Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    New Moon 6.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    New Moon 6.Bölüm Empty New Moon 6.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Ptsi Kas. 15, 2010 10:36 pm

    ARKADAŞLAR
    Motosikletleri daha fazla saklamaya gerek yoktu, Jacob’ın garajına koymamız yeterliydi. Zaten Billy’nin tekerlekli sandalyesinin, garajla evin arasındaki yoldan gitmesi oldukça güçtü.
    Jacob ilk motorun parçalarını hemen sökmeye başladı; kaderime yazılmış kırmızı motor. Yere oturmak zorunda kalmayayım diye Rabbit’in kapısını açtı. Jacob çalışırken, bir yandan da neşe içinde benimle sohbet ediyordu. Sohbetin devam etmesi için hafif hafif kafamı sallamam yeterli oluyordu. Derslerinin nasıl gittiğinden ve en yakın iki arkadaşından bahsediyordu.
    “Quil ve Embry mi?” diye sözünü kestim. “Ne kadar tuhaf isimler, ilk defa duyuyorum.”
    Jacob kıkırdadı. “Quil elden düşme demek ve sanırım Embry de bir pembe dizi yıldızının adı. İsimleri hakkında bir şey söyleyince hemen sinirlenip kavga etmeye yelteniyorlar.”
    “İyi arkadaşlarmış,” dedim tek kaşımı kaldırarak.
    “Evet, öyleler. İsimleri hakkında bir şey demediğin sürece tabii.”
    Tam o sırada, uzaktan bir ses, “Jacob?” diye bağırdı.
    “Billy mi bu?”
    “Hayır.” Jacob kafasını salladı. Teni bronz olmasına rağmen kızardığı belli oluyordu. “İti an çomağı hazırla,” diye mırıldandı.
    “Jake? Orada mısın? Ses artık daha yakından geliyordu.
    Sessizlik içinde bekledikten sonra kapıda uzun boylu, koyu tenli iki çocuk belirdi.
    Biri ince ve neredeyse Jacob kadar uzundu. Siyah saçları çenesine geliyordu ve ortadan ikiye ayırmıştı. Bir tarafını kulağının arkasına sıkıştırmış, diğer tarafı gözünün önüne düşmüştü. Kısa olan daha iri yapılıydı. Beyaz tişörtü, kaslı vücudunun üzerine zorla oturmuş gibi görünüyordu. Saçları yok denecek kadar kısaydı.
    İkisi de beni görür görmez dondular. İnce olan bir Jacob’a bir bana batı, adaleli olansa gözlerini benim üzerime dikti ve yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı.
    “Hey arkadaşlar,” diye karşıladı onları Jacob yarım ağızla.
    “Hey Jake,” dedi kısa boylu olan gözlerini benden ayırmadan. Ona karşılık vermek için ben de gülümsedim. Yüzünde hınzır bir sırıtışla göz kırpıp, “Selam,” dedi.
    “Quil, Embry, bu benim arkadaşım Bella.”
    Quil ve Embry. Hala hangisi hangisiydi bilmiyorum.
    “Charlie’nin kızı, değil mi?” dedi adaleli olan elini uzatarak.
    “Evet doğru,” diye onayladım ve ben de elimi uzattım. Sanki kol kaslarını deniyormuş gibi sıkıca elimi sıktı.
    “Ben Quil Araera.”
    “Tanıştığımıza memnun oldum, Quil.”
    “Merhab Bella. Ben Embry Call. Sen de fark etmiş olmalısın,” dedi ve utangaç utangaç gülümseyerek bir elini salladı.
    “Memnun oldum.”
    “Ee, ne yapıyorsunuz arkadaşlar?” diye sordu Quil. Gözleri hala üzerimdeydi.
    “Bella ve ben bu motosikleti tamir ediyoruz,” dedi Jacob. Motosiklet onlar için sihirli bir kelimeydi. İkisi birden Jacob’un projesini incelemeye ve anlamadığım sorular sormaya başladılar. Kullandıkları kelimeler bana öylesine yabancıydı ki ve bunu anlamam için Y kromozomumun olması gerektiğini fark ettim.
    Onlar hala motor parçalarından konuşurlarken ben de, Charlie gelmeden eve gitsem iyi olur, diye düşünüp ayağa kalktım.
    Jacob özür dilercesine bana baktı. “Seni sıktık değil mi?”
    “Yoo.” Aslında yalan da değildi. Yanlarında eğleniyordum, ne garip. Gidip Charlie’ye yemek hazırlamam gerekiyor.”
    “Tama, ben de bu gece motoru parçalara ayırıp yeniden bir araya getirmek için nelere ihtiyacım olacağına bir bakarım. Tekrar gelmek ister misin?”
