Vampirler için yasalara aykırı ne olabilirdi ki? Hangi polis, hangi yargıç, hangi hapishane bize söz geçirebilirdi?twilightturk.net.tr die bi yer acılmıs damlanın arkadasıymış emre die var ya o. benim sitenin aynısını geçirmiş a dan z ye aynı topatıp ya o kadar olmaz.. benim mesajlar 25milyon onun 20milyon tema vs hersey aynı :d sabah nası uyandım bilmiom
“Evet,”diye tısladı yaratıcımız. “Planlarım tamamen onlarla ilgili. Ama harekete geçemeyiz. Biraz zor bir durum.” Son cümleyi söylerken sesi huysuz bir hal almıştı.
“İnan bana, zorlukları senden daha iyi biliyoruz. Bunca zamandır fark edilmemiş olman inanılmaz. Söylesene.”-monoton sesi ilgiyle biraz canlanmıştı –“bunu nasıl başarıyorsun?”
Yaratıcımız duraksadı ve sonra aceleyle devam etti. Sanki biri onu sessizce korkutmuş gibi. “Daha karar vermedim,”dedi sertçe. Sonra daha yavaş, isteksiz bir şekilde, “Saldırmaya. Daha onlarla hiçbir şey yapmaya kadar vermemiştim,”diye ekledi.
“Zor ama etkili,”dedi cübbeli kız. “Ne yazık ki, düşünce süren sona erdi. Ufak odunla ne yapacağına – şu anda – kadar vermen gerekiyor.” Bunu duyunca hem Diego’nun hem benim gözlerimiz büyüdü. “Yoksa seni yasaların uyardığı şekilde cezalandırmamız gerekecek. Ne kadar kısa sürmüş olsa da, bu kadar geç fark edilmen beni rahatsız ediyor. Biz bu şekilde iş yapmıyoruz. Sana tavsiyem bizi tehlikeli olmadığına ikna etmek... hem de bir an önce.”
Riley, “Hemen saldırıya geçeriz!” diye araya karıştı ama aksi bir tıslamayla hemen durduruldu.
Yaratıcımız öfkeyle, “Elimizden geldiğince çabuk saldıracağız,”diye düzeltti. “Yapacak çok şey var. Başarılı olmamızı istediğinizi varsayıyorum? O zaman onları eğitecek, onlara talimat verecek ve onları besleyecek süreye ihtiyacım var!”
Kısa bir sessizlik oldu.
“Beş gün. Beş gün sonra seni cezalandırmaya geliriz ve seni saklanmak ne de hızla kaçmak kurtarabilir. Eğer geldiğimiz sırada henüz saldırmamışsan, yanarsın.” Cübbeli kız bu cümleleri öfkeyle değil, tamamen kendinden emin bir şekilde söylemişti.
Yaratıcımız sarsılmış bir halde, “Peki ya saldırmamışsam?”diye sordu.
Cübbeli kız şimdiye kadar kullandığından çok daha neşeli bir ses tonuyla, “Bakarız,”diye cevap verdi. “Sanırım bu ne kadar başarılı olduğuna bağlı. Bizi memnun etmek için çok uğraşmalısın.” Bu son emir, hissiz, sert bir tonla verilmişti ve bedenimin merkezinde garip bir ürperme hissetmeme nende oldu.
“Olur,”diye hırladı yaratıcımız.
Riley’de fısıltıyla, “Olur,”diye tekrarladı.
Hemen sonra cübbeli vampirler sessizce evden çıkmaya başladılar. Diego da ben de onlar gözden kaybolduktan sonraki beş dakika boyunca nefes bile almadık. Evin içindeki yaratıcımız ve Riley de bizim kadar sessizdi. Bir on dakika daha sessizlikle geçti...
