Twilight 20.Bölüm
20.SABIRSIZLIK
Uyandığımda aklım öyle karışık,zihnim öyle bulanıktı ki ne rüya, ne gerçek bilmiyorum,herşey iç içegeçmişti.Nerede olduğumun farkına varmam bile zaman aldı.
Bulunduğum oda, ancak bir otel odası olabilirdi, şıktı.Yatağın iki yanına vidalanmış başucu lambaları, yatak örtüsüyle aynı desendeki uzun perdeler ve duvardaki suluboya resimlerden öyle anlaşılıyordu.
Buraya nasıl geldiğimi hatırlamaya çalışıyordum ama başaramadım.
O parlak siyah arabayı hatırlıyordum, camlar bir limuzinin camlarından bile daha koyuydu.Her ne kadar otoyoldan yasal hız sınırının iki katı hızlı geçtiysek de motor neredeyse sessizdi.
Alice'in benimle beraber koyu renkli deriden yapılmış arka koltukta oturduğunu hatırladım.Uzun süren gece boyunca başım onun taş gibi sert boynuna düşmüştü ve bu yakınlığım onu hiç rahatsız etmemişti.Onun soğuk ve sert teni tuhaf bir şekilde beni rahatlatıyordu.Pamuklu tişörtünün önü gözyaşlarım yüzünden soğuk ve ıslaktı.
Gözlerim ağlamaktan kızarmış ve çok acıyordu; ama sonunda ağlamaya bir son vermiştim.
Uyku beni esir almıştı; gözlerim hala acıyordu.Gece bitmesine, güneş doğmasına rağmen gözlerimi zor açmıştım.Bulutsuz gökyüzünden süzülen gri ışık gözümü alıyordu.Gözlerimi kapatamıyordum; kapattığım zaman yaşanan herşey tüm canlılığıyla ortaya çıkıyordu.Charlie'nin üzüntülü ifadesi; Edward'ın dişlerini göstererek korkunç bir şekilde hırlaması; Rosalie'nin nefret dolu bakışları; takipçinin keskin gözleriyle yaptığı inceleme; Edward'ın beni son kez öptükten sonra yüzündeki o ölü bakış...Bunları görmeye dayanamıyordum.Bu yüzden yorgunluğumla savaşıyordum; güneş ise yükseliyordu.
Bulunduğumuz yere güneş öyle güçlü yansıyordu ki ama ben tüm yorgunluğuma rağmen hala uyanıktım.Üç günlük yolu bir günde yapmıştık; ancak o kadar çok şey yaşanmış, duygularım o kadar çok karışmıştı kibu duruma şaşırmamıştım.Önümde uzanan geniş düzlüğe bakıyordum.Palmiye ağaçları, yollar, yeşil golf sahaları ve havuzlar.İnce bir sis tabakası gördüğüm her şeyi esir almıştı sanki ve etrafta kayalıklar vardı.
Palmiye ağaçlarının gölgeleri otoyola vuruyordu; her birinin şekli hatırladığımdan daha keskindi ve ağaçlar olmaları gerekenden daha soluk renkliydi.Bu gölgelerin arasında hiçbir şey saklanamazdı.Parlak ve açık otoyol tehlikesiz görünüyordu.Ama benim içim hiç rahat değildi; kendimi evimdeymişim gibi hissetmiyordum.
"Havaalanına nereden gidiyoruz Bella?" diye sordu Jasper, sesi oldukça yumuşak ama tedirgindi.Uzun gecenin sessizliğinden sonra ilk kez Jasper konuşmuştu.
"I-10 yolundan devam edelim,"diye cevap verdim."Havaalanının yanından geçeceğiz."
Uykusuzluktan beynim çalışmıyordu neredeyse.
"Bir yere mi uçuyoruz?" diye sordum Alice'e.
"Hayır, ama ne olur ne olmaz diye havaalanına yakın olmamız iyidir."
Uluslararası havalimanının atrafında ilerlediğimizi hatırlıyorum ama sanırım sonra yeniden uykuya dalmışım.
Her ne kadar yaşadıklarımı bastırsam da hayal neyal arabadan indirildiğimi hatırlıyorum - güneş batmak üzereydi- kolum Alice'in omzunda, onunda eli belimi sıkıca kavramış beni sürüklüyordu.
Bu odayı hiç hatırlamıyorum.
Komodinin üzerinde duran dijital saate baktım.Kırmızı rakamlar saatin üç olduğunu gösteriyordu; ama sabah üç mü yoksa akşam üç mü belli olmuyordu.Kalın perdelerden hiç ışık sızmıyordu ama oda aydınlıktı.
Hemen yerimden kalkıp pencereye koştum ve perdeleri açtım.
Dışarısı karanlıktı.O zaman saat gecenin üçü olmalıydı.Odam otoyolun ıssız bir bölümüne ve havaalanının uzun süreli park yerine bakıyordu.Nerede olduğumu bilmek biraz olsun içimi rahatlatmıştı.
Kendimi inceledim; üzerimde hala Esme'nin kıyafetleri vardı ve bana büyük gelmişlerdi.Odaya bakındım, neyse ki çantam yanımdaydı.
Kendi kıyafetlerimi giymek için tam çantama doğru yürüyordum ki biri kapıma hafifçe vurarak beni yerimden sıçrattı.
"İçeri girebilir miyim?" diye sordu Alice.Derin bir nefes aldım."Tabi."
İçeri girdi ve bana dikkatlice baktı."Sanki daha fazla uykuya ihtiyacın var gibi görünüyorsun," dedi.
Sadece başımı salladım.
Sessizce perdeleri kapattı ve bana döndü.
"İçeride kalmamız gerekiyor," dedi.
"Tamam," diye cevap verdim.Sesim boğuk çıkmıştı.
"Susadın mı?" diye sordu.
Bir an titredim."İyiyim.Peki ya sen?"
"Altından kalkamıyacağım bir şey değil," dedi gülümseyerek."Senin için yiyecek bir şeyler ısmarladım, ön odada.Edward bana senin bizden daha sık yemek yemen gerektiğini hatırlattı."
Şimdi iyice telaşlanmıştım."Aradı mı?"
"Hayır," dedi ve yüzümü nasıl astığıma baktı."Biz ayrılmadan önce söylemişti."
Dikkatlice elimi tuttu ve beni otel suitinin oturma odasına doğru götürdü.Televizyondan gelen uğultuları duyuyordum.Jasper köşedeki masanın başında hareketsiz oturuyor, boş boş bakan gözlerle haberleri seyrdiyordu.
Üzerinde bir tepsi yemek olan sehbanın yanına, yere oturdum ve ne yediğimin farkıda olmadan bir şeyler atıştırmaya başladım.Alice de koltuğun kolçağına oturdu ve Jasper gibi o da televizyona boş boş bakmaya başladı.
Alice ve Jasper'ı seyrederek yavaş yavaş yemek yiyordum.Bir an ne kadar hareketsiz olduklarını fark ettim.Şu anda reklamlar vardı, ama ekrandan gözlerini ayırmıyorlardı.Tepsiyi ittim midem ağrımıştı.Alice bana baktı."Sorun ne Alice?" diye sordum.
"Hiç bir sorun yok." Gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu...Ama ben ona güvenmiyordum."Şimdi ne yapıyoruz?"
"Carlisle'ın bizi aramasını bekliyoruz."
