Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Bree Tanner'in İkinci Hayatı 2.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Bree Tanner'in İkinci Hayatı 2.Bölüm Empty Bree Tanner'in İkinci Hayatı 2.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Salı Kas. 16, 2010 2:57 pm

    Tabi çok sık hata yapıyorduk ve Riley gazetedeki haberleri okuduğu zaman öfkeyle inliyor, bize bağırıyor ve bir şeyler kırıyordu - mesela Raoul'un en sevdiği oyun sistemini. Sonra Raoul sinirleniyordu ve birini parçalara ayırıp ateşe veriyordu. Sonra da bu sefer Riley çok sinirlenip bütün çakmaklara ve kibritlere el koymak için bir arama daha yapıyordu. Bu birkaç kere tekrarlanıyordu, sonra Riley kaybettiği vampirlerin yerine koymak için birkaç yeni süprüntü vampir getiriyordu.Bu hiç bitmeyen bir döngüydü.
    Diego burnundan derin bir nefes aldıktan sonra bedeninin değişmesini izledim. Çömeldi ve bir eliyle çatının kenarını tuttu. O garip arkadaş canlılığı kaybolmuştu, artık bir avcıydı.
    Bu tanıdık bir şeydi, beni rahat ettiren bir şey, çünkü avcı olmayı anlayabiliyordum.
    Beynimi kapattım. Artık avlanma zamanıydı. Derin bir nefes alıp aşağıdaki insanların kanının kokusunu içime çektim. Etraftaki insanlar onlardan ibaret değildi ama en yakındakiler onlardı. Kimi avlayacağınıza avınızın kokusunu almadan önce karar vermeniz gerekir. Artık herhangi bir seçim yapmak için çok geçti.
    Diego çatının kenarından atlayıp gözden kayboldu. İnişi ağlayan fahişenin de dalgın dalgın ona bakan fahişenin de kızgın pezevengin de dikkatini çekemeyecek kadar sessizdi.
    Dişlerimin arasından kısık bir hırıltı çıktı. Benim. Kanları benim olmalıydı. Boğazımdaki yangın iyice alevlendi ve başka hiçbir şey düşünemez oldum.
    Kendimi çatıdan aşağı attım ve sokağı geçerek ağlayan sarışının tam yanına indim. Diego'nun arkamda, yakında bir yerlerde olduğunu hissedebiliyordum, o yüzden şaşkın kızı saçından kavrarken onu uyarmak amacıyla hırladım. Kızı sokaktaki duvara doğru çekip sırtımı duvara dayadım. Ne olur ne olmaz diye kendimi koruyan bir şekilde hareket ediyordum.
    Sonra Diego'yu tamamen unuttum çünkü kendimi tamamen kıza vermiştim. Kızın teninin ısısını hissedebiliyordum ve yüzeye yakın bir yerlerde gümbürdeyen nabzının sesini duyabiliyordum.
    Çığlık atmak için ağzını açtı ama o daha sesini çıkaramadan dişlerim nefes borusunu parçaladı. Artık sadece akciğerlerindeki hava ve kanın gurultusu ve benim elimde olmadan çıkardığım iniltiler duyuluyordu.
    Kanı ılık ve tatlıydı. Boğazımdaki yangını söndürmüş ve midemdeki rahatsız edici, tırmalayıcı boşluğu sakinleştirmişti. Kanı tamamıyla emip yuttum, etrafımda olup bitenin hayal meyal farkındaydım.
    Diego'nun da aynı sesleri çıkardığını duydum. O da adamdan besleniyordu. Diğer kadın bilinçsiz bir halde yerde yatıyordu. İkisi de hiç ses çıkarmamıştı. Diego çok başarılı bir avcı olmalıydı.
    İnsanların sorunu hiçbir zaman içlerinde yeterli kanın olmayışı. Kızın kanının bitmesi bana birkaç saniye sürmüş gibi gelmişti. Öfkeyle gevşek bedenini sarstım. Boğazım yine yanmaya başlamıştı.
    Harcanmış bedeni yere attım ve duvara yaslanıp çömeldim, sonra da Diego bana yetişemeden baygın kızı alıp kaçıp kaçamayacağımı düşünmeye başladım. Diego adamla işini çoktan bitirmişti. Bana sadece empati olarak tanımlayabileceğim bir ifadeyle baktı. Ama tamamen yanılıyor da olabilirdim. Daha önce kimsenin bana empatiyle yaklaştığını hatırlamıyordum, o yüzden bunun nasıl bir şey olduğundan emin değildim.
    "Hadi senin olsun,"dedi yerdeki baygın kızı işaret ederek.
    "Dalga mı geçiyorsun?"
    "Hayır, şimdilik doydum. Bu gece tekrar avlanacak zamanımız var."
