ki sana çok, çok daha fazlasını borçluyum. Ama bilmelisin,’’ Kelimeler ağzından yavaşça çıkıyordu. Altüst olduğu zamanlarda söylediği bütün kelimelerini yakalayabilmek için konsantre olmam gerekirdi. ‘’Hiçbir fikrim yoktu. Arkamda nasıl bir felaket bıraktığımı bilmiyordum. Burasının senin için güvenli olduğunu zannetmiştim. Oldukça güvenli. Victoria hakkında hiçbir bilgim yoktu, geri geleceğini bilmiyordum. Victoria’nın böyle bir tepki vereceğini düşünmemiştim. James’e bu kadar bağlandığını bilmiyordum. Şimdi neden olduğunu anlıyorum. Victoria, onu kaybetme olasılığı olduğunu hiç düşünmemişti. Kendine olan güveni, James’le ilgili düşüncelerini gölgeliyordu. Onların arasındaki bağı göremedim. Tabii, bu, seni böyle bir tehlikeyle bırakmanın bahanesi olamaz. Alice’e ne dediğini duyduğum ve hayatını olgunlaşmamış, uçuk kaçık, Victoria’dan da kötü kurt adamların eline bıraktığını öğrendiğim an – ‘’ Titredi ve bir süre durdu. ‘’Lütfen, bunların bir teki hakkında bile hiçbir fikrim olmadığını bilmelisin. Kendimi kötü hissediyorum, şu an bile midem bulanıyor ve seni güvenli ellerde gördüğümde bile fena oluyorum.’’
    ‘’Dur,’’ diye lafını kestim. Bana acı dolu gözlerle baktı.
    Doğru kelimeleri bulmaya çalıştım. Onu, kendisini suçlu hissettiği ve ona acı veren bu hayalden kurtarmak için kelimeler aradım. Becerebilecek miydim, bilemiyordum.
    Ama doğru yapabilmem için denemem gerekiyordu. Hayatındaki suçluluk ve ıstırabın kaynağı olmak istemiyordum. Bana neye mal olacaksa olsun, o mutlu olmalıydı.
    Gerçi bütün bunları konuşmamızın en sonunda söylemeyi planlıyordum.
    Aylarca Charlie’ye normal görünme çalışmalarım sayesinde artık yüzümü ifadesiz tutabiliyordum.
    ‘’Edward,’’ dedim. İsmini söylerken boğazım yandı. Delikteki hayaleti hissedebiliyordum, Edward gider gitmez, deliği daha da yırtmak için hazır bekliyordu. ‘’Bu artık durmalı. Olayları bu şekilde düşünemezsin. Buna izin veremezsin… bu suçluluk duygusunun… hayatını mahvetmesine. Bana olanlardan dolayı kendini sorumlu hissedemezsin. Hiçbiri senin hatan değildi, bunlar sadece hayatın bana verdikleri. O yüzden, eğer bir gün bir otobüsün önüne düşersem, ya da bir dahaki sefere artık her ne olacaksa, bunun senin suçun olmadığını bilmelisin. Beni kurtaramadığın için koşa koşa İtalya’ya gitmemelisin. Hatta ölmek için uçurumdan atladığımda, bu benim kararımdır, senin hatan değil. Biliyorum… bütün bu suçlamalara göğüs germek senin doğanda var ama bunun seni bu denli uç noktalara götürmesine izin vermemelisin!
    Bu çok sorumsuzca bir hareket. Esme’yi ve Carlisle’i düşün ve – ‘’
    Derin bir nefes almak için durdum, sakinleşmeyi umuyordum. Onu serbest bırakmalıydım. Bunu bir daha olmasına izin vermemeliydim.
    ‘’Isabella Marie Swan,’’ diye fısıldadı, yüzünde çok garip bir ifade vardı. Sanki çıldırmış gibiydi. ‘’Sen gerçekten de Volturi’ye suçluluk duygusundan dolayı ölmeyi istediğim için gittiğime mi inanıyorsun?’’
    Yüzümdeki boş bakışı hissedebiliyordum. ‘’Öyle değil mi?’’
