Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Twilight 6.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Twilight 6.Bölüm Empty Twilight 6.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Ptsi Kas. 15, 2010 8:27 pm

    Twilight 6.Bölüm
    6.Korkunç Hikayeler
    Odamda oturmuş, Macbeth’in üçüncü sahnesi üzerinde yoğunlaşmaya çalışırken, aslında kulağım kamyonetimin sesindeydi. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun sesini bile kamyonetimin sesini duymama engel olamayacağını sanıyordum. Ama perdeyi kaldırıp dışarı baktığımda kamyonetim oradaydı
    Cuma gününü iple çektiğim söylenemezdi. Gün beklediğimden de kötü geçti. Tabii bu arada bir sürü yorum yapılmıştı. Özellikle Jessica bu konuda konuşmaya meraklıydı. Neyse ki Mike çenesini tutmuş, Kimseye olaya Edward’ın da dahil olduğunu söz etmemişti. Yine de Jessica öğle yemeğinde bir sürü soru sordu.
    ‘’Edward Cullen dün seni neden aramış?’’ diye sordu Jessica trigonometri dersinde
    ‘’Bilmem’’, diye geçiştirdim. ‘’Pek bir şey söylemedi.’’
    ‘’Sen sinirli görünüyordun,’’diye yem attı.
    ‘’Öyle mi?’’ İfadesiz bir yüzle bakmaya çalıştım.
    ‘’Ben onu daha önce ailesi dışında kimseyle otururken görmedim. Çok garipti’’
    ‘’Evet,’’diye onayladım. Hoşnut olmamış gibiydi; Sabırsızca koyu renk bukleleriyle oynamaya başladı. Herhalde başkalarına anlatacağı güzel bir hikaye yaratmak için daha fazla şey duymak istiyordu.
    Cuma gününün en kötü tarafı, Edward’ın gelmeyeceğini bildiğim halde bir umudumun olmasıydı. Mike ve Jessica’yla birlikte kafeteryaya girdiğimde, Rosali, Alice ve Jasper’ın kafa kafaya vermiş konuştukları masaya bakmaktan kendimi alıkoyamadım. Edward’ı ne kadar zaman görebileceğimi bilmiyordum. Bunu düşününce içimi bir korku kapladı.
    Benim oturduğum masada herkes ertesi gün için plan yapıyordu. Mike’ın neşesi yerindeydi; cumartesi günü havanın güneşli olacağını söyleyen hava durumu sunucusuna yürekten inanıyordu. Bense gözlerimle göremediğim sürece inanamazdım. Ama hava önceki güne göre daha sıcaktı gerçekten. Belki gezi o kadar da kötü geçmezdi
    Yemek sırasında Lauren’ın bana yönelik hiç de dostça olmayan birkaç bakışını yakaladım; kafeteryadan hep birlikte çıkana kadar bunun nedenini anlayamadım. Onun tam arkasındaydım; uzun, sarı saçlarının sadece yarım metre gerisindeydim. Ama o bunun farkında değildi.
    ‘’… neden Bela artık sadece Culler’larla oturmuyordu, anlamıyorum,’’ diyordu. Adımı aşağılayarak söylemişti. Onun sesinin genizden geldiğini ve bu kadar rahatsız edici olduğunu daha önce fark etmemiştim. Sesindeki kötü niyet beni çok şaşırttı. Onu pek iyi tanımıyordum; en azından benden hiç hoşlanmadığını bilecek kadar iyi tanımıyordum.
    ‘’O benim arkadaşım, bu yüzden bizimle oturuyor,’’ dedi. Mike; Sadık ve biraz da korumacıydı. Jess ve Angela’nın yanımdan geçmesi için durdum. Daha fazlasını duymak istemiyordum.
    O gece yemekte Charlie, ertesi gün yapılacak La Push gezisi konusunda çok heyecanlı görünüyordu. Hafta sonları beni evde yalnız bıraktığı için kendini suçlu hissediyordu herhalde. Ama uzun zamandır sahip olduğu alışkanlıklardan bir anda vazgeçmesini beklemek saçma olurdu. Elbette geziye katılacak herkesin, onların anne babalarının, hatta belki büyükanne ve büyükbabalarının isimlerini bile biliyordu. Bu yüzden geziyi onaylıyordu. Edward ile Seattle’a gitme planlarımı da onaylar mıydı acaba? Bunu ona söylemeyecektim elbette.