"Şimdiye kadar aramış olması gerekmez miydi?" Sınırlarını zorladığımı görebiliyordum.Alice'in gözleri deri çantanın üzerinde duran telefona kaydı.
"Bu da ne demek?" Sesim tuhaflaşmıştı ama bunu kontrol etmeye çalışıyordum."Hala aramadı mı yani?"
"Bu durum, şu an için bize söyleyecekleri birşey olmadığı anlamına geliyor." Ama sesi öylesine umursamazdı ki artık nefes almakda güçleşmişti.
Jasper birdenbire Alice'in yanına gelmişti,bana her zamankinden daha yakındı.
"Bella," dedi şüpheili bir şekilde."Endişelenecek hiçbir şey yok.Burada tamamen güvendesin."
"Bunu biliyorum."
"O zaman neden korkuyorsun?" diye sordu aklı karışmış bir şekilde.Duygularımı anlayabiliyordu, ama bunların arkasındaki nedenleri anlayabildiğini hiç sanmıyordum.
"Laurent'ın ne dediğini duydun."Sesim bir fısıltı gibi çıkmıştı ama beni duyabildiklerinden emindim."James'in bir katil olduğunu söyledi.Ya bir şeyler ters giderse ve ayrılırsa?Eğer onlardan herhangi birine bir şey olursa Carlisle'a,Emmett'a,Edward'a..." dedim yutkunarak."Eğer o vahşi kadın Esme'ye bir şey yapacak olursa..."Sesim iyice yükselmişti, gittikçe histerik bir tona dönüşüyordu."Bütün bunlar benim hatamken bununla nasıl yaşayabilirim? Hiçbiriniz benim için kendinizi tehlikeye atmamalıydınız..."
"Bella, Bella sus!" diye sözümü kesti Jasper.Bunları o kadar hızlı söylemişti ki anlaşılmıyordu."Yanlış şeyler için endişeleniyorsun Bella.Bana bu konuda güven, hiçbirimiz tehlikede değiliz.Çok büyük bir baskı altındasın, gereksiz yere endişelenme.Beni dinle!" diye emretti başımı çevirdiğim için."Ailemiz güçlüdür.Bizim tek korkumuz seni kaybetmek."
"Peki ama neden siz?"
Bu sefer Alice soğuk parmaklarıyla yanağıma dokunarak sözümü kesti."Edward neredeyse yüz yıldır yalnız.Ama seni buldu.Onunla çok uzun zamandır birlikte olduğumuz için bizim gördüğümüz değişiklikleri sen göremiyorsun.Eğer seni kaybederse önümüzdeki yüzyıl içimizden hiçbiri onun yüzüne bakamaz."
Onun koyu renk gözlerine bakarken suçluluk duygum biraz olsun azaldı.Her ne kadar üzerime birdinginlik çökse de yanımda Jasper olunca duygularıma güvenemezdim.
Bu çok uzun bir gündü.
Odada kaldık.Alice resepsiyonu aradı ve onlardan şimdilik oda görevlisini iptal etmelerini istedi.Camlar kapalıydı,kimse izlemiyor olsa da televizyon açıktı.Odaya düzenli aralıklarla benim için yemek geliyordu.Saatler geçtikçe masanın üzerinde duran gümüş renkli telefon büyümüştü sanki.
Benim dışımda odadaki herkes rahattı.Ben yerimde duramayıp odanın içinde bir aşağı bir yukarı yürürken onlar dahada sakinleşiyordu.Çaktırmadan beni izleyen iki heykel gibiydiler.Odadaki her şeyi dikkatle inceleyerek kendimi oyalıyordum; koltukların ten rengi,şeftali,krem,altın ve sonra tekrar ten renkli çizgili deseni...Çocukken bulutlara bakıp resimler görmeye çalıştığım gibi, arada bir soyut resimlere bakıyor, bunlara anlam vermeye çalışıyordum.Mavi bir el, saçını tarayan bir kadın,gerinen bir kedi gördüm.Ama soluk kırmızı renkli yuvarlak, bana bakan bir göz haline geldiğinde başımı çevirdim.
Akşamüzeri olmuştu ben de bir şeyler yapıyor olmak için yatağıma gittim.Karanlıkta kendi kendime bilincimin kıyılarında gezinen korkularımı kabul ettirebileceğimi umut etmiştim.Ama Jasper'ın sıkı gözetimi altında bu imkansızdı.
Alice her zaman yaptığı gibi beni takip etti; sanki o da aynı anda tıpkı benim ön odada oturmaktan sıkılmıştı.Edward'ın ona ne tür talimatlar verdiğini merak etmeye başlamıştım.Yatağa uzandım, o da bağdaş kurarak yanıma oturdu.İlk önce onu görmezlikten geldim, sonra gerçektende çok yorgun olduğumu fark ettim.Ama birkaç dakika sonra, Jasper'ın varlığında içimde tuttuğum panik duygusu kendini belli etmeye başladı.Hemen uykuya dalma fikrini bir kenara bıraktım.Bir top gibi kıvrıldım ve kollarımı bacaklarıma sardım.
"Alice?" diye lafa başladım.
"Evet?"
Sakin olmaya çalışıyordum."Sence şimdi ne yapıyorlardır?"
"Carlisle, takipçiyi mümkün olduğunca kuzeye doğru sürüklemek, kendisine iyice yaklaştığında ona pusu kurmak istiyor.Esme ve Rosalie kadını peşlerinde tutabildikleri sürece batıya doğru gidecekler.Eğer kadın geri dönerse onlarda Forks'a dönecek ve babana göz kulak olacaklar.Eğer arayamıyorlarsa işler yolunda gidiyor demektir.Demek ki takipçi çok yakınlarında ve onun duymasını istemiyorlar."
"Peki Esme?"
"Sanırım o Forks'a geri dönmüş olmalı.Eğer kadının duyma ihtimali varsa Esme de bizi aramaz.Hepsi çok dikkat ediyor."
"Sence gerçekten güvendeler mi?"
"Bella, sana daha kaç kere bizim için herhangi bir tehlike olmadığını söyleyeceğiz?"
"Bana doğruyu söylüyorsun değil mi?"
"Evet.Sana her zaman doğruyu söyleyeceğim." Sesi dürüst cevap verdiğini kanıtlar gibiydi.
Bir süre düşündüm ve gerçekten doğruyu söylediğine karar verdim.
"O zaman söyle bakalım, sen nasıl vampir oldun?"
Onu hazırlıksız yakalamıştım.Bir anda sessizleşti.Ona bakmak için döndüm, gözlerinde kararsızlık vardı.
"Edward bunu sana söylememi istemiyor," dedi ciddi bir şekilde ama bu konuda Edward'a katılmadığını anlamıştım.
"Bu hiç adil değil.Sanırım bunu bilmeye hakkım var." "Biliyorum."
Ona baktım, bekliyordum.
İç geçirerek; "Bana gerçekten çok kızacak," dedi.
"Bu onu hiç ilgilendirmez.Bu seninle benim aramda.Alice sen benim arkadaşımsın, arkadaşın olarak sana bu soruyu soruyorum." Bir şekilde arkadaştık ve hayatım boyunca arkadaşı olacağımı bilmesi gerekirdi.
Akıllı akıllı bakan muhteşem gözlerini bana dikti bir seçim yapar gibiydi.