    ‘’Suçluluk hissetmek mi? Elbette, hem de ölesiye. Düşünebileceğinden daha çok.’’
    ‘’O zaman… Ne söylemeye çalışıyorsun? Anlayamıyorum.’’
    ‘’Bella, Volturi’ye gittim çünkü senin öldüğünü zannettin,’’dedi, sesi yumuşak, gözleri şiddetliydi. ‘’Ölümünde hiç sorumluluğum olmasa bile, hatta benim hatam olmasa bile, İtalya’ya giderdim. Açıkçası, daha dikkatli olmalıydım. Direk Alice’le konuşmalıydım, Rosalie’ye inanmamalıydım. Ama gerçekten de, o çocuk Charlie’nin cenazede olduğunu söylediğinde ne düşünmem gerekiyordu? İhtimaller neydi?’’
    Sonra tekrar, ‘’İhtimaller…’’ diye mırıldandı ama dikkati dağılmıştı. Sesi çok kısıktı. ‘’ihtimaller bizi bu hale getirdi. Hata üstüne hata. Romeo’yu bir daha asla eleştirmeyeceğim.’’
    ‘’Ama hala anlamıyorum.’’ Dedim. ‘’Benim söylemek istediğim. Ee?’’
    ‘’Efendim?’’
    ‘’Ya ölmüş olsaydım?’’
    Bana cevap vermeden önce uzunca bir süre baktı. ‘’Sana daha önce söylediklerimi hatırlamıyor musun?’’
    ‘’Bana söylediğin her şeyi hatırlıyorum.’’
    Soğuk parmak ucuyla alt dudağıma dokundu. ‘’Bella, bir yanlış anlama içerisinde gibisin.’’ Gözlerini kapattı, başını ileri geri salladı, güzel yüzünde yarım bir gülümseme vardı.
    ‘’Sana daha önce anlattığımı zannediyordum. Bela, senin olmadığın bir dünyada yaşayamam.’’
    ‘’Ben…’’ Doğru kelimeyi bulmaya çalışıyordum. ‘’Kafam karıştı.’’ Bu doğruydu. Söylediklerinden bir anlam çıkartamıyordum.
    Gözlerimin içine baktı. ‘’Ben iyi bir yalancıyım, Bela. Böyle olmam gerek.’’
    Dondun, adeta kaslarım kilitlenmişti. Göğsümdeki fay hattı kırılmıştı, acısı nefesimi kesti.
    Beni omuzlarımdan sarstı, sert duruşumu gevşetmeye çalışıyordu. ‘’Bırak da bitireyim! Ben iyi bir yalancıyım ama yine de bana bu kadar çabuk inanmış olman.’’ Geri çekildi. ‘’Bu…dayanılmaz.’’
    Bekledim, hala donuktum.
    ‘’Biz ormandayken, sana hoşça kal derken – ‘’
    Hatırlamak istemedim. Şu anda kalmak için kendimi zorluyordum.
    ‘’Beni bırakmayacaktın.’’ Diye fısıldadı. ‘’Bunu görebiliyordum. Bunu yapmak istemiyordum, bunu yapmak beni öldürürdü, ama biliyordum ki, eğer seni sevmediğime inandıramasaydım, kendi hayatına dönmen daha uzun zaman alırdı. Eğer benim umursamağımı görürsen, sen de umursamazsın, diye düşündüm.’’
    ‘’Temiz bir son,’’ diye fısıldadım ama dudaklarım kıpırdamamıştı.
    Kesinlikle. Ama bunun bu kadar kolay olacağını sanmıyordum!
    Bunu imkansız olduğunu, saatlerce düşünüp kurduğum bu yalana inanmayacağını düşündüm. Yalan söyledim ve çok üzgünüm… Üzgünüm çünkü seni incittim, üzgünüm çünkü gereksiz bir çabaydı. Seni koruyamadığım için üzgünüm. Seni kurtarmak için sana yalan söyledim ve işe yaramadı. Çok üzgünüm. Ama bana nasıl inanırsın? Seni sevdiğimi binlerce kez söylememden sonra, nasıl olur da, o tek kelimenin benimle ilgili inancını yıkmasını sağlarsın?’’