    ‘’Baba, Keçi kayalıkları diye bir yer biliyor musun? Sanırım Rainer Dağı’nın güneyinde,’’ diye sordum elimden geldiğince normal bir ses tonuyla.
    ‘’Evet. Neden sordun?’’
    Omuz silktim. ‘’Bazı arkadaşlar orada kamp yapacaklarmış’’
    ‘’Orası kamp yapmak için pek uygun bir yer değil.’’Şaşırmış gibiydi. ‘’Çok ayı var. Pek çok insan oraya av sezonunda gider.’’
    ‘’Ya!’’ diye mırıldandım. ‘’Belki adını yanlış hatırlıyorumdur.’’
    O sabah geç saate kadar uyumak istiyordum ama tuhaf bir ışık beni uyandırdı. Gözlerimi açtığımda parlak sarı bir ışığın pencereden süzüldüğünü gördüm. Buna inanamıyordum. Pencereye koştum. Güneş’ti bu! Gökyüzünde yanlış bir yerde duruyordu, çok alçaktaydı, olması gerektiği kadar yakın değildi ama bu kesinlikle Güneş’ti. Ufuktaki bulutların arasında geniş bir mavilik vardı. Bu maviliğin kaybolmasından korkarak pencerenin önünde uzun süre dikildim
    Newton’ların Olympic Spor Kıyafetler Mağazası kasabanın kuzeyindeydi. Daha önce mağazayı görmüştüm ama içeri girmemiştim hiç. Uzun süre dışarıda kalan kişilerin ihtiyaç duyduğu giysilere ihtiyacım olmuyordu. Park yerinde,Mike’ın Suburban’ını ve Tyler’ın Sentra’sını fark ettim. Arabamı onların yanına park ederken Suburban’ın önünde duran bir grubu görebiliyordum. Eric, Birlikte ders aldığım Ben ve Conner adlı çocuklarla beraberdi. İsimlerinin Ben ve Conner olduğundan emin değildim. Jess de angela ile birlikte orada dikiliyordu. Yanlarında üç tane daha kız vardı, Cuma günü beden dersinde bu kızlardan birinin üstüne düştüğümü hatırlıyordum. Ben kamyonetten inerken kız bana kötü kötü baktı; sonra Lauren’a bir şey fısıldadı. Lauren mısır püskülü saçlarını geriye atıp bana neredeyse nefret dolu bir bakış fırlattı.
    Yine o günlerden biri olacaktı.
    Hiç değilse Mike beni gördüğüne sevinmişti
    ‘’Geldin!’’ dedi, sevinçle. ‘’Bugün havanın güneşli olacağını söylemiştim, değil mi?’’
    ‘’Ben de sana geleceğimi söylemiştim,’’ diye hatırlattım.
    ‘’Lee ve Samantha’yı bekliyoruz. Sen başka birini davet etmediysen elbette,’’ diye ekledi Mike.
    ‘’Yok,’’ dedim kısaca, bu yalanımın açığa çıkmayacağını umuyordum. Ancak bir yandan da bir mucize olmasını ve Edward’ın gelmesini diliyordum.
    Mike memnun olmuş gibiydi.
    ‘’Benim arabamla gelir misin?’’ diye sordu. ‘’Ya da Lee’nin annesinin minibüsüyle.’’
    ‘’Elbette.’’
    Gülümsedi. Mike’ı mutlu etmek çok kolaydı.
    ‘’Önde oturabilirsin,’’dedi. Duyduğum sıkıntıyı belli etmemeye çalışıyordum. Mike ve Jessica’yı aynı anda mutlu etmek kolay değildi. Jessica’nın bize baktığını görebiliyordum.
    Lee yanında iki kişi getirmişti. Bir anda bütün arabalar doldu. Suburban’ın ön koltuğuna oturup Jess’i Mike’la aramıza aldım. Mike’ın pek mutlu olduğu söylenemezdi ama en azından Jessica halinden memnundu.
    La Push Forks’a yalnızca yirmi kilometre uzaklıktaydı;yolun kıyısındaki ormanın içinden Quileute nehri geçiyordu.Cam kenarında oturduğum için memnundum. Bütün camları açmıştık, Dokuz kişi birden binince, Suburban’ın içi de haliyle biraz bunaltıcı olmuştu. Olabildiğince gün ışığı almak istiyordum.