"Sana genel hatlarını anlatayım," dedi sonunda. "Ama aslında ben de hatırlamıyorum, neler yapıldığını ben de bilmiyorum bu yüzden sana sadece teori kısmını anlatabilirim."
Bekledim.
"Yırtıcılar olarak fiziksel cephanemizde gerektiğinden fazla silah bulunur.Güç, hız, güçlü hisler; Edward, Jasper ve benim gibi fazladan özellikleri olanları saymıyorum bile.Ve sessizce avımıza yaklaşırız."
Kıpırdamadan duruyordum, Edward'ın bana bahçede anlattıklarını düşündüm.
Yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi. "Aslında bizim çok lüzumsuz bir silahımız daha var.Biz aynı zamanda zehirliyiz," dedi dişlerini göstererek. "Bu zehir öldürmüyor ama kısmen etkisiz bırakıyor.Yavaş yavaş kana karışıyor, bu yüzden bir kere av ısırıldığında bizden kaçamayacak kadar acı çekiyor.Dediğim gibi bu özellik biraz fazla.Yani zaten ava o kadar yaklaşırsak, av bizden kaçmaz.Tabii ki her zaman Carlisle gibi istisnalar vardır."
"Yani eğer zehir yayılırsa..." diye mırıldandım.
"Değişimin tamamlanması kanda ne kadar zehir olduğuna ve zehirin kalbe ne kadar yakın olduğuna bağlı olarak birkaç gün sürüyor.Kalp atmaya devam ettiği sürece zehir vücudu iyileştirerek ve değiştirerek yayılıyor.Sonunda kalp duruyor ve değişim tamamlanmış oluyor.Ama bütün bu süre boyunca kurban her dakika ölmeyi diliyor."
Tüylerim diken diken olmuştu.
"Gördüğün gibi o kadar da hoş bir şey değil."
"Edward çok zor olduğunu söyledi ama ben tam olarak anlamadım." dedim.
"Biz bir bakıma köpekbalıklarına benziyoruz.Bir kere kanın tadını aldığımızda ya da kokusunu duyduğumuzda bizi beslemektan uzak tutmak çok zordur; hatta bazen imkansızdır.Birini ısırmak, kanının tadına bakmak bu çılgınlığı başlatmış oluyor.Her iki taraf içinde zor; bir taraftan kana susamışlık, diğer taraftan da o korkunç acı."
"Sen neden hatırlamıyorsun?"
"Bilmiyorum.Herkes değişimin verdiği acının insan olarak geçirdiğin en acı anın hayattaki karşılığı ile aynı olduğunu söylüyor.Ben insan olmamla ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum." Sesi hüzünlüydü.
İkimiz de düşünceye daldık.
Saniyeler geçiyordu, ben öyle derin dalmıştım ki neredeyse onun varlığını unutacaktım.
Sonra Alice hiçbir şey olmamış gibi yataktan fırladı.Korkudan sıçramıştım, şaşkınlıkla ona bakıyordum.
"Bir şeyler değişti." Sesi telaşlıydı ve artık benimle konuşmuyordu.
Kapıya Jasper'la aynı anda ulaştı.Konuşmamızı ve Alice'in ani hareketini duyduğundan emidim.Ellerini Alice'in omuzlarına koydu ve onu yatağa oturttu.
"Ne görüyorsun?" diye sordu gözlerinin içine bakarak.Alice'in gözleri çok uzakta bir yere odaklanmıştı.Ben ona yakın oturmuş, ne söylediğini duymak için ona doğru eğilmiştim.
"Bir oda görüyorum, uzun bir oda ve her yerde aynalar var.Yerler tahta.O da odada, bekliyor.Aynanın etrafında altın çizgiler var."
"Oda nerede?"
"Bilmiyorum.Bir şeyler eksik ve diğer karar henüz verilmemiş."
"Ne zaman peki?"
"Yakında o bu aynalı odada olacak;hatta blki yarın.Ona bağlı.Bir şeyi bekliyor ve şu an karanlıkta."
Ona her zamanki soruları sorarken Jasper'ın sesi sakin ve sistemliydi."Ne yapıyor?"
"Televizyon seyrediyor...Hayır, video seyrediyor, karanlıkta, başka bir yerde."
"Nerede olduğunu görebiliyor musun?"
"Hayır, çok karanlık."
"Peki, aynalı oda, orası nerede?"
"Sadece aynalar ve altın; odanın etrafını çevreleyen bir şerit gibi.Üzerinde büyük bir müzik seti olan siyah bir masa var ve bir televizyon.Orada videoya dokunuyor ama karanlık odadaki gibi seyretmiyor.Bu oda onun beklediği oda." Gözlerini çevirdi ve daha sonra Jasper'a baktı.
"Başka birşey yok mu?"
Başımı salladı.Hareketsizce birbirlerine baktılar.
"Bu da ne demek?" diye sordum.
İkiside cevap vermedi, sonra Jasper bana baktı.
"Bu takipçinin planlarının değişmiş olduğu anlamına geliyor, onu aynalı oda ve karanlık odaya götürecek bir seçim yapacak."
"Ama biz bu odaların nerede olduklarını bilmiyoruz."
"Hayır."
"Ama Washington'ın kuzeyindeki dağlardan birinde avlanmış olmadığını biliyoruz.Onların elinden kaçacak."Alice'in sesi tatsızdı.
"Onları arasak mı?" diye sordum.Ciddi ciddi birbirlerine baktılar, karar verememişlerdi.
Ve telefon çaldı.
Ben başımı kaldırıp bakana kadar Alice telefona bakmak için odanın diğer tarafına geçmişti.
Telefonu açtı ama önce konuşmadı.
"Carlisle" dedi aniden; benim gibi şaşırmış ya da rahatlamış görünmüyordu.
"Evet." dedi bana bakarak.Uzun bir düre dinledi.
"Onu demin gördüm." Az önce gördüğü imgelemi tekrar anlattı."Onu o uçağa her ne bindirdiyse o odalara gidecek."Bir an duraksadı."Evet" dedi ve sonra bana döndü."Bella?"
Telefonu bana uzattı.Koşarak yanına gittim.
"Alo" dedim nefes nefese.
"Bella," dedi Edward.
"Ah Edward! Çok endişelendim."
"Bella," diye iç geçirdi üzüntüyle."Kendin dışonda hiçbir şey için endişelenmemen gerektiğini söylemiştim sana."Sesini duymak o kadar güzeldi ki...O konuşurken çaresizliğimin bir yanıp bir söndüğünü hissediyordum.
"Neredesin?"
"Vancouver'ın dışındayız.Bella, çok üzgünüm ama onu kaybettik.Bizden şüphelendi ve onun ne düşündüğünü duyamayacağım kadar uzakta durdu.Ama şu an burada değil; gitti, anlaşılan bir uçağa binmiş.Sanırım baştan başlamak için Forks'a dönüyor."Arkamdan Alice'in Jasper'a bir şeyler fısıldadığını duyuyordum.
"Biliyorum.Alice onun gittiğini gördü."
"Endişelenmene gerek yok, onu sana yönlendirecek bir şey bulamayacaktır.Biz onu tekrar bulana kadar tek yapman gereken, orada kalıp beklemek."
"Merak etme.Esme Charlie'yle birlikte mi?
"Evet, kadın kasabadaymış.Eve gitmiş ama Charlie işteymiş.Yanına gitmemiş, bu yüzden korkmana gerek yok.Esme ve Rosalie gözetiminde baban iyi."