    Cevap veremedim. Akıllı bir cevap veremeyecek kadar şoktaydım.
    ‘’Senin gözlerinde görebiliyorum, seni istemediğime gerçekten inanmıştın. En anlamsızı, en komiği de, sana ihtiyacım olmadan yaşayabileceğimi düşünmendi!’’
    Hala donuktum. Kelimeleri anlamsızdı çünkü imkansızdı.
    Tekrar omuzlarımı sarstı, çok sert değil ama dişlerimi birbirine çarptıracak kadar.
    ‘’Bella, gerçekten de, ne düşünüyordun?’’
    Ve ağlamaya başladım. Gözyaşları sel gibi yanaklarımdan aşağıya akmaya başladı.
    ‘’Biliyordum,’’ dedim. ‘’Rüya gördüğümü biliyordum.’’
    ‘’Sen imkansız birisin,’’dedi ve sert, kızgın bir kahkaha attı.
    ‘’Bana inanman için ne yapabilirim? Uyumuyorsun, ölmedin. Buradayım ve seni seviyorum. Seni her zaman sevdim ve hep seveceğim. Senden uzak olduğum her saniye, seni düşünüyordum, hayalimde yüzünü canlandırıyordum. Seni istemediğimi söylemek hayatımda işlediğim en büyük günahtı.’’
    Başımı salladım, gözlerimin kenarlarından gözyaşları damlıyordu.
    ‘’Bana inanmıyorsun değil mi?’’ diye fısıldadı, yüzü her zamankinden daha da soluktu. ‘’Neden yalana inanabiliyorsun da, gerçeğe inanamıyorsun?’’
    ‘’Beni sevebilmen hiçbir zaman mantıklı gelmemişti,’’ diye açıkladım, sesim çatlak çatlak çıkıyordu. ‘’Bunu hep biliyordum.’’
    Gözleri kısıldı.
    ‘’Seni uyanık olduğuna inandıracağım.’’ Diye söz verdi.
    Yüzümü demir gibi ellerinin arasına aldı, başımı çevirmek istememe rağmen sıkı sıkı tutuyordu.
    ‘’Lütfen yapma,’’diye fısıldadım.
    Durdu, dudakları dudaklarımdan sadece iki santim uzaktaydı.
    ‘’Neden?’’diye ısrar etti. Nefesi yüzüme çarpınca başım döndü.
    ‘’Uyandığım zaman – ‘’ itiraz etmek için ağzını açınca lafımı geri aldım, ‘’tamam, onu unut. Sen tekrar gittiğinde, bu sefer her şey daha zor olacak.’’
    Yüzüme bakabilmek için geriye gitti.
    ‘’Dün, sana dokunduğumda, çok çekimserdin, hala aynısın. Nedenini bilmem gerek. Çok geç kaldığım için mi? Seni çok incittiğim için mi? Çünkü sen bunun üstesinden geldin ve artık sana bir şey ifade etmiyor muyum? Sana hak veriyorum. Kararına itiraz etmeyeceğim. O yüzden benim hislerimi düşünme lütfen, sadece bana, sana bütün bu yaptıklarımdan sonra hala beni seviyor musun, onu söyle. Sevebilir misin?’’ diye fısıldadı.
    ‘’Bu ne kadar aptalca bir soru böyle?’’
    ‘’Sadece cevap ver. Lütfen.’’
    Uzun bir süre ona baktım. ‘’Sana karşı hissettiklerim hiçbir zaman değişmeyecek. Tabii ki seni seviyorum ve bununla ilgili yapabileceğin hiçbir şey yok!’’
    ‘’Tek duymak istediğim buydu.’’
    Sonra dudakları benimkilerin üzerine kapandı ve ben itiraz etmedim. Bunun sebebi benden binlerce kat daha güçlü olması değildi. Hatırladığım diğer öpüşleri gibi dikkatli değildi.