    Charlie’yle Forks’ta geçirdiğim yaz tatilleri sırasında bir çok kez La Push’a gelmiştim, bu yüzden bir mil uzunluğundaki, hilal biçimli First Plajı’na aşinaydım. Soluk kesici bir güzelliği vardı. Suyun rengi gün ışığında bile koyu griydi; beyaz dalgalar gri, kayalık kıyılara çarpıyordu. Yalnızca suyun kenarında ince bir kum vardı, sonrasında büyüklü küçüklü, rengarenk çakıl taşları uyanıyordu.
    Dalgalarda serin, tuzlu bir rüzgar esiyordu. Pelikanlar dalgaların üzerinde uçuşuyor, martılar ve yalnız bir kartal ise onların üzerinde daireler çiziyordu. Gökyüzünde bulutlar her an işgale hazır bir halde tetikteydiler hala. Ancak güneş şimdilik masmavi gökyüzünde cesaretle boy gösteriyordu.
    Kumsala doğru yürüdük. Mike bizi, daha önce bizimki gibi partiler için kullanılmış olan, daire biçimindeki kütüklerin yanına götürdü. Dairenin içinde ateş yakılmıştı; siyah küller vardı. Eric ve adının Ben olduğunu tahmin ettiğim çocuk kuru dallar toplamaya başladılar ve bu dalları soğumuş küllerin üstüne yığdılar.
    ‘’Daha önce hiç kamp ateşi gördün mü?’’diye sordu Mike. Kemik rengi banklardan birine oturuyordum. Diğer kızlar iki yanıma toplanmış heyecanla dedikodu yapıyorlardı. Mike ateşin yanına diz çöktü; küçük dallardan birini çakmakla yaktı.
    ‘’Hayır,’’dedim Mike tutuşan dalı diğer dallara yaklaştırırken.
    ‘’O halde çok seveceksin, şu renklere bak.’’ Başka bir dal daha yakıp diğerlerinin yanına koydu. Alevler kuru dalları çabucak tutuşturdu.
    ‘’Mavi,’’dedim şaşkınlıkla
    ‘’Tuz yüzünden. Çok güzel değil mi?’’Bir dal parçası daha yaktı, alevlerin henüz sıçramadığı yere koydu ve yanıma oturdu. Neyse ki Jess de Mike’ın diğer tarafına oturuyordu. Hemen onunla konuşmaya başladı. Ben de mavi ve yeşil alevlerin gökyüzüne yükselişini izledim.
    Yarım saat çene çaldıktan sonra oğlanlardan bazıları gelgitin oluşturduğu göllere doğru yürümek istediler. Ben ikilemde kalmıştım. Bir taraftan gelgit göllerini çok seviyordum, Çocukluğumdan beri beni çok etkiliyorlardı. Forks’ta beni cezbeden birkaç şeyden biriydi bu. Ancak öte yandan bu göllerden birkaçına düşmüşlüğüm vardı. Yedi yaşındayken yada babanızla birlikteyken bunun pek bir önemi yoktu. Birden Edward’ın ricasını hatırladım. ‘’Lütfen okyanusa falan düşme.’’
    Benim yerime Lauren karar verdi. Yürüyüşe çıkmak istemiyordu, zaten ayakkabıları da yürüyüşe elverişli değildi. Angela, essica ve diğer kızlar da kumsalda kalmak istiyorlardı. ric ve Tyler’ın onların kalacaklarını söylemelerini bekledim, ardından bende yürüyüş grubuna katıldım. Beni görünce Mike mutlulukla gülümsedi.
    Ormanlar yüzünden gökyüzünü yitirmekten nefret ediyordum ama neyse ki yürüyüş uzun sürmedi. Ergenlerin kahkahalarıyla yaşlı ormanın yeşil ışığı kesinlikle uyum için değildi. Yerdeki kütüklere, tepemdeki dallara dikkat ederek yürüyordum; sonunda geride kaldım. Yavaş yavaş ormanın zümrüt yeşili derinliklerinden çıkıp tekrar kayalıklı kıyıya geldim. Denizde hafif bir gelgit vardı; gelgit nehri de hiçbir zaman tamamen kurumayan küçük havuzcuklar vardı.