"O kadı ne yapıyor?"
"Muhtemelen tekrar iz peşine düşmüştür.Gece boyunca kasabadaydı.Rosalie onu havaalanından, bu yana takip etti.Çabalıyor Bella, ama bulabileceği hiçbir şey yok."
"Charlie'nin güvende olduğundan emin misin?"
"Evet, Esme onu gözünün önünden ayırmaz.Biz de yakında orada olacağız.Eğer takipçi Forks'un yakınlarından bile geçse onu yakalarız."
"Seni özledim," dedim sessizce.
"Biliyorum Bella.İnan bana biliyorum.Sanki yarım sende kalmış gibi."
"O zaman gel ve al," dedim.
"En kısa zamanda yanındayım; elimden galdiği kadar çabuk geleceğim.İlk önce senin güvende olduğundan emin olmam lazım." Sesi sertti.
"Seni seviyorum," dedim.
"Başına açtığım bunca dertten sonra ben de seni seviyorum."
"Evet, aslında seni hala sevebiliyorum."
"Yakında sana döneceğim."
"Bekliyor olacağım."
Telefonu kapatır kapatmaz ruh halim değişmişti.
Telefonu Alice'e vermek için döndüm, bu sırada Jasper ve Alice masanın üzerinde Alice'in otel kağıdına çizdiği bir şeye bakıyordu.Oturdum ve Alice 'in ne çizdiğine baktım.
Dikdörtgen şeklinde bir oda çizmişti ve odanın arkasında kare olan bir böümü vardı.Yerden tavana kadar olan uzun tahtalar odayı boylu boyunca çevrelemişti.Duvarlardan aşağıya inildikçe aynalardaki kırıkları gösteren çizgiler çizmişti.Bel hizasında duvarları çepeçevre saran uzun bir şerit vardı.Bunlar Alice'in söylediği altın rengi şeritlerdi.
"Burası bir bale stüdyosu," dedim bir anda bana tanıdık gelen şekillere bakarak.
Şaşkınlıkla bana baktılar.
"Bu odayı biliyor musun?"Jasper'ın sesi sakindi ama bu sorunun altında anlamadığım bir şey vardı.Alice başını kağıda eğdi, elleri kağıdın üzerinde uçarcasına hareket ediyordu.Arka duvarda bir acil çıkış kapısı ve sağ ön köşede alçak bir masanın üzerinde de bir televizyon ve müzik seti beliriyordu.
"Bu yer, benim sekiz,dokuz yaşımdayken dans dersi almak için gittiğim yere benziyor.Tıpkı böyle bir yerdi." Elimle arka tarafta kare şeklindeki bölümü gösterdim."Burada tuvaletler vardı; kapılar diğer dans odasına doğruydu.Ama müzik seti buradaydı," dedim sol köşeyi göstererek."Müzik seti daha eskiydi ve televizyon yoktu.Bekleme odasında bir pencere vardı; eğer oradan bakarsanız dans stüdyodunu görebiliyordunuz."
Alice ve Jasper gözlerini dikmiş bana bakıyorlardı.
"Bunun aynı oda olduğundan emin misin?" diye sordu Jasper sakin bir şekilde.
"Hayır emin değilim; sanırım birçok dans stüdyosu buna benziyordur, aynalar, bar," dedim aynaların karşısında duran bale barlarını göstererek."Sadece bu şekiller bana tanıdık geldi." Tam hatırladığım yerde duran kapıyı işaret ettim.
"Oraya gitmek için herhengi bir sebebin var mı? diye sordu Alice araya girerek.
"Hayır, oraya on yıldır gitmiyorum.Ben berbat bir dansçıydım; resitallerde beni hep arkaya koyarlardı," diye itiraf ettim.
"O zaman burasının seninle hiç bir alakası olamaz öyle mi?" diye sordu Alice dikkatle.
"Hayır, sahibinin bile aynı olduğunu zannetmiyorum.Belki de başka bir yerdeki dans stüdyosudur."
"Senin gittiğn stüdyo hangisiydi?" diye sordu Jasper.
"Annemin evinden köşeyi dönünce bir yerdeydi, okul çıkışlarımda oraya yürüyerek giderdim..." Sesim gittikçe alçalıyordu.Birbirlerine bakışları gözümden kaçmadı.
"Burada, Phoenix'te yani?" dedi Jasper.
"Evet," dedim."58. Cadde ve Cartus."
Hepimiz sessizce oturmuş, karşımızdaki kapıya bakıyorduk.
"Alice bu telefon güvenli mi?"
"Evet," dedi bana "Numara Washington'a bağlı."
"O zaman bu telefonu annemi aramak için kullanabilirim."
"Onun Florida'da olduğunu sanıyordum."
"Evet, burada değil ama yakında eve dönecek ve bu durumda eve dönmemesi gerek..." Sesim titremişti.Edward'ın Charlie'nin evinde olan kırmızı saçlı kadınla ilgili söylediği bir şey aklıma geldi; kayıtlarımın olduğu okul.
"Ona nasıl ulaşacaksın?"
"Evdeki telefon dışında sabit bir telefonları yok ama annem mesajlarını düzenli olarak kontrol eder."
"Jasper?" dedi Alice.
Bunu bir süre düşündü."Sanırım bunun bir sakıncası yok, tabi nerede olduğunu söyleme."
Hevesle telefona uzandım ve o tanıdık numarayı çevirdim.Dört kere çaldı ve sonra annemin mesaj bırakmamı söyleyen o neşeli sesini duydum.
Sinyal sesinden sonra konuşmaya başladım."Anne, benim Bella.Dinle bak yapmanı istediğim bir şey var ve çok önemli.Bu mesajı alır almaz beni bu numaradan ara." Alice çoktan yanıma gelerek resmin altındaki boşluğa telefon numarasını yazmaya başlamıştı.İki kere dikkatlice tekrar ettim."Lütfen benimle konuşmadan hiçbir yere gitme.Merak etme ben iyiyim ama bu mesajı ne kadar geç alırsan al, seninle hemen konuşmam lazım, tamam mı?Seni seviyorum anne, görüşürüz."Gözlerimi kapattım ve bu mesajı almadan önce eve gitmemesi için dua ettim.
Kanepeye yerleştim, tabaktaki meyvelerden atıştırmaya başladım.Charlie'yi aramayı düşündüm ama bu saatte eve gelip gelmeyeceğini kestiremedim.Florida'yla ilgili grev, fırtına ya da terörist saldırısı gibi onların eve erken dönmesine neden olacak bir şey duyarım diye haberlere odaklandım.
Ölümsüzlük sonsuz bir sabır gerektiriyor olmalıydı.Ne Jasper ne de Alice bir şey yapma ihtiyacı duyuyorlardı.Alice, televizyondan yansıyan ışıkla gördüğü karanlık odayı kabataslak çizmeye çalıştı.Ama bitirdiğinde oturdu ve o zamansız gözleriyle boş duvara bakmaya başladı.Jasper'ın da hiç acelesi yoktu, ne benim gibi perdelerin arasından bakıyor, ne de kapıdan çığlıklar atarak koşuyordu.
Telefonun tekrar çalmasını beklerken kanepede uyuyakalmış olmalıyım.Alice beni yatağıma taşırken soğuk elinin dokunuşuyla kısa bir süre beni uyandırmışsa da başımı yastığa koyar koymaz yine kendimden geçtim.
