Bu tamamen çocukcaydı. Neden Jacob buraya gelecek diye Edward gitmek zorundaydı ki? Bu
tavırları geçmişte bırakamaz mıydık?
“Ona karşı bir düşmanlık hissettiğimden falan değil, Bella, sadece işleri ikimiz için de
kolaylaştırıyorum,” demişti Edward kapıda. “Çok uzağa gitmeyeceğim. Güvende olacaksın.”
“Ben bunun için endişelenmiyorum zaten.”
Bana gülümsedi, sonra da gözlerine şeytani bir ifade belirdi. Beni yanına çekti ve yüzünü
saçlarımın arasına gömdü. Soludukça soğuk nefesinin saçlarımın her bir teline işlediğini
hissedebiliyordum; boğazım heyecandan kurumuştu.
“Geri döneceğim,” dedi ve sonra da bir şaka yapmışçasına güldü.
“Komik olan ne?”
Fakat Edward sadece gülümsedi ve cevap vermeden ağaçların arasına daldı.
Kendi kendime söylenerek mutfağı temizlemeye gittim. Lavaboyu suyla doldurmuştum ki kapı
çaldı. Jacob’ın arabasız bu kadar hızlı gelmesine alışmak bir hayli zordı. Tabii görünüşe göre
herkes benden hızlıydı...
“İçeri gel Jake!” diye bağardım.
Tabakları köpüklü suyun içerisine koymaya yoğunlaşmıştım ve Jacob’ın bu günlerde hayalet
gibi hareket ettiğini unutmuştum. Bu yüzden sesini arkamda duyduğumda havaya sıçradım.
“Kapıyı gerçekten böyle kilitlemeden mi bırakıyorsun? Ah, çok afedersin.”
Beni korkuttuğunda neredeyse bulaşık suyunun içine düşüyordum.
“Kimsenin kilitli kapıdan dolayı niyetinden vazgeçeceğini hiç sanmıyorum,” dedim, bir yandan
ıslanmış olan tişörtümü havluyla kuruluyordum.
“Haklısın,” diye kabul etti.
Ona dönüp baktım, ve baştan aşağıya süzdüm. “Gerçekten bir şeyler giymen imkansız mı
Jacob?” diye sordum. Bir kez daha Jacob’ın üst kısmı çıplaktı, üzerinde sadece kot pantolonu
vardı. İçten içe böyle gezinmesinin tek nedeninin yeni kaslarıyla gurur duyduğundan örtünmek
istememesi mi diye düşünüyordum. Kabul etmek zorundaydım, gerçekten inanılmazlardı – ama
asla onun kendini beğenmiş biri olduğunu düşünmemiştim. “Yani biliyorum bir daha asla
üşümeyeceksin ama gene de bir şeyler giyebilirsin.”
Gözünün önüne düşen ıslak saçını eliyle geriye doğru yatırdı.
“Bu daha kolay oluyor,” diye açıkladı.
“Kolay olan ne?”
Küçümsercesine gülümsedi. “Tüm kıyafetlerimi yanıma almak yerine daha az eşya taşımak.
Diğer türlü sanki bir yük katırı gibi görünmez miyim?”
Kaşlarımı çattım. “Neden bahsediyorsun Jacob?”
Yüzünde kibirli bir ifade belirdi, sanki çok mühim bir detayı gözden kaçırıyordum. “Ben
değiştiğim zaman kıyafetlerim birdenbire ortadan yok olmuyor – koşarken onları da yanıma
almak zorundayım. Tabi benim için çok hafif oluyorlar.”
Rengim değişmişti. “Sanırım bunu akıl edemedim,” diye mırıldandım.
Güldü ve baldırına üç defa dolanmış olan deri siyah ipi gösterdi Daha evvel ayaklarının çıplak
olduğunu da fark etmemiştim. “Bu nasıl giyindiğimin çok ötesinde – bir kot pantolonu ağızda
taşımak gerçekten berbat.”
Ne söyleyeceğimi bilemedim.
Gülümsedi. “Yarı çıplak olmam seni rahatsız ediyor mu?”
“Hayır.”
Jacob tekrar güldü ve tabaklarla ilgilenmek için ona sırtımı döndüm. Kızarmamın nedeninin
sorduğu sorudan değil de aptallığımdan olduğunu anlamış olmasını umuyordum.
“Sanırım işe koyulmalıyım.” İç geçirdi. “Onun tarafından kaytarmakla suçlanmak
istemiyorum.”
“Jacon bu senin işin değ – ”
Elini kaldırıp sözümü kesti. “Burada gönüllü olarak bulunuyorum. Şimdi davetsiz misafirin
kokusunun en çok bulunduğu yer neresi?”
“Yatak odam sanırım.”
Gözlerini kıstı. Edward kadar bundan rahatsız olmuştu.
“Bir dakika içerisinde gelirim.”
Elimdeki tabağı tek düze bir şekilde ovalamaya devam ettim. Mutfaktaki tek ses elimdeki
plastik fırçanın kıllarının porselene değerken çıkardığı sesti. Yukardan gelen sesleri duymaya
çalıştım; ne döşeme gıcırdadı ne de kapının açıldığını duydum. Tek ses yoktu. Elimdeki tabağı
olması gerekenden daha uzun süredir yıkadığımı fark ettim ve ilgimi yaptığım işe vermeye
çalıştım.
“Öf!” dedi Jacob, tam arkamda duruyordu ve beni gene korkutmuştu.
“Ah, Jake, kes şunu!”
“Üzgünüm. Tamamdır – ” Jacob havluyu aldı ve etrafa döktüğüm bulaşık suyunu temizledi.
“Sana yardım edeceğim. Sen yıka, ben durular ve kurularım.”
“Pekala.” Ona bir tabak verdim.
“Koku yeterince yaygındı. Bu arada odan leş gibi kokuyor.”
“Hava temizliyicilerinden alacağım.”
Güldü.
Yıkamaya devam ettim ve o da sokulgan bir sessizlikle bir süre kuruladı.
“Bir şey sorabilir miyim?”
Ona bir tabak daha uzattım. “Bu ne soracağına bağlı.”
“Pisliğin teki gibi davranmaya çalışmıyorum ama – gerçekten merak ediyorum,” diye
inanadırmaya çalıştı Jacob.
“Tamam. Sor hadi.”
Bir saniye durdu. “Nasıl bir şey – yani bir vampirin erkek arkadaşın olması?”
Gözlerimi devirdim. “Bu harika.”
“Ciddiyim. Yani seni hiç rahatsız etmiyor mu – asla korkutmuyor mu?”
“Asla.”
Sessizce elimdeki kaseyi aldı. Gizlice yüzüne baktım – kaşlarını çatmıştı ve alt dudağını
sarkıtmıştı.
“Başka?” diye sordum.
Tekrar burnu kırışmıştı. “Şey... aslında merak ediyordum... bilirsin işte... onunla öpüştün mü?”
Güldüm. “Evet.”
Ürperdi. “Iyy.”
“Başkası olsa öpüşmekten çok daha fazlasını yapardı,” diye mırıldandım.
Sivri dişleri seni endişelendirmedi mi?”
Koluna bir tane vurdum, ve üzerine bulaşık suyunu sıçrattım. “Kes sesini, Jacob! Biliyorsun
onun sivri dişleri falan yok!”
“Bu neredeyse acıtıyordu,” diye mırıldandı.
Dişlerimi gıcırdattım ve et bıçağını olması gerekenden daha da hızlı bir şekilde fırçaladım.
Ona bıçağı uzattığımda “Bir tane daha sorabilir miyim?” dedi yumuşak bir şekilde. “Sadece
meraktan gene.”
“Tabii,” dedim hemen.
Bıçağı suyun altında eliyle defalarca çevirdi. Konuşmaya başladığında fısıltı halinde
konuşuyordu.
“Birkaç hafta demiştin... Tam olarak ne zaman... ?” cümlesini bitirememişti.
“Mezuniyette,” aynı şekilde fısıldayarak cevap vermiştim, yüzüne dikkatlice baktım. Gene
patlayacak mıydı acaba?
“Çok yakınmış,” dedi nefesini vererek, gözlerini kapatmıştı. Bu bir cevap değildi, daha çok
matem gibiydi. Kollarındaki kaslar gerildi ve omuzları sertleşti.
“Ahh!” diye bağırdı; oda o kadar sessizdi ki onun acıyla bağırmasıyla havaya sıçradım.
Sağ eli bıçağı sıkıca kavramıştı – elini açtığında bıçak gürültüyle tezgaha düştü. Avuç içinde
uzun ve derin bir kesik vardı. Kan parmaklarından aşağıya süzülüp yere damlıyordu.
“Kahretsin!Ahh!” diye bağırdı.
Başım dönmeye başladı ve midem alt üst oldu. Bir elimle tezgahın kenarından tutundum ve
ağzımdan derin bir nefes aldım. Kendimi toplamaya çalışıyordum yoksa onunla ilgilenemezdim.
“Ah, hayır Jacob! Lanet Olsun! Al şunu çevresine sar!” Kurulama havlusunu ona uzattım.
Omuz silkti.
“Önemli değil Bella, endişelenme.
Oda yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı benim için.
Derin bir nefes aldım. “Endişelen miyim mi? Elinde açık bir yara var!”
Ona uzattığım havluyu görmezlikten geldi. Elini akan suyun altına tuttu. Su kırmızıya
dönmüştü. Başım fırıl dırıl dönüyordu.
“Bella,” dedi.
Gözlerimi yaradan uzaklaştırıp ona baktım. Kaşlarını çatmıştı ama ifadesinde bir tatlılık vardı.
“Ne?”
“Bayılacak gibi görünüyorsun ve dudaklarını kemiriyorsun. Kes şunu. Rahatla ve derin bir
nefes al. İyiyim ben.”
Ağzımdan derin bir nefes aldım ve dişlerimi dudaklarımdan çektim. “Cesur davranmana gerek
yok.”
Gözlerini devirdi.
“Hadi gidelim.Seni Acil Servise götüreceğim.” Arabayı kullanabileceğimden oldukça emindim.
Duvarlar artık üzerime gelmiyordu, en azından.
“Gerek yok.” Jake suyu kapadı ve uzattığım havluyu aldı. Elinin çevresine sardı.
“Bekle,” diye itiraz ettim. “İzin ver de bakayım şuna.” Tezgahı daha da sıkıca tutuyordum,
yarayı görüp tekrar serseme döndüğümde destek almayı ummuştum.
“Bana asla anlatmadığın bir doktorluk geçmişin falan mı var?”
“Hastaneye götürmenin gerekli olup olmadığına karar vermem için bana bir şans ver.”
