“Ciddi olamazsın,” dedim, Çarşamba öğleden sonraydı. “Kesinlikle aklını kaçırmışsın!”
“Benim hakkımda istediğini söyle,” dedi Alice. “Bu parti gene de yapılacak.”
Ona gözlerimi dikmiş bakıyordum, gözlerimi hayretle öylesine açmıştım ki sanki kavga
edmişler ve içlerinden biri tepsimin üzerine düşmüştü.
“Ah sakin ol, Bella! Bunu yapmamamız için bir neden yok. Ayrıca davetiyeler çoktan
yollandı.”
“Ama… sen… ben… delisin!” Öfkeyle kekelemiştim.
“Bana hediyeni zaten aldın,” diye hatırlattı. “Başka bir şey yapmana gerek yok sadece gel.”
Kendimi sakinleştirmek için çabaladım. “Şu an olanları hesaba katarsak bir parti yapmak çok
da uygun olmaz.”
“Olan şey mezuniyet ve bir parti yapma zamanı da neredeyse geçmek üzere.”
“Alice!”
İç çekti ve ciddileşmeye çalıştı. “Halletmemiz gereken birkaç şey var ve bunlar zaman alacak.
Burada otururken de bir şeyleri kutlayabiliriz. Liseden mezun olan – ilk defa olarak - sensin.
Bir daha asla insan olmayacaksın, Bella. Bu hayatında bir defa olacak bir şey.”
Edward tartışmamız boyunca sessizliğini korumuştu ama hemen bir uyaran bakış attı. Alice
ona dilini çıkardı. Haklıydı – sesi asla kafeteryanın uğultusunda duyulmazdı. Ve sözlerinin
arkasındaki gerçek anlamı da kimse sezemezdi.
“Halletmemiz gereken o birkaç şeyde ne?” Konunun yön değiştirmesine izin vermedim.
Edward kısık bir sesle yanıtladı. “Jasper bizim biraz yardım alabileceğimizi düşünüyor.
Tanya’nın ailesi bizim tek seçeneğimiz değil. Carlisle eski dostlarının izini sürüyor, Jasper da
Peter ile Charlotte’u aramakta. Maria ile konuşmayı planlıyor… fakat güneylileri buna dahil
etmeye pek niyetli değil.”
Alice zarif bir şekilde ürperdi.
“Onları ikna etmek çok da zor olmasa gerek,” devam etti. “Kimse İtalya’dan bir ziyaret
olmasını istemiyor.”
“Fakat bu arkadaşlar – onlar… vejeteryan olmayacak değil mi?” Cullenlar’ın yaptığı gibi alaycı
bir şekilde kullanmıştım bunu.
“Hayır,” diye yanıtladı Edward aniden ifadesiz bir yüzle.
“Burada? Forks’da mı?”
“Onlar arkadaş,” Alice beni rahatlatmaya çalıştı. “Her şey yolunda gidecek. Endişelenme. Ve
Jasper bize yenidoğanları alt etmemiz konusunda ders de verecek…”
Edward’ın gözleri o anda parladı ve yüzünde bir gülümseme belirdi hızla. Aniden midemin
buzdan kıymıklarla dolduğunu hissettim.
“Ne zaman gidiyorsunuz?” Boğuk bir sesle sordum bunu. Buna dayanamıyordum -
Yani birilerinin geri dönmeme ihtimaline. Çok cesur ve dikkatsiz olduğundan dolayı bu
Emmett olursa? Ya da Esme, öylesine tatlı ve anaçtı ki onu dövüşürken hayal edemiyordum?
Ya bu kişi minicik ve kırılgan görünüşlü Alice olursa? Ya da… fakat onun adını aklımdan
geçirip bu ihtimali düşünemiyordum bile.
“Bir hafta,” dedi Edward kayıtsızca. “Bu bize yeterince zaman verecektir.”
Buzdan kıymıklar bir kez daha ortaya çıkmıştı. Birdenbire midem bulanmıştı.
“Rengin yeşile döndü, Bella,” dedi Alice.
Edward koluyla beni sardı ve beni kendisine doğru çekti. “Yolunda gidecek, Bella. Güven
bana.”
Tabii, kendimi düşünmüştüm. Ona güveniyordum. Ne olursa olsun arkasına yaslanacak ve
onun geri gelip gelmeyeceğini merak edecek olan kişi o olmayacaktı.
Ve ansızın aklıma geldi. Belki de geride kalmama gerek yoktu. Bir hafta oldukça uzun bir
süreydi.
“Yardım arıyorsunuz,” dedim yavaşça.
“Evet.” Alice ses tonumun değişmesinden dolayı başını havaya kaldırdı.
Cevap verirken sadece Alice’e bakmıştım. Sesim bir fısıltıdan çok daha yüksek bir şekilde
çıkmıştı. “Ben yardım edebilirim.”
Edward’ın vücudu kaskatı kesildi, kolu beni daha sıkı sardı. Ve oflarcasına soluğunu hızla
verdi.
Fakat Alice hala sakindi ve aynı şekilde cevapladı. “Bu gerçekten hiç yardımcı olmazdı.”
“Neden ama?” Diyerek itiraz ettim; sesimdeki çaresizliği ben bile duymuştum. “Sekiz yediden
daha iyidir. Gerekli olan zamandan fazlasına da sahibiz.”
“Seni yararlı hale getirebilmemiz için yeterli zaman yok, Bella,” soğukkanlı bir şekilde itiraz
etti. “Jasper’ın genç olanları nasıl tanımladığını hatırlıyor musun? Dövüşte iyi olmayacaksın. İç
güdülerini de kontrol edemeyecek ve kolay bir hedef haline geleceksin. Dahası Edward da seni
korumaya çalışırken yaralanack.” Alice ellerini göğsünde birleştirdi, doğruluğu tartışılmaz olan
savunmasından memnun kalmıştı.
O bunları ortaya koyduğunda onun haklı olduğunu anladım. Sandalyeme yığıldım, son
umudum da bertaraf edilmişti. Benim aksime, Edward ise rahatlamıştı.
Edward kulağıma eğilip fısıldayarak hatırlattı. “Korktuğundan dolayı değil.”
“Ah,” dedi aniden yüzünde boş bir ifade yerleşti. Sonra da yüzünü astı. “Son dakika
ertelemelerinden nefret ediyorum. Böylece partiye katılacaklar listesi altmış beş kişiye inmiş
oldu…”
“Altmış beş mi!” Gözlerim hayretle açmıştım, gene. O kadar arkadaşım yoktu. O kadar insan
tanıyor muydum peki?
“Kim iptal etti?” Edward beni görmezden gelerek merakla sordu.
“Renée.”
“Ne?” Heyecanla sordum.
“Mezuniyetin için sana sürpriz yapacaktı ama bir şeyler ters gitti. Eve gittiğinde bir mesaj
alacaksın.”
Bir süreliğine rahatlamanın verdiği keyfin tadını çıkardım. Annem için ters giden her neyse ona
minnettardım. Eğer Forks’a şimdi gelseydi… Bunu düşünmek istemiyordum. Kafam infilak
edebilirdi.
Eve ulaştığımda telesekreterin mesaj uyarı lambası yanıyordu. Annemin Phil’in maç esnasında
sakatlandığını söylediğinde rajatlama hissi tekrar ortaya çıktı – anlattığı kadarıyla Phil bir
oyuncu tarafından düşürülüp kalça kemiğini kırmıştı; tamamen bakıma muhtaç durumdaydı ve
onu bırakıp gelmesinin imkanı yoktu. Mesaj sona erdiğinde annem hala özür dilemeye
çalışıyordu.
“En azından bir,” iç geçirdim.
“Bir ne?” Edward sordu.
“Bu hafta öldürülecek diye endişenlenmeyeceğim en azından biri var.”
Gözlerini devirdi Edward.
“Neden sen ve Alice bunu ciddiye almıyorsunuz?” Merakla sordum. “Bu olay ciddi.”
Gülümsedi. “Sadece güven.”
“Harika,” diye homurdandım. Telefonun ahizesini kaldırdım ve Renée’nin numarasını çevirdim.
Bunun uzun bir konuşma olacağını biliyordum ama bu konuşmaya çok da katkımın
olmayacağının da farkındaydım.