    “Yarın gelebilir miyim?” Pazarları benim için felaket günü demekti. Hiçbir zaman beni meşgul tutmaya yeterli olacak kadar ödevim olmuyordu.
    Quil, Embry’nin kolunu dürttü ve birbirlerine gülümsediler.
    “Bu harika!”
    “Eğer bir liste yaparsan, parçaları almak için alışverişe çıkarız,” dedim.
    “Hala her şeyi ödemenin yanlış olduğunu düşünüyorum.”
    Başımı iki yana salladım. “İmkansız. Masraflar benden. Sen sadece emek ve deneyimlerini kullan yeter.”
    Embry, gözlerini devirerek Quil’e baktı.
    “Bu bana pek doğru gelmiyor.”
    “Jake, eğer bunları tamirciye götürsem, benden ne kadar fiyat isterler?”
    Gülümsedi. “Tamam, anlaştık öyleyse.”
    “Sürüş derslerini söylemiyorum bile,” diye ekledim.
    Quil, Embry’e gülümsedi ve anlamadığım bir şeyler mırıldandı. Jacob, Quil’in kafasına vurdu ve “Yeter artık, dışarı çıkın,” diye homurdandı.
    “Hayır, gerçekten gitmem gerek,” diye itiraz ettim. “Yarın görüşürüz, Jacob.”
    Kapıdan çıktığım anda Quil ve Embry’nin arkamdan, “Vıınnnnn!” dediklerini duydum.
    Hemen ardından bir didişme sesi geldi.
    “Eğer yarın ikinizden birisi buraya ayak basarsanız…” Jacob ikisini de tehdit ediyordu.
    Sessizce kıkırdadım. Gülme sesimi işitince gözlerim fal taşı gibi açıldı. Gülüyordum, gerçek bir kahkaha atıyordum ama kimse beni görmüyordu. Öylesine keyifliydim ki, hemen ardından uzun bir kahkaha attım.
    Eve vardığımda Charlie henüz gelmemişti. O geldiği sırada ben kızarmış tavuğu tavadan çıkartmış, kağıt peçetenin üzerine yatırıyordum.
    “Merhaba baba.”
    Beni görünce yüzündeki ifade birden değişti. “Selam tatlım,” dedi. “Jacob’la iyi vakit geçirdiniz mi?”
    “Evet, geçirdim,” dedi yemeği masaya taşırken.
    “Çok güzel,” dedi şüpheli bir ses tonuyla. “Ne yaptınız bakayım?”
    Şimdi şüpheli olma sırası bendeydi. “Biraz garajında takıldım ve çalışırken onu izledim. Volkswagen tamir ettiğini biliyor muydun?”
    “Evet, sanırım Billy bahsetmişti.”
    Charlie ağzındaki lokmayı çiğnerken sorgusuna ara vermek zorunda kaldı ama bir yandan yüzümü incelemeye devam ediyordu.
    Yemekten sonra, heyecanla ortalıkta dolandım, mutfağı iki kere temizledim ve Charlie salonda maç seyrederken yavaş yavaş ödevlerimi yaptım. Ayakta kalabildiğim kadar kaldım ama en sonunda Charlie geç olduğunu söyledi. Tepki vermeyince, kalktı, gerindi ve odasına gitti. İsteksizce onu takip ettim.
    Merdivenleri tırmanırken, öğleden sonra içimde oluşan o olağandışı iyiliğin sistemimden çıktığını, yerine durgun bir korkunun içimi sardığını ve benim de bununla yaşamam gerektiğini hissetitim.
    Artık hissiz değildim. Hiç şüphesiz bu gece de, dün gece kadar korkunç geçecekti. Yatağıma uzandım ve örtünün altında kıvrılarak saldırıya hazırlandım. Gözlerimi sıkıca yumdum. Açtığımda sabah olmuştu.
    Penceremden sızan gümüşi ışığı görünce afalladım.
    Son dört aydır ilk defa rüya görmeden uyumuştum. Rüya görmek ya da haykırmak. Hangi duygular daha kuvvetliydi bilemiyorum – rahatlama mı şok mu.
    Birkaç dakika daha yatağımda yattım ve geri gelmesi için bekledim. Bir şeyler geliyor olmalıydı. Acı değilse bile hissizlik. Bekledim ama hiçbir şey olmadı. Uzun zamandan beri ilk defa bu kadar güzel dinlenmiştim.