Yüzüne sahte bir korku ifadesi yerleştirdi. “Lütfen gerekli olmasın!”
“Eğer görmeme izin vermiyorsan gerekli olduğu kesindir”
Derin bir nefes aldı, ve hızla geri verdi. “Tamam.”
Ben uzandığım sırada elindeki havluyu açtı ve elini benimkinin üzerine koydu.
Bir kaç saniye tuttum. Kesiğin elinin iç tarafında olduğunu bildiğimden elini çevirdim. Fakat
elini çevirmemle şaşırmam bir oldu, yaranın olduğu belli belirsiz hafif bir yarık kalmıştı.
“Fakat... sen çok fazla... kanıyordun.”
Elini geri çekti, gözlerini benimkinden ayırmadan soğuk bir şekilde baktı.
“Çabuk iyileşiyorum.”
“Görebiliyorum,” diye mırıldandım.
Elindeki büyük kesiği ve kanın nasıl lavaboya aktığını görmüşüm. Tuz ve pas kokusu beni fena
yapmıştı. Dikilmesi gerekirdi yaranın. O yaranın kabuk bağlamasının günler alması gerekiyordu
ama şu anda aylar sonra olması gereken pembe bir iz vardı elinde.
Ağzının kenarında yarım yamalak bir gülümseme belirdi ve yumruğunu göğsüne vurdu. “Kurt
adamım hatırlıyorsun değil mi?”
Uzun bir süre gözlerini benimkilerden ayırmadı.
“Evet,” dedim en sonunda.
Verdiğim tepkiye kahkaha attı. “Bunu sana söylemiştim. Paul’ün yara izini gördün.”
Onaylamak için başımı salladım. “Bu biraz farklı ama, yaranın nasıl olduğunu bizzat gördüm.”
Lavabonun altındaki dolaptan çamaşır suyunu çıkarmak için eğildim. Beze biraz döktüm ve
yeri temizlemeye başladım. Çamaşır suyunun kokusu kafamda geriye kalan son sersemlik
belirtilerini de alıp götürmüştü.
“İzin ver sileyim,” dedi Jacob.
“Ben hallettim. Havluyu çamaşır makinesine atacaksın değil mi?”
Zeminde çamaşır suyu kokusu dışında hiçbir şeyin kalmadığına emin olunca ayağa kalktım ve
tezgahta durulama işlemlerini yaptığımız kısma da biraz çamaşır suyu döktüm. Sonra da kilerin
yanındaki çamaşır odasına giderek bir kapak da çamaşır makinesinin deterjan kısmına
boşalttım. Jacob ben bunları yaparken beni onaylamayan gözlerle seyrediyordu.
“Obsesif kompulsif olabilir misin?” diye sordu.
Hah. Belki de. Fakat en azından bu defa geçerli bir sebebim vardı. “Kanın etrafta olması
konusunda oldukça hassasız. Eminim bunu anlayabilirsin.”
“Ah,” dedi ve tekrar burnunun üstü kırıştı.
“Neden bunu onun için elimizden geldiğince kolaylaştırmayalım ki? Bu işte zaten yeterince iyi.
“Tabii tabii. Neden olmasın?”
Lavabodaki tıkacı çıkardım ve kirli suyun akıp gitmesine izin verdim.
“Sana bir şey sorabilir miyim Bella?”
Derin bir nefes verdim.
“Nasıl bir şey – yani en iyi arkadaşının kurt adam olması?”
Bu soru beni hazırlıksız yakalamıştı. Bir kahkaha attım
“Bu seni korkutuyor mu?” diye ben cevaplayamadan bastırdı.
“Hayır. Özellikle de kurt adamlar bu kadar nazikken,” dedim. “Bu harika.”
Kocaman gülümsedi, teninin rengine karşıt olarak bembeyaz dişleri ortaya çıkmıştı.
“Teşekkürler, Bella,” dedi ve elimi tutup beni devasa kollarının arasına alıp sarıldı.
Ben karşılık vermeden önce de kollarını çekti ve benden uzaklaştı.
“Iyy,” dedi, burnunun üstü kırışmıştı. “Saçların odandan daha da kötü kokuyor.”
“Üzgünüm,” diye mırıldandım. Aniden Edward’ın gitmeden saçlarıma üfleyip neden güldüğünü
anlamıştım.
“Vampirlerle takılmanın risklerinden biri,” dedi omuz silkerek. “Senin kötü kokmana neden
olurlar. En azından önemsiz bir risk.”
Ona ters bir bakış attım. “Sadece sana kötü kokuyorum Jake.”
Gülümsedi. “Sonra görüşürüz Bella.”
“Gidiyor musun?”
“Gitmemi bekliyor. Dışarda olduğunu duyabiliyorum onun.”
“Ah.”
“Arka kapıdan gideceğim,” dedi ve duraksadı. “Bekle bir saniye – bu gece La Push’a gelmeye
ne dersin ha? Şölen ateşi yakacağız. Emily de orada olacak ve Kim’le de tanışabilirsin... Ve
Quil’in seni görmek istediğini de biliyorum. Hakkındaki her şeyi biliyor olman olman onu deli
etti.”
Gülümsedim. Jacob’ın küçük kız arkadaşının kurt adamlara nazaran bazı konularda bilgili
olmasının Quil’in canını nasıl sıktığını hayal edebiliyordum.Ve sonra iç geçirdim. “Evet, Jake
bunun için söz veremem. Anlarsın ya, her şey biraz karışık...”
“Hadi ama, gerçekten birinin – altımızı birden geçebileceğini mi düşünüyorsun?”
Sorusunun sonunda tuhaf bir şekilde kekeleyerek durmuştu. Acaba o da benim vampir
kelimesinin sesli söylemekte zorlandığım gibi kurt adam derken sorun mu yaşıyordu, merak
etmiştim.
Büyük siyah gözleri mahçup ve yalvaran bir ifadeyle bakıyordu.
“Sorarım,” dedim şüpheyle.
Sesini değiştirerek boğazından tok bir şekilde gelmesini sağladı. “Şimdi de gardiyanın mı oldu?
Kontrol etmek hakkındaki haberi geçen hafta haberlerde TV’de gördüm, kötü davranışlar
sergileyen gençler ve ––”
“Tamam!” diye lafını kestim ve kolunu ittim. “Kurt adam için gitme zamanı!”
Gülümsedi. “Görüşürüz, Bells. İzin istediğine emin ol.”
Ben ona bir şeyler fırlatmadan evvel arka kapıdan hızla çıkıp gitti. Boş odaya bir şeyler
homurdandığım ile kaldım ben de.
O gittikten hemen sonra Edward yavaşça mutfağa doğru süzüldü, yağmur damlacıkları
saçlarının koyu kısımlarında elmas gibi parlıyordu. Gözleri temkinliydi.
“Siz ikiniz kavga mı ettiniz?” diye sordu.
“Edward!” diye haykırdım ve ona doğru fırladım.
“Merhaba.” Güldü ve kollarını bana doladı. “Beni meşgul etmeye mi çalışıyorsun? İşe yarıyor.”
“Hayır, Jacob ile kavga etmedim. Neredeyse. Niye sordun?”
“Sadece onu neden bıçakladığını öğrenmek istemiştim. Buna itiraz ettiğimden değil tabi.”
Çenesiyle tezgahın üzerindeki bıçağı işaret etti.
“Kahretsin! Her şeyi hallettiğimi sanmıştım.”
Ondan ayrıldım ve bıçağı almaya gittim, lavaboya koymadan önce çamaşır suyunu üzerine boca
ettim.
“Onu bıçaklamadım,” açıklamaya çalıştım. “Bıçağın elinde olduğunu unuttu.”
Edward güldü. “Bu hayal ettiğim kadar eğlenceli değil.”
“Kibar ol.”
Cebinden büyük bir zarf çıkardı ve tezgahın üzerine koydu. “Postan gelmişti aldım.”
“İyi haber mi?”
“Öyle sanıyorum.”
Ses tonundan dolayı gözlerimi kuşkuyla kıstım. Anlamaya çalıştım.
Zarfı ikiye katlamıştı. Yavaşça açtım ve içerisindeki kağıtların ağırlığına şaşırarak üzerindeki
gönderen adresini baktım.
“Dartmouth mu? Bu bir şaka mı?”
“Onun bir kabul mektubu olduğuna eminim. Tam olarak benimkinin aynısı.”
“Aman allahım, Edward – Ne yaptın sen?”
“Sadece başvurunu yolladım.”
“Dartmouth’a gidebilecek biri olmayabilirim ama buna inanacak kadar aptal da değilim.”
“Dartmouth görünüşe göre onlara uygun olduğunu düşünüyor.”
Derin bir nefes aldım ve içimden ona kadar saydım. “Bu çok cömertce,” dedim en sonunda.
“Fakat kabul et ya da etme okul ücreti hala bir sorun. Bunu karşılayamam ve senin kendine bir
spor araba alabileceğin kadar parayı sokağa atmana izin verip, sanki gelecek yıl Dartmouth’a
gicekmişim gibi de rol yapamam.”
“Bir spor arabaya daha ihtiyacım yok. Ve sen de hiçbir şey için rol yapmak zorunda değilsin,”
diye mırıldandı. “Üniversiteye bir yıl gitmen seni öldürmez. Belki de bundan hoşlanacaksın.
Sadece bunu düşün, Bella. Charlie ve Renée’nin ne kadar heyecanlanacağını düşün...”
Kadife sesi daha evvel düşünmemek için uğraştığım şeyleri hayal etmeme neden olmuştu. Tabii
ki Charlie övünçten patlardı – Forks’daki kimse onun bu coşkusundan nasibini alırdı. Ve
Renée de benim bu başarımdan dolayı sevinçten kendini kaybederdi – tabi hiç şaşırmadığına
dair yemin ederdi....
Kafamdaki bu düşünceleri uzaklaştırmaya çalıştım. “Edward. Şu an tek endişem gelecek yaz ya
da sonbaharı bir kenara bırak mezuniyete kadar hayatta kalabilmek.
Kollarıyla beni tekrar sardı. “Kimse seni incitmeyecek. Dünyadaki bütün zaman senin.”
İç geçirdim. “Yarın Alaska’ya hesap bilgilerimi yollayacağım. Tek ihtiyacım olan bir gerekçe.
Charlie’nin Noel öncesine kadar ziyaret etmemi beklemeyeceği kadar uzak. Ve tabi o zamana
kadar da başka bahaneler bulacağım. Bilirsin,” Ona isteksizce takıldım, “tüm bu gizlilik ve
kandırma olayı acı veriyor bana.”
Edward’ın yüz ifadesi sertleşmişti. “Kolaylaşacak. Birkaç on yıl sonra tanıdığın herkes ölecek.