    Öpüşüne karşılık verdim, kalbim yerinden fırlayacakmış gibiydi. Nefes alışlarım hızlandıkça ritmi bozuluyordu. Parmaklarım arzuyla yüzünde dolaşıyordu. Mermer vücudunu kendi hatlarımın üzerinde hissedebiliyordum ve beni dinlemediği için çok memnundum, dünyada hiçbir acı bu ana duyduğum özlemle kıyaslanamazdı. Elleri yüzümü ezberlercesine dolaşıyordu. Dudakları benimkilerden ayrılınca adımı fısıldadı.
    Başım dönmeye başladığında, geri çekildi ve kulağını kalbime dayadı.
    Uzandım, büyülenmiştim, nefesimin düzene girmesini bekledim.
    ‘’Bu arada,’’ dedi sıradan bir ses tonuyla. ‘’Seni bırakmıyorum.’’
    Hiçbir şey söylemeyince sessizliğimden şüphe duydu.
    Başını kaldırıp bana baktı. ‘’Hiçbir yere gitmiyorum. Sen olmadan asla,’’ dedi daha ciddi bir tonda.
    ‘’Seni ilk başta terk ettim çünkü senin normal, insani bir hayatın olsun istiyordum. Sana ne yaptığımı görebiliyordum, seni tehlikenin kenarında tutuyordum ve ait olduğun dünyadan uzaklaştırıyordum, seninle olduğum her dakika senin hayatını tehlikeye sokuyordum. O yüzden denemem gerekiyordu. Bir şeyler yapmam lazımdı ve seni terk etmek tek yolmuş gibi geldi. Eğer bensiz olmanın daha iyi geleceğini düşünmeseydim, seni hiç terk etmezdim. Aslında oldukça bencilim. Tek istediğim ve tek ihtiyacım seninle birlikte olmak ve seni bir daha asla terk edemem, biliyorum. Neyse ki, kalmak için bir sürü bahanem var! Aramıza ne kadar mesafe sokarsam sokayım, bensiz güvende olmayacaksın.’’
    ‘’Bana hiçbir söz verme,’’diye fısıldadım. Eğer kendimi umudun kollarına bırakırsam ve bir şey olmazsa… bu beni öldürürdü. O merhametsiz vampirler benim işimi bitirememiş olabilirlerdi ama umut… bunu başarabilirdi.
    Siyah gözlerinde öfke vardı. ‘’Sana yalan söylediğimi mi düşünüyorsun?’’
    ‘’Hayır, hayır yalan değil.’’ Başımı salladım, daha tutarlı düşünmeye çalıştım. ‘’Şimdi böyle söylüyorsun. Ama ya yarın, beni terk etmek için bulduğun sebepleri düşünürsen? Ya da gelecek ay, Jasper beni ısırmak isterse?
    Ürktü.
    Beni terk etmeden önceki son günleri düşündüm. ‘’İlk kararını hiç düşünmedin, değil mi? Yine en nihayetinde, sana en doğru gelen neyse onu yapacaksın.’’
    ‘’Ben zannettiğin kadar kuvvetli değilim,’’ dedi. ‘’Doğru ve yanlış artık benim için sona ermişti, zaten her koşulda sana geri geliyordum. Rosalie bana haberleri vermeden önce de sürekli bunu düşünüyordum. Camında belirip beni geri alman için yalvaracaktım. Şimdi sana yalvarmayı çok isterim, eğer istersen.’’
    Gülümsedin. ‘’Ciddi ol, lütfen.’’
    ‘’Ciddiyim,’’ diye ısrar etti. ‘’Lütfen sana anlatmaya çalıştıklarımı dinler misin? Benim için ne anlama geldiğini anlatmama müsaade eder misin?’’
    Bekledi, gerçekten dinlediğime emin olmak için yüzüme bakıyordu.
    ‘’Bella, senden önce, hayatım tıpkı aysız bir gece gibiydi. Çok karanlık, ama yıldızlar vardı, sebepler… ve sen, gökyüzüme bir meteor gibi girdin. Ve bir anda her şey yanmaya başladı, parlaklık vardı, güzellik vardı. Sen gittiğinde ve meteor ufka düştüğünde,her şey simsiyah oldu. Hiçbir şey değişmedi ama gözlerim ışık yüzünden kör olmuştu. Artık yıldızları da göremiyordum. Ve artık hiçbir şeyin bir anlamı yoktu.’’