Sadece dinledim ve araya girebildiğim zamanlarda onu rahatlatmaya yönelik şeyler söyledim:
Kızmadım, hayal kırıklığına uğramadım, üzülmedim. Phil’in iyileşmesine yoğunlaşması
gerekiyordu. Phil’e “geçmiş olsun” dediktenten sonra Forks Lisesi’ndeki mezuniyetle ilgili her
detayı ona anlatacağımı söz verdim. Telefonu kapatmak için çaresizce finallerime çalışmam
gerektiği bahanesini kullanmak zorunda kaldım.
Edward’ın sabrı sınırsızdı. Tüm konuşma boyunca kibarca beklemiş, saçlarımla oynayıp ne
zaman başımı kaldırıp ona baksam gülümsemişti. Uğraşmam gereken bir sürü sorun varken bu
tip şeylere dikkat etmek yüzeyselce olsa da onun gülümseyişi her daim nefesimi kesiyordu. O
kadar güzeldi ki bazen başka bir şeyi düşünmek çok zor oluyordu; Phil’in sorununu
odaklanabilmek ya da Renée’nin özürlerine ya da saldırgan vampir ordularına. Ben sadece bir
insandım.
Telefonu kapatır kapatmaz hemen parmak uçlarımda yükselip onu öpmek için uzandım.
Ellerini belime koydu ve beni mutfak tezgahının üzerine kaldırdı böylece ona uzanmak zorluk
çekmeyecektim. İşe yaramıştı, en azından benim için. Kollarımı onun boynunun çevresine
doladım ve onun buz gibi soğuk göğsüne yaslandım.
Her zaman olduğu gibi hemen kendini geri çekti.
Yüzümün asıldığını fark ettim. Kollarımın ve bacaklarımın arasından kurtulmaya çalışırken
yüzümün ifadesine güldü. Yanımda durup tezgaha doğru yaslandı ve kolunu hafifçe omzumun
çevresine doladı.
“Biliyorum benim kendimi kontrol etmede mükemmel olduğumu düşünüyorsun ama aslında
öyle değil.”
“Keşke öyle olsa,” iç geçirdim.
Ve o da iç geçirdi.
“Yarın okuldan sonra,” dedi, konuyu değiştiriyordu, “ Carlisle, Esme ve Rosalie ile beraber
ava gideceğim. Sadece birkaç saatliğine – yakınlarda olacağız. Alice, Jasper ve Emmett senin
güvenliğini sağlayacak.”
“Of,” diye inledim. Yarın finallerin ilk günüydü ve sadece yarım gündü. Matematik ve Tarih
dersinden sınavım vardı – ders programımda beni zorlayan iki dersti bunlar - bu yüzden bütün
günü onsuz geçirecektim ve endişelenmekten başka yapacak bir şeyim yoktu. “Birilerinin bana
bakıcılık yapmasından nefret ediyorum.”
“Bu geçici,” diyerek söz verdi.
“Jasper sıkılacak. Emmett ise benimle eğlenecek.”
“En iyi şekilde davranacaklar.”
“Peki,” diye mırıldandım.
Ve sonra aklıma birilerinin bana bakıcılık yapması dışında bir plan geldi. “Biliyorsun… La
Push’a o partiden beri gitmedim.”
Yüzündeki ifadenin değişimini yakından izledim. Gözleri birazcık kısılmıştı.
“Orada da yeterince güvende olurum,” diyerek hatırlattım ona.
Bunu birkaç saniye düşündü. “Muhtemelen haklısın.”
Yüzü sıcaktı ama fazlaca yumuşaktı. Tam ona isterse burada kalacağımı söyleyecektim ki
dalgacı Emmett’ın bunu herkese yayacağına karar verdim ve konuyu değiştirdim. “Şimdiden
susadın mı?” diye sordum, gözlerinin altında parlayan gölgelere baktım. Göz bebekleri hala
koyu altın rengindeydi.
“Pek değil.” Cevaplamak için isteksiz görünüyordu ve bu beni şaşırttı. Bir açıklama
bekliyordum.
“Elimizden geldiğince güçlü olmak istiyoruz,” diye açıkladı, hala isteksizdi. “Yol üzerinde
tekrar avlanacağız muhtemelen, büyük bir av arayacağız.”
“Bu sizi daha mı güçlü yapıyor?”
Yüzüme bir şeyler anlamak umuduyla baktı ama bulduğu tek şey meraktı.
“Evet,” dedi en sonunda. “İnsan kanı bizi en güçlü halimize getirir, tabi belli ölçülerde. Jasper
hile yapmak hakkında düşünüyordu – bu fikre karşı bile olsa en azından bir şeyler düşünmeye
çalışıyor – fakat bunu önermeyecek. Carlisle’ın ne söyleyeceğini biliyor.”
“Bu yardımcı olur muydu?” diye sessizce sordum.
“Önemi yok. Varlığımızı değiştirmeyeceğiz.”
Kaşlarımı çattım. Eğer yardımı dokunacaksa… ve sonra titredim, onu korumak için yabancı
birinin ölümüne olumlu yaklaştığımı fark etmiştim. Kendimden korkmuştum, fakat bu fikri
tamamen görmezden gelemedim yine de.
Tekrar konuyu değiştirdi. “Bu kadar güçlü olmalarının sebebi de bu. Yenidoğanlar insan
kanıyla dolular – kendi kanları, değişime tepki veriyor. Dokulara sızıyor ve onları
güçlendiriyor. Vücutları kanı yavaşça kullanır, Jasper’ın dediği gibi, güçleri bir yıl kadar sonra
azalmaya başlar.”
“Ben ne kadar güçlü olacağım?”
Gülümsedi. “Benden güçlü olacaksın.”
“Emmett’dan da mı güçlü?”
Daha büyük bir gülümseme yayıldı yüzüne. “Evet. Bana bir iyilik yap ve ona bilek güreşinde
meydan oku. Onun için güzel bir deneyim olurdu.”
Güldüm. Kulağa çok aptalca geliyordu.
Sonra içimi çektim ve tezgahtan aşağıya hopladım, çünkü daha fazla orada hareketsiz
duramayacaktım. Zaten gidip ders çalışmak, hatta ineklemek zorundaydım. Neyse ki Edward
yardım ediyordu ve o mükemmel bir öğretmendi – çünkü o her şeyi biliyordu. En büyük
sorunumun testlere konsantre olmak olduğunu anlamıştım. Eğer kendime dikkat etmeseydim
Tarih dersimin makalesini güneydeki vampir savaşları hakkında yazabilirdim.
Jacob’ı aramak için çalışmaya ara verdim ve Edward ben telefondayken Renée ile konuştuğum
zamanki kadar rahat görünüyordu. Tekrar saçlarımla oynadı.
Öğleden sonrayı geçmiş olsa da telefonum Jacob’ın uyanmasına neden olmuştu ve sesi başlarda
oldukça huysuzdu. Sonraki gün onu ziyaret edip edemeyeceğimi sorduğumda neşesi yerine
geldi. Quileute okulu yaz tatiline çoktan girmişti bile bu yüzden bana olabildiğince erken
gelmemi söyledi. Bebek bakıcımı seçme şansım olduğu için memnun olmuştum. Günü Jacob’la
geçirmenin az da olsa bir asaleti vardı.
Bu asalet de Edward’ın sanki velisi olduğu çocuğu bırakmaya gidiyormuş gibi sınıra kadar
onunla gitmemle ısrar etmesiyle uçup gitmişti.
“Pekala, sınavlarında yaptıkların hakkında ne düşünüyorsun?” Yolda giderken sormuştu bunu
Edward.
“Tarih kolaydı ama Matematik’den emin değilim. Sanki yaptıklarım mantıklı gibi geliyor
muhtemelen kaldım demek olabilir bu.”
Güldü. “Eminim iyi geçmiştir. Yoksa gerçekten endişeliysen Bay Varner’a sana A vermesi için
rüşver verebilirim.”
“Iıy,teşekkürler ama hayır kalsın.”
Tekrar güldü ama son dönemeci dönüp bekleyen kırmızı arabayı gördüğünde artık
gülmüyordu. Dikkatini toplamış bir halde kaşlarını çattı ve arabayı park ettiğinde iç çekti.
“Sorun ne?” Elimi kapının koluna attığımda sordum.