    Tuzak kurup kurmadığını anlamak için onu dikkatle inceleyerek öne atıldım ve kızı kaptım. Diego beni durdurmak için tek bir hareket bile yapmadı. Yavaşça arkasını döndü ve karanlık gökyüzüne baktı.
    Dişlerimi kızın boynuna geçirirken gözlerimi Diego'dan ayırmadım. Bu seferki diğer kızdan bile daha lezzetliydi. Kanı tamamen temizdi. Sarışın kızın kanında uyuşturucudan snra kalan acı bir tat vardı - bu tada o kadar alışıktım ki, zar zor fark etmiştim. Temiz kana rast gelmem çok nadiren oluyordu çünkü süprüntü kuralını uyguluyordum. Diego da kuralları uyguluyordu. Kokusunu alınca nasıl bir kandan vazgeçtiğini anlamış olmalıydı.
    Neden böyle bir şey yapmıştı?
    İkinci bedeni de boşaltınca kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Artık içimde çok fazla kan vardı. Boğazım muhtemelen birkaç gün boyunca yanmayacaktı.
    Diego sessizce ıslık çalarak beni bekliyordu. Cesedi ufak bir gümbürtüyle yere bıraktığımda bana gülümsedi.
    "Şey, teşekkürler,"dedim.
    Başını salladı. "Benden daha çok ihtiyacın varmış gibi görünüyordu. Başlarda ne kadar zor olduğunu hatırlıyorum."
    "Sonraları kolaylaşıyor mu?"
    Omzunu silkti. "Bazı açılardan."
    Bir an birbirimize baktık.
    Daha sonra, "Şimdi gidip bu cesetleri koya atmalıyız," dedi.
    Eğilip ölü sarışını kucakladım ve gevşek bedenini omzuma aldım. Diğerini de alacaktım ama Diego benden önce davrandı, adamı ise çoktan sırtlamıştı.
    "Ben hallederim," dedi.
    Onun ardından ben de duvarı tırmanıp geçtim ve sonra çevre yolunun altındaki kirişlerin üzerinden atladık. Aşağıdaki arabaların farları üstümüze gelmiyordu. İnsanların ne kadar aptal, her şeyden ne kadar habersiz olduklarını düşündüm ve onlardan biri olmadığım için memnun oldum.
    Karanlıkta kalmaya dikkat ederek geceleri kapalı olan boş bir rıhtıma geldik. Diego betonun sonuna gelince hiç duraksamadı, ağır yüküne rağmen kenardan hemen atlayıverdi ve suyun içinde kayboldu. Ben de onun arkasından aşağı kaydım.
    Bir köpekbalığı kadar hızlı ve ustaca yüzüyor, karanlık koyun derinliklerine doğru ilerliyordu. Aradığı şeyi bulunca birdenbire durdu - bu, okyanusun dibinde büyük, yosunla kaplı bir kayaydı, üstüne denizyıldızları ve çöpler yapışmıştı. Yüz metreden daha derinde olmalıydık - burası bir insana zifiri karanlık görünürdü. Diego cesetleri bıraktı. O elini kayanın altındaki yapış yapış kuma soktuğu sırada cesetler akıntıda sakin sakin sallanıyordu. Hemen sonra Diego kayayı kavradı ve kaldırdı. Kayanın ağırlığı yüzünden beline kadar koyu deniz kumunun içine batmıştı.
    Bana bakıp başıyla bir işaret yaptı.
    Ona doğru yüzerken bir yandan da tek elimle üstüme gelen cesetlerini ittim. Sarışını kayanın altındaki karanlık deliğe ittim, ardından da ikinci kızı ve adamı. Kuma gömülmeleri için cesetleri hafifçe tekmeledim, sonra da Diego'nun önünden çekildim. Riley'in sağ kolu kayayı cesetlerin üzerine bıraktı. Kaya yeni çıkıntılı zeminer alışamadığı için bir iki kere sallandı ve sonra tekrar yerine oturdu. Diego bir tekmeyle gömüldüğü kumlardan kurtuldu ve kayanın üzerine sertçe basıp altındaki çıkıntıları ezdi.
    Daha sonra yaptığı işi incelemek için birkaç metre geriye yüzdü.
    Mükemmel, dedim sessizce. Cesetler asla yüzeye çıkamazdı. Riley kesinlikle onlarla ilgili haber görmeyecekti.
    Diego sırıtıp elini kaldırdı.
    Çakmak için beklediğini anlamam bir dakika aldı. Duraksayarak öne doğru yüzdüm, avucumu onunkine dokundurdum, sonra aramızda biraz mesafe bırakmak için suya birkaç tekme savurdum.
    Diego'nun yüzünde garip bir ifade belirdi, sonra da kurşun hızıyla yüzeye fırladı.
    Ben de onun arkasından yüzmeye başladım, şaşırmıştım. Sudan çıktığımda onu neredeyse kahkaha atmaktan boğulacakmış gibi bir halde buldum.