Diego’nun koluna dokundum. Bu kaçmamız için bir şanstı. Artık Riley’den o kadar fazla korkmuyordum. O koyu cübbelilerden elimden geldiğince uzaklaşmak istiyordum. Kulübede, kalabalığın yanında kendimi daha güvende hissetmek istiyordum ve yaratıcımız da kalabalıktan güvence sağlamaya çalıştığını anlamıştım. O yüzden bizim gibi çok fazla vampir yaratmıştı. Dünyada düşündüğümden daha korkunç şeyler vardı.
Diego duraksadı, hala dinliyordu ve bir saniye sonra sabrı ödüllendirildi.
“Eh,”dedi dişi vampir, “artık biliyorlar.”
Cübbelilerden mi, yoksa gizemli klandan mı bahsediyordu? Bütün bu olaylardan önce bahsettiği düşman kimdi?
“Bu önemli değil. Sayımız onlardan daha...”
Yaratıcımız Riley’in sözünü keserek, “Her türlü uyarı önemli!”diye hırladı. “Yapacak çok fazla şey var. Sadece beş günde nasıl yapacağız! Artık oyalanmak yok. Bu gece başlayacaksın.”
“Seni hayal kırıklığına uğratmayacağım!”diye söz verdi Riley.
Diego’yla aynı anda hareket ettik, durduğumuz ağaçtan bir sonraki ağaca atladık ve geldiğimiz yoldan hızla geri döndük. Riley acele içindeydi ve cübbelilerle olanlardan sonra Diego’nun izini bulursa ve o izin sonunda Diego olmazsa...
Diego hızla ilerlerken, “Geri dönüp beklemem herek,”diye fısıldadı. “Neyse ki izimin olduğu yerden ev görünmüyor! Duyduğumu bilsin istemem.”
“Onunla beraber konuşmalıyız.”
“Artık çok geç. Kokunun izlediğimiz yolda olmadığını fark eder. Şüphelenir.”
“Diego...” Evet, bu konuşmaya katılamazdım.
Diego’nun bana katıldığı noktaya gelmiştik. Arkadaşım aceleci bir fısıltıyla konuştu.
“Plana sadık kal, Bree. Ona söylemeyi planladığım şeyi söyleyeceğim. Şafak vakti yakın değil ama bu şekilde söylemek zorundayım. Eğer bana inanmazsa...”Diego omzunu silkti. “Benim geniş hayal gücüm dışında endişeleneceği daha önemli şeyler var. Belki de şimdi daha çık fikirli olur. Anlaşılan her türlü yardıma ihtiyacımız var ve gün içinde hareket edebilmek işimize gelir.”
“Diego...”diye tekrarladım, başka ne diyebileceğimi bilmiyordum.
Gözlerime baktı. Dudaklarında rahat bir gülümseme belirmesini, bana Ninjalarda veya en iyi arkadaş kulübüyle ilgili bir şaka yapmasını bekledim.
Yapmadı. Onun yerine yavaşça eğildi ve gözlerini benimkilerden ayırmadan beni öptü. Pürüzsüz dudakları uzun bir an boyunca benimkilerin üzerinde kaldı, yine de gözlerimizi birbirimizden ayırmıştık.
Sonra doğruldu ve içini çekti. “Eve git, Fred’in arkasına saklan ve hiçbir şey bilmiyormuş gibi yap. Ben de hemen arkandan geleceğim.”
“Dikkatli ol.”
Elini tutup sertçe sıktım ve sonra hemen bıraktım. Riley Diego’dan şefkatle bahsetmişti. Bu şefkatin gerçek olduğunu ummak zorundaydım. Başka bir seçeneğim yoktu.
Diego ağaçların arasında kayboldu, yaprakları hışırdatan bir meltem kadar sessizdi. Onu izleyerek vakit harcamadım. Dalların arasından direkt eve doğru yola koyuldum. Gözlerimin dün geceki beslenmeden sonra hala bu geceki yokluğumu açıklayacak kadar parlak olduğunu umuyordum. Şanslı olduğumu söyleyecektim – tek başına dolaşan birini bulmuştum ve sıra dışı hiçbir şey olmamıştı.