    Ona inanmak istedim. Ama bu bana anlattığı, benim, onsuz geçirdiğim hayata benziyordu.
    ‘’Gözlerin alışır,’’ dedim.
    ‘’Tek sorun da bu, alışamaz.’’
    ‘’Peki ya dikkatinin dağılması?’’
    Bir kahkaha attı. ‘’O da yalanın bir parçasıydı aşkım. Acıdan dikkat dağılmıyor. Kalbim neredeyse on dokuz yıldır atmıyordu, ama bu farklı. Sanki kalbim gitmişti, sanki içim oyuktu. Sanki seni içimde barındıran her şeyimi burada, seninle beraber bırakmıştım.’’
    ‘’Bu komik,’’ diye mırıldandım.
    ‘’Komik mi?’’
    ‘’Garip demek istedim. Sadece bana böyle olduğunu zannediyordum. Her yerim seni özlüyordu. Uzun zamandan beri nefes alamıyordum.’’ Ciğerlerimi havayla doldurdum ve duyduğum histen büyük bir zevk aldım. ‘’Ve kalbim. Kesinlikle kaybolmuştu.’’
    Gözlerini kapattı ve kulağını tekrar kalbime dayadı. Yanağımı onun saçlarının arasına gömdüm ve tenime dokunuşunu hissettim, lezzetli kokusunu içime çektim.
    ‘’Takip etmek, dikkatini dağıtmadı o zaman?’’ diye sordum merakla. Aynı zamanda kendi dikkatimi de dağıtmaya çalışıyordum. Umudun tehlikesi içindeydim. Kalbim yerinde durmuyordu, adeta göğsümün içinde şarkılar söylüyordu.
    ‘’Hayır.’’ İçini çekti. ‘’Bu hiç dikkat dağıtıcı bir şey değildi. Bir mecburiyetti.’’
    ‘’Bu da ne demek?’’
    ‘’Anlamı şu, Victoria’dan hiçbir tehlike beklemesem de, bununla uzaklaşmasına izin vermeyecektim… Aslında, dediğim gibi, bu konuda korkuncum. Onu Teksas’a kadar takip ettim ama sonra yanlış bir izin arkasında Brezilya’ya kadar indim ama o, aslında buraya geldi.’’ Homurdandı. ‘’Doğru kıtada bile değildim!’’
    ‘’Sen Victoria’yı mı avlıyordun?’’ diye bağırdım.
    Charlie’nin uzaktaki horlama sesi bir an durdu ve sonra eski ritmine kavuştu.
    ‘’Pek değil,’’ dedi Edward. Kafası karışık bir bakışla kızgın yüzüme bakıyordu.
    ‘’Ama bu sefer daha iyi olacağım. Artık uzun bir süre nefes alıp veremeyecek.’’
    ‘’Bu belli zaten,’’ dedim. Delilik. Emmett ve Jasper ona yardım ediyor olsa bile. Benim diğer hayallerimden daha da korkunçtu: Jacop Black, Victoria’nın kötü ve yırtıcı figürünün biraz ilerisinde duruyor. Edward’ı orada canlandırmıyordum, hatta benim yarı insandan olan en iyi arkadaşımdan daha dayanıklı olsa bile.
    ‘’Victoria için artık geç. Onu bırakabilirdim ama şimdi değil, bundan sonra – ‘’
    Tekrar lafını kestim, sakin konuşmaya çalıştım. ‘’Terk etmeyeceğine söz vermemiş miydin?’’ Kelimeleri söylemekten korkuyordum ama içime atmaya da niyerim yoktu. ‘’Bunun aslında kovalamacayla ilgisi yok, öyle değil mi?’’
    Donakaldı. Göğsünden bir hırıltı yükseldi. ‘’Sözümü tutacağım Bela. Ama Victoria ölecek. Yakında.’’
    ‘’Bu kadar aceleci olmayalım,’’ dedim, paniğimi saklamaya çalışarak. ‘’Belki geri gelmeyecek. Muhtemelen Jake’in grubu onu korkutmaya yetti. Onu aramaya gerek yok. Hem Victoria’dan daha büyük problemlerim var.’’