    "Ne oldu? "
    Bir an gülmekten bana cevap veremedi. Sonra kahkahalarının arasında, "Şimdiye kadar gördüğüm en kötü çakıştı bu," diyebilmeyi başardı.
    Sinir olmuş bir halde burnumu çektim. "Kolumu koparıp koparmayacağına emin olamadım."
    Diego homurdandı. "Öyle bir şey yapmazdım."
    "Başka biri olsa yapardı," diye karşı çıktım.
    "Doğru," diyerek bana katıldı, birdenbire eğlenmeyi bırakmıştı. "Biraz daha avlanmaya var mısın?"
    Bir köprünün altında sudan çıktık ve şansa eski gazetelerden oluşturdukları bir şiltenin üzerinde kirli yulumlar içinde uyuyan iki evsiz adama rasladık. İkisi de uyanmadı. Kanları alkolle ekşimişti ama yine de hiç yoktan iyiydi. Onları da koya gömdük, bu sefer başka bir kayanın altına.
    Diego boş rıhtımın sonunda sudan çıktı ve üzerinden sular damlarken, "Eh, bu bana birkaç hafta boyunca yeter," dedi.
    Derin bir iç çektim. "Sanırım kolaylaşan kızım bu değil mi? Birkaç gün sonra benim boğazım yine yanmaya başlayacak. Ve sonra Riley beni tekrar Raoul'un salaklarıyla birlikte dışarı yollayacak."
    "İstersen seninle gelebilirim. Riley genelde ne istersem onu yapmama izin veriyor."
    Şüpheyle yaklaşsam da bu öneriyi düşündüm. Gerçi Diego diğerlerine benzemiyordu. Onun yanında kendimi farklı hissediyordum. Sanki arkamı sürekli kollamama gerek yokmuş gibi.
    "Sevinirim," diye itiraf ettim ama bunu söyledikten sonra hemen pişman oldum. Sanki kendimi çok savunmasız durumda bırakmıştım gibi olmuştu.
    Ama Diego karşılığında sadece, "Güzel," dedi ve bana gülümsedi.
    "Riley seni nasıl bu kadar serbest bırakıyor?" diye sordum, aralarındaki ilişkiyi merak ediyordum. Diego'yla zaman geçirdikçe onun Riley'yle yakın olduğunu hayal etmek de o kadar zor oluyordu. Ama belki de zıtların birbirini çekmesi söz konusuydu.
    "Riley bana pisliklerini temizlemem konusunda güvenebileceğini biliyor. Bu arada, kısa bir iş yapabilir miyiz?"
    Bu garip çocuk beni eğlendirmeye başlamıştı. Bende merak uyandırıyordu, o yüzden ne yapacağını görmek istiyordum.
    "Tabii," dedim.
    Rıhtımdan liman bölgesi boyunca uzanan yola sıçradı. Bende onu takip ettim. Birkaç insan kokusunu almıştım. Çevre bizi göremeyecekleri kadar karanlıktı ve biz de farkına bile varamayacakları kadar hızlıydık.
    Diego yine çatılarda yolculuk etmeyi seçmişti. Birkaç sıçrayıştan sonra ikimizin kokusunu aldım. Daha önce geldiğimiz yoldan geri dönüyorduk.
    Ve o ilk sokağa geldik, Kevin ve diğer çocuğun arabayla aptallık yaptığı yere.
    "İnanılmaz," diye hırladı Diego.
    Anlaşılan Kevin ve yanındaki çocuk biraz önce gitmişti. İlk arabanın üzerinde iki araba daha vardı ve etraftan geçmekte olan birkaç kişi de ceset sayısına eklenmişti. Polis daha gelmemişti çünkü bu katliamı rapor edebilecek herkes ölmüştü.
    "Bunu halletmeme yardım eder misin?" diye sordu Diego.
    "Olur."
    Aşağı zıpladık; Diego çabucak arabaların duruşunu düzeltti, artık bağırıp çağıran dev bir bebek tarafından fırlatılmış gibi değil de, kaza yapmış gibi görünüyorlardı. Kaldırımda duran iki kuru, cansız bedeni kaldırım ve açıkça kaza yapmış gibi görünen arabaların içine soktum.
    "Ne kötü bir kaza," dedim.
    Diego sırıttı. Cebinin fermuarını açıp bir çakmak çıkardı ve kurbanların kıyafetlerini yakmaya başladı. Ben de kendi çakmağımı çıkardım. Riley ava her gittiğimizde çakmakları tekrar dağıtıyordu: Kevin da kendininkini kullanmayı akıl etmeliydi. Daha sonra döşeme üzerinde çalışmaya başladım. Yanıcı zehirle kaplı kuru bedenler anında alev aldı.