Beni karşılayan yüksek müzik çok tanıdık bir kokuya eşlik ediyordu; bir vampirin yanışının tatlı, dumansı kokusu. Paniğim iyice arttı. Evin içinde ölme ihtimalim, dışarıda ölme ihtimalimle aynıydı. Ama başka bir seçeneğim yoktu. Yavaşlamadım, sadece merdivenlerden aşağı hızla indim ve zar zor İğrenç Fred’in durduğunu gördüğüm yere doğru ilerledi. Yapacak bir şey mi arıyordu? Oturmaktan sıkılmış mıydı? Ne yapacağını hiç bilmiyordum ve umursamıyordum da. Riley ve Diego gelene kadar ona yapışacaktım.
Zeminin ortasında sadece bir bacak veya kol olamayacak kadar büyük bir yığın vardı. Riley’in yirmi iki kişilik ordusu azalmıştı.
Kimse tüten bedenle ilgileniyormuş gibi görünmüyordu. Bu görüntüye çok sık rastlıyorduk.
Aceleyle Fred’e yaklaşırken ilk defa iğrenme hissim artmamış, hatta kaybolmuştu. Beni fark etmişe benzemiyordu, elindeki kitabı okumaya devam ediyordu. Birkaç gün önce ona bıraktığım kitaplardan biriydi bu. Koltuğa yaslandığı noktaya yakınlaştıktan sonra ne yaptığını anlamakta zorlanmamıştım. Duraksayıp bunun neden olduğunu düşündüm. İstediği zaman iğrendirme olayını tamamen bitirebiliyor muydu? Bu, şu anda ikimiz de korunmasız haldeyiz mi demek oluyordu? Neyse ki Raoul daha evde değildi ama Kevin buradaydı.
İlk defa Fred’i gerçekten görüyordum. Uzundu, boyu bir seksen beş vardı ve saçı daha önce de fark ettiğim gibi gür, kıvırcık ve sarıydı. Geniş omuzlu ve kaslıydı. Diğer birçok kişiden daha büyük görünüyordu – liseli değil de, üniversite öğrencisi gibi. Ve yakışıklıydı, nedense beni en çok şaşırtan kısım bu olmuştu. Diğerleri kadar yakışıklıydı, belki de birçoğundan daha fazla. Bunun neden bu kadar garip geldiğini anlamamıştım. Muhtemelen onu bugüne kadar iğrenmeyle bağdaştırdığım için olmalıydı.
Ona dik dik baktığım için rahatsız olmuştum. Şu anda Fred’in normal – ve yakışıklı – olduğunu fark eden başka biri var mı diye çabucak odaya bakındım. Kimse bize bakmıyordu. Kevin’a hızlı bir bakış attım, fark ettiği an başımı çevirecektim ama gözleri durduğumuz yerin biraz soluna odaklanmıştı. Hafifçe kaşlarını çatmıştı. Ben daha bakışımı çeviremeden, gözleri üzerimden geçti ve bu sefer de sağ tarafıma odaklandı. Kaşları daha da çatıldı. Sanki beni görmeye çalışıyordu ve bunu başaramıyordu.
Bu hoşuma gitmiş ve gülümsememe sebep olmuştu ama Kevin’ın körlüğünün tadını tam olarak çıkaramazdım çünkü endişelenecek çok fazla şey vardı. İğrençlik faktörünün dönüp dönmeyeceğini anlamak için tekrar Fred’e baktım ve onun da benimle beraber gülümsediğini gördüm. Gülümserken gerçekten de muhteşem görünüyordu.
Sonra paylaştığımız an sonra erdi ve Fred kitabına geri döndü. Bir süre kıpırdamadım, bir şeylerin olmasını bekliyordum. Diego’nun kapıdan içeri girmesini. Veya Riley’in Dieo’yla gelmesini. Veya Raoul’un gelmesini. Veya tekrar midemin bulanmasını, Kevin’ın olduğum yere ters ters bakmasını ve bir sonraki kavganın çıkmasını. Herhangi bir şeyin olmasını bekliyordum.