Sorun çözülmüş olacak.”
Yerimden sıçramıştım.
“Üzgünüm, bu fazla sertti.”
Gözlerimi büyük beyaz zarfa çevirdim, ama aslında ona bakmıyordum. “Fakat yine de doğru.”
“Eğer bu sorunu çözdüysek, yani uğraştığımız her neyse artık biraz daha beklemeyi lütfen
düşünür müsün?”
“Hayır.”
“Her zaman çok inatçısın.”
“Evet.”
Çamaşır makinesinin gürültüsü geldi ve sonra da tekliyerek ses kesildi.
“İşe yaramaz aptal alet,” diye mırıldandım ondan uzaklaşırken.
Makinenin içine küçük bir havlu atmıştım çünkü boş olduğundan doğru düzgün çalışmıyordu,
ve sonra tekrar çalışmaya başladı.
“Aklıma ne geldi,” dedim. “Alice’e sorar mısın odamı temizledikten sonra eşyalarımı ne
yapmış? Hiçbir yerde bulamıyorum.”
Bana kafası karışmış şekilde baktı. “Alice odanı mı temizledi?”
“Evet, sanırım yaptığı buydu. Beni rehin aldığınde pijamalarımı almaya geldiğinde yastığımı ve
eşylarımı da almış.” Ona ters bir bakış attım. “Etrafta olan her şeyi almış; tişörtümü,
çoraplarımı ve nereye koyduğunu da bulamaıyorum.”
Edward bir süre daha bana kafası karışmış bir şekilde baktı ve sonra aniden kaskatı kesildi.
“Bunların kaybolduğunu ne zaman fark ettin?”
“Uyduruk pijama partisinden geldikten sonra. Neden?”
“Alice’in hiçbir şey aldığını sanmıyorum. Ne kıyafetlerini ne de yastığını. Bu alınan şeyler,
giydiğin... dokunduğun... ve üzerinde uyuduğun şeyler mi?”
“Evet. Ne oldu Edward?”
Yüz ifadesi değişmişti. “Hepsinde senin kokun var.”
“Ah!”
Bir süre birbirimizin gözlerine baktık.
“Benim ziyaretçim,” diye mırıldandım.
“Üzerinde izler olan... kanıtları topluyordu. Seni bulduğunu kanıtlamak için miydi acaba?”
“Neden?” diye fısıldadım.
“Bilmiyorum. Fakat Bella bunu öğreneceğim.”
“Bunu yapacağını biliyorum,” dedim ve başımı onun göğsüne yasladım. Telefonun titrediğini
hissettim.
Telefonunu cebinden çıkardı ve arayan numaraya baktı. “Konuşmak istediğim tek kişi,” diye
mırıldandı ve sonra da telefonu açtı. “Carlisle, ben –” Konuşması yarıda kesildi ve dinlemeye
başladı, söylenenleri dikkatle dinlediğinden yüzünde gergin bir ifade belirmişti. “Bunu kontrol
ederim. Şimdi dinle... ”
Kaybolan eşyaları anlattı ama duyduğum kadarıyla Calisle bizim için pek de endişelenmiyordu.
“Belki de giderim...,” dedi Edward, gözlerini bana çevirdiğinde sesi canlılığını yitirmişti. “Belki
de değil. Emmett’ın yalnız gitmesine izin verme, nasıl hallettiğini biliyorsun. En azından
Alice’in göz kulak olmasını sağla. Bunu daha sonra çözeriz.”
Telefonu kapattı. “Gazete nerede?” diye sordu bana.
“Aaa, emin değilim. Neden?”
“Bir şeye bakmam lazım. Charlie çoktan atmış olabilir mi?”
“Belki de....”
Edward yok oldu.
Yarım saniye içerisinde saçlarında elmasdan damlalarla elinde ıslak bir gazeteyle geri döndü.
Gazeteyi masanın üzerine açtı, ve hızla başlıkları taradı. Sanki bir şeyler arıyormuş gibi üzerine
doğru eğildi, ve bir parmağını en çok ilgisini çeken paragrafın üzerine koydu.
“Carlisle haklı... evet... çok dikkatsizce. Genç ve deli mi? Yoksa bilinçsiz bir öldürme isteği
mi?” diye kendi kendine mırıldandı.
Omzunun üzerinden ben de baktım.
Seattle Times’ın başlığını okudum. “Cinayet Salgını Devam Ediyor – Polisin Elinde Yeni Bir
Kanıt Yok”
Charlie’nin birkaç hafta önce şikayet ettiği hikayeden neredeyse hiçbir farkı yoktu – Seattle’da
olan cinayetler onu ülkenin odak merkezi yapmıştı. Cinayet rakamları diğer büyük şehirdekilere
kıyasla oldukça yüksekti.
“Bu daha da kötüleşiyor,” diye mırıldandım.
Kaşlarını çattı. “Tamamiyle kontrolden çıkmış durumda. Bu sadece bir tane yeni dönüşmüş
vampirin işi olamaz. Neler oluyor böyle? Sanki Volturi’yi hiç duymamış gibiler, ki bu da
muhtemel aslında. Onlara kimse kuralları açıklamamış... onları kim dönüştürmüş o zaman?”
“Volturi mi?” diye tekrarladım ürpertiyle.
“Bu tam olarak onların düzenli şekilde icabına baktıkları şeylerden – bizi ifşa eden
ölümsüzlerden bahsediyorum. Bundan daha birkaç yıl önce Atlanta’da büyük bir temizlik
yapmışlardı ve o bile bunun kadar kötü bir durum değildi. Çok yakında müdahale edeceklerdir,
hem de çok yakında. Tabi biz durumu düzeltecek bir şeyler yapmazsak. Şu anda onların
Seattle’a gelmelerini gerçekten istemem. Bu kadar yakına gelirlerse... seni kontrol etmek için
karar verme ihtimalleri de doğar.”
Tekrar ürperdim. “Ne yapabiliriz?”
“Karar vermeden önce daha fazla şey öğrenmeliyiz. Belki de bu genç vampirlerle konuşup
onlara kuralları açıklarsak her şey barışçıl bir şekilde hallolabilir.” Kaşlarını çattı, sanki bunun
ihtimal dahilinde olduğunu düşünmüyor gibiydi. “Alice neler olduğuna dair bir fikir edinene
kadar bekleyeceğiz... Gerekmedikçe dahil olmamalıyız. Dahası bu bizim sorumluluğumuz da
değil. Fakat Jasper’ın bizim tarafımızda olması iyi,” dedi ve keyifle ekledi. “Eğer yenidoğan
vampirlerle uğraşacaksak onun yardımı işe yarayacaktır.”
“Jasper mı? Neden?”
Edward gizemli bir biçimde gülümsedi. “Jasper genç vampirler konusunda bir tür uzman.”
“Uzman da ne demek oluyor?”
“Ona sormalısın – onun hikayesi bu.”
“Ne karmaşa ama,” diye mırıldandım.”
“Bu şekilde hissettiriyor değil mi? Sanki bugünlerde her şey üstümüze geliyor gibi.” İç çekti.
“Eğer bana aşık olmasaydın hayatının daha kolay olacağını hiç düşünüyor musun?”
“Belki de olurdu. Fakat bu pek de hayat olmazdı.”
“Benim için de,” diye ekledi. “Ve şimdi sanırım,” yüzünde çarpık bir gülümsemeyle devam etti,
“bana sormak istediğin bir şey var mı?”
Boş gözlerle ona baktım. “Var mı?”
“Belki de yoktur.” Gülümsedi. “Sanki bu gece yapılacak bir kurt adam partisine katılmak için
izin isteyecekmişsin gibi bir izlenime kapıldım.”
“Gene mi kulak misafiri oldun?”
Gülümsedi. “Sadece birazcık, o da sonlara doğru.”
“Pekala, sana soracak falan değildim. Yeterince sorunun olduğunu fark ettim.”
Elini çenemin altına koydu ve yüzümü kavradı bu sayede gözlerimdeki ifadeyi kaçırmayacaktı.
“Gitmek ister misin?”
“Çok da önemli değil. Boş ver.”
“İzin istemek zorunda değilsin Bella. Ben senin baban değilim – bunun için de şükrediyorum
zaten. Belki de Charlie’ye sormalısın.”
“Fakar Charlie’nin evet diyeceğini biliyorsun.”
“Doğru, pek çok insana nazaran onun ne cavap verebileceğini birazcık tahmin edebiliyorum.”
Ne planladığını anlamaya çalışarak gözümü ona diktim. Bir yandan da La Push’a ne kadar çok
gitmek istediğimi fark ettim, öylece hayır diyemezdim buna. Etrafta bu kadar ürkütücü ve
açıklanamaz olay olurken bir grup aptal kurt – çocukla takılmak saçmalıktı. Tabii ki gitmek
istememin asıl sebebi de buydu. Ölüm tehditlerinden birkaç saatliğine de olsa uzaklaşmak
istiyordum... daha az yetişkin olup, Jacob’la gülen pervasız Bella olacaktım, bir süre de olsa.
“Bella,” dedi Edward. “Sana kararlarına güveneceğimi ve mantıklı davranacağımı söylemiştim.
Öyleyim de. Eğer kurt adamlara güveniyorsan, öyleyse ben de endişelenmeyeceğim.”
“Vay,” dedim, tıpkı dün geceki gibi.
“Ve Jacob haklı – sadece bu konuda – bir sürü dolusu kurt adam seni bir geceliğine de olsa
korumak için yeterli olacaktır.”
“Emin misin?”
“Tabii ki. Sadece... ”
Kendimi hazırladım.
“Umarım birkaç tedbir almamın sakıncası yoktur? Sana sınıra kadar eşlik edeceğim. Ve cep
telefonunu yanına alacaksın, böylece seni ne zaman alacağım öğreneceğim?”
“Bunlar kulağa oldukça... mantıklı geliyor.”
“Mükemmel.”
Bana gülümsedi, ve onun mücevher gibi gözlerinde hiçbir endişenin olmadığını gördüm.
La Push’da partiye gidecek olmama Charlie’nin titiraz etmemesi hiç şaşırtıcı değildi. Haberi
Jacob’a verdiğimde sevincini bastırma gereği duymadan haykırdı ve Edward’ın güvenlik
isteklerini de koşulsuz kabul etmekte oldukça hesvesliydi. Bizimle saat altıda iki bölgenin
ortasında buluşacağına söz verdi.
Bir süre kendimle mücadele ettikten sonra motorsikletimi satmamaya karar vermiştim. Onu ait
olduğu yere La Push’a geri götürecektim ve ona artık ihtiyacım olmayacaktı... o yüzden
Jacob’a bundan kar sağlaması için ısrar edecektim. Onu satabilirdi ya da bir arkadaşına
verebilirdi. Bu kesinlikle umrumda olmazdı.