    "Geri çekil," diye beni uyardı Diego. İlk arabanın benzin deposunun kapağını açtığını gördüm. En yakın duvarın üzerine atladım ve izlemek için bir kat yukarıya yerleştim. Diego birkaç adım geri atıp kibrit çaktı. Sonra da hedefi mükemmel bir şekilde tutturarak kibriti ufak deliğe attı ve bunu yapar yapmaz yerinden zıplayarak yanıma geldi.
    Patlamanın gürültüsü bütün sokağı sarsmış, her köşede ışıklar yanmaya başlamıştı.
    "Bravo," dedim.
    "Yardımın için sağ ol. Riley'in yanına dönelim mi?"
    Kaşlarımı çattım. Gecemin geri kalanını geçirmek istediğim en son yer Riley'in eviydi. Raoul'un aptal yüzünü görmek veya uzun sürecek bağırış ve kavgaları dinlemek istemiyordum. Diğerleri beni rahat bıraksın diye İğrenç Fred'in arkasına saklanmak zorunda kalmak istemiyordum. Üstelik hiç kitabım da kalmamıştı.
    Diego yüz ifademden aklımdan geçenleri okuyarak, "Biraz zamanımız var," dedi. "Hemen gitmek zorunda değiliz."
    "Okuyacak bir şeyler alsam iyi olur."
    "Benim de yeni birkaç albüm almam gerek." Sırıttı. "Hadi alışverişe gidelim."
    Şehrin içinde hızla ilerledik. Yine çatıların üzerindeydik, binaların arasındaki boşluklar artınca gölgeli sokaklara geçtik ve daha canlı bir mahalleye geldik. Büyük bir kitabevi içeren bir alışveriş merkezi bulmamız uzun sürmedi. Çatının üzerindeki kilidi kırdım ve içeri girdik. Dükkan boştu, sadece pencerelerde ve kapılarda alarmlar vardı. Hemen H harfine yöneldim, Diego ise arkadaki müzik kısmına gitti. Hale'in kitaplarını yeni bitirmiştim. Sıradaki yeni bir düzine kitabı aldım; birkaç gün boyunca beni oyalardı.
    Diego'yu kafe masalarından birinde, yeni CD'lerini incelerken buldum ve bir an için duraksadıktan sonra ona katıldım.
    Oldukça garipti çünkü bu an rahatsız edici, aklı kurcalayıcı bir şekilde tanıdıktı. Daha önce de böyle oturmuştum - masada birinin karşısına. O kişiyle rahat rahat sohbet etmiştim, ölüm kalım meselesi olmayan, susuzluk ve kan içermeyen şeyler hakkında konuşmuştum. Ama bütün bunlar daha farklı, daha bulanık bir hayatta kalmıştı.
    En son biriyle masaya oturduğumda, o biri Riley'di. O geceyi hatırlamak birçok sebepten dolayı zordu.
    "Nasıl oluyor da seni evde hiç görmüyorum?" diye sordu Diego birden. "Nereye saklanıyorsun?"
    Aynı anda hem güldüm hem de irkildim. "Genelde İğrenç Fred neredeyse onun arkasında duruyorum."
    Tiksintiyle burnunu kırıştırdı. "Gerçekten mi? Buna nasıl katlanıyorsun?"
    "Zamanla alışıyorsun. Arkasında olmak önünde olmak kadar kötü değil. Her neyse, bu şimdiye kadar bulduğum en iyi saklanma yeri. Kimse Fred'e yaklaşmıyor."
    Diego beni onaylayarak başını salladı ama hala biraz iğrenmiş görünüyordu. "Doğru. Bu hayatta kalmanın bir yolu."
    Omzumu silktim.
    "Fred'in Riley'in en sevdiği vampirlerden biri olduğunu biliyor muydun?" diye sordu Diego.
    "Gerçekten mi? Bu nasıl mümkün olabilir ki?" Kimse İğrenç Fred'e katlanamazdı. Ona katlanmayı tek deneyen bendim, bu da sadece kendimi korumak içindi.
    Diego bir komployu açıklayacakmış gibi bana doğru eğildi. Garip hareketlerine o kadar alışmıştım ki irkilmedim bile.
    "Onu telefonda o dişi vampirle konuşurken duydum."
    Ürperdim.
    "Biliyorum," dedi sempatik bir ses tonuyla. Tabii, konu o dişi vampir olunca birbirimize sempatiyle yaklaşmamız garip değildi. "Birkaç ay önceydi. Her neyse, Riley Fred'den bahsediyordu, çok heycanlıydı. Söylediklerinden bazı vampirlerin bazışeyler yapabildiği sonucuna vardım. Ve bu iyi - o vampirin aradığı bir şey. Anlaşılan yetenekli vampirler arıyor."
    "Nasıl yetenekler?"
    "Birçok yetenek var. Akıl okumak, iz sürmek, hatta geleceği görmek."
    "Hadi be."
    "Dalga geçmiyorum. Sanırım Fred bilerek insanları kendinden uzaklaştırabiliyor. Esasında her şey kafamızda ama yanında olma düşüncesinden iğrenmemizi sağlıyor."