    Ne var ki, bunun uzun süreceğine inanmıyordum. Kenarda dengemi bulmaya çalışıyordum, beni geri düşürmesi uzun sürmeyecekti, biliyordum. Odama artık daha iyi gören gözlerle bakabiliyordum. Ne kadar garip göründüğünü ve içinde hiç yaşanmamış gibi bir hava olduğunu fark ettim. İşte bu tehlikeliydi.
    Bu düşünceyi kafamdan atmaya alıştım ve bugün Jacob’ı göreceğimi düşünerek ne giyeceğime yoğunlaştım. Hatta bu düşünce beni neredeyse umutlandırdı. Belki yine dünkü gibi olurdum. Belki de… Ama buna da güvenemezdim ki. Dünkü gibi kolay olmayabilirdi. Hayal kırıklığına uğramak istemiyordum.
    Charlie, kahvaltı boyunca oldukça temkinliydi. Beni incelediğini gizlemeye çalışıyordu. Ona bakmadığım zamanlarda beni inceliyor, baktığımı anlayınca da gözlerini yumurtasına dikiyordu.
    “Bugün neler yapmayı planlıyorsun?” diye sorarken bir yandan düğmelerini ilikliyor, benimle ilgilendiğini belli etmemeye çalışıyordu.
    “Bugün yine Jacob’la takılacağım.”
    Bana bakmadan kafasını salladı. “Hımm,” dedi.
    “Sakıncası yoksa tabi,” dedi telaşlanmış gibi davranarak. “İstiyorsan kalabilirim…”
    Hızla bana baktı, gözlerinde bir panik vardı. “Hayır, hayır! Sen git. Zaten Harry gelecek ve beraber maç seyredeceğiz.”
    “Belki Harry, Billy’yi de alır,” diye teklif ettim. Fazladan tek bir şahit bile her şeyi mahvedebilirdi.
    “Bu harika bir fikir,” dedi ve heyecanla telefona yöneldi.
    Dışarıda, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. İstediğimden daha yavaş kullanmak zorundaydım. Kamyonetin önünde giden arabayı dahi görmekte zorlanmama rağmen çamurlu yollardan Jacob’un evine gitmeyi başardım. Daha motoru durdurmadan ön kapı açıldı ve Jacob bğyğk siyah bir şemsiyeyle bana doğru koşmaya başladı.
    Arabadan inerken şemsiyeyi üzerime tuttu.
    “Charlie aradı. Senin yolda olduğunu haber verdi.”
    Birdenbire yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı ve boğazıma garip bir his takıldı. Soğuk yağmur damlaları yanaklarıma vuruyordu.
    “Merhaba Jacob.”
    “Billy’yi davet etmeleri çok iyi bir fikir,” dedi ve çakmak için elini kaldırdı.
    Çakmak için yukarıya uzanmam gerekince güldü.

    Birkaç dakika sonra Harry Billy’yi almaya geldi. Onların gitmesini beklerken Jacob bana küçük odasını gezdirdi.
    “Evet, şimdi ne yapıyoruz Bay Tamirci?” diye sordum, Billy’nin ardından kapıyı kapattıktan sonra.
    Jacob, cebinden katlanmış bir kağıt çıkarttı ve düzleştirdi. “Önce hurdalıktan başlayacağız. Bakalım ne kadar şanslıyız. Bu tahmin ettiğimden daha pahalıya çıkabilir. Bu motorlar tekrar çalışmaya başlamadan önce oldukça yardıma ihtiyaçları olacak.” Bunu söylerken sesi, yeteri kadar öfkeli çıkmayınca, “Yani yüz dolardan fazla bir paradan bahsediyorum,” diye devam etti.
    Çek defterimi çıkartıp, yüzüne doğru salladım ve telaşlı yüzüne bakarak, “Merak etme,” dedim.
    Çok garip bir gündü. Çok eğlenmiştim. Hatta hurdalıkta, yağan yağmur yüzünden bileklerimize kadar çamura batmışken bile. Acaba bu uyuşukluk kaybolduktan sonraki şok muydu?
    Bütün bunların sebebinin Jacob olduğunu düşünmeye başlamıştım. Bunu sebebi, beni gördüğü zaman mutlu olması ya da bir an delireceğim diye göz ucuyla beni izleyip durmamasından değildi. Sebebinin benimle bir ilgisi yoktu.
    Bunu sebebi Jacob’un kendisiydi. Jacob sadece mutlu ve mutluluğu etrafına yaymayı becerebilen bir insandı. Yanında kim varsa, mutluluğu o kişiye de bulaşıyordu. Aynı güneş gibi, çekim alanına giren herkesi ısıtıyordu. Doğaldı ve bu ruh hali de kişiliğinin bir parasıydı. Bu yüzden de onu bu kadar görmek istemem tuhaf değildi.