Bu akşam motorun Jacob’ın garajına dönmesi için iyi bir fırsat gibi görünüyordu. Son
zamanlarda her şey çok hüzünlü geliyordu, her gün sanki son bir şans gibi geliyordu. Hiç bir işi
erteleyecek boş zamanım yoktu, ne kadar önemsiz olduğunun da bir önemi yoktu.
Ne yapmak istediğimi Edward’a açıkladığımda sadece başını salladı ama bir an gözlerinde
endişe gördüm. Beni bir motorsikletin üzerinde görme fikri onu Charlie’den daha fazla mutsuz
ettiğini biliyordum.
Onu evlerine kadar takip ettim, motorsikletimi garajlarında bırakmıştım. Kamyonetimden inene
kadar endişesinin tamamen benimle ilgili olmayabileceğini fark etmemiştim.
Benim motorum yanındaki aracın gölgesinde duruyordu. Öteki araca motorsiklet demek çok
da doğru sayılmazdı çünkü benim eski motorumla aynı aileye aitmiş gibi pek görünmüyorlardı.
Kocaman, parlak ve gümüş rengindeydi, ve hareketsiz olmasına rağmen çok hızlı
görünüyordu.
“Bu da ne?”
“Hiç,” diye mırıldandı Edward.
“Bana pek de hiç gibi görünmedi.”
Edward’ın yüz ifadesi kayıtsızdı; kontrolünü kaybetmemekte inat etmiş gibiydi. “Şey, aslında
arkadaşını affedeceğini ya da onun seni affedeceğini bilmiyordum, bu yüzden belki yine de
motoruna binmek isteyeceğini düşündüm. Ve oldukça da eğlenceli görünüyordu. Düşündüm
de istersen seninle sürebilirim.” Omuz silkti.
Bu harika makinaya gözlerimi ayırmadan bakıyordum. Onun yanında benimki sanki üç
tekerlekli bisiklet gibi kalmıştı. Bu benzetmeden dolayı bir üzüntü dalgası içime yayıldı ve
Edward’a dönüp baktım.
“Sana yetişmemin imkanı yok,” diye mırıldandım.
Edward elini çenemin altına yerleştirdi ve yüzümü avcunun arasına aldı, gözlerimin içine
bakıyordu. Bir parmağının ağzımın kenarına koyup yukarı doğru kaldırdı.
“Senin hızına uyacağım, Bella.”
“Bu senin için eğlenceli olmaz ama.”
“Beraber olduğumuz sürece tabii ki olur.”
Dudağımı ısırdım ve bir anlığına bunu hayal ettim. “Edward eğer çok hızlı gittiğimi ya da
kontrolümü kaybettiğimi düşünseydin ne yapardın?”
Tereddüt etmişti, doğru cevabı bulmaya çalışıyor gibiydi. Gerçeği biliyordum; ben çarpmadan
önce beni kurtarmak için bir yol bulurdu.
Sonra gülümsedi. Kıstığı gözlerindeki korumacı tavır haricinde oldukça rahat görünüyordu.
“Bu Jacob ile yaptığın bir şey. Bunu şimdi anlıyorum.”
“Bu şeyle ilgili, ben asla onu yavaşlatmam, anlarsın ya. Denerim, sanırım...”
Gümüşi renkteki motorsiklete şüpheyle baktım.
“Bunun için endişelenme,” dedi Edward ve sonra yumuşak bir şekilde güldü. “Jasper’ın
imrendiğini gördüm. Belki de yeni bir seyahat türü keşfetmesinin zamanı geldi. Zaten Alice de
kendi Porsche’una sahip.”
“Edward, ben –“
Sözümü beni öperek kesti. “Endişelenme,” dedi. “Ama benim için bir şey yapar mısın?”
“Ne istersen,” dedim hemen.
Elini yüzümden çekti ve büyük motorsikletin ucuna doğru uzandı ve gizli bölmesinden bir şey
çıkardı.
Elinde siyah ve şekilsiz bir nesneyle, kırmızı ve ne olduğu gayet belli olan başka bir şey daha
vardı.
“Lütfen?” diye rica etti, bütün direnişimi kıran çarpık gülümseyişi yüzünde belirmişti.
Kırmızı kaskı aldım ve elimde tarttım. “Aptal gibi görüneceğim.”
“Hayır akıllı görüneceksin. Kendini koruyacak kadar akıllı.” O her neyse artık, siyah şeyi de
kolunun üzerine koydu ve sonra da yüzümü ellerinin arasına aldı.”Ellerimin arasında o olmadan
yaşayamayamam. Ona iyi bak.”
“Tamam, oldu. Diğer şey ne?” Kuşkuyla sordum.
Güldü ve bir şekilde üzerinde koruyucu bantlar bulunan ceket gibi bir şeyi elinde salladı.
“Bu bir sürüş ceketi. Yolların tekinsiz olduğunu duydum.”
Benim için uzattı. Uflayarak saçlarımı topladım ve kaskı kafama geçirdim. Sonra da kolumu
ceketin koluna sokarak giydim. Fermuarımı çekti, ağzının kenarında bir seğirme oldu ve bir
adım geri gitti.
Kocaman olduğumu hissetmiştim.
“Dürüst ol, ne kadar korkunç görünüyor?”
Bir adım daha geriye gitti ve dudaklarını büktü.
“O kadar kötü, ha?” Dedim yavaşça.
“Hayır, hayır, Bella. Aslında... ” görünüşe göre doğru kelimeyi bulmak için uğraşıyordu.
“Sen... seksi görünüyorsun.”
Kahkaha attım. “Elbette.”
“Oldukça seksi, gerçekten.”
“Böyle söylüyorsun çünkü bunu giymemi istiyorsun,” dedim. “Ama sorun değil. Haklısın, bu
akıllıca.”
Bana sarıldı ve beni göğsüne doğru çekti. “Gülünçsün. Sanırım çekiciliğinin bir yanını da bu
oluşturuyor. Ayrıca kabul etmeliyim bu kask biraz sorun olacak.”
Ve sonra da kaskı kafamdan çıkardı böylece beni kolayca öpebilecekti.
Edward beni La Push’a bir süre sonra götürürken bu durum bana tuhaf biçimde tanıdık
gelmişti. Bir an bu dejavu duygusunun kaynağını bulmam çok kısa sürdü.
“Bu bana neyi anımsattı biliyor musun?” diye sordum. “Tıpkı Renée’nin beni yaz tatilleri için
Charlie’ye getirmesine benziyor. Kendimi yedi yaşında gibi hissediyorum.”
Edward kahkahalarla güldü.
Bunu sesli olarak söylemedim ama iki olay arasındaki en büyk fark Charlie ve Renée’nin
şartlarının daha iyi olmasıydı.
La Push’a giden yolun yarısında, köşeyi dönmüştük ki onun kırmızı Wolkswagen’ine yaslanmış
halde beklediğini gördük, kendisini kavgadan uzak tutmak istermiş gibi bir hali vardı. Ön
koltuktan ona el salladığımda, her türlü duygudan uzak tutmaya çalıştığı yüzünde bir
gülümseme belirdi.
Edward Volvo’sunu ondan uzağa park etti.
“Eve gitmek için hazır olduğun zaman ara beni,” dedi. “Ben de hemen geleyim.”
“Geç kalmayacağım,” diye söz verdim.
Edward motorumu ve eşyalarımı bagajından çıkardı – hepsinin oraya sığmış olmasına çok
şaşırmıştım. Fakat bu kocaman kamyonetin yanında böyle güçlü olunca motoru oraya
sığdırmasına çok da şaşırmamak gerekiyordu.
Jacob hareketsizce izledi, gülümsemesi çoktan yok olmuştu ve karanlık gözleriyle anlaşılmaz
bir şekilde bakıyordu.
Kaskımı kolumun altına aldım ve ceketi de koltuğun üzerine fırlattım.
“Hepsini taşıyabilecek misin?” diye sordu Edward.
“Sorun olmaz,” diye güvence verdim.
İç geçirdi ve bana doğru eğildi. Resmi bir öpücük için yüzümü ona doğru kaldırdım ama
Edward beni şaşırtarak garajdaki gibi sıkıca sarıldı ve tutkuyla öptü – uzun süre soluksuz
kalmıştım.
Edward bir şeye sessizce güldü ve sonra da gitmeme izin verdi.
“Güle güle,” dedi. “Gerçekten ceketten hoşlandım.”
Ona arkamı dönmüş uzaklaştığımda gözlerinde tuhaf bir şeyler gördüm. Bunun ne olduğunu
tam olarak tanımlayamazdım. Endişeydi belki de. Bir an bunun panik olduğunu sandım. Ama
muhtemelen her zaman olduğu üzere yanlış tahminlerimden biriydi.
Görünmez vampir – kurt adam sınırına doğru Jacon ile buluşmak üzere motorumu iterek
giderken gözlerinin üzerimde olduğunu hissettim.
“O da ne öyle?” dedi Jacob, sesi temkinliydi ve motora esrarengiz bir ifadeyle bakıyordu.
“Bunu ait olduğu yere getirmemin daha doğru olduğunu düşündüm,” dedim.
Bir an bunu kafasında evirip çevirdi sonra da yüzüne bir gülümseme yayıldı.
Kurt adamların kısmına geçtiğimi anlamıştım çünkü ona ulaşmama üç adım kala Jacob
yaslandığı arabadan önüme doğru sıçrayıp motoru elimden almış ve destek pedalını indirerek
dengede durmasını sağlamış. Sonra da sımsıkı şekilde bana sarılmıştı.
Volvo’nun motorunun çalıştığını duydum ve elinden kurtulmak için mücadele ettim.
“Kes şunu Jake!” diye nefesim yettiğince haykırdım.
Güldü ve beni serbest bıraktı. El sallamak için döndüysem de gümüş rengi araba çoktan köşeyi
dönmüş gözden uzaklaşmıştı bile.
“Bu harika,” dedim buz gibi bir şekilde.
Yalandan bir masum ifade gözlerinde belirdi. “Ne?”
“Bu konuda oldukça anlayışlı davranıyor, şansını zorlamana gerek yok.”
Tekrar güldü, bu sefer öncekinden daha da coşkuluydu – söylediklerimi oldukça eğlenceli
bulmuştu. Rabbit’in etrafında dolanıp kapıyı benim için tutarken ben de espiriyi anlamaya
çalışıyordum.