    Kaşlarımı çattım. "Bu nasıl iyi bir şey olabilir ki?"
    "Hayatta kalmasına yarıyor, değil mi? Sanırım senin de hayatta kalmana yarıyor."
    Başımı salladım. "Sanırım öyle. Riley başka biri hakkında bir şey söyledi mi?" Gördüğüm veya hissettiğim tuhaf bir şeyler olup olmadığını hatırlamaya çalıştım ama Fred türünün tek örneğiydi. Bu gece süper kahramanmış gibi yapan o ahmakların yaptıklarını hepimiz yapabilirdik.
    "Raoul'dan bahsetti," dedi Diego, suratı asılmıştı.
    "Raoul'un nasıl bir yeteneği varmış? Süper salaklık gücü mü?"
    Diego küçümser bir yüz üfadesiyle güldü. "O kesinlikle var. Ama Riley bir çekime sahip olduğuna inanıyor - insanlar ondan etkileniyor, söylediklerine itaat ediyorlarmış."
    "Sadece akıllarından zoru olanlar."
    "Evet, Riley bundan bahsetti. Ama," diyerek devam etti Riley'in sesini başarılı bir şekilde taklit ederek, "daha uysal çocuklarda işe yaramıyor."
    "Uysal mı?"
    "Ancak bizim gibilerinden bahsediyor olabileceğine kanaat getirdim, yani ara sıra düşünebilen vampirlerden."
    Bana uysal demesi hoşuma gitmemişti. Kulağa hiç hoş gelmiyordu. Diego'nun yorumu çok daha iyiydi.
    "Ve Riley'in Raoul'un liderlik etmesini istemesi için bir sebep varmış gibiydi. Sanırım bir şeyler olacak."
    Bunu söylediğinde omuriliğimde tuhaf bir karıncalanma hissettim ve sandalyemde doğruldum. "Ne gibi?"
    "Riley'in neden sürekli bize göze çarpmamamız gerektiğini söylediğini hiç düşündün mü?"
    Cevap vermeden çnce bir an için duraksadım. Bu Riley'in sağ kolundan bekleyeceğim bir soru değildi. Sanki Riley'in bize söylediği şeyi sorguluyordu. Tabii Diego bu soruyu Riley için sormuyorsa. Tıpkı bir casus gibi. 'Çocukların' Riley hakkında ne düşündüğünü çğrenmek için. Ama hiç de öyle yapıyormuş gibi gelmiyordu. Diego'nun koyu kırmızı gözleri güven verici görünüyordu. Hem Riley ne düşündüğümüzü neden umursasın ki? Belki de diğerlerinin Diego hakkında söyledikleri gerçek değildi. Sadece dedikoduydu.
    Ona dürüstçe cevap verdim. "Evet, aslında biraz önce tam da bunu düşünüyordum."
    "Biliyorum. Riley bazen bir şeyler anlatıyor. Ama çok fazla vampir de olamaz. Yani, öyle olsa daha önce fark etmez miydik?"
    Diego onaylayarak başını salladı. "Ben de öyle düşünüyorum. O yüzden o vampirin sürekli bizim gibi yeni vampirler üretmesi çok garip, öyle değil mi?"
    Kaşlarımı çattım. "Hımm. Haklısın, Riley'in bizi sevdiği falan yok..." Bir an durdum ve bana karşı çıkıp çıkmayacağını görmek için bekledim. Çıkmadı. Sadece onaylayarak hafifçe başını salladı, o yüzden devam ettim. "Ve o dişi vampir kendini tanıtmadı bile. Haklısın. Daha önce bu açıdan bakmamıştım. Eh, aslında hiç bu konuyu düşünmemiştim. Ama o zaman, bizi neden istiyorlar ki?"
    Diego tek kaşını havaya kaldırdı. "Ne düşündüğümü duymak ister misin?"
    Endişeyle başımı salladım. Ama endişem artık onunla ilgili değildi.
    "Dediğim gibi, bir şeyler olacak. Bence o koruma istiyor ve onu koruyacak adamları yaratması için de Riley'yi görevlendirdi."
    Bunu düşününce yeniden ürperdim. "Neden bize söylemiyorlar? Bir şeyler olacaksa dikkatle beklememiz gerekmez mi?
    "Bu mantıklı olurdu," diye bana katıldı Diego.
    Bana oldukça uzun gelen birkaç saniye boyunca sessizlik içinde birbirimize baktık. Söyleyecek başka hiçbir şeyim yoktu, onun da varmış gibigörünmüyordu.
    Sonunda yüzümü ekşitip, "Buna inandığıma emin değilim, yani Raoul'un herhangi bir konuda işe yaradığına."