Başını hayır anlamında sağa sola salladı. “Hiç.” Ön camdan diğer arabaya bakarken gözlerini
kısmıştı. Bu bakışı daha öncede görmüştüm.
“Jacob’ın düşüncelerini dinlemiyorsun değil mi?”
“Biri bağırırken görmezden gelmek çok da kolay olmuyor.”
“Ah.” Bunu bir süre düşündüm. “Ne diye bağırıyor?” Fısıldamıştım.
“Şundan kesinlikle eminim kendisi bundan bizzat bahsedecek,” Edward bunu alaycı bir tonda
söylemişti.
Konunun üstüne gidecektim ki Jacob kornasına bastı – iki sabırsız korna sesi duyuldu.
“Bu çok kabaca,” diye homurdandı Edward.
“Jacob işte,” iç geçirdim ve Jacob Edward’ı daha fazla sinirlendirecek bir şey yapmadan önce
hız arabadan indim.
Rabbit’e binmeden önce uzaktan Edward’a el salladım, bu korna işine oldukça bozulmuş
gibiydi… ya da Jacob’ın düşündüğü her neyse ona. Fakat gözlerim her zaman zayıf olmuştu ve
hep hata yaptığımdan yanlış görmüş de olabilirdim.
Edward’ın bana geri dönmesini istedim.İkisinin arabalarından çıkıp el sıkışmalarını ve arkadaş
olmalarını istedim – kurt adam ve vampir kimliklerinin ötesinde Jacob ve Edward olarak.
Sanki iki inatçı mıknatısı elimde tutuyor, doğaya karşı gelerek onları birleştirmeye çalışıp bunu
denemekten vazgeçmiyordum…
İç geçirdim ve Jacob’ın arabasına bindim.
“Selam, Bells.” Jake’in ses tonu neşeliydi ama yorgundu da. O yola bakarken onun yüzünü
inceledim, benden daha hızlı sürüyordu ama Edward’dan daha yavaştı.
Jacob farklı görünüyordu belki de hastaydı. Göz kapakları sarkmış ve yüzü de asıktı.Kabarık
saçlarının her bir tutamı da farklı yönlere yatmıştı; neredeyse çene hızasına gelmişti saçları.
“İyi misin Jake?”
”Sadece yorgunum,” büyük bir esnemeyle ağzını araladı. Esnemesi bittiğinde sordu, “Bugün ne
yapmak istersin?”
Ona bir dakika boyunca baktım. “Şimdilik senin yerinde takılalım,” diye önerdim. Bundan daha
fazlasını yapabilecekmiş gibi görünmüyordu. “Sonra bisiklete binebiliriz.”
“Tabii, tabii,” dedi ve tekrar esnedi.
Jacob’ın evi boştu ve bu tuhaf hissettirmişti. Billy’nin her zaman oranın demirbaşı olduğunu
düşündüğümü fark ettim.
“Baban nerede?”
“Clearwaterlar’da. Orada Harry öldüğünden beri çok zaman geçiriyor. Sue yalnızlık çekiyor.”
İki kişilik koltuktan büyük olmayan tek kişlik eski kanepeye oturdu ve bana yer açabilmek için
kenara büzüştü.
“Ah. Bu çok hoş. Zavallı Sue.”
“Evet…biraz sorunları var…” Tereddüt etmişti. “Çocuklarıyla.”
“Mutlaka Seth ve Leah için babalarını kaybetmek zor olmuştur…”
“Ya,” diye kabul etti, düşüncelere dalmıştı. Kumandaya uzandı ve düşünmeden TV izlemeye
başladı. Tekrar esnedi.
“Neyin var Jake? Zombiye benziyorsun.”
“Dün gece iki saat uyuyabildim ve evvelsi gece de dört saat,” dedi. Kollarını yavaça esnetti, o
kollarını esnetirken eklemlerinden gelen sesi duyabiliyordum. Sol kolunu koltuğun üzerine,
benim arkama koydu ve kafasını duvara yasladı. “Bitkinim.”
“Neden uyumuyorsun?” diye sordum.
Bana dönüp surat yaptı. “Sam zor durumda. Senin kan emicilere güvenmiyor. İki haftadır çifte
vardiya yapıyorum, henüz kimseyle karşılaşmadım ama o gene de devam ettiriyor bunu.
Şimdilik bununla tek başıma uğraşıyorum.”
“Çifte vardiya mı? Bunun nedeni bana bir şey olacak diye endişelenmen mi? Jake, bu çok
yanlış! Uyumalısın. Ben iyi olacağım.”
“Sorun değil.” Gözleri aniden canlandı. “Odanda kimin olduğunu buldun mu? Yeni bir şeyler
var mı?”
İkinci soruyu görmezden geldim. “Hayır, benim, şey, yani ziyaretçim hakkında hiçbir şey
bulamadık.”
“Ben etrafta olacağım,” bunu derken gözleri kaydı.
“Jake…” diye inledim.
“Bak, en azından bunu yapabilirim – sana sonsuza kadar sürecek bir kölelik önerdim. Ömür
boyunca senin kölen olacağım.”
“Bir köle istemiyorum!”
Gözlerini açmadı. “Ne istiyorsun, Bella?”
“Arkadaşım Jack’i istiyorum – ve onun yarı ölü olmasını ve kendisini yanlış yollara saptırarak
acı çekmesini istemiyorum –”
Sözümü kesti. “Şu şekilde bak – bir vampiri takip edip öldürmeyi umuyorum, tamam mı?”
Cevap vermedim.Sonra bana baktı ve gizlice verdiğim tepkiyi tarttı.
“Şaka yapıyordum, Bella.”
TV’ye gözümü diktim.
“Pekala, haftaya özel bir planın var mı? Mezun oluyorsun. Bu çok önemli.” Sesi sıradan bir
şekilde çıkmıştı ve yüzü asılmıştı, yorgun şekilde bakarken gözleri kapanıverdi – bu sefer
yorgunluktan kapatmamıştı gözlerini. Her ne kadar bunu geciktirecek olsam mezuniyetten
sonra bana olacaklar onun için hala zordu.
“Özel bir plan yok,” dedim dikkatlice, sözlerimin onu rahatlatmasını ve daha fazla detay
istememesini umuyordum.Buna şu anda girmek istemiyordum. Bunun bir nedeni zorlu bir
tartışmaya girebilecek gibi görünmemesiydi. Diğer nedeniyse sözlerimden kaygılarımı
anlayabilecek olmasıydı. “Aslında, bir mezuniyet partisine gitmek zorundayım. Kendi
mezuniyet partime.” Bunu iğrenerek söylemiştim. “Alice partileri seviyor ve tüm kasabayı
partiye davet etti. Korkunç olacak.”
Ben konuşurken gözlerini açtı ve yüzünde beliren gülümseme yorgunluğunu az da olsa
gölgeledi. “Davetiye almadım. Buna çok alındım,” diyerek dalga geçti.
“Kendini davet edilmiş say. Bu aslında benim partim, istediğim kişiyi davet edebilmeliyim.”
“Teşekkürler,” dedi alayla, gözlerini tekrar kapattı.
“Keşke sen de gelebilseydin,” çaresizce olmayacağını bile bile söylemiştim bunu. “Bu daha
eğlenceli olurdu. Yani benim için.”
“Tabii, tabii,” diye mırıldandı. “Bu çok… akıllıca olurdu…” cümlesini tamamlayamamıştı.
Bir saniye sonra horlamaya başlamıştı.
Zavallı Jacob. Uyuyan yüzüne baktım ve gördüğüm şeyden hoşlandım. Uyurken yüzündeki
tüm sıkıntı ve koruyucu tavır yok olmuştu ve aniden bu kurt adam olaylarından önce tanıdığım
çocuğa dönüşmüştü. Daha genç görünüyordu. Benim Jacob’ıma daha çok benziyordu.
Koltuğa iyice yerleştim ve uyanmasını bekledim, bir süre uyumasını ve kaybettiği zamanı telafi
etmesini umuyordum. Kanalları gezdim bende ama bir şey bulamadım. Bir yemek programını
izlemeye başladım, izlerken biliyordum ki asla Charlie’ye böyle yemekler yapamayacaktım.
Jacob horlamaya daha gürültülü şekilde devam etti. TV’nin sesini açtım.