    Bu küçük havuzlara düşmemek için çok dikkatli davranıyordum. Diğerlerinin korkusu yoktu; kayaların üzerinden atlıyor, dikkatle kenarlara tutunuyorlardı. Büyük havuzlardan birinin yanında sağlam bir kaya buldum ve üzerine oturdum, aşağıda bulunan doğal akvaryum beni büyülemişti. Parlak renkli dağ lalesi demetleri görünmeyen rüzgarın eşliğinde hiç durmadan dalgalanıyordu. Deniz minareleri içlerindeki küçük yengeçleri saklayarak telaşla kıyılara yanaşıyorlardı. Bir deniz yıldızı kayalara hareketsiz yapışmıştı. Beyaz çizgileri olan siyah bir suyılanı yeşil yosunların arasında sürünüyor, denizin yerinden kabarmasını bekliyordu. Kendimi tamamen kaptırmıştım. Yalnızca beynimin küçük bir bölümü Edward ile meşguldü; Onun ne yaptığını merak ediyor,o anda benim yanımda olsaydı bana neler söyleyeceğini hayal ediyordum.
    Sonunda oğlanlar acıktı; ben de onların peşinden gitmek için yerimden kalktım. Bu kez ormanda ilerlerken onlara yetişmeye çalıştım ve doğal olarak birkaç kez düştüm. Avuçlarım sıyrılmıştı; kot pantolonumun dizleri de yemyeşil olmuştu ama daha kötüsü de olabilirdi.
    First Plajı’na vardığımızda arkamızda bıraktığımız grubun kalabalıklaştığını gördük. Yaklaştığımızda, yeni gelenlerin parlak, düz siyah saçlarını ve bakır rengi tenlerini gördüm. Kızılderili bölgesinden sosyalleşmek için gelen gençlerdi bunlar. Yemekler dağıtılmıştı. Eric bizi gruptakilerle tanıştırırken, oğlanlar yemek alma telaşı içindeydi. En son Angela ve ben vardık; Eric adımızı söylediğinde ateşe yakın kayalıklarda oturan genç çocuğun ilgiyle bana yaklaştığını fark ettim. Angelanın yanına oturdum. Mike bize sandviç ve istediğimizi seçmemiz için değişik sodalar getirdi. Yeni gelenlerin en büyüğü gibi duran oğlan kendisiyle birlikte yanındaki 7 kişinin adını söyledi. Aklımda sadece Jessica adındaki bir kız kaldı. Benimle ilgilenen çocuğun adı Jacob idi.
    Angela’yla oturmak beni rahatlatmıştı. İnsana huzur veren bir kızdı. Her sessizliği gevezelikle doldurmaya kalkmıyordu. Yemek yerken rahatsız edilmeden düşünmemi sağladı. Forks’ta zamanın ne kadar karmaşık aktığını düşünüyordum, bazen diğer bulanık görüntülerin arasından sıyrılmış tek bir imge kalıyordu aklımda. Bazen de her saniye aklıma kazınıyordu. Bunun nedenini biliyordum ve beni rahatsız ediyordu.
    Öğle yemeğini yerken bulutlar artmaya, mavi gökyüzünü kaplamaya başladı; güneşin önünü kapatıp kumsalda uzun gölgeler oluşturuyor, dalgaların rengini koyulaştırıyorlardı. İnsanlar bazen yemeklerini bitirdikten sonra gruplar halinde yürümeye başladılar. Bazıları, sivri kayaların üzerinden atlayıp, dalgaların vurduğu kıyıya ulaşmaya çalışıyordu. Bazıları da gelgitin oluştuğu göllere son kez daha gitmeyi planlıyordu. Jessica’nın yanından ayrılmadığı Mike, Köydeki tek dükkana gidiyordu. Yerli çocuklardan bazıları bunlarla gitmişti, diğerleri yürüyüşe çıkmıştı. Onlar faklı yönlere dağıldığından, bir kütüğün üzerine tek başıma oturuyordum, Lauren ve Tyler birinin getirdiği CD çalarla oyalanıyorlardı. Jacob adındaki çocuk, sözcü olan en büyük çocuk da dahil olmak üzere yeni gelen gruptaki oğlanların üçüde etrafımıza toplanmıştı.
    Angela da gittikten birkaç dakika sonra, Jacob yanıma yaklaştı. On dört belki on beş yaşında gösteriyordu, uzun parlak siyah saçlarını bir lastikle ensesinde toplamıştı. Cildi çok güzeldi; kızıl,kahve renginde ve ipek gibiydi. Koyu renk gözleri, çıkık elmacık kemiklerinin üzerinde çukurda kalmıştı. Çenesi hala çocuksu bir yuvarlaklığa sahipti. Ancak görüntüsü hakkındaki olumlu düşüncelerin, ağzından çıkan ilk sözcükle yıkıldı
    ‘’Sen İsabella Swan’sın değil mi?’’
    Okulun ilk günü geri dönmüştü sanki.