20.SABIRSIZLIK
Uyandığımda aklım öyle karışık,zihnim öyle bulanıktı ki ne rüya, ne gerçek bilmiyorum,herşey iç içegeçmişti.Nerede olduğumun farkına varmam bile zaman aldı.
Bulunduğum oda, ancak bir otel odası olabilirdi, şıktı.Yatağın iki yanına vidalanmış başucu lambaları, yatak örtüsüyle aynı desendeki uzun perdeler ve duvardaki suluboya resimlerden öyle anlaşılıyordu.
Buraya nasıl geldiğimi hatırlamaya çalışıyordum ama başaramadım.
O parlak siyah arabayı hatırlıyordum, camlar bir limuzinin camlarından bile daha koyuydu.Her ne kadar otoyoldan yasal hız sınırının iki katı hızlı geçtiysek de motor neredeyse sessizdi.
Alice'in benimle beraber koyu renkli deriden yapılmış arka koltukta oturduğunu hatırladım.Uzun süren gece boyunca başım onun taş gibi sert boynuna düşmüştü ve bu yakınlığım onu hiç rahatsız etmemişti.Onun soğuk ve sert teni tuhaf bir şekilde beni rahatlatıyordu.Pamuklu tişörtünün önü gözyaşlarım yüzünden soğuk ve ıslaktı.
Gözlerim ağlamaktan kızarmış ve çok acıyordu; ama sonunda ağlamaya bir son vermiştim.
Uyku beni esir almıştı; gözlerim hala acıyordu.Gece bitmesine, güneş doğmasına rağmen gözlerimi zor açmıştım.Bulutsuz gökyüzünden süzülen gri ışık gözümü alıyordu.Gözlerimi kapatamıyordum; kapattığım zaman yaşanan herşey tüm canlılığıyla ortaya çıkıyordu.Charlie'nin üzüntülü ifadesi; Edward'ın dişlerini göstererek korkunç bir şekilde hırlaması; Rosalie'nin nefret dolu bakışları; takipçinin keskin gözleriyle yaptığı inceleme; Edward'ın beni son kez öptükten sonra yüzündeki o ölü bakış...Bunları görmeye dayanamıyordum.Bu yüzden yorgunluğumla savaşıyordum; güneş ise yükseliyordu.
Bulunduğumuz yere güneş öyle güçlü yansıyordu ki ama ben tüm yorgunluğuma rağmen hala uyanıktım.Üç günlük yolu bir günde yapmıştık; ancak o kadar çok şey yaşanmış, duygularım o kadar çok karışmıştı kibu duruma şaşırmamıştım.Önümde uzanan geniş düzlüğe bakıyordum.Palmiye ağaçları, yollar, yeşil golf sahaları ve havuzlar.İnce bir sis tabakası gördüğüm her şeyi esir almıştı sanki ve etrafta kayalıklar vardı.
Palmiye ağaçlarının gölgeleri otoyola vuruyordu; her birinin şekli hatırladığımdan daha keskindi ve ağaçlar olmaları gerekenden daha soluk renkliydi.Bu gölgelerin arasında hiçbir şey saklanamazdı.Parlak ve açık otoyol tehlikesiz görünüyordu.Ama benim içim hiç rahat değildi; kendimi evimdeymişim gibi hissetmiyordum.
"Havaalanına nereden gidiyoruz Bella?" diye sordu Jasper, sesi oldukça yumuşak ama tedirgindi.Uzun gecenin sessizliğinden sonra ilk kez Jasper konuşmuştu.
"I-10 yolundan devam edelim,"diye cevap verdim."Havaalanının yanından geçeceğiz."
Uykusuzluktan beynim çalışmıyordu neredeyse.
"Bir yere mi uçuyoruz?" diye sordum Alice'e.
"Hayır, ama ne olur ne olmaz diye havaalanına yakın olmamız iyidir."
Uluslararası havalimanının atrafında ilerlediğimizi hatırlıyorum ama sanırım sonra yeniden uykuya dalmışım.
Her ne kadar yaşadıklarımı bastırsam da hayal neyal arabadan indirildiğimi hatırlıyorum - güneş batmak üzereydi- kolum Alice'in omzunda, onunda eli belimi sıkıca kavramış beni sürüklüyordu.
Bu odayı hiç hatırlamıyorum.
Komodinin üzerinde duran dijital saate baktım.Kırmızı rakamlar saatin üç olduğunu gösteriyordu; ama sabah üç mü yoksa akşam üç mü belli olmuyordu.Kalın perdelerden hiç ışık sızmıyordu ama oda aydınlıktı.
Hemen yerimden kalkıp pencereye koştum ve perdeleri açtım.
Dışarısı karanlıktı.O zaman saat gecenin üçü olmalıydı.Odam otoyolun ıssız bir bölümüne ve havaalanının uzun süreli park yerine bakıyordu.Nerede olduğumu bilmek biraz olsun içimi rahatlatmıştı.
Kendimi inceledim; üzerimde hala Esme'nin kıyafetleri vardı ve bana büyük gelmişlerdi.Odaya bakındım, neyse ki çantam yanımdaydı.
Kendi kıyafetlerimi giymek için tam çantama doğru yürüyordum ki biri kapıma hafifçe vurarak beni yerimden sıçrattı.
"İçeri girebilir miyim?" diye sordu Alice.Derin bir nefes aldım."Tabi."
İçeri girdi ve bana dikkatlice baktı."Sanki daha fazla uykuya ihtiyacın var gibi görünüyorsun," dedi.
Sadece başımı salladım.
Sessizce perdeleri kapattı ve bana döndü.
"İçeride kalmamız gerekiyor," dedi.
"Tamam," diye cevap verdim.Sesim boğuk çıkmıştı.
"Susadın mı?" diye sordu.
Bir an titredim."İyiyim.Peki ya sen?"
"Altından kalkamıyacağım bir şey değil," dedi gülümseyerek."Senin için yiyecek bir şeyler ısmarladım, ön odada.Edward bana senin bizden daha sık yemek yemen gerektiğini hatırlattı."
Şimdi iyice telaşlanmıştım."Aradı mı?"
"Hayır," dedi ve yüzümü nasıl astığıma baktı."Biz ayrılmadan önce söylemişti."
Dikkatlice elimi tuttu ve beni otel suitinin oturma odasına doğru götürdü.Televizyondan gelen uğultuları duyuyordum.Jasper köşedeki masanın başında hareketsiz oturuyor, boş boş bakan gözlerle haberleri seyrdiyordu.
Üzerinde bir tepsi yemek olan sehbanın yanına, yere oturdum ve ne yediğimin farkıda olmadan bir şeyler atıştırmaya başladım.Alice de koltuğun kolçağına oturdu ve Jasper gibi o da televizyona boş boş bakmaya başladı.
Alice ve Jasper'ı seyrederek yavaş yavaş yemek yiyordum.Bir an ne kadar hareketsiz olduklarını fark ettim.Şu anda reklamlar vardı, ama ekrandan gözlerini ayırmıyorlardı.Tepsiyi ittim midem ağrımıştı.Alice bana baktı."Sorun ne Alice?" diye sordum.
"Hiç bir sorun yok." Gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu...Ama ben ona güvenmiyordum."Şimdi ne yapıyoruz?"
"Carlisle'ın bizi aramasını bekliyoruz."