    Kamyonetin ön panelindeki koca deliğe yorum yaptığı zaman bile panik olmamıştım.
    “Teybin kırıldı mı?” diye merak ett.
    “Evet,” dedim. Yalan söylemiştim.
    Boşluğa baktı. “Kim yaptı? Baya hasar olmuş…”
    “Ben yaptım,” diye itiraf ettim.
    Kahkaha attı. “O zaman motosikletlere dokunmasan iyi olur.”
    “Sorun değil.”
    Jacob’a göre, hurdalıkta şansımızı yaver gitmişti. Yağdan simsiyah olmuş bükük metalleri bulunca oldukça heyecanlandı. Ne olduklarını bana söylediği zaman ben de etkilendim.
    Oradan çıkıp Hoquiam şehir merkezindeki Checker Araba Yedek Parçası dükkanına gittik. Neredeyse iki saatten fazla yol gitmemiz gerekmesine rağmen Jacob’la beraber zaman adeta uçup gidiyordu. Arkadaşları ve okulu hakkında konuştu. Bu sefer kendimi ona sorular sorarken buldum. Soruyormuş gibi yapmıyordum, gerçekten de ne söyleyeceğini merak ederek soruyordum.
    “Hep ben konuşuyorum,” diye şikayet etti en sonunda. Quil’in, uzun zamandır büyük sınıflardan bir çocukla beraber olan bir kıza çıkma teklif ettiğinden başına gelenleri anlatmıştı. “Neden sırayı sen almıyorsun? Forks’ta neler oluyor? La Push’tan daha eğlenceli olduğu kesin.”
    “Yanlış,” diye iç çektim. “Gerçekten de hiçbir şey yok. Senin arkadaşların benimkilerden daha eğlenceli. Arkadaşlarına bayıldım. Özellikle de Quil’e.”
    Kaşlarını çattı. “Sanırım Quil de senden hoşlandı.”
    Kocaman bir kahkaha kopardım. “O benim için biraz küçük.”
    Jacob’ın kaşları iyice kalktı. “Senden çok da küçük değil. Sadece bir yıl ve birkaç ay.”
    Sanki artık Quil’den bahsetmiyorduk. Sesmi alçalttım. “Evet ama erkekler ve kadınlar arasındaki olgunluğu göz önünde tutarsak, köpek yaşıyla saymamız gerekmez mi?” diye dalga geçtim. “Bu da beni ne yapar, on iki mi?”
    Kahkaha atarak gözlerini devirdi. “Tamam, ama böyle seçici olacaksan, senin de boy ortalamasına uyman gerekir. Biraz miniksin, bu yüzden de senden on yaş çıkartmam gerekiyor.
    “Bir metre altmış iki santim bence oldukça normal. Senin bu kadar uzun olman benim hatam değil.”
    Yol oyunca şakalaştık ve yaş hesaplama formülüne karar vermek için kavga edip durduk. Nasıl tekerlek değiştirilir bilmediğim için iki yıl kaybederken, evdeki muhasebeyi tuttuğum için bir yıl kazandım. Checker’a vardığımızda Jacob’ un tekrar konsantre olması gerekiyordu. En sonunda Jacob listedeki her şeyi buldu. Epey bir ilerleme kaydettiğimiz için halinden oldukça memnundu.
    La Push’a döndüğümüzde ben yirmi üçtüm, o da otuz.
    Hangi sebeple orda olduğumu unutmamıştım. Ve düşündüğümden daha çok eğleniyor olmam da esas hedefimden sapmama neden olmamıştı. Hiçbir şeyi umursamıyordum. Forks’ta elimden geldiği kadar umursamaz olacaktım. Hem Jacob’la vakit geçirmek tahmin ettiğimden daha da eğlenceliydi.
    Billy henüz geri dönememişti, bu yüzden de bugün aldıklarımızı arabadan indirirken gizlice hareket etmemiz gerekmiyordu. Her şeyi Jacob’ın alet kutusunun yanına indirdik ve hemen işe koyulduk. Parmakları ustaca önündeki metal parçaları tararken, bir yandan benimle konuşmaya devam ediyor ve kahkahalar atıyordu.
    Jacob inanılmaz bir iş çıkartıyordu ve çalışırken oldukça mutlu görünüyordu.
    Gün boy, Quil ve Embry hiç gözükmediler, belli ki Jacob’ın savurduğu tehditler iş yaramıştı.
    Gün çok çabuk geçti. Garajın ağzı beklediğimden daha çabuk karardı ve Billy’nin bize seslendiğini duyduk.