    ‘’Bella,’’ dedim içimi çekerek.
    ‘’Ben Jacob Black.’’ Sıcak bir tavırla elini bana uzattı. ‘’Babamın kamyonetini almıştın.’’
    ‘’Ah,’’dedim onun yumuşacık elini sıkarken. ‘’Sen Billy’nin oğlusun. Seni hatırlamam gerekirdi.’’
    ‘’Yo.Ben ailenin en küçüğüyüm, belki ablalarımı hatırlarsın.’’
    ‘’Rachel ve Rebecca,’’ diye anımsadım birden. Charlie ve Billy buraya geldiğimizde, onlar balık tutarken oyalanalım diye bizi sık sık bir araya getirirdi. Ancak biz arkadaş olamayacak kadar çekingendik. Elbette ben huysuzluklarımla bu balık tutma gezilerinin yarıda kesilmesine neden oluyordum.
    ‘’Onlar da geldi mi?’’ Belki onları tanıyabilirim düşüncesiyle okyanusun kıyısındaki kızlara baktım.
    ‘’Hayır,’’ dedi Jacob. ‘’Rachel, Washington Eyalet Üniversitesi’nde burs kazandı, Rebecca ise Samoalı bir sörfçüyle evlendi, Hawaii’de yaşıyor.’’
    ‘’Evlendi mi? Ya!’’ Çok şaşırmıştım. İkizler benden sadece bir yaş büyüktü.
    ‘’Kamyonetinden memnun musun?’’diye sordu.
    ‘’Çok memnumum, çok iyi çalışıyor.’’
    ‘’Evet ama çok yavaştır,’’ diye güldü. ‘’Charlie onu alınca çok rahatladım. Bu kadar iyi çalışan bir arabamız olduğu için babam yeni araba yapmama izin vermiyordu.’’
    ‘’O kadar da yavaş değil,’’ diye itiraz ettim.
    ‘’Altmışın üzerine çıkmayı denedin mi?’’
    ‘’Hayır,’’ diye itiraf ettim.
    ‘’İyi. Sakın deneme.’’Sırıttı.
    Ben de dayanamayıp sırıttım. ‘’Çarpmalar sırasında çok güvenli,’’ dedim kamyonetimi savunmak için.
    ‘’o ihtiyar canavarı tank bile ezemez,’’dedi yine gülerek.
    ‘’Sen araba mı yapıyorsun?’’diye sordum, bundan etkilenmiştim.
    ‘’Boş zamanım olduğunda ve parça bulabildiğimde. 1986 Volkswagen Rabbit silindirini nereden bulabilirim, biliyor musun?’’ diye sordu şaka yaparak. Güzel, boğak bir sesi vardı.
    ‘’Üzgünüm,’’dedim gülerek. ‘’Uzun süredir görmedim ama görürsem sana haber veririm,’’diye ekledim, ne olduğunu biliyormuşum gibi. Çok rahat sohbet edilen biriydi.
    Yüzünde pırıl pırıl bir gülümseme belirdi, bana takdirle baktığının farkındaydım. Üstelik bunu fark eden bir tek ben değildim.
    ‘’Jacob, Bella’yı tanıyor musun?’’ diye sordu Lauren ateşin karşısından. Sesinde küstahlık vardı.
    ‘’Ben doğduğundan beri tanışıyoruz denilebilir,’’diye karşılık verdi bana gülümseyerek.
    ‘’Ne güzel.’’Hiç de güzel olduğunu düşünür gibi bir hali yoktu Lauren’ın. Balık gibi, donuk gözlerini kısmıştı.
    ‘’Bella,’’ diye seslendi yine yüzümü dikkatli inceleyerek.
    ‘’Ben de tam Tyler’a bu gün Cullen’ların gelmemesinin ne kadar kötü olduğunu söylüyordum. Kimse onları çağırmadı mı?’’ Bunun onun umurunda olmadığından emindim.
    Doktor Carlisle Cullen’ın ailesinden mi bahsediyorsun?’’ diye sordu uzun boylu büyük oğlan benim cevap vermeme fırsat bırakmadan. Lauren bundan rahatsız olmuştu. Genç bir çocuktan çok bir adama benziyordu ve ağır gür bir sesi vardı.
    ‘’Evet, onları tanıyor musun?’’ diye sordu küçümseyerek.
    ‘’Cullen’lar buraya gelmezler,’’ dedi oğlan, Lauren’ın sorusunu duymazdan gelerek. Bunu öyle kesin bir tavırla söyledi ki konu kapandı.