"Şimdiye kadar aramış olması gerekmez miydi?" Sınırlarını zorladığımı görebiliyordum.Alice'in gözleri deri çantanın üzerinde duran telefona kaydı.
"Bu da ne demek?" Sesim tuhaflaşmıştı ama bunu kontrol etmeye çalışıyordum."Hala aramadı mı yani?"
"Bu durum, şu an için bize söyleyecekleri birşey olmadığı anlamına geliyor." Ama sesi öylesine umursamazdı ki artık nefes almakda güçleşmişti.
Jasper birdenbire Alice'in yanına gelmişti,bana her zamankinden daha yakındı.
"Bella," dedi şüpheili bir şekilde."Endişelenecek hiçbir şey yok.Burada tamamen güvendesin."
"Bunu biliyorum."
"O zaman neden korkuyorsun?" diye sordu aklı karışmış bir şekilde.Duygularımı anlayabiliyordu, ama bunların arkasındaki nedenleri anlayabildiğini hiç sanmıyordum.
"Laurent'ın ne dediğini duydun."Sesim bir fısıltı gibi çıkmıştı ama beni duyabildiklerinden emindim."James'in bir katil olduğunu söyledi.Ya bir şeyler ters giderse ve ayrılırsa?Eğer onlardan herhangi birine bir şey olursa Carlisle'a,Emmett'a,Edward'a..." dedim yutkunarak."Eğer o vahşi kadın Esme'ye bir şey yapacak olursa..."Sesim iyice yükselmişti, gittikçe histerik bir tona dönüşüyordu."Bütün bunlar benim hatamken bununla nasıl yaşayabilirim? Hiçbiriniz benim için kendinizi tehlikeye atmamalıydınız..."
"Bella, Bella sus!" diye sözümü kesti Jasper.Bunları o kadar hızlı söylemişti ki anlaşılmıyordu."Yanlış şeyler için endişeleniyorsun Bella.Bana bu konuda güven, hiçbirimiz tehlikede değiliz.Çok büyük bir baskı altındasın, gereksiz yere endişelenme.Beni dinle!" diye emretti başımı çevirdiğim için."Ailemiz güçlüdür.Bizim tek korkumuz seni kaybetmek."
"Peki ama neden siz?"
Bu sefer Alice soğuk parmaklarıyla yanağıma dokunarak sözümü kesti."Edward neredeyse yüz yıldır yalnız.Ama seni buldu.Onunla çok uzun zamandır birlikte olduğumuz için bizim gördüğümüz değişiklikleri sen göremiyorsun.Eğer seni kaybederse önümüzdeki yüzyıl içimizden hiçbiri onun yüzüne bakamaz."
Onun koyu renk gözlerine bakarken suçluluk duygum biraz olsun azaldı.Her ne kadar üzerime birdinginlik çökse de yanımda Jasper olunca duygularıma güvenemezdim.
Bu çok uzun bir gündü.
Odada kaldık.Alice resepsiyonu aradı ve onlardan şimdilik oda görevlisini iptal etmelerini istedi.Camlar kapalıydı,kimse izlemiyor olsa da televizyon açıktı.Odaya düzenli aralıklarla benim için yemek geliyordu.Saatler geçtikçe masanın üzerinde duran gümüş renkli telefon büyümüştü sanki.
Benim dışımda odadaki herkes rahattı.Ben yerimde duramayıp odanın içinde bir aşağı bir yukarı yürürken onlar dahada sakinleşiyordu.Çaktırmadan beni izleyen iki heykel gibiydiler.Odadaki her şeyi dikkatle inceleyerek kendimi oyalıyordum; koltukların ten rengi,şeftali,krem,altın ve sonra tekrar ten renkli çizgili deseni...Çocukken bulutlara bakıp resimler görmeye çalıştığım gibi, arada bir soyut resimlere bakıyor, bunlara anlam vermeye çalışıyordum.Mavi bir el, saçını tarayan bir kadın,gerinen bir kedi gördüm.Ama soluk kırmızı renkli yuvarlak, bana bakan bir göz haline geldiğinde başımı çevirdim.
Akşamüzeri olmuştu ben de bir şeyler yapıyor olmak için yatağıma gittim.Karanlıkta kendi kendime bilincimin kıyılarında gezinen korkularımı kabul ettirebileceğimi umut etmiştim.Ama Jasper'ın sıkı gözetimi altında bu imkansızdı.
Alice her zaman yaptığı gibi beni takip etti; sanki o da aynı anda tıpkı benim ön odada oturmaktan sıkılmıştı.Edward'ın ona ne tür talimatlar verdiğini merak etmeye başlamıştım.Yatağa uzandım, o da bağdaş kurarak yanıma oturdu.İlk önce onu görmezlikten geldim, sonra gerçektende çok yorgun olduğumu fark ettim.Ama birkaç dakika sonra, Jasper'ın varlığında içimde tuttuğum panik duygusu kendini belli etmeye başladı.Hemen uykuya dalma fikrini bir kenara bıraktım.Bir top gibi kıvrıldım ve kollarımı bacaklarıma sardım.
"Alice?" diye lafa başladım.
"Evet?"
Sakin olmaya çalışıyordum."Sence şimdi ne yapıyorlardır?"
"Carlisle, takipçiyi mümkün olduğunca kuzeye doğru sürüklemek, kendisine iyice yaklaştığında ona pusu kurmak istiyor.Esme ve Rosalie kadını peşlerinde tutabildikleri sürece batıya doğru gidecekler.Eğer kadın geri dönerse onlarda Forks'a dönecek ve babana göz kulak olacaklar.Eğer arayamıyorlarsa işler yolunda gidiyor demektir.Demek ki takipçi çok yakınlarında ve onun duymasını istemiyorlar."
"Peki Esme?"
"Sanırım o Forks'a geri dönmüş olmalı.Eğer kadının duyma ihtimali varsa Esme de bizi aramaz.Hepsi çok dikkat ediyor."
"Sence gerçekten güvendeler mi?"
"Bella, sana daha kaç kere bizim için herhangi bir tehlike olmadığını söyleyeceğiz?"
"Bana doğruyu söylüyorsun değil mi?"
"Evet.Sana her zaman doğruyu söyleyeceğim." Sesi dürüst cevap verdiğini kanıtlar gibiydi.
Bir süre düşündüm ve gerçekten doğruyu söylediğine karar verdim.
"O zaman söyle bakalım, sen nasıl vampir oldun?"
Onu hazırlıksız yakalamıştım.Bir anda sessizleşti.Ona bakmak için döndüm, gözlerinde kararsızlık vardı.
"Edward bunu sana söylememi istemiyor," dedi ciddi bir şekilde ama bu konuda Edward'a katılmadığını anlamıştım.
"Bu hiç adil değil.Sanırım bunu bilmeye hakkım var." "Biliyorum."
Ona baktım, bekliyordum.
İç geçirerek; "Bana gerçekten çok kızacak," dedi.
"Bu onu hiç ilgilendirmez.Bu seninle benim aramda.Alice sen benim arkadaşımsın, arkadaşın olarak sana bu soruyu soruyorum." Bir şekilde arkadaştık ve hayatım boyunca arkadaşı olacağımı bilmesi gerekirdi.
Akıllı akıllı bakan muhteşem gözlerini bana dikti bir seçim yapar gibiydi.