    Yere atladım ve parçaları saklaması için Jacob’a yardım etmeye çalıştım fakat nelere dokunup dokunmamam gerektiği konusunda çekinmiştim.
    “Bırak,” dedi. “Bu gece çalışacağım.”
    “Ödevlerini ihmal etme,” dedim, kendimi biraz suçlu hissederek. Başını belaya sokmak istemiyordum. Bu planda tek başıma olmak istiyordum.
    “Bella?”
    Charlie’nin sesini duyunca birden kafalarımızı çevirince çarpıştık. Ses çok yakından geliyordu.
    “Kahretsin,” diye mırıldandım ve eve doğru, “Geliyorum!” diye seslendim.
    “Haydi gidelim.” Jacob gülümsedi. Bu gizli iş onu bayağı eğlendiriyordu. Işığı kapatınca bir an kör gibi oldum. Sonra Jacob elimi tuttu ve beni garajdan çıkartarak ağaçlara doğru götürdü. Yolu bildiği için ayakları rahatça ilerliyordu. Elleri sert ama sıcaktı.
    Yol düz olmasına rağmen karanlıkta takılıp duruyorduk. Evi görünce ikimiz de kahkahalar attık. Gülmeye pek alışık değildim, o yüzden de kahkahalar atıyor olmam garibime gidiyordu.
    Charlie küçük siyah balkonun altında, Billy de hemen arkasındaki kapının girişinde duruyordu.
    “Merhaba baba,” dedik ikimiz bir ağızdan ve tekrar kahkahalara boğulduk.
    Charlie gözlerini kocaman açtı ve Jacob’ un bana sarılmış eline baktı.
    “Billy bizi yemeğe davet etti.”
    “Gizli ve muhteşem spagetti tarifim. Nesillerdir yapılıyor,” dedi Billy gülerek.
    Jacob homurdandı. “Ragu’ nun* uzun zamandan beri piyasada olduğunu sanmıyorum.”
    Ev kalabalıktı. Harry Clearwater ve ailesi de oradaydı; karısı Sue ve iki çocukları. Leah benim gibi son sınıf öğrencisiydi ama benden bir yaş büyüktü. Egzotik bir güzelliği vardı; mükemmel bakır rengi bir ten, parlak siyah saçlar ve uzun kirpikler. İçeri girdiğimizde Billy’ nin telefonunda erkek arkadaşıyla konuşuyordu ve neredeyse bütün akşam boyunca telefonu hiç elinden bırakmadı. Seth, on dört yaşındaydı ve Jacob’ a karşı büyük bir hayranlık duyuyordu.
    Mutfak masası için çok kalabalıktık, o yüzden Charlie ve Harry bahçeden sandalyeleri taşıdılar ve tabakları dizimizin üzerine koyarak Billy’nin açık kapısından gelen kısık ışıkta spagetti yedik. Erkekler maç hakkında konuştu ve Harry’ le Charlie balık tutma planları yaptılar. Sue kocasına kolesterol problemini hatırlattı ve onu sağlıklı yeşil ve lifli bir şeyler yemeye ikna etmeye çalıştı fakat başarısız oldu. Jacob çoğunlukla benimle ve Seth’le konuştu. Bütün bu zaman boyunca Charlie beni izleyip durdu, belli etmemeye çalışıyordu ama memnun bir ifadesi vardı.
    Ev o kadar gürültülüydü ki, bazen herkes aynı anda konuşunca kafam karışıyordu. Bu yüzdende çok fazla konuşmadım fazlasıyla güldüm, mecburen değil gülme istediğim için.
    Gitmeyi istemiyordum.
    Tabii burası Washington’dı ve doğal olarak kaçınılmaz bir yağmur partiyi böldü. Billy’ nin salonu küçük olduğu için de herkes evlerine dağılmak zorunda kaldı. Charlie’ yi Harry getirdiği için, eve birlikte gittik. Bana günümü sordu ve ben de ona doğruyu anlattım; Jacob’ la parça almaya gittiğimi ve çalışırken onu garajda seyrettiğimi.
    “Onu tekrar ziyaret etmeyi düşünüyor musun?”
    “Yarın okuldan sonra,” diye itiraf ettim. “Ödevlerimi yanıma alırım merak etme.”
    “Götürdüğüne emin ol,” dedi ciddi bir ses tonuyla. Mutluluğunu saklamaya çalışıyordu.
    Eve girdiğimizde biraz gerilmiştim. Yukarı çıkmak istemiyordum. Jacob’ un yokluğunda gerginliğim daha çok artıyordu. Ayrıca, iki gece üst üste iyi bir uyku çekemeyeceğimden de emindim.