    Tyler, Lauren’ın ilgisini çekmeye çalışarak ona elindeki CD hakkında ne düşündüğünü sordu. Ancak Lauren’ın kafası dağılmıştı bir kere.
    Merakla gür sesli çocuğa baktım, ama o, arkamızdaki karanlık ormana bakıyordu. Cullen’ların buraya gelmediğini söylemişti ama bunun altında başka şeylerin olduğu belliydi; sanki onların buraya gelmesi yasaktı. Çocuğun tavrı üzerimde garip bir etki yaratmıştı; onun söylediklerini kafamdan atmaya çalıştım ama başarılı olamadım.
    ‘’Forks seni delirtmedi değil mi henüz?’’ dedi Jacob düşüncelerimi bölerek.
    ‘’Bu sözler durumumu anlatmaya yetmez,’’ dedim omuz silkerek. Beni anladığını göstermek istercesine gülümsedi. Benim aklım hala Cullen’larla ilgili sözlerdeydi; birden aklıma bir fikir geldi. Aslında aptalca bir plandı ama daha iyi bir fikrim yoktu. İçimden genç Jacob’un kızlar konusunda deneyimsiz olmasını ve benim bu acıklı flört çabalarımın asıl nedenini anlamamasını diledim.
    ‘’Benimle kumsalda yürümek ister misin?’’ diye sordum.
    Edward gibi kirpiklerimin altından bakmaya çalışarak. Bu bakışımın aynı etkiyi yaratmadığından emindim ama hiç değilse Jacob’un hevesle yerinden kalkmasını sağladı.
    Renkli taşlara basarak dalgakırana doğru yürürken bulutlar gökyüzünü nerdeyse tamamen kaplamıştı, deniz kararmış, hava soğumuştu. Ellerimi ceplerime soktum.
    ‘’Kaç yaşındasın? On altı mı?’’ diye sordum televizyondaki kızlar gibi gözlerimi kırpıştırarak. Aptal görünmediğimi umuyordu.
    ‘’On beşime yeni bastım,’’dedi gururla
    ‘’Ciddi misin?’’ Yüzümde yapmacık bir şaşkınlık ifadesi vardı. ‘’Ben daha büyük olduğunu sanmıştım.’’
    ‘’Yaşıma göre uzunum,’’diye açıkladı.
    ‘’Forks’a sık sık gelir misin?’’ diye sordum, evet yanıtını almayı umarak. Salak gibi konuşuyordum. Bana tiksintiyle bakmasından ve beni sahtekarlıkla suçlamasından korkuyordum.
    Ancak o kendisiyle konuşmamdan memnundu.
    ‘’Pek sık gelmiyorum,’’ dedi suratını asarak. ‘’Ama arabam bitince dilediğim gibi gelebileceğim. Tabii sürücü belgemi de alınca.’’
    ‘’Lauren’ın konuştuğu çocuk kim? Bizimle takılmak için fazla büyük görünüyorda…’’ Kendimi gençlerle bir tutmuştum; Jacob’un onu tercih ettiğimden emin olmasını istiyordum.
    ‘’Sam, on dokuz yaşında,’’ diye bilgi verdi bana.
    ‘’Doktorun ailesi konusunda ne diyordu?’’ diye sordum masum bir tavırla.
    ‘’Cullen’lar mı? Onların buraya gelmesi yasak,’’ dedi. James Adası’na doğru baktı. Sam’in sesinde duyduğumu düşündüğüm şey doğru demek.
    ‘’Neden yasak?’’
    Dudaklarını ısırarak bana baktı. ‘’Bununla ilgili hiçbir şey söylememeliyim.’’
    ‘’Lütfen, kimseye söylemem,ama çok merak ettim.’’ Olabildiğince çekici bir tavırla gülümsemeye çalıştım. Fazla yapmacık olmadığımı umuyordum.
    Gülümseyerek karşılık verdi. Tek kaşını kaldırdı. ‘’Korku hikayelerini sever misin?’’ diye sordu. Sesi şimdi daha boğuktu.
    ‘’Bayılırım,’’ dedim heyecanla, onun anlatmaya devam etmesini sağlamaya çalışarak.
    Jacob ağır ağır yürüyüp bir kütüğe oturdu. Ben de onun yanındaki kütüğe oturdum. Aşağıdaki kayalara baktı, yüzünde çarpık bir gülümsemesi vardı. Hikayeyi en iyi şekilde anlatmaya çalışacaktı. Onu dikkatle dinlemeye hazırdım.