    Edward başını salladı. ‘’Doğru. Kurt adamlar.’’
    Homurdandım. ‘’Jacop’tan bahsetmiyordum. Problemim, bir avuç dolusu genç kurt adamın başlarını belaya sokmalarından daha da büyük.’’
    Edward bir şey söyleyecekmiş gibi baktı ve sonra sustu.
    Dişleri birbirine kenetlendi ve dişlerinin arasından konuştu. ‘’Gerçekten mi?’’ diye sordu. ‘’O zaman en büyük problemin ne? Victoria’nın dönüşünü bu kadar önemsiz kılan nedir?’’
    ‘’İkinci en büyüğe ne dersin?’’ dedim.
    ‘’Tamam,’’diye onayladı kuşkulu bir sesle.
    Durdum. İsmi söyleyebileceğimden emin değildim. ‘’Bana bakmak için gelen başkaları da var.’’
    Derin bir iç çekti. Tepkisi, Victoria konusuna gösterdiği kadar büyük değildi.
    ‘’Volturiler sadece ikinci büyük sorun mu?’’
    ‘’Bu konuda pek üzülmüş gibi durmuyorsun,’’ dedim.
    ’’Aslında, bunu düşünmek için yeteri kadar vaktimiz var. Zaman, onlar için sana olduğundan daha farklı, hatta bana da. Onlar yılları senin günleri saydığın gibi sayıyorlar. Onların aklına geldiğinde muhtemelen otuz yaşında olursun.’’
    Yüzümü bir korku dalgası sardı.
    Otuz.
    O zaman sözlerinin hiçbir anlamı yoktu. Eğer bir gün otuz yaşıma basacaksam, bu uzun bir süre kalmayı düşünmediği anlamına geliyordu.
    ‘’Korkmana gerek yok,’’ dedi, gözlerimin kenarından akan yaşları görünce gerilmişti. ‘’Seni incitmelerine izin vermem.’’
    ‘’Sen buradayken.’’ O gittikten sonra bana olacaklar umurumda bile değildi.
    Taş gibi elleriyle yüzümü tuttu, gece gibi karanlık gözleriyle bana baktı. ‘’Seni bir daha asla terk etmeyeceğim.’’
    ‘’Ama sen otuz dedin,’’ diye fısıldadın. Gözyaşları akıyordu. ‘’Kalacaksın ama benim yaşlanmama izin vereceksin? Doğru mu?’’
    Gözleri yumuşadı ama dudakları sertleşti. ‘’Evet tam olarak bunu yapacağım. Başka nasıl bir seçeneğim var? Sensiz olamam ama senin ruhunu da yok edemem.’’
    ‘’Bu gerçekte…’’ Sesimi sabit tutmaya çalıştım ama bu soru çok zordu.
    Aro, ona neredeyse beni ölümsüz yapması için yalvardığında yüzünün girdiği şekli hatırladım. O garip bakışı. Beni insan olarak bırakmak istemesi, gerçekten ruhumla mı ilgiliydi yoksa beni çevresinde çok uzun süre görmek istemediğinden miydi?’’
    ‘’Evet?’’ dedi, sorumu bekliyordu.
    Başka bir soru sordum. Neredeyse o kadar sert bir soru.
    ‘’Peki ya çok yaşlanırsam ve insanlar senin annen olduğumu zannederlerse? Ya da babaannen?’’ Rüyamdaki aynada ninemin yüzünü gördüğümü hatırladım.
    Bütün yüzü yumuşamıştı. Yanaklarımdaki ve dudaklarımdaki gözyaşlarını sildi.
    ‘’Bunun benim için bir önemi yok.’’ Nefesi yüzümü okşuyordu. ‘’Benim için dünyanın en güzel şeyi olacaksın. Tabii ki…’’ Çekindi, biraz geriye kaçındı. ‘’Eğer benden vazgeçersen, eğer daha başka bir şeyler istersen, bunu anlayabilirim Bela. Eğer beni terk etmek istersen, sana yemin ederim sana engel olmayacağım.’’
    ‘’Yakın zamanda öleceğimi biliyorsun, değil mi?’’ diye ısrar ettim.