Tuhaf şekilde rahatlamış, neredeyse uyuyacak hale gelmiştim ben de. Bu ev benimkinden daha
güvenli gelmişti, muhtemelen bunun nedeni kimsenin beni burada aramak üzere gelmeyecek
olmasıydı. Koltuğa kıvrıldım ve ben de kestirmeyi düşündüm. Jacob bu kadar gürültülü
olmasa bunu başarabilirdim aslında. Bu yüzden uyumak yerine ben de düşünmeye başladım.
Finaller sona ermişti ve çoğu da kolaydı. Matematik, ki kolay olmayan ders buydu, sonucu ne
olursa olsun geride kalmıştı. Lise eğitimim sona ermişti. Ve bunun hakkında ne hissettiğimi
bilmiyordum. İnsan hayatım sona erdiğine odaklandığımdan bunun üzerinde tarafsızca
düşünmemiştim.
Edward’ın “korktuğundan dolayı değil” sözünü kullanmayı ne kadar süredir planladığını merak
ediyordum. Buna bir son vermeliydim.
Eğer mantıklı olursam mezun olduktan hemen sonra Carlisle’dan beni değiştirmesini istemek
doğru olandı. Forks bir savaş alanı kadar tehlikeli olmaya başlamıştı. Hayır, Forks savaş
alanının ta kendisiydi. Ayrıca… bu mezuniyet partisini kaçırmak için de güzel bir bahane
olurdu. Değişmek için en önemsiz nedeni bulduğum için kendi kendime gülümsedim.
Aptalcaydı… ama gene de zorlayıcıydı.
Fakat Edward haklıydı – hala hazır değildim.
Ve mantıklı olmak da istemiyordum. Onun yani beni dönüştürecek kişinin Edward olmasını
istiyordum. Bu mantıklı bir tutku değildi. Şundan emindim ki biri beni ısırdıktan iki saniye
sonra zehir damarlarımda yayılırken beni kimin ısırdığının bir önemi kalmayacaktı. Yani kimin
yaptığının bir önemi olmayacaktı.
Bunu neden önemli olduğunu açıklaması, kendim için bile, zordu. Bunu yapacak kişinin o
olması önemliydi. Çocukcaydı ama yine de hissedeceğim son şeyin onun dudakları olması
fikrinden çok hoşlanmıştım. Hatta bundan fazlası, utanç verici ve bunu sesli söyleyemeyecek
olsam da onun zehirinin beni dönüştürmesini istiyordum. Bu beni elle tutulur ve su götürmez
bir şekilde onun yapacaktı.
Fakat onun evlilik planına zamk gibi yapışacağını biliyordum – çünkü geciktirmek onun
peşinde olduğu şeydi ve bunda oldukça da iyiydi. Aileme bu yaz onunla evleneceğimi
söylerken hayal ettim kendimi. Angela, Ben ve Mike’da girdi bu hayale. Yapamıyordum.
Söyleyecek hiçbir şey bulamıyordum. Onlara vampir olacağımı söylemek daha basit olurdu. En
azından anneme – her şeyi detaylıca anlatırdım ona – vampir olacağımı söylemek evleniyor
olmamdan daha az sorun çıkarırdı. Onun yüz ifadesini hayal ederken kendi kendime
gülümsedim.
Sonra, bir anlığına, gene Edward’ı ve beni başka bir dünyadan gelmiş gibi görünen kıyafetlerle
veranda da salınırken hayal ettim. Öyle bir dünyaydı ki parmağımda yüzük olması kimseyi
şaşırtmayacaktı. Daha yalın bir yer, sevginin daha basit yollarla ifade edildiği bir yer. Bir artı
birin iki ettiği bir yer…
Jacob büyük bir homurtuyla diğer tarafa döndü. Kollarını koltuğun arkasından sallandırmıştı ve
beni kendine doğru çekmişti.
Bu çok tatlıydı ama o çok ağırdı! Ve sıcaktı. Sadece birkaç saniye sonra sıcaktan bunalmıştım.
Onu uyandırmadan kolunun altından çıkmaya çalıştım ama kolunu biraz hızlıca itmek zorunda
kaldım ve kolu üzerimden düşerken gözlerini açtı. Ayağa fırladı ve endişeyle etrafına baktı.
“Ne? Ne?” diye sordu kafası karışmış şekilde.
“Bendim sadece, Jake. Seni uyandırdığım için özür dilerim.”
Bana doğru dönüp baktı, kafası karışmış şekilde gözlerini kırpıştırdı. “Bella?”
“Merhaba, uykucu.”
“Ah, kahretesin. Uyuya mı kaldım? Üzgünüm! Ne kadar süre uyudum?”
“Emeril’ın birkaç yemek tarifini izleyecek kadar. Açıkçası sayısını unuttum.”
Tekrar koltuğa yanıma oturdu. “Off. Bunun için üzgünüm, gerçekten.”
Saçlarını okşadım, dağılmış olanları düzeltmeye çalışıyordum. “Bunun için kötü hissetme.
Biraz uyuduğun için memnunum.”
Esnedi ve gerindi. “Bugünlerde gerçekten işe yaramaz bir haldeyim. Billy’nin sürekli gitmesine
şaşmamalı. Çok sıkıcıyım.”
“İyisin,” diyerek ikna etmeye çalıştım onu.
“Ah, hadi dışarı çıkalım. Biraz yürümeliyim yoksa gene kendimden geçeceğim.”
“Jake, uyumaya devam et. Ben iyiyim. Beni alması için Edward’ı arayacağım.” Konuşurken
cebimi yokladım ve boş olduğunu fark ettim. “Kahretsin, senin telefonunu kullanmak
zorundayım. Sanırım arabada unuttum.” Toplanmaya başlamıştım.
“Hayır!” dedi Jacob, elimden tuttu. “Hayır, kal. Zaten çok nadir geliyorsun. Tüm zamanı böyle
ziyan ettiğime inanamıyorum.”
Konuşurken beni koltuktan kaldırdı ve kapıya doğru önden gitti, kapıdan geçerken başını
eğdi. Jacob’ın uyuduğu zamandan daha serindi artık; hava nedensiz yere soğumuştu – dışarıda
fırtına olmalıydı. Sanki Mayıs değil de Şubat ayıydı.
Soğuk hava Jacob’ı daha fazla endişelendirmişti. Evin önünde bir aşağı bir yukarı yürümeye
başladı, beni de yanında sürüklüyordu.
“Ben bir salağım,” kendi kendine mırıldandı.
“Ne oldu Jake? Sadece uykuya daldın.” Omuz silktim.
“Seninle konuşmak istiyordum. Buna inanamıyorum.”
“Konuş o zaman benimle,” dedim.
Jacob gözlerime bir an baktı ve sonra hemen kaçırdı. Neredeyse kıpkırmızı olmuştu ama koyu
renkli teninden dolayı bunu söylemek güçtü.
Aniden Edward’ın beni bırakırkenki söyledikleri geldi aklıma – Jacob bana her ne söyleyecekse
kafasında haykırıyordu. Dudaklarımı kemirmeye başlamıştım.
“Bak,” dedi Jacob. “Bunu daha farklı yapmayı planlıyordum.” Güldü ama sanki kendi kendine
gülüyordu. “Daha kolay olacaktı,” diye ekledi. “Yetiştirmeye çalıştım ama” – ve bulutlara
baktı, hava kararmak üzereydi – “işten zamanım kalmadı.”
Asabi bir kahkaha attı. Hala yavaşça yürüyorduk.
“Neden bahsediyorsun?” İnatla sordum.
Derin bir nefes aldı. “Sana bir şeyler söylemek istiyorum. Ve bunu zaten biliyorsun…ama bunu
sesli söylemek zorundayım. Böylece bu konuda hiçbir karışıklık olmasın.”
Durdum ve o da durdu. Elimi ondan aldım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. Aniden emin
oldum ki söylemek için hazırlandığı her neyse bunu duymak istemiyordum.
Jacob’ın kaşları aşağıya düştü, gözlerini gölgeledi. Benimkilere dikilmiş olan gözleri
kapkaraydı.
“Sana aşığım, Bella,” dedi Jacob kendinden emin güçlü bir şekilde. “Bella, seni seviyorum. Ve
onun yerine beni seçmeni istiyorum. Senin böyle hissetmediğini biliyorum ama başka
seçeneklerinin de olduğunu bilmeni istiyorum. Aramızda bir yanlış anlamanın olmasını
istemiyorum.”