    Diego güldü. "Bu söylediğine katılmamak zor." Sonra pencereden hafif hafif aydınlanmaya başlayan gökyüzüne baktı. "Zamanımız doldu. Küle dönüşmeden dönsek iyi olur."
    Ayağa kalktım ve kitaplarımı toplamaya başladım, bir yandan da "Külüz külüz, düşüyoruz," diye mırıldanarak şarkı söylüyordum.
    Diego güldü.
    Yolda kısa süreliğine kamp eşyaları satan bir yerde durduk, iki tane sırt çantası ve fermuarlı torba aldık. Kitaplarımı torbalara yerleştirdim. Sudan zarar görmüş sayfalar sinirimi bozuyordu.
    Sonra çatılardan atlayarak tekrar suya döndük. Doğuda gökyüzü hafifçe grileşmeye başlamıştı. Büyük iskelenin oradaki dünyadan habersiz iki gece bekçisinin burunlarının dibinde denize daldık. Kendimi kontrol edemeyeceğim kadar yakınımda duruyorlardı. Tok olduğum için şanslılardı. Daha sonra bulanık suların içinde Riley'in evine doğru ilerledik.
    Başta yarış yaptığımızı anlamamıştım. Sadece gökyüzü aydınlanmaya başladığı için hızlı yüzüyordum. Genelde zamanımı böyle son dakikasına kadar kullanmazdım. Kendime karşı dürüst olmam gerekirse, tam anlamıyla inek bir vampir olmuştum. Kuralları takip ediyor, belaya yol açmıyor, gruptaki en popüler olmayan çocukla takılıyor ve eve sürekli erken dönüyordum.
    Ama sonra Diego hızını bir hayli arttırdı. Beni geçti ve arkasını dönüp, ne yani, yetişemiyor musun? dercesine gülümseyipyüzmeye devam etti.
    Buna katlanamayacaktım. Daha önce hırslı bir tip miydim hatırlamıyorum ama belki de öleydim çünkü bu davete olması gerektiği gibi tepki verdim. Diego iyi bir yüzücüydü ama ben çok daha güçlüydüm, özellikle de besleneli çok olmadıysa.
    Onu geçerken dudaklarımı 'Görüşürüz' dercesine oynattım ama görüp görmediğine emin olamadım.
    Daha sonra onu karanlık sularda kaybettim ama ne kadar önde olduğumu görmek için arkamı dönerek vakit kaybetmek istemiyordum; son zamanlarda kullandığımız evlerin bulunduğu adanın kenarına gelinceye kadar durmadan yüzdüm. En son evimiz Cascades'deki bir bağın kenarında Snowville'in ortasında büyük bir klübeydi. Bir önceki gibi bu evin de büyük bir bodrum katı vardı ve sahipleri kısa bir süre önce ölmüştü.
    Sığ, taşlı kumu olan sahile hızla ilerledim, sonra da parmaklarımı kuma geçirip havaya sıçradım. Çıkıntılı bir çam ağacının gövdesini kavrayıp kendimi uçurumun üzerinden fırlatırken Diego'nun da sudan çıktığını duydum.
    Ayaklarımın üzerine nazikçe inerken iki şey dikkatimi çekti. Bir: Hava çok aydınlıktı. İki:Ev yok olmuştu.
    Aslında tam olarak yok olmuş sayılmazdı. Bir kısmı hala görünüyordu ama evin bir zamanlar kapladığı alan boştu. Çatı simsiyah olmuş tahtalardan ibaretti ve bir zamnlar ön kapının olduğu yere kadar sarkıyordu.
    Güneş hızla doğuyordu. Karanlıkta siyah görünen çam ağaçlarının rengi yeşile dönmeye başlamıştı. Kısa bir süre üst noktaları belirginleşecekti ve o sırada ölecektim.
    Yani gerçekten ölü olacaktım. Bu ikinci, susuzluk içinde geçen süper kahraman hayatım birden alev alacaktı. Ve alevlerin çok acı verivi olduğunu tahmin edebiliyordum.
    Evimizin yok edildiğini ilk görüşüm değildi. Bodrumda o akdar çok kavga oluyor ve yangın çıkıyordu ki genelde evlerimiz sadece birkaç hafta dayanıyordu ama mahvolmuş mekana güneşim ilk ışınlarının tehdidiyle aynı anda ilk gelişimdi.
    Diego yanıma indiğinde şok içinde nefesimi tutmuş, etrafa bakıyordum.
    "Belki çatının altına çekebiliriz?" diye fısıldadım. "Yeteri kadar güvenli olur mu? Yoksa?"
    "Merak etme, Bree," dedi Diego, sesi fazla sakin geliyordu. "Saklanabileceğimiz bir yer biliyorum. Gel."
    Tepenin kenarından çok büyük bir zarafetle ters takla atıp aşağı indi.
    Suyun güneşi bloke etmeye yeteceğini düşünmüyordum. Ama belki suyun altındayken yanmazdık. Yine de bu bana çok zayıf bir plan gibi görünmüştü.