    ‘’Geldiğimiz yer konusundaki en eski hikayeleri bilir misin? Örneğin Quileute’ler?’’
    ‘’Hayır,’’ dedim
    ‘’Bir sürü efsane vardır, bazılarının Taşkın’a kadar uzandığı söylenir. Eski zamanlarda Quileute’ler, Nuh’un gemisindeki gibi kurtulmak için kanolarını dağların en yüksek ağaç teperine bağlarmış,’’ dedi gülümseyerek. ‘’Bir başka efsane, bizim kurtlardan geldiğimizi ve onların hala kardeşlerimiz olduğunu söyler. Onları öldürmek kabile yasalarına aykırıdır
    ‘’Bir de soğuklarla ilgili hikayeler vardır.’’ Sesini alçaltmıştı
    ‘’Soğuklar mı ?’’ diye sordum, bu kez gerçekten şaşırmıştım
    ‘’Evet. Soğuklarla ilgili hikayeler, kurtlarla ilgili efsaneler kadar eskidir, hatta daha eski onlarlar da vardı. Efsaneye göre, benim büyükbabam bazılarını tanırmış. Onların topraklarımızdan uzak tutmak için bir anlaşma hazırlayan oymuş’’ Gözlerini devirdi.
    ‘’Senin büyük büyükbaban mı?’’
    ‘’Kabilenin ileri gelenlerindenmiş, babam da öyle. Soğuklar, kurtların baş düşmanlarıdır; daha doğrusu insana dönüşen kurtların. Onlara kurt adamlar da denir.’’
    ‘’Kurt adamların da düşmanı var mıymış?’’
    ‘’Yalnızca bir tane’’
    Sabırsızlığımı hayranlık gibi göstermeye çalışarak ona bakıyordum.
    ‘’Gördüğün gibi, soğuklar geleneksel olarak düşmanımız sayılır. Ama büyük büyük babamın zamanında bölgemize gelen grup farklıydı. Kendi türlerinin avlandığı gibi avlanmadılar, kabileye zarar vermemeleri gerekiyordu. Bu nedenle büyük babam onlarla anlaşma yaptı. Topraklarımızdan uzak dururlarsa biz de onları Kızılderililere vermeyecektik.’’ Göz kırptı.
    ‘’Tehlikeli değillerse neden…?’’ Jacob’a hayalet hikayesinin ne kadar ilgimi çektiğini belli etmemeye çalışarak anlamaya çalışıyordum.
    ‘’Bu klan gibi uygar olsalar bile, soğukların yanında oldukları sürece insanlar için bir risk vardır. Onların ne zaman dayanamayacak kadar acıkacaklarını bilemezsin.’’ Tehdit dolu bir sesle konuşmaya çalışmıştı.
    ‘’Uygar derken neyi kastediyorsun?’’
    ‘’İnsanları avlamadıklarını iddia ediyorlar. Hayvanları avlayabiliyorlarmış.’’
    ‘’Peki bunun Cullen’larla ne ilgisi var? Büyük büyükbabanın tanıdığı soğuklara mı benziyorlar?’’
    ‘’Hayır.’’ Jacob bir an durdu. ‘’Ta kendileri.’’
    Yüzümdeki ifadenin, hikayenin yarattığı korkudan kaynaklandığını düşündü sanırım. Memnun bir şekilde gülümsedi ve hikayeye devam etti.
    ‘’Şimdi onlardan daha çok var; yeni bir dişi ve yeni erkek; ancak geri kalanları aynı. Büyük büyükbabam zamanın da liderlerinin Carlisle olduğunu biliyorlarmış. Sizin insanlarınız buraya gelmeden çok önce o gitmiş.’’ Gülümsemesini bastırmaya çalışıyordu
    ‘’Peki onlar ne?’’ diye sordum sonunda. ‘’Soğuklar ne?’’
    Gizemli bir ifadeyle gülümsedi.
    ‘’Kan içiciler,’’ dedi korkunç bir sesle. ‘’Siz onlara vampirler diyorsunuz.’’
    Onun bu cevabından sonra azgın dalgaları izlemeye başladım. Yüzümde nasıl bir ifade olduğunu bilmiyordum
    ‘’Tüylerin diken diken oldu,’’ dedi memnuniyetle.
    ‘’İyi bir anlatıcısın,’’ diye iltifat ettim ona. Hala dalgaları seyrediyordum.