“Benim hakkımda istediğini söyle,” dedi Alice. “Bu parti gene de yapılacak.”
Ona gözlerimi dikmiş bakıyordum, gözlerimi hayretle öylesine açmıştım ki sanki kavga
edmişler ve içlerinden biri tepsimin üzerine düşmüştü.
“Ah sakin ol, Bella! Bunu yapmamamız için bir neden yok. Ayrıca davetiyeler çoktan
yollandı.”
“Ama… sen… ben… delisin!” Öfkeyle kekelemiştim.
“Bana hediyeni zaten aldın,” diye hatırlattı. “Başka bir şey yapmana gerek yok sadece gel.”
Kendimi sakinleştirmek için çabaladım. “Şu an olanları hesaba katarsak bir parti yapmak çok
da uygun olmaz.”
“Olan şey mezuniyet ve bir parti yapma zamanı da neredeyse geçmek üzere.”
“Alice!”
İç çekti ve ciddileşmeye çalıştı. “Halletmemiz gereken birkaç şey var ve bunlar zaman alacak.
Burada otururken de bir şeyleri kutlayabiliriz. Liseden mezun olan – ilk defa olarak - sensin.
Bir daha asla insan olmayacaksın, Bella. Bu hayatında bir defa olacak bir şey.”
Edward tartışmamız boyunca sessizliğini korumuştu ama hemen bir uyaran bakış attı. Alice
ona dilini çıkardı. Haklıydı – sesi asla kafeteryanın uğultusunda duyulmazdı. Ve sözlerinin
arkasındaki gerçek anlamı da kimse sezemezdi.
“Halletmemiz gereken o birkaç şeyde ne?” Konunun yön değiştirmesine izin vermedim.
Edward kısık bir sesle yanıtladı. “Jasper bizim biraz yardım alabileceğimizi düşünüyor.
Tanya’nın ailesi bizim tek seçeneğimiz değil. Carlisle eski dostlarının izini sürüyor, Jasper da
Peter ile Charlotte’u aramakta. Maria ile konuşmayı planlıyor… fakat güneylileri buna dahil
etmeye pek niyetli değil.”
Alice zarif bir şekilde ürperdi.
“Onları ikna etmek çok da zor olmasa gerek,” devam etti. “Kimse İtalya’dan bir ziyaret
olmasını istemiyor.”
“Fakat bu arkadaşlar – onlar… vejeteryan olmayacak değil mi?” Cullenlar’ın yaptığı gibi alaycı
bir şekilde kullanmıştım bunu.
“Hayır,” diye yanıtladı Edward aniden ifadesiz bir yüzle.
“Burada? Forks’da mı?”
“Onlar arkadaş,” Alice beni rahatlatmaya çalıştı. “Her şey yolunda gidecek. Endişelenme. Ve
Jasper bize yenidoğanları alt etmemiz konusunda ders de verecek…”
Edward’ın gözleri o anda parladı ve yüzünde bir gülümseme belirdi hızla. Aniden midemin
buzdan kıymıklarla dolduğunu hissettim.
“Ne zaman gidiyorsunuz?” Boğuk bir sesle sordum bunu. Buna dayanamıyordum -
Yani birilerinin geri dönmeme ihtimaline. Çok cesur ve dikkatsiz olduğundan dolayı bu
Emmett olursa? Ya da Esme, öylesine tatlı ve anaçtı ki onu dövüşürken hayal edemiyordum?
Ya bu kişi minicik ve kırılgan görünüşlü Alice olursa? Ya da… fakat onun adını aklımdan
geçirip bu ihtimali düşünemiyordum bile.
“Bir hafta,” dedi Edward kayıtsızca. “Bu bize yeterince zaman verecektir.”
Buzdan kıymıklar bir kez daha ortaya çıkmıştı. Birdenbire midem bulanmıştı.
“Rengin yeşile döndü, Bella,” dedi Alice.
Edward koluyla beni sardı ve beni kendisine doğru çekti. “Yolunda gidecek, Bella. Güven
bana.”
Tabii, kendimi düşünmüştüm. Ona güveniyordum. Ne olursa olsun arkasına yaslanacak ve
onun geri gelip gelmeyeceğini merak edecek olan kişi o olmayacaktı.
Ve ansızın aklıma geldi. Belki de geride kalmama gerek yoktu. Bir hafta oldukça uzun bir
süreydi.
“Yardım arıyorsunuz,” dedim yavaşça.
“Evet.” Alice ses tonumun değişmesinden dolayı başını havaya kaldırdı.
Cevap verirken sadece Alice’e bakmıştım. Sesim bir fısıltıdan çok daha yüksek bir şekilde
çıkmıştı. “Ben yardım edebilirim.”
Edward’ın vücudu kaskatı kesildi, kolu beni daha sıkı sardı. Ve oflarcasına soluğunu hızla
verdi.
Fakat Alice hala sakindi ve aynı şekilde cevapladı. “Bu gerçekten hiç yardımcı olmazdı.”
“Neden ama?” Diyerek itiraz ettim; sesimdeki çaresizliği ben bile duymuştum. “Sekiz yediden
daha iyidir. Gerekli olan zamandan fazlasına da sahibiz.”
“Seni yararlı hale getirebilmemiz için yeterli zaman yok, Bella,” soğukkanlı bir şekilde itiraz
etti. “Jasper’ın genç olanları nasıl tanımladığını hatırlıyor musun? Dövüşte iyi olmayacaksın. İç
güdülerini de kontrol edemeyecek ve kolay bir hedef haline geleceksin. Dahası Edward da seni
korumaya çalışırken yaralanack.” Alice ellerini göğsünde birleştirdi, doğruluğu tartışılmaz olan
savunmasından memnun kalmıştı.
O bunları ortaya koyduğunda onun haklı olduğunu anladım. Sandalyeme yığıldım, son
umudum da bertaraf edilmişti. Benim aksime, Edward ise rahatlamıştı.
Edward kulağıma eğilip fısıldayarak hatırlattı. “Korktuğundan dolayı değil.”
“Ah,” dedi aniden yüzünde boş bir ifade yerleşti. Sonra da yüzünü astı. “Son dakika
ertelemelerinden nefret ediyorum. Böylece partiye katılacaklar listesi altmış beş kişiye inmiş
oldu…”
“Altmış beş mi!” Gözlerim hayretle açmıştım, gene. O kadar arkadaşım yoktu. O kadar insan
tanıyor muydum peki?
“Kim iptal etti?” Edward beni görmezden gelerek merakla sordu.
“Renée.”
“Ne?” Heyecanla sordum.
“Mezuniyetin için sana sürpriz yapacaktı ama bir şeyler ters gitti. Eve gittiğinde bir mesaj
alacaksın.”
Bir süreliğine rahatlamanın verdiği keyfin tadını çıkardım. Annem için ters giden her neyse ona
minnettardım. Eğer Forks’a şimdi gelseydi… Bunu düşünmek istemiyordum. Kafam infilak
edebilirdi.
Eve ulaştığımda telesekreterin mesaj uyarı lambası yanıyordu. Annemin Phil’in maç esnasında
sakatlandığını söylediğinde rajatlama hissi tekrar ortaya çıktı – anlattığı kadarıyla Phil bir
oyuncu tarafından düşürülüp kalça kemiğini kırmıştı; tamamen bakıma muhtaç durumdaydı ve
onu bırakıp gelmesinin imkanı yoktu. Mesaj sona erdiğinde annem hala özür dilemeye
çalışıyordu.
“En azından bir,” iç geçirdim.
“Bir ne?” Edward sordu.
“Bu hafta öldürülecek diye endişenlenmeyeceğim en azından biri var.”
Gözlerini devirdi Edward.
“Neden sen ve Alice bunu ciddiye almıyorsunuz?” Merakla sordum. “Bu olay ciddi.”
Gülümsedi. “Sadece güven.”
“Harika,” diye homurdandım. Telefonun ahizesini kaldırdım ve Renée’nin numarasını çevirdim.
Bunun uzun bir konuşma olacağını biliyordum ama bu konuşmaya çok da katkımın
olmayacağının da farkındaydım.