    Ama yapacak bir şey yoktu, bu yüzden çökmüş evin yanık tahtalarının altında saklanmak yerine bende aşağı atladım. Bunun mantıklı olduğundan emin değildim ve bu emin olmama hissi çok garipti. Genelde her zaman aynı şeyleri yapardım - rutini takip eder, sağduyuma güvenirdim.
    Diego'ya yetiştim. Yine yarışıyordu ama bu seferki yarış hiç de saçma değildi çünkü güneşle yarışıyorduk.
    Ufak adanın bir köşesini geçince Diego iyice derine daldı. Denizin kayalıklı zeminine çarpmaması beni şaşırtmıştı, sonra sadece bir kayanın ucu olduğunu zannettiğim yerden ılık bir akıntının geldiğini görünce daha da şaşırdım.
    Böyle bir yeri bulup aklında tutmuş olması çok zekiceydi. Bütün gün denizin altındaki bir mağarada oturmak elbette çok eğlenceli olmazdı, nefes almamak birkaç saat sonra sinir bozucu olmaya başlıyordu ama yine de küle dönüşmekten iyiydi. Ben de Diego gibi düşünmeliydim. Yani kan dışındaki şeyleri. Beklenmedik şeyle için hazır olmalıydım.
    Diego kayaların arasındaki dar gediğin içinde ilerlemeye devam etti. Burası mürekkep kadar siyahtı. Güvenliydi. Yüzmeye devam ediyordum. Kayaların arası çok dardı. Bu yüzden aynı Diego gibi dolambaçlı kayaların arasından tırmanmaya başladım. Önümdeki vampirin durmasını bekliyordum ama bir türlü durmuyordu. Sonunda gerçekten de yukarı çıktığımızı fark ettim ve Diego'nun yüzeye çıktığını işittim.
    Yarım saniye sonra bende çıkmıştım.
    Mağara ufak bir delikten başka bir şey değildi, eski Volkswagen arabalar kadardı ama onlar kadar yüksek değildi. Arkada sürünülerek geçilecek bir gedik daha vardı, oradan temiz hava kokusunun geldiğini duyabiliyordum. Kalker duvarlarda Diego'nun buraya daha önce birçok kez geldiğini gösteren parmak izleri vardı.
    "Güzel yer," dedim.
    Diego gülümsedi. "İğrenç Fred'in arkasında durmaktan iyidir."
    "Haksız olduğunu söyleyemem. Şey, teşekkürler."
    "Bir şey değil."
    Bir süre karanlıkta birbirimize baktık. Yüzü sakindi. Başka biri olsa, Kevin, Kristie veya başka biri, bu çok korkutucu olurdu. Dar alan, yakın durmak zorunda olmak kokusunu her yanımda almak bu her an hızlı ve acı bir ölüm yaşayacağım anlamına gelirdi. Ama Diego çok kontrollüydü. Diğerleri gibi değildi.
    "Kaç yaşındasın?" dedi birden.
    "Üç ay.Sana bunu söylemiştim."
    "Onu demek istemedim. Şey, kaç yaşındaydın? Sanırım bu şekilde sormam gerekiyor."
    İnsan muhabbetine girdiğinde rahatsız bir şekilde arkama yaslandım. Kimse bu konulardan bahsetmezdi çünkü kimse bunları düşünmek istemezdi. Ama konuşmayı kesmek de istemiyordum. Sohbet etmek bile yeni ve farklı bir şeydi. Duraksadım, Diego ise mereklı gözlerle bana bakıyordu.
    "Şey sanırım on beş yaşındaydım. Neredeyse on altı. Gününü tam olarak hatırlamıyorum... Acaba doğum günüm geçmiş miydi?" Hatırlamaya çalıştım ama aç geçirdiğim o son birkaç hafta çok bulanıktı ve onları netleştirmeye çalıştırmak başımın garip bir şekilde ağrımasına sebep oluyordu. Başımı iki yana salladım ve hatırlamaya çalışmaktan vazgeçtim. "Sen?"
    "On sekizimi yeni bitirmiştim." dedi Diego. "Çok yaklaşmıştım."
    "Neye yaklaşmıştın?"
    "Gitmeye," dedi ama devam etmedi. Bir an garip bir sessizlik oldu ve sonra konuyu değiştirdi.
    "Buraya geldiğinden beri çok iyi iş çıkardın," dedi, gözleri kavuşturduğum kollarımı ve bitiştirdiğim bacaklarımı adeta yalayıp geçmişti. "Hayatta kaldın, yanlış bir şekilde dikkat çekmekten kaçındın ve sağlamsın, hiç zarar görmedin."
    Omzumu silktim, sonra kolu çevreleyen ince çizgiyi görebilmesi için tişörtümün kolunu sıvadım.