    Uyumayı biraz olsun ertelemek için e-postalarımı kontrol ettim, Renee’ den bir mesaj vardı.
    Gününün nasıl geçtiğini anlatmıştı. Yeni girdiği kitap kulübünün bütün vaktini aldığı için meditasyon sınıfını bırakması gerektiğinden, ikinci sınıfların dersine girmeye başlayınca anasınıfını nasıl özlediğinden bahsetmişti. Phil’in yeni işinden çok memnun olduğunu ve Disney World’e ikinci bir balayı için tekrar gitmek istediklerini yazmıştı.
    Ve fark ettim ki bütün posta birine yazılmış bir mektuptan ziyade bir günlük gibiydi. İçimi, arkasından ince bir sızı bırakan bir pişmanlık kapladı. Nasıl bir evlattım böyle.
    Hemen ona geri yazdım. Mektubundaki her bölüme yorumlar yazdıktan sonra ben de büyük bir hevesle Billyler’in evindeki spagetti partisini, Jacob’u çalışırken seyrettiğimi, onun her metal parçasını nasıl kullanışlı bir hale getirdiğini hayranlık ve biraz da kıskançlıkla anlattım. Bu mektubun son aylarda gönderdiğim diğer mektuplardan farklı olmasını istiyordum. Geçen hafta ona n yazdığımı tam hatırlamıyordum ama pek içten gelerek yazılmadığına emindim. Bütün bunları düşündükçe kendimi daha çok suçlu hissettim, onu meraklandırmış olmalıydım.
    E-postayı yazdıktan sonra biraz daha oyalandım ve yapmam gerekenden fazla ödev yaptım. Ama biliyordum, ne uyku problemi ne de Jacob’ la geçirdiğim vakit, aslında bazı yönlerden beni oldukça mutlu etse de, rüyamı benden iki gece üst üste uzak tutabilirdi.
    Titreyerek uyandım, yüzüm yastığa gömülmüş olduğu için çığlığım çok yüksek çıkmamıştı.
    Sabahın hafif ışığı, pencereden süzülünce yatağın içinde doğruldum ve rüyanın etkisinden kurtulmaya çalıştım. Dün gece gördüğüm rüyada farklı olan bir şeyler vardı.
    Dün gece ormanda yalnız değildim. Sam Uley – beni yerden kaldırıp, kendimde değilken, eve kadar taşıyan adam – oradaydı. Bu garip ve beklenmeyen bir değişiklikti. Adamın koyu gözleri şaşırtıcı şekilde soğuktu, paylaşmak istemediği sırlarla doluydu. Onun da, her zaman içinde olduğum bu panik ortamında olması beni rahatsız ediyordu. Belki de bunun sebebi ona direk olarak bakmıyor oluşumdu, adamın şekli titreşiyor ve değişiyordu. Orada öylece durmak ve izlemek
    Haricinde başka bir şey yapmadı. Yardım teklifinde bile bulunmadı.
    Charlie yine kahvaltı boyunca beni izledi ama ben onu görmezlikten geldim. Sanırım bunu hak ediyordum. Benim için meraklanmamasını bekleyemezdim. Muhtemelen haftalar önce benden ümidini kesmişti. Aslında, ben de normale döneceğim günü bekliyordum. Fakat yalnızca iki gün, iyileşmek için yeteri kadar uzun bir zaman sayılmazdı.
    Okul ise tam tersiydi. İnsanların benimle ilgilenmediğinin yeni yeni farkına varmaya başlamıştım.
    Forks Lisesi’ ne başladığım ilk günü hatırlıyorum da, ıslak kaldırımın üzerine kıvrılıp bukelamun gibi renk değiştirmeyi ne kadar da çok istemiştim. Bu dileğim nihayet gerçekleşiyordu, ancak aradan koca bir sene geçtikten sonra.
    Sanki orada değildim. Hatta öğretmenlerim ile boş gözlerle bana bakıp geçiyorlardı.
    Bütün sabah boyunca dersi dinledim. Etrafımdaki insanların seslerini yeniden duymaya başlamıştım. Neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordum ama konuşmalar birbirleriyle o kadar alakasızdı ki, denemeyi bıraktım.
    Matematik dersinde yanına oturduğumda Jessica bana bakmadı.
    “Selam Jess,” dedim umursamadan. “Hafta sonunun geri kalanı nasıl geçti?”
    Bana şüpheli gözlerle baktı. Hala sinirli olabilir miydi? Ya da çılgın bir insana vakit ayıramayacak kadar sabırsız mıydı?
    “Süper,” dedi ve tekrar kitabına döndü.
    “Harika,” diye mırıldandım.