Sadece dinledim ve araya girebildiğim zamanlarda onu rahatlatmaya yönelik şeyler söyledim:
Kızmadım, hayal kırıklığına uğramadım, üzülmedim. Phil’in iyileşmesine yoğunlaşması
gerekiyordu. Phil’e “geçmiş olsun” dediktenten sonra Forks Lisesi’ndeki mezuniyetle ilgili her
detayı ona anlatacağımı söz verdim. Telefonu kapatmak için çaresizce finallerime çalışmam
gerektiği bahanesini kullanmak zorunda kaldım.
Edward’ın sabrı sınırsızdı. Tüm konuşma boyunca kibarca beklemiş, saçlarımla oynayıp ne
zaman başımı kaldırıp ona baksam gülümsemişti. Uğraşmam gereken bir sürü sorun varken bu
tip şeylere dikkat etmek yüzeyselce olsa da onun gülümseyişi her daim nefesimi kesiyordu. O
kadar güzeldi ki bazen başka bir şeyi düşünmek çok zor oluyordu; Phil’in sorununu
odaklanabilmek ya da Renée’nin özürlerine ya da saldırgan vampir ordularına. Ben sadece bir
insandım.
Telefonu kapatır kapatmaz hemen parmak uçlarımda yükselip onu öpmek için uzandım.
Ellerini belime koydu ve beni mutfak tezgahının üzerine kaldırdı böylece ona uzanmak zorluk
çekmeyecektim. İşe yaramıştı, en azından benim için. Kollarımı onun boynunun çevresine
doladım ve onun buz gibi soğuk göğsüne yaslandım.
Her zaman olduğu gibi hemen kendini geri çekti.
Yüzümün asıldığını fark ettim. Kollarımın ve bacaklarımın arasından kurtulmaya çalışırken
yüzümün ifadesine güldü. Yanımda durup tezgaha doğru yaslandı ve kolunu hafifçe omzumun
çevresine doladı.
“Biliyorum benim kendimi kontrol etmede mükemmel olduğumu düşünüyorsun ama aslında
öyle değil.”
“Keşke öyle olsa,” iç geçirdim.
Ve o da iç geçirdi.
“Yarın okuldan sonra,” dedi, konuyu değiştiriyordu, “ Carlisle, Esme ve Rosalie ile beraber
ava gideceğim. Sadece birkaç saatliğine – yakınlarda olacağız. Alice, Jasper ve Emmett senin
güvenliğini sağlayacak.”
“Of,” diye inledim. Yarın finallerin ilk günüydü ve sadece yarım gündü. Matematik ve Tarih
dersinden sınavım vardı – ders programımda beni zorlayan iki dersti bunlar - bu yüzden bütün
günü onsuz geçirecektim ve endişelenmekten başka yapacak bir şeyim yoktu. “Birilerinin bana
bakıcılık yapmasından nefret ediyorum.”
“Bu geçici,” diyerek söz verdi.
“Jasper sıkılacak. Emmett ise benimle eğlenecek.”
“En iyi şekilde davranacaklar.”
“Peki,” diye mırıldandım.
Ve sonra aklıma birilerinin bana bakıcılık yapması dışında bir plan geldi. “Biliyorsun… La
Push’a o partiden beri gitmedim.”
Yüzündeki ifadenin değişimini yakından izledim. Gözleri birazcık kısılmıştı.
“Orada da yeterince güvende olurum,” diyerek hatırlattım ona.
Bunu birkaç saniye düşündü. “Muhtemelen haklısın.”
Yüzü sıcaktı ama fazlaca yumuşaktı. Tam ona isterse burada kalacağımı söyleyecektim ki
dalgacı Emmett’ın bunu herkese yayacağına karar verdim ve konuyu değiştirdim. “Şimdiden
susadın mı?” diye sordum, gözlerinin altında parlayan gölgelere baktım. Göz bebekleri hala
koyu altın rengindeydi.
“Pek değil.” Cevaplamak için isteksiz görünüyordu ve bu beni şaşırttı. Bir açıklama
bekliyordum.
“Elimizden geldiğince güçlü olmak istiyoruz,” diye açıkladı, hala isteksizdi. “Yol üzerinde
tekrar avlanacağız muhtemelen, büyük bir av arayacağız.”
“Bu sizi daha mı güçlü yapıyor?”
Yüzüme bir şeyler anlamak umuduyla baktı ama bulduğu tek şey meraktı.
“Evet,” dedi en sonunda. “İnsan kanı bizi en güçlü halimize getirir, tabi belli ölçülerde. Jasper
hile yapmak hakkında düşünüyordu – bu fikre karşı bile olsa en azından bir şeyler düşünmeye
çalışıyor – fakat bunu önermeyecek. Carlisle’ın ne söyleyeceğini biliyor.”
“Bu yardımcı olur muydu?” diye sessizce sordum.
“Önemi yok. Varlığımızı değiştirmeyeceğiz.”
Kaşlarımı çattım. Eğer yardımı dokunacaksa… ve sonra titredim, onu korumak için yabancı
birinin ölümüne olumlu yaklaştığımı fark etmiştim. Kendimden korkmuştum, fakat bu fikri
tamamen görmezden gelemedim yine de.
Tekrar konuyu değiştirdi. “Bu kadar güçlü olmalarının sebebi de bu. Yenidoğanlar insan
kanıyla dolular – kendi kanları, değişime tepki veriyor. Dokulara sızıyor ve onları
güçlendiriyor. Vücutları kanı yavaşça kullanır, Jasper’ın dediği gibi, güçleri bir yıl kadar sonra
azalmaya başlar.”
“Ben ne kadar güçlü olacağım?”
Gülümsedi. “Benden güçlü olacaksın.”
“Emmett’dan da mı güçlü?”
Daha büyük bir gülümseme yayıldı yüzüne. “Evet. Bana bir iyilik yap ve ona bilek güreşinde
meydan oku. Onun için güzel bir deneyim olurdu.”
Güldüm. Kulağa çok aptalca geliyordu.
Sonra içimi çektim ve tezgahtan aşağıya hopladım, çünkü daha fazla orada hareketsiz
duramayacaktım. Zaten gidip ders çalışmak, hatta ineklemek zorundaydım. Neyse ki Edward
yardım ediyordu ve o mükemmel bir öğretmendi – çünkü o her şeyi biliyordu. En büyük
sorunumun testlere konsantre olmak olduğunu anlamıştım. Eğer kendime dikkat etmeseydim
Tarih dersimin makalesini güneydeki vampir savaşları hakkında yazabilirdim.
Jacob’ı aramak için çalışmaya ara verdim ve Edward ben telefondayken Renée ile konuştuğum
zamanki kadar rahat görünüyordu. Tekrar saçlarımla oynadı.
Öğleden sonrayı geçmiş olsa da telefonum Jacob’ın uyanmasına neden olmuştu ve sesi başlarda
oldukça huysuzdu. Sonraki gün onu ziyaret edip edemeyeceğimi sorduğumda neşesi yerine
geldi. Quileute okulu yaz tatiline çoktan girmişti bile bu yüzden bana olabildiğince erken
gelmemi söyledi. Bebek bakıcımı seçme şansım olduğu için memnun olmuştum. Günü Jacob’la
geçirmenin az da olsa bir asaleti vardı.
Bu asalet de Edward’ın sanki velisi olduğu çocuğu bırakmaya gidiyormuş gibi sınıra kadar
onunla gitmemle ısrar etmesiyle uçup gitmişti.
“Pekala, sınavlarında yaptıkların hakkında ne düşünüyorsun?” Yolda giderken sormuştu bunu
Edward.
“Tarih kolaydı ama Matematik’den emin değilim. Sanki yaptıklarım mantıklı gibi geliyor
muhtemelen kaldım demek olabilir bu.”
Güldü. “Eminim iyi geçmiştir. Yoksa gerçekten endişeliysen Bay Varner’a sana A vermesi için
rüşver verebilirim.”
“Iıy,teşekkürler ama hayır kalsın.”
Tekrar güldü ama son dönemeci dönüp bekleyen kırmızı arabayı gördüğünde artık
gülmüyordu. Dikkatini toplamış bir halde kaşlarını çattı ve arabayı park ettiğinde iç çekti.
“Sorun ne?” Elimi kapının koluna attığımda sordum.
Başını hayır anlamında sağa sola salladı. “Hiç.” Ön camdan diğer arabaya bakarken gözlerini
kısmıştı. Bu bakışı daha öncede görmüştüm.