    Bunu da düşünmüştü. ‘’Ben de arkandan geleceğim.’’
    ‘’Bu cidden…’’Doğru kelimeyi aradım. ‘’Hasta bir düşünce.’’
    ‘’Bella, yapılabilecek tek şey bu.’’
    ‘’Biraz düşünelim istersen,’’ dedim. Sinirlendiğim zaman daha açık düşünebiliyordum. ‘’Volturi’yi hatırlıyorsun, değil mi? Sonsuza kadar insan kalamam. Beni öldürürler. Otuzuma kadar beni düşünmeseler bile… Sence gerçekten beni unutacaklar mı?’’
    ‘’Hayır,’’ dedi yavaşça kafasını sallayarak. ‘’Unutmazlar. Ama…’’
    Ben ona dikkatlice bakarken gülümsedi. Belli ki çılgın olan bir tek ben değildim.
    ‘’Planlarım var.’’
    ‘’Ve bu planlar,’’dedim, her kelimede sesim daha sert çıkıyordu. ‘’Bu planlar benim insan olarak kalmam için.’’
    Davranışım, ifadesini sertleştirmişti. ‘’Doğal olarak.’’ Ses tonu sert, ilahi yüzü küstahtı.
    Uzun bir süre birbirimize baktık.
    Sonra ben derin bir nefes aldım, omuzlarımı dikleştirdim ve dik oturabilmek için kollarını ittim.
    ‘’Gitmemi mi istiyorsun?’’ diye sordu ve onun bu fikirden dolayı incindiğini gördüm.
    ‘’Hayır,’’ dedim. ’’Ben gidiyorum.’’
    Ben yataktan inerken ve karanlık odanın içinde ayakkabılarımı ararken bana şüpheyle baktı.
    ‘’Nereye gittiğini sorabilir miyim?’’ diye sordu.
    ‘’Sizin evinize gidiyorum,’’dedim. Etrafı göremediğim için hala elimle yoklayarak ayakkabılarımı arıyordum.
    Kalktı ve yanıma geldi.’’Ayakkabıların burada. Oraya neyle gitmeyi düşünüyorsun?’’
    ‘’Kamyonetimle.’’
    ‘’Bu muhtemelen Charlie’yi uyandırır,’’dedi.
    ‘’Biliyorum. Ama dürüst olmak gerekirse, zaten haftalarca cezalandırılacağım. Başım daha fazla ne kadar belaya girebilir ki?’’
    ‘’Hiç. Seni değil beni suçlayacak.’’
    ‘’Eğer daha iyi bir fikrin varsa, seni dinlemeye hazırım.’’
    ‘’Burada kal,’’ dedi ama ifadesi pek umutlu değildi.
    ‘’Hiç sansın yok. Ama sen kal ve kendi evin gibi hisset.’’
    Dalga geçişimin bu kadar doğal oluşuna şaşırmama rağmen kapıya yöneldim.
    Benden önce kapıya gitmiş, yolumu kapatıyordu.
    Dondum ve cama döndüm. Aslında yerden çok yüksekte değildi ve aşağısı da çoğunlukla çimdi…
    ‘’Tamam,’’ dedi. ‘’Ben seni götürürüm.’’
    Omuz silktim. ‘’Fark etmez. Ama sende orada olsan iyi olur.’’
    ‘’Nedenmiş o?’’
    ‘’Çünkü harikulade inatçı birisin ve eminim, görüşlerine bir şans verilsin istersin.’’
    ‘’Hangi konudaki görüşlerime?’’
    ‘’Bu artık bir tek seninle ilgili değil. Evrenin merkezi sen değilsin, biliyorsun.’’ Elbette, kendi özel evrenim tamamen farklı bir hikayeydi. ‘’Eğer beni insan olarak bırakıp Volturiler’i üzerimize getirmek istiyorsan, o zaman ailenin de fikrini almalıyız.’’
    ‘’Ne fikri?’’ diye sordu.
    ‘’Benim ölümsüzlüğüm. Oy kullanılmasını istiyorum.’’

      Forum Saati Paz Mayıs 12, 2024 6:20 am