    Sırtını çevirmek kelimesi gerçekten de doğruydu. Yerden esen sıcak havayı hissetmeme rağmen hala üşüyordum. Sandalyemin arkasına astığım ceketimi aldım ve tekrar üzerime giydim.
    Dördüncü ders geç bitti. Yemekhaneye gittiğimde her zaman oturduğum masanın dolu olduğunu gördüm. Mike,Jessica, Angela, Conner, Tyler, Eric ve Lauren oradaydılar. Katie Marshall, bizim sokağın köşesinde oturan kızıl saçlı kız, Eric ve Austin Marks’ la beraber oturuyordu, motosikletli çocuğun büyük abisi de tam yanındaydı. Ne kadar zamandır burada oturduklarını merak ettim. İlk defa mı böyle oturuyorlardı yoksa bu uzun süredir devam ettirdikleri bir alışkanlık mıydı?
    Kendime sinir olmaya başlamıştım. Geçen dönemden beri sanki kendimi koruyucu bir balonun içine hapsetmiştim.
    Mike’ n yanına oturduğumda kimse kafasını kaldırıp bana bakmadı, hatta sandalyeyi çekerken yere sürtünüp korkunç bir ses çıkarttığımda bile kimsenin ilgisini çekmeyi başaramadım.
    Muhabbete katılmaya çalıştım.
    Mike ve Conner spor hakkında konuşuyorlardı, o yüzden sohbetlerine katılmaktan vazgeçtim.
    Lauren, “Ben nerede bugün?” diye sordu Angela’ ya. Kulak kesildim, konu ilgimi çekmişti. Acaba Angela ve Ben hala birlikteler miydi?
    Lauren’ i tanımakta güçlük çektim. Sarı, ipek gibi upuzun saçlarını kesmişti. O kadar kısaydı ki, adeta bir erkeğe benziyordu. Bu ondan hiç beklenmeyecek bir davranıştı. Keşke neden bunu yaptığını bilseydim. Acaba sakız mı yapışmıştı? Satmış mıydı? Beden dersinde kötü davrandığı insanlar onu yakalayıp ceza olsun diye saçlarını mı kesmişlerdi? Eski davranışlarına göre onu yargılamak çok da adil bir davranış değildi. Tek bildiğim artık çok iyi bir insana dönüştüğüydü.
    “Ben midesini üşüttü,” dedi Angela sakin bir sesle. “Şansa uzun sürmedi. Dün oldukça kötüydü.”
    Angela’ nın da saçları değişmişti. Kaları uzamıştı.
    “Siz ikiniz bu hafta sonu ne yaptınız?” diye sordu Jessica. Sesi, cevabı pek merak ediyormuş gibi çıkmamıştı. Sadece kendi hikayelerini anlatmak için zemin hazırladığına emindim. Acaba ben onun, yalnızca iki sandalye uzağında otururken, Port Angeles’ da neler olup bittiğini anlatacak mıydı? İnsanların yanımda dedikodumu rahatça yapabilecekleri kadar görünmez miydim?
    “Aslında bu Cumartesi pikniğe gidecektik ama vazgeçtik,” dedi Angela. Sesindeki ton dikkatimi çekmişti.
    Jess, “Bu çok kötü,” dedi v ekendi hikayesini anlatmaya hazırlandı. Fakat Angela’ nın ses tonundaki garipliğin farkına varan tek kişi ben değildim.
    “Ne oldu?” diye merakla sordu Lauren.
    “Evet,” dedi Angela, her zamankinden daha çekingendi. “Kuzeye doğru gidiyorduk. Nerdeyse kaplıcalara kadar geldik, yoldan bir mil içerde çok iyi bir yer bulduk. Ama tam yarı yola gelmiştik ki… Bir şey gördük.”
    “Ne gördünüz? Ne” Lauren’ in soluk kaşları yukarıya kalkmıştı. Hatta Jess bile dikkat kesilmişti.
    “Bilemiyorum,” dedi Angela. “Ayı oluğunu düşündük. Siyah ve kocamandı.”
    Lauren homurdandı. “Off, sen de mi?” Gözlerinde gördüğüm alaycılık onun hakkında oluşan tüm iyi düşüncelerimin uçup gitmesine sebep oldu. Görünen o ki, kişiliği saçları kadar değişmemişti. “Tyler de aynı uyduruk hikayeden bahsetti.”
    “Kaplıcalara o kadar yakında bir ayı görmenize imkan yok,” dedi Jessica, Lauren’ in tarafına geçerek.
    “Gerçekten mi?” dedi Angela itiraz ederek ve gözlerini masaya eğdi. “Biz gördük.”