“Jacob’ın düşüncelerini dinlemiyorsun değil mi?”
“Biri bağırırken görmezden gelmek çok da kolay olmuyor.”
“Ah.” Bunu bir süre düşündüm. “Ne diye bağırıyor?” Fısıldamıştım.
“Şundan kesinlikle eminim kendisi bundan bizzat bahsedecek,” Edward bunu alaycı bir tonda
söylemişti.
Konunun üstüne gidecektim ki Jacob kornasına bastı – iki sabırsız korna sesi duyuldu.
“Bu çok kabaca,” diye homurdandı Edward.
“Jacob işte,” iç geçirdim ve Jacob Edward’ı daha fazla sinirlendirecek bir şey yapmadan önce
hız arabadan indim.
Rabbit’e binmeden önce uzaktan Edward’a el salladım, bu korna işine oldukça bozulmuş
gibiydi… ya da Jacob’ın düşündüğü her neyse ona. Fakat gözlerim her zaman zayıf olmuştu ve
hep hata yaptığımdan yanlış görmüş de olabilirdim.
Edward’ın bana geri dönmesini istedim.İkisinin arabalarından çıkıp el sıkışmalarını ve arkadaş
olmalarını istedim – kurt adam ve vampir kimliklerinin ötesinde Jacob ve Edward olarak.
Sanki iki inatçı mıknatısı elimde tutuyor, doğaya karşı gelerek onları birleştirmeye çalışıp bunu
denemekten vazgeçmiyordum…
İç geçirdim ve Jacob’ın arabasına bindim.
“Selam, Bells.” Jake’in ses tonu neşeliydi ama yorgundu da. O yola bakarken onun yüzünü
inceledim, benden daha hızlı sürüyordu ama Edward’dan daha yavaştı.
Jacob farklı görünüyordu belki de hastaydı. Göz kapakları sarkmış ve yüzü de asıktı.Kabarık
saçlarının her bir tutamı da farklı yönlere yatmıştı; neredeyse çene hızasına gelmişti saçları.
“İyi misin Jake?”
”Sadece yorgunum,” büyük bir esnemeyle ağzını araladı. Esnemesi bittiğinde sordu, “Bugün ne
yapmak istersin?”
Ona bir dakika boyunca baktım. “Şimdilik senin yerinde takılalım,” diye önerdim. Bundan daha
fazlasını yapabilecekmiş gibi görünmüyordu. “Sonra bisiklete binebiliriz.”
“Tabii, tabii,” dedi ve tekrar esnedi.
Jacob’ın evi boştu ve bu tuhaf hissettirmişti. Billy’nin her zaman oranın demirbaşı olduğunu
düşündüğümü fark ettim.
“Baban nerede?”
“Clearwaterlar’da. Orada Harry öldüğünden beri çok zaman geçiriyor. Sue yalnızlık çekiyor.”
İki kişilik koltuktan büyük olmayan tek kişlik eski kanepeye oturdu ve bana yer açabilmek için
kenara büzüştü.
“Ah. Bu çok hoş. Zavallı Sue.”
“Evet…biraz sorunları var…” Tereddüt etmişti. “Çocuklarıyla.”
“Mutlaka Seth ve Leah için babalarını kaybetmek zor olmuştur…”
“Ya,” diye kabul etti, düşüncelere dalmıştı. Kumandaya uzandı ve düşünmeden TV izlemeye
başladı. Tekrar esnedi.
“Neyin var Jake? Zombiye benziyorsun.”
“Dün gece iki saat uyuyabildim ve evvelsi gece de dört saat,” dedi. Kollarını yavaça esnetti, o
kollarını esnetirken eklemlerinden gelen sesi duyabiliyordum. Sol kolunu koltuğun üzerine,
benim arkama koydu ve kafasını duvara yasladı. “Bitkinim.”
“Neden uyumuyorsun?” diye sordum.
Bana dönüp surat yaptı. “Sam zor durumda. Senin kan emicilere güvenmiyor. İki haftadır çifte
vardiya yapıyorum, henüz kimseyle karşılaşmadım ama o gene de devam ettiriyor bunu.
Şimdilik bununla tek başıma uğraşıyorum.”
“Çifte vardiya mı? Bunun nedeni bana bir şey olacak diye endişelenmen mi? Jake, bu çok
yanlış! Uyumalısın. Ben iyi olacağım.”
“Sorun değil.” Gözleri aniden canlandı. “Odanda kimin olduğunu buldun mu? Yeni bir şeyler
var mı?”
İkinci soruyu görmezden geldim. “Hayır, benim, şey, yani ziyaretçim hakkında hiçbir şey
bulamadık.”
“Ben etrafta olacağım,” bunu derken gözleri kaydı.
“Jake…” diye inledim.
“Bak, en azından bunu yapabilirim – sana sonsuza kadar sürecek bir kölelik önerdim. Ömür
boyunca senin kölen olacağım.”
“Bir köle istemiyorum!”
Gözlerini açmadı. “Ne istiyorsun, Bella?”
“Arkadaşım Jack’i istiyorum – ve onun yarı ölü olmasını ve kendisini yanlış yollara saptırarak
acı çekmesini istemiyorum –”
Sözümü kesti. “Şu şekilde bak – bir vampiri takip edip öldürmeyi umuyorum, tamam mı?”
Cevap vermedim.Sonra bana baktı ve gizlice verdiğim tepkiyi tarttı.
“Şaka yapıyordum, Bella.”
TV’ye gözümü diktim.
“Pekala, haftaya özel bir planın var mı? Mezun oluyorsun. Bu çok önemli.” Sesi sıradan bir
şekilde çıkmıştı ve yüzü asılmıştı, yorgun şekilde bakarken gözleri kapanıverdi – bu sefer
yorgunluktan kapatmamıştı gözlerini. Her ne kadar bunu geciktirecek olsam mezuniyetten
sonra bana olacaklar onun için hala zordu.
“Özel bir plan yok,” dedim dikkatlice, sözlerimin onu rahatlatmasını ve daha fazla detay
istememesini umuyordum.Buna şu anda girmek istemiyordum. Bunun bir nedeni zorlu bir
tartışmaya girebilecek gibi görünmemesiydi. Diğer nedeniyse sözlerimden kaygılarımı
anlayabilecek olmasıydı. “Aslında, bir mezuniyet partisine gitmek zorundayım. Kendi
mezuniyet partime.” Bunu iğrenerek söylemiştim. “Alice partileri seviyor ve tüm kasabayı
partiye davet etti. Korkunç olacak.”
Ben konuşurken gözlerini açtı ve yüzünde beliren gülümseme yorgunluğunu az da olsa
gölgeledi. “Davetiye almadım. Buna çok alındım,” diyerek dalga geçti.
“Kendini davet edilmiş say. Bu aslında benim partim, istediğim kişiyi davet edebilmeliyim.”
“Teşekkürler,” dedi alayla, gözlerini tekrar kapattı.
“Keşke sen de gelebilseydin,” çaresizce olmayacağını bile bile söylemiştim bunu. “Bu daha
eğlenceli olurdu. Yani benim için.”
“Tabii, tabii,” diye mırıldandı. “Bu çok… akıllıca olurdu…” cümlesini tamamlayamamıştı.
Bir saniye sonra horlamaya başlamıştı.
Zavallı Jacob. Uyuyan yüzüne baktım ve gördüğüm şeyden hoşlandım. Uyurken yüzündeki
tüm sıkıntı ve koruyucu tavır yok olmuştu ve aniden bu kurt adam olaylarından önce tanıdığım
çocuğa dönüşmüştü. Daha genç görünüyordu. Benim Jacob’ıma daha çok benziyordu.
Koltuğa iyice yerleştim ve uyanmasını bekledim, bir süre uyumasını ve kaybettiği zamanı telafi
etmesini umuyordum. Kanalları gezdim bende ama bir şey bulamadım. Bir yemek programını
izlemeye başladım, izlerken biliyordum ki asla Charlie’ye böyle yemekler yapamayacaktım.
Jacob horlamaya daha gürültülü şekilde devam etti. TV’nin sesini açtım.