“Bella,” dedi en sonunda – hala gülüyordu – kapıyı arkamdan kapattı, “sahip olmadığın şeyi
zorlayamazsın.”
tavırları geçmişte bırakamaz mıydık?
“Ona karşı bir düşmanlık hissettiğimden falan değil, Bella, sadece işleri ikimiz için de
kolaylaştırıyorum,” demişti Edward kapıda. “Çok uzağa gitmeyeceğim. Güvende olacaksın.”
“Ben bunun için endişelenmiyorum zaten.”
Bana gülümsedi, sonra da gözlerine şeytani bir ifade belirdi. Beni yanına çekti ve yüzünü
saçlarımın arasına gömdü. Soludukça soğuk nefesinin saçlarımın her bir teline işlediğini
hissedebiliyordum; boğazım heyecandan kurumuştu.
“Geri döneceğim,” dedi ve sonra da bir şaka yapmışçasına güldü.
“Komik olan ne?”
Fakat Edward sadece gülümsedi ve cevap vermeden ağaçların arasına daldı.
Kendi kendime söylenerek mutfağı temizlemeye gittim. Lavaboyu suyla doldurmuştum ki kapı
çaldı. Jacob’ın arabasız bu kadar hızlı gelmesine alışmak bir hayli zordı. Tabii görünüşe göre
herkes benden hızlıydı...
“İçeri gel Jake!” diye bağardım.
Tabakları köpüklü suyun içerisine koymaya yoğunlaşmıştım ve Jacob’ın bu günlerde hayalet
gibi hareket ettiğini unutmuştum. Bu yüzden sesini arkamda duyduğumda havaya sıçradım.
“Kapıyı gerçekten böyle kilitlemeden mi bırakıyorsun? Ah, çok afedersin.”
Beni korkuttuğunda neredeyse bulaşık suyunun içine düşüyordum.
“Kimsenin kilitli kapıdan dolayı niyetinden vazgeçeceğini hiç sanmıyorum,” dedim, bir yandan
ıslanmış olan tişörtümü havluyla kuruluyordum.
“Haklısın,” diye kabul etti.
Ona dönüp baktım, ve baştan aşağıya süzdüm. “Gerçekten bir şeyler giymen imkansız mı
Jacob?” diye sordum. Bir kez daha Jacob’ın üst kısmı çıplaktı, üzerinde sadece kot pantolonu
vardı. İçten içe böyle gezinmesinin tek nedeninin yeni kaslarıyla gurur duyduğundan örtünmek
istememesi mi diye düşünüyordum. Kabul etmek zorundaydım, gerçekten inanılmazlardı – ama
asla onun kendini beğenmiş biri olduğunu düşünmemiştim. “Yani biliyorum bir daha asla
üşümeyeceksin ama gene de bir şeyler giyebilirsin.”
Gözünün önüne düşen ıslak saçını eliyle geriye doğru yatırdı.
“Bu daha kolay oluyor,” diye açıkladı.
“Kolay olan ne?”
Küçümsercesine gülümsedi. “Tüm kıyafetlerimi yanıma almak yerine daha az eşya taşımak.
Diğer türlü sanki bir yük katırı gibi görünmez miyim?”
Kaşlarımı çattım. “Neden bahsediyorsun Jacob?”
Yüzünde kibirli bir ifade belirdi, sanki çok mühim bir detayı gözden kaçırıyordum. “Ben
değiştiğim zaman kıyafetlerim birdenbire ortadan yok olmuyor – koşarken onları da yanıma
almak zorundayım. Tabi benim için çok hafif oluyorlar.”
Rengim değişmişti. “Sanırım bunu akıl edemedim,” diye mırıldandım.
Güldü ve baldırına üç defa dolanmış olan deri siyah ipi gösterdi Daha evvel ayaklarının çıplak
olduğunu da fark etmemiştim. “Bu nasıl giyindiğimin çok ötesinde – bir kot pantolonu ağızda
taşımak gerçekten berbat.”
Ne söyleyeceğimi bilemedim.
Gülümsedi. “Yarı çıplak olmam seni rahatsız ediyor mu?”
“Hayır.”
Jacob tekrar güldü ve tabaklarla ilgilenmek için ona sırtımı döndüm. Kızarmamın nedeninin
sorduğu sorudan değil de aptallığımdan olduğunu anlamış olmasını umuyordum.
“Sanırım işe koyulmalıyım.” İç geçirdi. “Onun tarafından kaytarmakla suçlanmak
istemiyorum.”
“Jacon bu senin işin değ – ”
Elini kaldırıp sözümü kesti. “Burada gönüllü olarak bulunuyorum. Şimdi davetsiz misafirin
kokusunun en çok bulunduğu yer neresi?”
“Yatak odam sanırım.”
Gözlerini kıstı. Edward kadar bundan rahatsız olmuştu.
“Bir dakika içerisinde gelirim.”
Elimdeki tabağı tek düze bir şekilde ovalamaya devam ettim. Mutfaktaki tek ses elimdeki
plastik fırçanın kıllarının porselene değerken çıkardığı sesti. Yukardan gelen sesleri duymaya
çalıştım; ne döşeme gıcırdadı ne de kapının açıldığını duydum. Tek ses yoktu. Elimdeki tabağı
olması gerekenden daha uzun süredir yıkadığımı fark ettim ve ilgimi yaptığım işe vermeye
çalıştım.
“Öf!” dedi Jacob, tam arkamda duruyordu ve beni gene korkutmuştu.
“Ah, Jake, kes şunu!”
“Üzgünüm. Tamamdır – ” Jacob havluyu aldı ve etrafa döktüğüm bulaşık suyunu temizledi.
“Sana yardım edeceğim. Sen yıka, ben durular ve kurularım.”
“Pekala.” Ona bir tabak verdim.
“Koku yeterince yaygındı. Bu arada odan leş gibi kokuyor.”
“Hava temizliyicilerinden alacağım.”
Güldü.
Yıkamaya devam ettim ve o da sokulgan bir sessizlikle bir süre kuruladı.
“Bir şey sorabilir miyim?”
Ona bir tabak daha uzattım. “Bu ne soracağına bağlı.”
“Pisliğin teki gibi davranmaya çalışmıyorum ama – gerçekten merak ediyorum,” diye
inanadırmaya çalıştı Jacob.
“Tamam. Sor hadi.”
Bir saniye durdu. “Nasıl bir şey – yani bir vampirin erkek arkadaşın olması?”
Gözlerimi devirdim. “Bu harika.”
“Ciddiyim. Yani seni hiç rahatsız etmiyor mu – asla korkutmuyor mu?”
“Asla.”
Sessizce elimdeki kaseyi aldı. Gizlice yüzüne baktım – kaşlarını çatmıştı ve alt dudağını
sarkıtmıştı.
“Başka?” diye sordum.
Tekrar burnu kırışmıştı. “Şey... aslında merak ediyordum... bilirsin işte... onunla öpüştün mü?”
Güldüm. “Evet.”
Ürperdi. “Iyy.”
“Başkası olsa öpüşmekten çok daha fazlasını yapardı,” diye mırıldandım.
Sivri dişleri seni endişelendirmedi mi?”
Koluna bir tane vurdum, ve üzerine bulaşık suyunu sıçrattım. “Kes sesini, Jacob! Biliyorsun
onun sivri dişleri falan yok!”
“Bu neredeyse acıtıyordu,” diye mırıldandı.
Dişlerimi gıcırdattım ve et bıçağını olması gerekenden daha da hızlı bir şekilde fırçaladım.
Ona bıçağı uzattığımda “Bir tane daha sorabilir miyim?” dedi yumuşak bir şekilde. “Sadece
meraktan gene.”
“Tabii,” dedim hemen.
Bıçağı suyun altında eliyle defalarca çevirdi. Konuşmaya başladığında fısıltı halinde
konuşuyordu.
“Birkaç hafta demiştin... Tam olarak ne zaman... ?” cümlesini bitirememişti.
“Mezuniyette,” aynı şekilde fısıldayarak cevap vermiştim, yüzüne dikkatlice baktım. Gene
patlayacak mıydı acaba?
“Çok yakınmış,” dedi nefesini vererek, gözlerini kapatmıştı. Bu bir cevap değildi, daha çok
matem gibiydi. Kollarındaki kaslar gerildi ve omuzları sertleşti.
“Ahh!” diye bağırdı; oda o kadar sessizdi ki onun acıyla bağırmasıyla havaya sıçradım.
Sağ eli bıçağı sıkıca kavramıştı – elini açtığında bıçak gürültüyle tezgaha düştü. Avuç içinde
uzun ve derin bir kesik vardı. Kan parmaklarından aşağıya süzülüp yere damlıyordu.
“Kahretsin!Ahh!” diye bağırdı.
Başım dönmeye başladı ve midem alt üst oldu. Bir elimle tezgahın kenarından tutundum ve
ağzımdan derin bir nefes aldım. Kendimi toplamaya çalışıyordum yoksa onunla ilgilenemezdim.
“Ah, hayır Jacob! Lanet Olsun! Al şunu çevresine sar!” Kurulama havlusunu ona uzattım.
Omuz silkti.
“Önemli değil Bella, endişelenme.
Oda yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı benim için.
Derin bir nefes aldım. “Endişelen miyim mi? Elinde açık bir yara var!”
Ona uzattığım havluyu görmezlikten geldi. Elini akan suyun altına tuttu. Su kırmızıya
dönmüştü. Başım fırıl dırıl dönüyordu.
“Bella,” dedi.
Gözlerimi yaradan uzaklaştırıp ona baktım. Kaşlarını çatmıştı ama ifadesinde bir tatlılık vardı.
“Ne?”
“Bayılacak gibi görünüyorsun ve dudaklarını kemiriyorsun. Kes şunu. Rahatla ve derin bir
nefes al. İyiyim ben.”
Ağzımdan derin bir nefes aldım ve dişlerimi dudaklarımdan çektim. “Cesur davranmana gerek
yok.”
Gözlerini devirdi.
“Hadi gidelim.Seni Acil Servise götüreceğim.” Arabayı kullanabileceğimden oldukça emindim.
Duvarlar artık üzerime gelmiyordu, en azından.
“Gerek yok.” Jake suyu kapadı ve uzattığım havluyu aldı. Elinin çevresine sardı.
“Bekle,” diye itiraz ettim. “İzin ver de bakayım şuna.” Tezgahı daha da sıkıca tutuyordum,
yarayı görüp tekrar serseme döndüğümde destek almayı ummuştum.
“Bana asla anlatmadığın bir doktorluk geçmişin falan mı var?”
“Hastaneye götürmenin gerekli olup olmadığına karar vermem için bana bir şans ver.”
Yüzüne sahte bir korku ifadesi yerleştirdi. “Lütfen gerekli olmasın!”