    Lauren gülümsedi. Mike halen Conner’ la konuşuyor, kızlarla ilgilenmiyordu.
    “Hayır, doğru söylüyor,” dedim sabırsızca. “Cumartesi günü bir gezgin de ayı gördüklerini söyledi Angela. Kocaman ve siyah olduğunu ve kasabanın hemen dışında gördüğünü söyledi, değil mi Mike?”
    Bir an bir sessizlik çöktü. Masadaki bütün gözler şok içinde bana baktılar. Masadaki yeni kız, Katie, sanki bir patlamaya şahit olmuş gibi ağzını açtı. Kimse kıpırdaıyordu.
    “Mike?” diye mırıldandım. “Ayı hikayesini anlatan adamı hatırlıyor musun?”
    “E-Evet,” diye kekeledi Mike. Neden bana böyle garip baktığını anlamadım. Onunla işte konuşuyordum değil mi? Sanıyorum…
    Mike kendine geldi. “Evet, bir adam geldi e kocaman siyah bir ayı gördüğünü söyledi, boz ayıdan daha büyükmüş,” diye onayladı.
    “İşte,” dedi Lauren ve Jessica’ ya döndü omuzlarını dikleştirerek. Sonra konuyu değiştirdi.
    “USC’ den bir haber aldın mı?” diye sordu.
    Mike ve Angela hariç herkes başka tarafa baktı. Angela bana bakarak hafifçe gülümsedi ve ben de ona gülümsedim.
    “Sen bu haftasonu ne yaptın Bella?” diye sordu Mike, meraklı ve garip bir şekilde ihtiyatlıydı.
    Lauren hariç herkes bana baktı.
    “Cuma akşamı Jessica ve ben, Port Angeles’ ta sinemaya gittik. Cumartesi öğleden sonrasını ve neredeyse bütün pazarı da La Push’ da geçirdim.”
    Gözler Jessica’ yla bana döndü. Jess bu durumdan oldukça rahatsız olmuşa benziyordu. Eminim benimle beraber vakit geçirdiğini kimsenin bilmesini istemiyordu. Belki de hikayeyi kendisi anlatmak istiyordu.
    “Hangi filmi gördünüz?” dedi Mike, bu sefer gülümsüyordu.
    “Ölüm Çıkmazı-zombilerle ilgili bir film.” Cesaretle gülümsedim. Belki de, kendiminde de adeta bir zombiye dönüştüğünü son aylardaki, hatalarımı düzeltebilirdim.
    “Çok korkunç bir film olduğunu duydum. Sene de öyle değil mi?” Mike konuşmayı devam ettirmek konusunda kararlıydı.
    Jessica, “Bela filmin sonuna gelmeden çıktı, çıldırmış gibiydi,” dedi ve sinsice güldü.
    Kafamı salladım ve utanmış gibi gözükmeye çalıştım. “Oldukça korkunçtu.”
    Öğlen yemeği bitene kadar Mike bana soru sormaya devam etti. Diğerleri kendi muhabbetlerine devam etmelerine rağmen hala bana bakıyorlardı. Angela, daha çok Mike ve benimle konuştu ve tepsimi boşaltmaya giderken de benimle geldi.
    “Teşekkürler,” dedi masadan yeteri kadar uzaklaştığımızda kısık bir sesle.
    “Ne için?”
    “Konuşup beni savunduğun için.”
    “Sorun değil.”
    Bana merakla baktı. “İyi misin?”
    İşte bu yüzden kız kıza filme gitmek için Angela yerine Jessica’yı seçmiştim, ki aslında Angela’yı her zaman daha çok severim. Angela çok daha zekidir.
    “Tam olarak değil,” diye itiraf ettim. “Ama biraz daha iyiyim.”
    “Sevindim,” dedi. “Seni özledim.”
    Lauren ve Jessica bize doğru yaklaştılar, Lauren’ in yüksek sesle fısıldadığını duydum. “Ne güzel, Bella geri geldi.”
    Angela gözlerini devirdi ve bana cesaret vererek gülümsedi.
    Her şeye en baştan başlıyormuşum gibi hissediyordum.
    “Bugün günlerden ne?” diye meraklandım.
    “On dokuz Haziran.”
    “Hımm.”
    “Ne oldu?” diye sordu Angela.
    “Tam bir yıl önce dün, burada ilk günümdü.”
    “Hiçbir şey değişmedi,” diye mırıldandı Angela, Lauren ve Jessica’ ya bakarak.
    “Biliyorum, ben de tam aynı şeyi düşünüyordum.”

      Forum Saati Perş. Kas. 21, 2024 1:23 pm