    ‘’Kulağa inanılmaz geliyor, değil mi? Babamın bizim bu konulardan söz etmemizi istememesine şaşmamak gerek’’
    Yüzümdeki ifadeyi toparlayamadığım için hala onun yüzüne bakamıyordum. ‘’Merak etme, seni ispiyonlamam.’’
    ‘’Sanırım az önce anlaşmayı bozdum.’’ Güldü.
    ‘’Bu sırrı mezara kadar saklayacağım,’’ diye söz verdim ve birden ürperdim.
    ‘’Ben ciddiyim. Charlie’ ye bir şey söyleme. Doktor Cullen hastanede çalışmaya başladığından beri oraya gitmediğimiz için babama çok kızmıştı zaten.’’
    ‘’Söylemem.’’
    ‘’Bizim batıl inançları olan yerliler filan mı olduğumuzu düşünüyorsun?’’ diye sordu neşeli bir sesle, ama endişeli gibiydi. Gözlerimi hala okyanustan ayıramamıştım.
    Ona döndüm ve olabildiğince doğal bir şekilde gülümsedim
    ‘’Hayır. Ben sadece korku hikayeleri anlatmak konusunda başarılı olduğunu düşünüyorum. Bak, tüylerim diken diken hala.’’ Kolumu gösterdim
    ‘’Harika,’’ Gülümsedi
    O sırada, birbirine sürtünen taş seslerinden birinin bize yaklaştığını anladık. Başımızı kaldırdığımızda, Mike ve Jessica’nın bize doğru geldiğini gördük.
    ‘’Demek buradasın Bella.’’ Mike rahatlamış gibiydi.
    ‘’Erkek arkadaşın mı?’’ diye sordu Jacob, Mike’ın sesindeki kıskançlığı fark etmişti. Mike’ın bunu bu kadar belli etmesine ben de şaşırmışyım.
    ‘’Hayır, kesinlikle hayır,’’ diye fısıldadım. Jacob’a minnettardım ve onu mutlu etmeyi çok istiyordum. Mike’a belli etmeden ona göz kırptım. Benim zoraki flört çabam onu sevindirmişti.
    ‘’Sürücü belgemi aldığımda…’’ dedi
    ‘’Forks’a beni görmeye gel mutlaka. Biraz dolaşırız.’’ Bunu söylediğim anda, onu kullandığımı bildiğim için kendimi suçlu hissettim. Ama Jacob’dan gerçekten hoşlanmıştım. Onunla rahatça arkadaşlık edebilirdim.
    Mike yanımıza gelmişti; Jessica da onun biraz arkasındaydı. Jacon’u süzüyordu; onun benden daha küçük olduğunu anladığında rahatlamış göründü.
    ‘’Nerelerdeydin?’’ diye sordu, cevap gözlerinin önünde olduğu halde.
    ‘’Jacob bana yerel hikayeler anlatıyordu,’’ diye cevap verdim. ‘’Çok ilginçti.’’
    Mike bizim yakınlığımızı görünce bir kez daha bu durumu değerlendirdi. ‘’Toparlanıyoruz, birazdan yağmur başlayacak.’’
    Başımızı kaldırıp gökyüzüne baktık; bulutlar vardı, gerçekten yağmur yağacaktı.
    ‘’Tamam,’’ dedim ayağa kalkarak ‘’Geliyorum.’’
    ‘’Seni yeniden görmek güzeldi,’’ dedi Jacob, Mike’ı kızdırmaya çalışır gibi.
    ‘’Bence de. Bundan sonra Charlie Billy’yi görmeye gelirken ben de onunla geleceğim’’ dedim
    Gülümsemesi yüzüne yayıldı. ‘’Harika olur.’’
    ‘’Ve, Teşekkürler,’’ dedim içtenlikle.
    Arabaya doğru yürürken kapüşonumu giydim. Yağmur düştüğü kayaların üzerinde siyah lekeler bırakmaya başlamıştıı. Suburban’a vardığımda, diğerlerinin her şeyini arabaya yüklediğini gördüm. Arka koltuğu, Angela ve Tyler’ın yanına oturdum. Böylece gelirken ön koltuğa oturmanın da tesadüf olduğunu göstermiş oluyordum. Angela camdan dışarı bakıyordu. Lauren ise orta koltukta Tyler’ın ilgisini çekmek için konuşup duruyordu. Başımı koltuğa yasladım; gözlerimi kapattım ve hiçbir şey düşünmemeye çalıştım

      Forum Saati Cuma Mayıs 10, 2024 10:44 am