“Eğer görmeme izin vermiyorsan gerekli olduğu kesindir”
Derin bir nefes aldı, ve hızla geri verdi. “Tamam.”
Ben uzandığım sırada elindeki havluyu açtı ve elini benimkinin üzerine koydu.
Bir kaç saniye tuttum. Kesiğin elinin iç tarafında olduğunu bildiğimden elini çevirdim. Fakat
elini çevirmemle şaşırmam bir oldu, yaranın olduğu belli belirsiz hafif bir yarık kalmıştı.
“Fakat... sen çok fazla... kanıyordun.”
Elini geri çekti, gözlerini benimkinden ayırmadan soğuk bir şekilde baktı.
“Çabuk iyileşiyorum.”
“Görebiliyorum,” diye mırıldandım.
Elindeki büyük kesiği ve kanın nasıl lavaboya aktığını görmüşüm. Tuz ve pas kokusu beni fena
yapmıştı. Dikilmesi gerekirdi yaranın. O yaranın kabuk bağlamasının günler alması gerekiyordu
ama şu anda aylar sonra olması gereken pembe bir iz vardı elinde.
Ağzının kenarında yarım yamalak bir gülümseme belirdi ve yumruğunu göğsüne vurdu. “Kurt
adamım hatırlıyorsun değil mi?”
Uzun bir süre gözlerini benimkilerden ayırmadı.
“Evet,” dedim en sonunda.
Verdiğim tepkiye kahkaha attı. “Bunu sana söylemiştim. Paul’ün yara izini gördün.”
Onaylamak için başımı salladım. “Bu biraz farklı ama, yaranın nasıl olduğunu bizzat gördüm.”
Lavabonun altındaki dolaptan çamaşır suyunu çıkarmak için eğildim. Beze biraz döktüm ve
yeri temizlemeye başladım. Çamaşır suyunun kokusu kafamda geriye kalan son sersemlik
belirtilerini de alıp götürmüştü.
“İzin ver sileyim,” dedi Jacob.
“Ben hallettim. Havluyu çamaşır makinesine atacaksın değil mi?”
Zeminde çamaşır suyu kokusu dışında hiçbir şeyin kalmadığına emin olunca ayağa kalktım ve
tezgahta durulama işlemlerini yaptığımız kısma da biraz çamaşır suyu döktüm. Sonra da kilerin
yanındaki çamaşır odasına giderek bir kapak da çamaşır makinesinin deterjan kısmına
boşalttım. Jacob ben bunları yaparken beni onaylamayan gözlerle seyrediyordu.
“Obsesif kompulsif olabilir misin?” diye sordu.
Hah. Belki de. Fakat en azından bu defa geçerli bir sebebim vardı. “Kanın etrafta olması
konusunda oldukça hassasız. Eminim bunu anlayabilirsin.”
“Ah,” dedi ve tekrar burnunun üstü kırıştı.
“Neden bunu onun için elimizden geldiğince kolaylaştırmayalım ki? Bu işte zaten yeterince iyi.
“Tabii tabii. Neden olmasın?”
Lavabodaki tıkacı çıkardım ve kirli suyun akıp gitmesine izin verdim.
“Sana bir şey sorabilir miyim Bella?”
Derin bir nefes verdim.
“Nasıl bir şey – yani en iyi arkadaşının kurt adam olması?”
Bu soru beni hazırlıksız yakalamıştı. Bir kahkaha attım
“Bu seni korkutuyor mu?” diye ben cevaplayamadan bastırdı.
“Hayır. Özellikle de kurt adamlar bu kadar nazikken,” dedim. “Bu harika.”
Kocaman gülümsedi, teninin rengine karşıt olarak bembeyaz dişleri ortaya çıkmıştı.
“Teşekkürler, Bella,” dedi ve elimi tutup beni devasa kollarının arasına alıp sarıldı.
Ben karşılık vermeden önce de kollarını çekti ve benden uzaklaştı.
“Iyy,” dedi, burnunun üstü kırışmıştı. “Saçların odandan daha da kötü kokuyor.”
“Üzgünüm,” diye mırıldandım. Aniden Edward’ın gitmeden saçlarıma üfleyip neden güldüğünü
anlamıştım.
“Vampirlerle takılmanın risklerinden biri,” dedi omuz silkerek. “Senin kötü kokmana neden
olurlar. En azından önemsiz bir risk.”
Ona ters bir bakış attım. “Sadece sana kötü kokuyorum Jake.”
Gülümsedi. “Sonra görüşürüz Bella.”
“Gidiyor musun?”
“Gitmemi bekliyor. Dışarda olduğunu duyabiliyorum onun.”
“Ah.”
“Arka kapıdan gideceğim,” dedi ve duraksadı. “Bekle bir saniye – bu gece La Push’a gelmeye
ne dersin ha? Şölen ateşi yakacağız. Emily de orada olacak ve Kim’le de tanışabilirsin... Ve
Quil’in seni görmek istediğini de biliyorum. Hakkındaki her şeyi biliyor olman olman onu deli
etti.”
Gülümsedim. Jacob’ın küçük kız arkadaşının kurt adamlara nazaran bazı konularda bilgili
olmasının Quil’in canını nasıl sıktığını hayal edebiliyordum.Ve sonra iç geçirdim. “Evet, Jake
bunun için söz veremem. Anlarsın ya, her şey biraz karışık...”
“Hadi ama, gerçekten birinin – altımızı birden geçebileceğini mi düşünüyorsun?”
Sorusunun sonunda tuhaf bir şekilde kekeleyerek durmuştu. Acaba o da benim vampir
kelimesinin sesli söylemekte zorlandığım gibi kurt adam derken sorun mu yaşıyordu, merak
etmiştim.
Büyük siyah gözleri mahçup ve yalvaran bir ifadeyle bakıyordu.
“Sorarım,” dedim şüpheyle.
Sesini değiştirerek boğazından tok bir şekilde gelmesini sağladı. “Şimdi de gardiyanın mı oldu?
Kontrol etmek hakkındaki haberi geçen hafta haberlerde TV’de gördüm, kötü davranışlar
sergileyen gençler ve ––”
“Tamam!” diye lafını kestim ve kolunu ittim. “Kurt adam için gitme zamanı!”
Gülümsedi. “Görüşürüz, Bells. İzin istediğine emin ol.”
Ben ona bir şeyler fırlatmadan evvel arka kapıdan hızla çıkıp gitti. Boş odaya bir şeyler
homurdandığım ile kaldım ben de.
O gittikten hemen sonra Edward yavaşça mutfağa doğru süzüldü, yağmur damlacıkları
saçlarının koyu kısımlarında elmas gibi parlıyordu. Gözleri temkinliydi.
“Siz ikiniz kavga mı ettiniz?” diye sordu.
“Edward!” diye haykırdım ve ona doğru fırladım.
“Merhaba.” Güldü ve kollarını bana doladı. “Beni meşgul etmeye mi çalışıyorsun? İşe yarıyor.”
“Hayır, Jacob ile kavga etmedim. Neredeyse. Niye sordun?”
“Sadece onu neden bıçakladığını öğrenmek istemiştim. Buna itiraz ettiğimden değil tabi.”
Çenesiyle tezgahın üzerindeki bıçağı işaret etti.
“Kahretsin! Her şeyi hallettiğimi sanmıştım.”
Ondan ayrıldım ve bıçağı almaya gittim, lavaboya koymadan önce çamaşır suyunu üzerine boca
ettim.
“Onu bıçaklamadım,” açıklamaya çalıştım. “Bıçağın elinde olduğunu unuttu.”
Edward güldü. “Bu hayal ettiğim kadar eğlenceli değil.”
“Kibar ol.”
Cebinden büyük bir zarf çıkardı ve tezgahın üzerine koydu. “Postan gelmişti aldım.”
“İyi haber mi?”
“Öyle sanıyorum.”
Ses tonundan dolayı gözlerimi kuşkuyla kıstım. Anlamaya çalıştım.
Zarfı ikiye katlamıştı. Yavaşça açtım ve içerisindeki kağıtların ağırlığına şaşırarak üzerindeki
gönderen adresini baktım.
“Dartmouth mu? Bu bir şaka mı?”
“Onun bir kabul mektubu olduğuna eminim. Tam olarak benimkinin aynısı.”
“Aman allahım, Edward – Ne yaptın sen?”
“Sadece başvurunu yolladım.”
“Dartmouth’a gidebilecek biri olmayabilirim ama buna inanacak kadar aptal da değilim.”
“Dartmouth görünüşe göre onlara uygun olduğunu düşünüyor.”
Derin bir nefes aldım ve içimden ona kadar saydım. “Bu çok cömertce,” dedim en sonunda.
“Fakat kabul et ya da etme okul ücreti hala bir sorun. Bunu karşılayamam ve senin kendine bir
spor araba alabileceğin kadar parayı sokağa atmana izin verip, sanki gelecek yıl Dartmouth’a
gicekmişim gibi de rol yapamam.”
“Bir spor arabaya daha ihtiyacım yok. Ve sen de hiçbir şey için rol yapmak zorunda değilsin,”
diye mırıldandı. “Üniversiteye bir yıl gitmen seni öldürmez. Belki de bundan hoşlanacaksın.
Sadece bunu düşün, Bella. Charlie ve Renée’nin ne kadar heyecanlanacağını düşün...”
Kadife sesi daha evvel düşünmemek için uğraştığım şeyleri hayal etmeme neden olmuştu. Tabii
ki Charlie övünçten patlardı – Forks’daki kimse onun bu coşkusundan nasibini alırdı. Ve
Renée de benim bu başarımdan dolayı sevinçten kendini kaybederdi – tabi hiç şaşırmadığına
dair yemin ederdi....
Kafamdaki bu düşünceleri uzaklaştırmaya çalıştım. “Edward. Şu an tek endişem gelecek yaz ya
da sonbaharı bir kenara bırak mezuniyete kadar hayatta kalabilmek.
Kollarıyla beni tekrar sardı. “Kimse seni incitmeyecek. Dünyadaki bütün zaman senin.”
İç geçirdim. “Yarın Alaska’ya hesap bilgilerimi yollayacağım. Tek ihtiyacım olan bir gerekçe.
Charlie’nin Noel öncesine kadar ziyaret etmemi beklemeyeceği kadar uzak. Ve tabi o zamana
kadar da başka bahaneler bulacağım. Bilirsin,” Ona isteksizce takıldım, “tüm bu gizlilik ve
kandırma olayı acı veriyor bana.”
Edward’ın yüz ifadesi sertleşmişti. “Kolaylaşacak. Birkaç on yıl sonra tanıdığın herkes ölecek.