"Sana genel hatlarını anlatayım," dedi sonunda. "Ama aslında ben de hatırlamıyorum, neler yapıldığını ben de bilmiyorum bu yüzden sana sadece teori kısmını anlatabilirim."
Bekledim.
"Yırtıcılar olarak fiziksel cephanemizde gerektiğinden fazla silah bulunur.Güç, hız, güçlü hisler; Edward, Jasper ve benim gibi fazladan özellikleri olanları saymıyorum bile.Ve sessizce avımıza yaklaşırız."
Kıpırdamadan duruyordum, Edward'ın bana bahçede anlattıklarını düşündüm.
Yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi. "Aslında bizim çok lüzumsuz bir silahımız daha var.Biz aynı zamanda zehirliyiz," dedi dişlerini göstererek. "Bu zehir öldürmüyor ama kısmen etkisiz bırakıyor.Yavaş yavaş kana karışıyor, bu yüzden bir kere av ısırıldığında bizden kaçamayacak kadar acı çekiyor.Dediğim gibi bu özellik biraz fazla.Yani zaten ava o kadar yaklaşırsak, av bizden kaçmaz.Tabii ki her zaman Carlisle gibi istisnalar vardır."
"Yani eğer zehir yayılırsa..." diye mırıldandım.
"Değişimin tamamlanması kanda ne kadar zehir olduğuna ve zehirin kalbe ne kadar yakın olduğuna bağlı olarak birkaç gün sürüyor.Kalp atmaya devam ettiği sürece zehir vücudu iyileştirerek ve değiştirerek yayılıyor.Sonunda kalp duruyor ve değişim tamamlanmış oluyor.Ama bütün bu süre boyunca kurban her dakika ölmeyi diliyor."
Tüylerim diken diken olmuştu.
"Gördüğün gibi o kadar da hoş bir şey değil."
"Edward çok zor olduğunu söyledi ama ben tam olarak anlamadım." dedim.
"Biz bir bakıma köpekbalıklarına benziyoruz.Bir kere kanın tadını aldığımızda ya da kokusunu duyduğumuzda bizi beslemektan uzak tutmak çok zordur; hatta bazen imkansızdır.Birini ısırmak, kanının tadına bakmak bu çılgınlığı başlatmış oluyor.Her iki taraf içinde zor; bir taraftan kana susamışlık, diğer taraftan da o korkunç acı."
"Sen neden hatırlamıyorsun?"
"Bilmiyorum.Herkes değişimin verdiği acının insan olarak geçirdiğin en acı anın hayattaki karşılığı ile aynı olduğunu söylüyor.Ben insan olmamla ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum." Sesi hüzünlüydü.
İkimiz de düşünceye daldık.
Saniyeler geçiyordu, ben öyle derin dalmıştım ki neredeyse onun varlığını unutacaktım.
Sonra Alice hiçbir şey olmamış gibi yataktan fırladı.Korkudan sıçramıştım, şaşkınlıkla ona bakıyordum.
"Bir şeyler değişti." Sesi telaşlıydı ve artık benimle konuşmuyordu.
Kapıya Jasper'la aynı anda ulaştı.Konuşmamızı ve Alice'in ani hareketini duyduğundan emidim.Ellerini Alice'in omuzlarına koydu ve onu yatağa oturttu.
"Ne görüyorsun?" diye sordu gözlerinin içine bakarak.Alice'in gözleri çok uzakta bir yere odaklanmıştı.Ben ona yakın oturmuş, ne söylediğini duymak için ona doğru eğilmiştim.
"Bir oda görüyorum, uzun bir oda ve her yerde aynalar var.Yerler tahta.O da odada, bekliyor.Aynanın etrafında altın çizgiler var."
"Oda nerede?"
"Bilmiyorum.Bir şeyler eksik ve diğer karar henüz verilmemiş."
"Ne zaman peki?"
"Yakında o bu aynalı odada olacak;hatta blki yarın.Ona bağlı.Bir şeyi bekliyor ve şu an karanlıkta."
Ona her zamanki soruları sorarken Jasper'ın sesi sakin ve sistemliydi."Ne yapıyor?"
"Televizyon seyrediyor...Hayır, video seyrediyor, karanlıkta, başka bir yerde."
"Nerede olduğunu görebiliyor musun?"
"Hayır, çok karanlık."
"Peki, aynalı oda, orası nerede?"
"Sadece aynalar ve altın; odanın etrafını çevreleyen bir şerit gibi.Üzerinde büyük bir müzik seti olan siyah bir masa var ve bir televizyon.Orada videoya dokunuyor ama karanlık odadaki gibi seyretmiyor.Bu oda onun beklediği oda." Gözlerini çevirdi ve daha sonra Jasper'a baktı.
"Başka birşey yok mu?"
Başımı salladı.Hareketsizce birbirlerine baktılar.
"Bu da ne demek?" diye sordum.
İkiside cevap vermedi, sonra Jasper bana baktı.
"Bu takipçinin planlarının değişmiş olduğu anlamına geliyor, onu aynalı oda ve karanlık odaya götürecek bir seçim yapacak."
"Ama biz bu odaların nerede olduklarını bilmiyoruz."
"Hayır."
"Ama Washington'ın kuzeyindeki dağlardan birinde avlanmış olmadığını biliyoruz.Onların elinden kaçacak."Alice'in sesi tatsızdı.
"Onları arasak mı?" diye sordum.Ciddi ciddi birbirlerine baktılar, karar verememişlerdi.
Ve telefon çaldı.
Ben başımı kaldırıp bakana kadar Alice telefona bakmak için odanın diğer tarafına geçmişti.
Telefonu açtı ama önce konuşmadı.
"Carlisle" dedi aniden; benim gibi şaşırmış ya da rahatlamış görünmüyordu.
"Evet." dedi bana bakarak.Uzun bir düre dinledi.
"Onu demin gördüm." Az önce gördüğü imgelemi tekrar anlattı."Onu o uçağa her ne bindirdiyse o odalara gidecek."Bir an duraksadı."Evet" dedi ve sonra bana döndü."Bella?"
Telefonu bana uzattı.Koşarak yanına gittim.
"Alo" dedim nefes nefese.
"Bella," dedi Edward.
"Ah Edward! Çok endişelendim."
"Bella," diye iç geçirdi üzüntüyle."Kendin dışonda hiçbir şey için endişelenmemen gerektiğini söylemiştim sana."Sesini duymak o kadar güzeldi ki...O konuşurken çaresizliğimin bir yanıp bir söndüğünü hissediyordum.
"Neredesin?"
"Vancouver'ın dışındayız.Bella, çok üzgünüm ama onu kaybettik.Bizden şüphelendi ve onun ne düşündüğünü duyamayacağım kadar uzakta durdu.Ama şu an burada değil; gitti, anlaşılan bir uçağa binmiş.Sanırım baştan başlamak için Forks'a dönüyor."Arkamdan Alice'in Jasper'a bir şeyler fısıldadığını duyuyordum.
"Biliyorum.Alice onun gittiğini gördü."
"Endişelenmene gerek yok, onu sana yönlendirecek bir şey bulamayacaktır.Biz onu tekrar bulana kadar tek yapman gereken, orada kalıp beklemek."
"Merak etme.Esme Charlie'yle birlikte mi?
"Evet, kadın kasabadaymış.Eve gitmiş ama Charlie işteymiş.Yanına gitmemiş, bu yüzden korkmana gerek yok.Esme ve Rosalie gözetiminde baban iyi."