    "Bu kolum bir kere koparıldı," diye itiraf ettim. "Jen yakmadan geri aldım. Riley de nasıl geri takacağımı gösterdi."
    Diego buruk bir şekilde gülümseyip parmağıyla sağ dizine dokundu. "Herkesin başına geliyor."
    "Acımış olmalı," dedim.
    Başını salladı. "Evet. Neyse, daha önce de söylediğim gibi, oldukça iyi bir vampirsin."
    "Teşekkürler mi demem gerekiyor?"
    "Sadece sesli düşünüyordum, bir şeyleri anlamaya çalışıyorum."
    "Ne gibi şeyleri?"
    Kaşları biraz çatıldı. "Tam olarak neyin döndüğünü. Riley'in ne iş çevirdiğini. Neden çocukların çoğunu o dişi vampire götürdüğünü. Vampirlerinin senin gibi veya o aptal Kevin gibi olmasının Riley için neden hiçbir fark yaratmadığını."
    Riley'i ancak benim kadar tanıyor gibiydi.
    "Benim gibi derken ne demek istiyorsun?" diye sordum.
    "Riley'in senin gibileri arıyor olması gerekirdi - zekileri- , Raooul'un getirdiği o aptalları değil. Eminim insan olduğun zamanlarda uyuşturucu bağımlısı bir dilenci değildin."
    İnsan kelimesini duyunca rahatsızca kıpırdandım. Diego garip bir şey söylememiş gibi cevabımı beklemeye devam etti. Ben derin bir nefes aldım ve geçmişi düşündüm.
    "Buna yeteri kadar yakındım," dedim. Diego birkaç saniye boyunca beni sabırla izledikten sonra, "Daha tam o seviyeye gelmemiştim ama birkaç hafta daha geçseydi..." diye devam ettim ve omzumu silktim. "Çok iyi hatırlamıyorum ama bu gezegende açlıktan daha güçlü bir şey olmadığına inanıyordum. Oysa susuzluk daha kötüymüş.
    Güldü. "Kesinlikle."
    "Peki ya sen? Bizim gibi sorunlu, evden kaçmış bir ergen değil miydin?"
    "Ah, kesinlikle sorunluydum." Konuşmayı kesti.
    Ama sanırım benim de oturup sorduğum uygunsuz soruların cevaplarını beklemeye hakkım vardı. Hiç konuşmadan ona baktım.
    Derin bir iç çekti. Nefesinin kokusu güzeldi. Herkes tatlı kokuyordu ama Diego'da ekstra bir şey daha vardı; tarçın veya karanfil gibi bir baharat kokusu.
    "Bütün belalardan uzak durmaya çalıştım. Okula konsantre oldum. Gecekondu mahallesinden kurtulmaya, üniversiteye gitmeye, bir şeyler başarmaya çalışıyordum. Ama bir adam vardı - Raoul'dan çok farklı bir adam. Adam etrafta ya bana katıl ya da öl gibi dolaşıyordu. Ben onlara bulaşmak istemiyordum, o yüzden adamın çetesinden uzak durdum. Dikkatli oldum. Hayatta kaldım." Durdu ve gözlerini yumdu.
    Merakım hala dinmemişti. "Ve?"
    "Küçük kardeşim o kadar dikkatli davranmadı."
    Tam kardeşinin çeteye mi katıldığını, yoksa öldüğünü mü soracaktım ki, yüzündeki ifadeden bunun gerekli olmadığını anladım. Nasıl cevap vereceğimi bilmediğim için başımı çevirdim. Kaybını, açıkça hala hissettiği acıyı anlayamıyordum. Ben arkamda, özlemeye devam ettiğim bir şey bırakmamıştım. Ne farkı vardı ki? Diego bu yüzden mi diğerlerinin uzak durduğu anıları düşünüp duruyordu.
    Hala Riley'in işin içine nasıl girdiğini anlayabilmiş değildim. Rilay ve acı. Hikayenin bu kısmını öğrenmek istiyordum ama artık Diego'yu cevap vermeye zorladığım için kendimi kötü hissetmeye başlamıştım.
    Neyse ki Diego merakımı gidererek konuşmaya devam etti.
    "Kendimi kaybettim. Bir arkadaşımdan tabancasını çaldım ve ava çıktım." Yüzünde kasvetli bir gülümseme vardı. "O zamanlar avlanma konusunda başarılı değildim ama yine de onlar bana zarar vermeden kardeşimi öldüren çocuğu vurmayı başardım. Çetenin geri kalanı beni bir sokakta sıkıştırdı. Sonra, birdenbire onlarla benim aramda Riley belirdi. Şimdiye kadar gördüğüm en beyaz adamın o olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Adamlar ona ateş ederken onlara bakmıyordu bile. Sanki kurşunlar sinekmiş gibi umursamaz davranıyordu.

      Forum Saati C.tesi Mayıs 11, 2024 4:50 pm