Sorun çözülmüş olacak.”
Yerimden sıçramıştım.
“Üzgünüm, bu fazla sertti.”
Gözlerimi büyük beyaz zarfa çevirdim, ama aslında ona bakmıyordum. “Fakat yine de doğru.”
“Eğer bu sorunu çözdüysek, yani uğraştığımız her neyse artık biraz daha beklemeyi lütfen
düşünür müsün?”
“Hayır.”
“Her zaman çok inatçısın.”
“Evet.”
Çamaşır makinesinin gürültüsü geldi ve sonra da tekliyerek ses kesildi.
“İşe yaramaz aptal alet,” diye mırıldandım ondan uzaklaşırken.
Makinenin içine küçük bir havlu atmıştım çünkü boş olduğundan doğru düzgün çalışmıyordu,
ve sonra tekrar çalışmaya başladı.
“Aklıma ne geldi,” dedim. “Alice’e sorar mısın odamı temizledikten sonra eşyalarımı ne
yapmış? Hiçbir yerde bulamıyorum.”
Bana kafası karışmış şekilde baktı. “Alice odanı mı temizledi?”
“Evet, sanırım yaptığı buydu. Beni rehin aldığınde pijamalarımı almaya geldiğinde yastığımı ve
eşylarımı da almış.” Ona ters bir bakış attım. “Etrafta olan her şeyi almış; tişörtümü,
çoraplarımı ve nereye koyduğunu da bulamaıyorum.”
Edward bir süre daha bana kafası karışmış bir şekilde baktı ve sonra aniden kaskatı kesildi.
“Bunların kaybolduğunu ne zaman fark ettin?”
“Uyduruk pijama partisinden geldikten sonra. Neden?”
“Alice’in hiçbir şey aldığını sanmıyorum. Ne kıyafetlerini ne de yastığını. Bu alınan şeyler,
giydiğin... dokunduğun... ve üzerinde uyuduğun şeyler mi?”
“Evet. Ne oldu Edward?”
Yüz ifadesi değişmişti. “Hepsinde senin kokun var.”
“Ah!”
Bir süre birbirimizin gözlerine baktık.
“Benim ziyaretçim,” diye mırıldandım.
“Üzerinde izler olan... kanıtları topluyordu. Seni bulduğunu kanıtlamak için miydi acaba?”
“Neden?” diye fısıldadım.
“Bilmiyorum. Fakat Bella bunu öğreneceğim.”
“Bunu yapacağını biliyorum,” dedim ve başımı onun göğsüne yasladım. Telefonun titrediğini
hissettim.
Telefonunu cebinden çıkardı ve arayan numaraya baktı. “Konuşmak istediğim tek kişi,” diye
mırıldandı ve sonra da telefonu açtı. “Carlisle, ben –” Konuşması yarıda kesildi ve dinlemeye
başladı, söylenenleri dikkatle dinlediğinden yüzünde gergin bir ifade belirmişti. “Bunu kontrol
ederim. Şimdi dinle... ”
Kaybolan eşyaları anlattı ama duyduğum kadarıyla Calisle bizim için pek de endişelenmiyordu.
“Belki de giderim...,” dedi Edward, gözlerini bana çevirdiğinde sesi canlılığını yitirmişti. “Belki
de değil. Emmett’ın yalnız gitmesine izin verme, nasıl hallettiğini biliyorsun. En azından
Alice’in göz kulak olmasını sağla. Bunu daha sonra çözeriz.”
Telefonu kapattı. “Gazete nerede?” diye sordu bana.
“Aaa, emin değilim. Neden?”
“Bir şeye bakmam lazım. Charlie çoktan atmış olabilir mi?”
“Belki de....”
Edward yok oldu.
Yarım saniye içerisinde saçlarında elmasdan damlalarla elinde ıslak bir gazeteyle geri döndü.
Gazeteyi masanın üzerine açtı, ve hızla başlıkları taradı. Sanki bir şeyler arıyormuş gibi üzerine
doğru eğildi, ve bir parmağını en çok ilgisini çeken paragrafın üzerine koydu.
“Carlisle haklı... evet... çok dikkatsizce. Genç ve deli mi? Yoksa bilinçsiz bir öldürme isteği
mi?” diye kendi kendine mırıldandı.
Omzunun üzerinden ben de baktım.
Seattle Times’ın başlığını okudum. “Cinayet Salgını Devam Ediyor – Polisin Elinde Yeni Bir
Kanıt Yok”
Charlie’nin birkaç hafta önce şikayet ettiği hikayeden neredeyse hiçbir farkı yoktu – Seattle’da
olan cinayetler onu ülkenin odak merkezi yapmıştı. Cinayet rakamları diğer büyük şehirdekilere
kıyasla oldukça yüksekti.
“Bu daha da kötüleşiyor,” diye mırıldandım.
Kaşlarını çattı. “Tamamiyle kontrolden çıkmış durumda. Bu sadece bir tane yeni dönüşmüş
vampirin işi olamaz. Neler oluyor böyle? Sanki Volturi’yi hiç duymamış gibiler, ki bu da
muhtemel aslında. Onlara kimse kuralları açıklamamış... onları kim dönüştürmüş o zaman?”
“Volturi mi?” diye tekrarladım ürpertiyle.
“Bu tam olarak onların düzenli şekilde icabına baktıkları şeylerden – bizi ifşa eden
ölümsüzlerden bahsediyorum. Bundan daha birkaç yıl önce Atlanta’da büyük bir temizlik
yapmışlardı ve o bile bunun kadar kötü bir durum değildi. Çok yakında müdahale edeceklerdir,
hem de çok yakında. Tabi biz durumu düzeltecek bir şeyler yapmazsak. Şu anda onların
Seattle’a gelmelerini gerçekten istemem. Bu kadar yakına gelirlerse... seni kontrol etmek için
karar verme ihtimalleri de doğar.”
Tekrar ürperdim. “Ne yapabiliriz?”
“Karar vermeden önce daha fazla şey öğrenmeliyiz. Belki de bu genç vampirlerle konuşup
onlara kuralları açıklarsak her şey barışçıl bir şekilde hallolabilir.” Kaşlarını çattı, sanki bunun
ihtimal dahilinde olduğunu düşünmüyor gibiydi. “Alice neler olduğuna dair bir fikir edinene
kadar bekleyeceğiz... Gerekmedikçe dahil olmamalıyız. Dahası bu bizim sorumluluğumuz da
değil. Fakat Jasper’ın bizim tarafımızda olması iyi,” dedi ve keyifle ekledi. “Eğer yenidoğan
vampirlerle uğraşacaksak onun yardımı işe yarayacaktır.”
“Jasper mı? Neden?”
Edward gizemli bir biçimde gülümsedi. “Jasper genç vampirler konusunda bir tür uzman.”
“Uzman da ne demek oluyor?”
“Ona sormalısın – onun hikayesi bu.”
“Ne karmaşa ama,” diye mırıldandım.”
“Bu şekilde hissettiriyor değil mi? Sanki bugünlerde her şey üstümüze geliyor gibi.” İç çekti.
“Eğer bana aşık olmasaydın hayatının daha kolay olacağını hiç düşünüyor musun?”
“Belki de olurdu. Fakat bu pek de hayat olmazdı.”
“Benim için de,” diye ekledi. “Ve şimdi sanırım,” yüzünde çarpık bir gülümsemeyle devam etti,
“bana sormak istediğin bir şey var mı?”
Boş gözlerle ona baktım. “Var mı?”
“Belki de yoktur.” Gülümsedi. “Sanki bu gece yapılacak bir kurt adam partisine katılmak için
izin isteyecekmişsin gibi bir izlenime kapıldım.”
“Gene mi kulak misafiri oldun?”
Gülümsedi. “Sadece birazcık, o da sonlara doğru.”
“Pekala, sana soracak falan değildim. Yeterince sorunun olduğunu fark ettim.”
Elini çenemin altına koydu ve yüzümü kavradı bu sayede gözlerimdeki ifadeyi kaçırmayacaktı.
“Gitmek ister misin?”
“Çok da önemli değil. Boş ver.”
“İzin istemek zorunda değilsin Bella. Ben senin baban değilim – bunun için de şükrediyorum
zaten. Belki de Charlie’ye sormalısın.”
“Fakar Charlie’nin evet diyeceğini biliyorsun.”
“Doğru, pek çok insana nazaran onun ne cavap verebileceğini birazcık tahmin edebiliyorum.”
Ne planladığını anlamaya çalışarak gözümü ona diktim. Bir yandan da La Push’a ne kadar çok
gitmek istediğimi fark ettim, öylece hayır diyemezdim buna. Etrafta bu kadar ürkütücü ve
açıklanamaz olay olurken bir grup aptal kurt – çocukla takılmak saçmalıktı. Tabii ki gitmek
istememin asıl sebebi de buydu. Ölüm tehditlerinden birkaç saatliğine de olsa uzaklaşmak
istiyordum... daha az yetişkin olup, Jacob’la gülen pervasız Bella olacaktım, bir süre de olsa.
“Bella,” dedi Edward. “Sana kararlarına güveneceğimi ve mantıklı davranacağımı söylemiştim.
Öyleyim de. Eğer kurt adamlara güveniyorsan, öyleyse ben de endişelenmeyeceğim.”
“Vay,” dedim, tıpkı dün geceki gibi.
“Ve Jacob haklı – sadece bu konuda – bir sürü dolusu kurt adam seni bir geceliğine de olsa
korumak için yeterli olacaktır.”
“Emin misin?”
“Tabii ki. Sadece... ”
Kendimi hazırladım.
“Umarım birkaç tedbir almamın sakıncası yoktur? Sana sınıra kadar eşlik edeceğim. Ve cep
telefonunu yanına alacaksın, böylece seni ne zaman alacağım öğreneceğim?”
“Bunlar kulağa oldukça... mantıklı geliyor.”
“Mükemmel.”
Bana gülümsedi, ve onun mücevher gibi gözlerinde hiçbir endişenin olmadığını gördüm.
La Push’da partiye gidecek olmama Charlie’nin titiraz etmemesi hiç şaşırtıcı değildi. Haberi
Jacob’a verdiğimde sevincini bastırma gereği duymadan haykırdı ve Edward’ın güvenlik
isteklerini de koşulsuz kabul etmekte oldukça hesvesliydi. Bizimle saat altıda iki bölgenin
ortasında buluşacağına söz verdi.
Bir süre kendimle mücadele ettikten sonra motorsikletimi satmamaya karar vermiştim. Onu ait
olduğu yere La Push’a geri götürecektim ve ona artık ihtiyacım olmayacaktı... o yüzden
Jacob’a bundan kar sağlaması için ısrar edecektim. Onu satabilirdi ya da bir arkadaşına
verebilirdi. Bu kesinlikle umrumda olmazdı.