Tuhaf şekilde rahatlamış, neredeyse uyuyacak hale gelmiştim ben de. Bu ev benimkinden daha
güvenli gelmişti, muhtemelen bunun nedeni kimsenin beni burada aramak üzere gelmeyecek
olmasıydı. Koltuğa kıvrıldım ve ben de kestirmeyi düşündüm. Jacob bu kadar gürültülü
olmasa bunu başarabilirdim aslında. Bu yüzden uyumak yerine ben de düşünmeye başladım.
Finaller sona ermişti ve çoğu da kolaydı. Matematik, ki kolay olmayan ders buydu, sonucu ne
olursa olsun geride kalmıştı. Lise eğitimim sona ermişti. Ve bunun hakkında ne hissettiğimi
bilmiyordum. İnsan hayatım sona erdiğine odaklandığımdan bunun üzerinde tarafsızca
düşünmemiştim.
Edward’ın “korktuğundan dolayı değil” sözünü kullanmayı ne kadar süredir planladığını merak
ediyordum. Buna bir son vermeliydim.
Eğer mantıklı olursam mezun olduktan hemen sonra Carlisle’dan beni değiştirmesini istemek
doğru olandı. Forks bir savaş alanı kadar tehlikeli olmaya başlamıştı. Hayır, Forks savaş
alanının ta kendisiydi. Ayrıca… bu mezuniyet partisini kaçırmak için de güzel bir bahane
olurdu. Değişmek için en önemsiz nedeni bulduğum için kendi kendime gülümsedim.
Aptalcaydı… ama gene de zorlayıcıydı.
Fakat Edward haklıydı – hala hazır değildim.
Ve mantıklı olmak da istemiyordum. Onun yani beni dönüştürecek kişinin Edward olmasını
istiyordum. Bu mantıklı bir tutku değildi. Şundan emindim ki biri beni ısırdıktan iki saniye
sonra zehir damarlarımda yayılırken beni kimin ısırdığının bir önemi kalmayacaktı. Yani kimin
yaptığının bir önemi olmayacaktı.
Bunu neden önemli olduğunu açıklaması, kendim için bile, zordu. Bunu yapacak kişinin o
olması önemliydi. Çocukcaydı ama yine de hissedeceğim son şeyin onun dudakları olması
fikrinden çok hoşlanmıştım. Hatta bundan fazlası, utanç verici ve bunu sesli söyleyemeyecek
olsam da onun zehirinin beni dönüştürmesini istiyordum. Bu beni elle tutulur ve su götürmez
bir şekilde onun yapacaktı.
Fakat onun evlilik planına zamk gibi yapışacağını biliyordum – çünkü geciktirmek onun
peşinde olduğu şeydi ve bunda oldukça da iyiydi. Aileme bu yaz onunla evleneceğimi
söylerken hayal ettim kendimi. Angela, Ben ve Mike’da girdi bu hayale. Yapamıyordum.
Söyleyecek hiçbir şey bulamıyordum. Onlara vampir olacağımı söylemek daha basit olurdu. En
azından anneme – her şeyi detaylıca anlatırdım ona – vampir olacağımı söylemek evleniyor
olmamdan daha az sorun çıkarırdı. Onun yüz ifadesini hayal ederken kendi kendime
gülümsedim.
Sonra, bir anlığına, gene Edward’ı ve beni başka bir dünyadan gelmiş gibi görünen kıyafetlerle
veranda da salınırken hayal ettim. Öyle bir dünyaydı ki parmağımda yüzük olması kimseyi
şaşırtmayacaktı. Daha yalın bir yer, sevginin daha basit yollarla ifade edildiği bir yer. Bir artı
birin iki ettiği bir yer…
Jacob büyük bir homurtuyla diğer tarafa döndü. Kollarını koltuğun arkasından sallandırmıştı ve
beni kendine doğru çekmişti.
Bu çok tatlıydı ama o çok ağırdı! Ve sıcaktı. Sadece birkaç saniye sonra sıcaktan bunalmıştım.
Onu uyandırmadan kolunun altından çıkmaya çalıştım ama kolunu biraz hızlıca itmek zorunda
kaldım ve kolu üzerimden düşerken gözlerini açtı. Ayağa fırladı ve endişeyle etrafına baktı.
“Ne? Ne?” diye sordu kafası karışmış şekilde.
“Bendim sadece, Jake. Seni uyandırdığım için özür dilerim.”
Bana doğru dönüp baktı, kafası karışmış şekilde gözlerini kırpıştırdı. “Bella?”
“Merhaba, uykucu.”
“Ah, kahretesin. Uyuya mı kaldım? Üzgünüm! Ne kadar süre uyudum?”
“Emeril’ın birkaç yemek tarifini izleyecek kadar. Açıkçası sayısını unuttum.”
Tekrar koltuğa yanıma oturdu. “Off. Bunun için üzgünüm, gerçekten.”
Saçlarını okşadım, dağılmış olanları düzeltmeye çalışıyordum. “Bunun için kötü hissetme.
Biraz uyuduğun için memnunum.”
Esnedi ve gerindi. “Bugünlerde gerçekten işe yaramaz bir haldeyim. Billy’nin sürekli gitmesine
şaşmamalı. Çok sıkıcıyım.”
“İyisin,” diyerek ikna etmeye çalıştım onu.
“Ah, hadi dışarı çıkalım. Biraz yürümeliyim yoksa gene kendimden geçeceğim.”
“Jake, uyumaya devam et. Ben iyiyim. Beni alması için Edward’ı arayacağım.” Konuşurken
cebimi yokladım ve boş olduğunu fark ettim. “Kahretsin, senin telefonunu kullanmak
zorundayım. Sanırım arabada unuttum.” Toplanmaya başlamıştım.
“Hayır!” dedi Jacob, elimden tuttu. “Hayır, kal. Zaten çok nadir geliyorsun. Tüm zamanı böyle
ziyan ettiğime inanamıyorum.”
Konuşurken beni koltuktan kaldırdı ve kapıya doğru önden gitti, kapıdan geçerken başını
eğdi. Jacob’ın uyuduğu zamandan daha serindi artık; hava nedensiz yere soğumuştu – dışarıda
fırtına olmalıydı. Sanki Mayıs değil de Şubat ayıydı.
Soğuk hava Jacob’ı daha fazla endişelendirmişti. Evin önünde bir aşağı bir yukarı yürümeye
başladı, beni de yanında sürüklüyordu.
“Ben bir salağım,” kendi kendine mırıldandı.
“Ne oldu Jake? Sadece uykuya daldın.” Omuz silktim.
“Seninle konuşmak istiyordum. Buna inanamıyorum.”
“Konuş o zaman benimle,” dedim.
Jacob gözlerime bir an baktı ve sonra hemen kaçırdı. Neredeyse kıpkırmızı olmuştu ama koyu
renkli teninden dolayı bunu söylemek güçtü.
Aniden Edward’ın beni bırakırkenki söyledikleri geldi aklıma – Jacob bana her ne söyleyecekse
kafasında haykırıyordu. Dudaklarımı kemirmeye başlamıştım.
“Bak,” dedi Jacob. “Bunu daha farklı yapmayı planlıyordum.” Güldü ama sanki kendi kendine
gülüyordu. “Daha kolay olacaktı,” diye ekledi. “Yetiştirmeye çalıştım ama” – ve bulutlara
baktı, hava kararmak üzereydi – “işten zamanım kalmadı.”
Asabi bir kahkaha attı. Hala yavaşça yürüyorduk.
“Neden bahsediyorsun?” İnatla sordum.
Derin bir nefes aldı. “Sana bir şeyler söylemek istiyorum. Ve bunu zaten biliyorsun…ama bunu
sesli söylemek zorundayım. Böylece bu konuda hiçbir karışıklık olmasın.”
Durdum ve o da durdu. Elimi ondan aldım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. Aniden emin
oldum ki söylemek için hazırlandığı her neyse bunu duymak istemiyordum.
Jacob’ın kaşları aşağıya düştü, gözlerini gölgeledi. Benimkilere dikilmiş olan gözleri
kapkaraydı.
“Sana aşığım, Bella,” dedi Jacob kendinden emin güçlü bir şekilde. “Bella, seni seviyorum. Ve
onun yerine beni seçmeni istiyorum. Senin böyle hissetmediğini biliyorum ama başka
seçeneklerinin de olduğunu bilmeni istiyorum. Aramızda bir yanlış anlamanın olmasını
istemiyorum.”