"O kadı ne yapıyor?"
"Muhtemelen tekrar iz peşine düşmüştür.Gece boyunca kasabadaydı.Rosalie onu havaalanından, bu yana takip etti.Çabalıyor Bella, ama bulabileceği hiçbir şey yok."
"Charlie'nin güvende olduğundan emin misin?"
"Evet, Esme onu gözünün önünden ayırmaz.Biz de yakında orada olacağız.Eğer takipçi Forks'un yakınlarından bile geçse onu yakalarız."
"Seni özledim," dedim sessizce.
"Biliyorum Bella.İnan bana biliyorum.Sanki yarım sende kalmış gibi."
"O zaman gel ve al," dedim.
"En kısa zamanda yanındayım; elimden galdiği kadar çabuk geleceğim.İlk önce senin güvende olduğundan emin olmam lazım." Sesi sertti.
"Seni seviyorum," dedim.
"Başına açtığım bunca dertten sonra ben de seni seviyorum."
"Evet, aslında seni hala sevebiliyorum."
"Yakında sana döneceğim."
"Bekliyor olacağım."
Telefonu kapatır kapatmaz ruh halim değişmişti.
Telefonu Alice'e vermek için döndüm, bu sırada Jasper ve Alice masanın üzerinde Alice'in otel kağıdına çizdiği bir şeye bakıyordu.Oturdum ve Alice 'in ne çizdiğine baktım.
Dikdörtgen şeklinde bir oda çizmişti ve odanın arkasında kare olan bir böümü vardı.Yerden tavana kadar olan uzun tahtalar odayı boylu boyunca çevrelemişti.Duvarlardan aşağıya inildikçe aynalardaki kırıkları gösteren çizgiler çizmişti.Bel hizasında duvarları çepeçevre saran uzun bir şerit vardı.Bunlar Alice'in söylediği altın rengi şeritlerdi.
"Burası bir bale stüdyosu," dedim bir anda bana tanıdık gelen şekillere bakarak.
Şaşkınlıkla bana baktılar.
"Bu odayı biliyor musun?"Jasper'ın sesi sakindi ama bu sorunun altında anlamadığım bir şey vardı.Alice başını kağıda eğdi, elleri kağıdın üzerinde uçarcasına hareket ediyordu.Arka duvarda bir acil çıkış kapısı ve sağ ön köşede alçak bir masanın üzerinde de bir televizyon ve müzik seti beliriyordu.
"Bu yer, benim sekiz,dokuz yaşımdayken dans dersi almak için gittiğim yere benziyor.Tıpkı böyle bir yerdi." Elimle arka tarafta kare şeklindeki bölümü gösterdim."Burada tuvaletler vardı; kapılar diğer dans odasına doğruydu.Ama müzik seti buradaydı," dedim sol köşeyi göstererek."Müzik seti daha eskiydi ve televizyon yoktu.Bekleme odasında bir pencere vardı; eğer oradan bakarsanız dans stüdyodunu görebiliyordunuz."
Alice ve Jasper gözlerini dikmiş bana bakıyorlardı.
"Bunun aynı oda olduğundan emin misin?" diye sordu Jasper sakin bir şekilde.
"Hayır emin değilim; sanırım birçok dans stüdyosu buna benziyordur, aynalar, bar," dedim aynaların karşısında duran bale barlarını göstererek."Sadece bu şekiller bana tanıdık geldi." Tam hatırladığım yerde duran kapıyı işaret ettim.
"Oraya gitmek için herhengi bir sebebin var mı? diye sordu Alice araya girerek.
"Hayır, oraya on yıldır gitmiyorum.Ben berbat bir dansçıydım; resitallerde beni hep arkaya koyarlardı," diye itiraf ettim.
"O zaman burasının seninle hiç bir alakası olamaz öyle mi?" diye sordu Alice dikkatle.
"Hayır, sahibinin bile aynı olduğunu zannetmiyorum.Belki de başka bir yerdeki dans stüdyosudur."
"Senin gittiğn stüdyo hangisiydi?" diye sordu Jasper.
"Annemin evinden köşeyi dönünce bir yerdeydi, okul çıkışlarımda oraya yürüyerek giderdim..." Sesim gittikçe alçalıyordu.Birbirlerine bakışları gözümden kaçmadı.
"Burada, Phoenix'te yani?" dedi Jasper.
"Evet," dedim."58. Cadde ve Cartus."
Hepimiz sessizce oturmuş, karşımızdaki kapıya bakıyorduk.
"Alice bu telefon güvenli mi?"
"Evet," dedi bana "Numara Washington'a bağlı."
"O zaman bu telefonu annemi aramak için kullanabilirim."
"Onun Florida'da olduğunu sanıyordum."
"Evet, burada değil ama yakında eve dönecek ve bu durumda eve dönmemesi gerek..." Sesim titremişti.Edward'ın Charlie'nin evinde olan kırmızı saçlı kadınla ilgili söylediği bir şey aklıma geldi; kayıtlarımın olduğu okul.
"Ona nasıl ulaşacaksın?"
"Evdeki telefon dışında sabit bir telefonları yok ama annem mesajlarını düzenli olarak kontrol eder."
"Jasper?" dedi Alice.
Bunu bir süre düşündü."Sanırım bunun bir sakıncası yok, tabi nerede olduğunu söyleme."
Hevesle telefona uzandım ve o tanıdık numarayı çevirdim.Dört kere çaldı ve sonra annemin mesaj bırakmamı söyleyen o neşeli sesini duydum.
Sinyal sesinden sonra konuşmaya başladım."Anne, benim Bella.Dinle bak yapmanı istediğim bir şey var ve çok önemli.Bu mesajı alır almaz beni bu numaradan ara." Alice çoktan yanıma gelerek resmin altındaki boşluğa telefon numarasını yazmaya başlamıştı.İki kere dikkatlice tekrar ettim."Lütfen benimle konuşmadan hiçbir yere gitme.Merak etme ben iyiyim ama bu mesajı ne kadar geç alırsan al, seninle hemen konuşmam lazım, tamam mı?Seni seviyorum anne, görüşürüz."Gözlerimi kapattım ve bu mesajı almadan önce eve gitmemesi için dua ettim.
Kanepeye yerleştim, tabaktaki meyvelerden atıştırmaya başladım.Charlie'yi aramayı düşündüm ama bu saatte eve gelip gelmeyeceğini kestiremedim.Florida'yla ilgili grev, fırtına ya da terörist saldırısı gibi onların eve erken dönmesine neden olacak bir şey duyarım diye haberlere odaklandım.
Ölümsüzlük sonsuz bir sabır gerektiriyor olmalıydı.Ne Jasper ne de Alice bir şey yapma ihtiyacı duyuyorlardı.Alice, televizyondan yansıyan ışıkla gördüğü karanlık odayı kabataslak çizmeye çalıştı.Ama bitirdiğinde oturdu ve o zamansız gözleriyle boş duvara bakmaya başladı.Jasper'ın da hiç acelesi yoktu, ne benim gibi perdelerin arasından bakıyor, ne de kapıdan çığlıklar atarak koşuyordu.
Telefonun tekrar çalmasını beklerken kanepede uyuyakalmış olmalıyım.Alice beni yatağıma taşırken soğuk elinin dokunuşuyla kısa bir süre beni uyandırmışsa da başımı yastığa koyar koymaz yine kendimden geçtim.