Bu akşam motorun Jacob’ın garajına dönmesi için iyi bir fırsat gibi görünüyordu. Son
zamanlarda her şey çok hüzünlü geliyordu, her gün sanki son bir şans gibi geliyordu. Hiç bir işi
erteleyecek boş zamanım yoktu, ne kadar önemsiz olduğunun da bir önemi yoktu.
Ne yapmak istediğimi Edward’a açıkladığımda sadece başını salladı ama bir an gözlerinde
endişe gördüm. Beni bir motorsikletin üzerinde görme fikri onu Charlie’den daha fazla mutsuz
ettiğini biliyordum.
Onu evlerine kadar takip ettim, motorsikletimi garajlarında bırakmıştım. Kamyonetimden inene
kadar endişesinin tamamen benimle ilgili olmayabileceğini fark etmemiştim.
Benim motorum yanındaki aracın gölgesinde duruyordu. Öteki araca motorsiklet demek çok
da doğru sayılmazdı çünkü benim eski motorumla aynı aileye aitmiş gibi pek görünmüyorlardı.
Kocaman, parlak ve gümüş rengindeydi, ve hareketsiz olmasına rağmen çok hızlı
görünüyordu.
“Bu da ne?”
“Hiç,” diye mırıldandı Edward.
“Bana pek de hiç gibi görünmedi.”
Edward’ın yüz ifadesi kayıtsızdı; kontrolünü kaybetmemekte inat etmiş gibiydi. “Şey, aslında
arkadaşını affedeceğini ya da onun seni affedeceğini bilmiyordum, bu yüzden belki yine de
motoruna binmek isteyeceğini düşündüm. Ve oldukça da eğlenceli görünüyordu. Düşündüm
de istersen seninle sürebilirim.” Omuz silkti.
Bu harika makinaya gözlerimi ayırmadan bakıyordum. Onun yanında benimki sanki üç
tekerlekli bisiklet gibi kalmıştı. Bu benzetmeden dolayı bir üzüntü dalgası içime yayıldı ve
Edward’a dönüp baktım.
“Sana yetişmemin imkanı yok,” diye mırıldandım.
Edward elini çenemin altına yerleştirdi ve yüzümü avcunun arasına aldı, gözlerimin içine
bakıyordu. Bir parmağının ağzımın kenarına koyup yukarı doğru kaldırdı.
“Senin hızına uyacağım, Bella.”
“Bu senin için eğlenceli olmaz ama.”
“Beraber olduğumuz sürece tabii ki olur.”
Dudağımı ısırdım ve bir anlığına bunu hayal ettim. “Edward eğer çok hızlı gittiğimi ya da
kontrolümü kaybettiğimi düşünseydin ne yapardın?”
Tereddüt etmişti, doğru cevabı bulmaya çalışıyor gibiydi. Gerçeği biliyordum; ben çarpmadan
önce beni kurtarmak için bir yol bulurdu.
Sonra gülümsedi. Kıstığı gözlerindeki korumacı tavır haricinde oldukça rahat görünüyordu.
“Bu Jacob ile yaptığın bir şey. Bunu şimdi anlıyorum.”
“Bu şeyle ilgili, ben asla onu yavaşlatmam, anlarsın ya. Denerim, sanırım...”
Gümüşi renkteki motorsiklete şüpheyle baktım.
“Bunun için endişelenme,” dedi Edward ve sonra yumuşak bir şekilde güldü. “Jasper’ın
imrendiğini gördüm. Belki de yeni bir seyahat türü keşfetmesinin zamanı geldi. Zaten Alice de
kendi Porsche’una sahip.”
“Edward, ben –“
Sözümü beni öperek kesti. “Endişelenme,” dedi. “Ama benim için bir şey yapar mısın?”
“Ne istersen,” dedim hemen.
Elini yüzümden çekti ve büyük motorsikletin ucuna doğru uzandı ve gizli bölmesinden bir şey
çıkardı.
Elinde siyah ve şekilsiz bir nesneyle, kırmızı ve ne olduğu gayet belli olan başka bir şey daha
vardı.
“Lütfen?” diye rica etti, bütün direnişimi kıran çarpık gülümseyişi yüzünde belirmişti.
Kırmızı kaskı aldım ve elimde tarttım. “Aptal gibi görüneceğim.”
“Hayır akıllı görüneceksin. Kendini koruyacak kadar akıllı.” O her neyse artık, siyah şeyi de
kolunun üzerine koydu ve sonra da yüzümü ellerinin arasına aldı.”Ellerimin arasında o olmadan
yaşayamayamam. Ona iyi bak.”
“Tamam, oldu. Diğer şey ne?” Kuşkuyla sordum.
Güldü ve bir şekilde üzerinde koruyucu bantlar bulunan ceket gibi bir şeyi elinde salladı.
“Bu bir sürüş ceketi. Yolların tekinsiz olduğunu duydum.”
Benim için uzattı. Uflayarak saçlarımı topladım ve kaskı kafama geçirdim. Sonra da kolumu
ceketin koluna sokarak giydim. Fermuarımı çekti, ağzının kenarında bir seğirme oldu ve bir
adım geri gitti.
Kocaman olduğumu hissetmiştim.
“Dürüst ol, ne kadar korkunç görünüyor?”
Bir adım daha geriye gitti ve dudaklarını büktü.
“O kadar kötü, ha?” Dedim yavaşça.
“Hayır, hayır, Bella. Aslında... ” görünüşe göre doğru kelimeyi bulmak için uğraşıyordu.
“Sen... seksi görünüyorsun.”
Kahkaha attım. “Elbette.”
“Oldukça seksi, gerçekten.”
“Böyle söylüyorsun çünkü bunu giymemi istiyorsun,” dedim. “Ama sorun değil. Haklısın, bu
akıllıca.”
Bana sarıldı ve beni göğsüne doğru çekti. “Gülünçsün. Sanırım çekiciliğinin bir yanını da bu
oluşturuyor. Ayrıca kabul etmeliyim bu kask biraz sorun olacak.”
Ve sonra da kaskı kafamdan çıkardı böylece beni kolayca öpebilecekti.
Edward beni La Push’a bir süre sonra götürürken bu durum bana tuhaf biçimde tanıdık
gelmişti. Bir an bu dejavu duygusunun kaynağını bulmam çok kısa sürdü.
“Bu bana neyi anımsattı biliyor musun?” diye sordum. “Tıpkı Renée’nin beni yaz tatilleri için
Charlie’ye getirmesine benziyor. Kendimi yedi yaşında gibi hissediyorum.”
Edward kahkahalarla güldü.
Bunu sesli olarak söylemedim ama iki olay arasındaki en büyk fark Charlie ve Renée’nin
şartlarının daha iyi olmasıydı.
La Push’a giden yolun yarısında, köşeyi dönmüştük ki onun kırmızı Wolkswagen’ine yaslanmış
halde beklediğini gördük, kendisini kavgadan uzak tutmak istermiş gibi bir hali vardı. Ön
koltuktan ona el salladığımda, her türlü duygudan uzak tutmaya çalıştığı yüzünde bir
gülümseme belirdi.
Edward Volvo’sunu ondan uzağa park etti.
“Eve gitmek için hazır olduğun zaman ara beni,” dedi. “Ben de hemen geleyim.”
“Geç kalmayacağım,” diye söz verdim.
Edward motorumu ve eşyalarımı bagajından çıkardı – hepsinin oraya sığmış olmasına çok
şaşırmıştım. Fakat bu kocaman kamyonetin yanında böyle güçlü olunca motoru oraya
sığdırmasına çok da şaşırmamak gerekiyordu.
Jacob hareketsizce izledi, gülümsemesi çoktan yok olmuştu ve karanlık gözleriyle anlaşılmaz
bir şekilde bakıyordu.
Kaskımı kolumun altına aldım ve ceketi de koltuğun üzerine fırlattım.
“Hepsini taşıyabilecek misin?” diye sordu Edward.
“Sorun olmaz,” diye güvence verdim.
İç geçirdi ve bana doğru eğildi. Resmi bir öpücük için yüzümü ona doğru kaldırdım ama
Edward beni şaşırtarak garajdaki gibi sıkıca sarıldı ve tutkuyla öptü – uzun süre soluksuz
kalmıştım.
Edward bir şeye sessizce güldü ve sonra da gitmeme izin verdi.
“Güle güle,” dedi. “Gerçekten ceketten hoşlandım.”
Ona arkamı dönmüş uzaklaştığımda gözlerinde tuhaf bir şeyler gördüm. Bunun ne olduğunu
tam olarak tanımlayamazdım. Endişeydi belki de. Bir an bunun panik olduğunu sandım. Ama
muhtemelen her zaman olduğu üzere yanlış tahminlerimden biriydi.
Görünmez vampir – kurt adam sınırına doğru Jacon ile buluşmak üzere motorumu iterek
giderken gözlerinin üzerimde olduğunu hissettim.
“O da ne öyle?” dedi Jacob, sesi temkinliydi ve motora esrarengiz bir ifadeyle bakıyordu.
“Bunu ait olduğu yere getirmemin daha doğru olduğunu düşündüm,” dedim.
Bir an bunu kafasında evirip çevirdi sonra da yüzüne bir gülümseme yayıldı.
Kurt adamların kısmına geçtiğimi anlamıştım çünkü ona ulaşmama üç adım kala Jacob
yaslandığı arabadan önüme doğru sıçrayıp motoru elimden almış ve destek pedalını indirerek
dengede durmasını sağlamış. Sonra da sımsıkı şekilde bana sarılmıştı.
Volvo’nun motorunun çalıştığını duydum ve elinden kurtulmak için mücadele ettim.
“Kes şunu Jake!” diye nefesim yettiğince haykırdım.
Güldü ve beni serbest bıraktı. El sallamak için döndüysem de gümüş rengi araba çoktan köşeyi
dönmüş gözden uzaklaşmıştı bile.
“Bu harika,” dedim buz gibi bir şekilde.
Yalandan bir masum ifade gözlerinde belirdi. “Ne?”
“Bu konuda oldukça anlayışlı davranıyor, şansını zorlamana gerek yok.”
Tekrar güldü, bu sefer öncekinden daha da coşkuluydu – söylediklerimi oldukça eğlenceli
bulmuştu. Rabbit’in etrafında dolanıp kapıyı benim için tutarken ben de espiriyi anlamaya
çalışıyordum.
“Bella,” dedi en sonunda – hala gülüyordu – kapıyı arkamdan kapattı, “sahip olmadığın şeyi
zorlayamazsın.”