Hiçbir şey olmayınca sonunda kendimi toparladım ve zaten yapmam gereken şeyi yaptım; garip hiçbir şey olmuyormuş gibi davrandım. Fred’in ayağının yanındaki yığından bir kitap çektim ve olduğum yere oturup okuyormuş gibi yaptım. Bu muhtemelen dün okuyormuş gibi yaptığım kitaplardan biriydi ama tanıdık gelmiyordu. Sayfaları çevirip bakıyor ama hiçbir şey algılamıyordum.
Zihnim daireler çizip duruyordu. Diego neredeydi? Riley hikâyesine nasıl tepki vermişti? Cübbelilerle olan konuşma – ve cübbelilerden önceki konuşma – ne anlama geliyordu?
Anlamaya çalışıyordum, eski anılarımı düşündüm ve parçaları anlaşılır bir resim oluşturacak şekilde birleştirmeye çalıştım. Vampir dünyasında bir tür polis sistemi vardı ve bu polisler çok korkunçtu. Bu birkaç aylık vampirlerin oluşturduğu vahşi grup, bir tür orduydu ve bu ordu bir şekilde yasalara aykırıydı. Yaratıcımızın bir düşmanı vardı. Hayır, iki düşmanı. Beş gün sonra bu düşmanlardan birine saldıracaktık, yoksa diğerleri, o korkunç cübbeliler, ona saldıracaklardı – veya bize, veya hem bize hem ona. Bu saldırı için eğitilecektik... Riley geri gelir gelmez. Kapıya bir bakış attım ve sonra gözlerimi tekrar önümdeki sayfaya odaklanmaya zorladım. Bir de ziyaretçilerden önceki konuşmalar vardı. Yaratıcımız bir tür karar hakkında endişeleniyordu. Bu kadar çok vampiri – bu kadar çok askeri – olduğu için memnundu. Riley Diego’yla ben hayatta kaldığımız için mutluydu... İki kişiyi daha güneşe kaybettiğini sandığını söylemişti, o yüzden vampirlerin güneş ışığına verdiği gerçek tepkiyi biliyor olmalıydı. Ama dişi vampirin söylediği garipti. Emin olup olmadığını sormuştu. Diego’nun hayatta kaldığına mı emin olup olmadığını sormuştu? Yoksa... Diego’nun hikâyesinin doğru olup olmadığına emin olup olmadığına mı?
Bu son düşünce beni korkuttu. Yoksa güneşin bize zarar vermediğini biliyor muydu? Eğer biliyorsa, neden Riley’e ve onunla beraber, bize, yalan söylemişti.
Neden bizi bilgisiz tutmak istiyordu? Cahil kalmamız çok mu önemliydi? Diego’nun başını belaya sokacak kadar önemli... Gerçek bir paniğe kapılmıştım, şaşkınlıktan donakaldığım söylenebilirdi. Eğer hala terleyebilseydim, şu anda terliyor olurdum. Sayfayı çevirmek için tekrar odaklanmalıydım, bu yüzden kendimi gözlerimi aşağıda tutmaya zorladım.
Riley aldatılmış mıydı, yoksa o da biliyor muydu? Riley iki kişiyi daha güneşe kaybettiğini söylediğinde gerçekten güneşi mi kastetmişti... yoksa güneş hakkında söylediği yalan mıydı?
Eğer ikinci seçenek söz konusuysa, doğruyu bilmek mahvolmak demekti. Panik duygusu tüm düşüncelerimi kaplamıştı.
Mantıklı davranmaya ve bir açıklama bulmaya çalıştım. Bu Diego olmadan daha zor oluyordu. Konuşacak birinin olması konsantre olma yetimi arttırmıştı. Tek başıma olduğumda ise korku düşüncelerimin kenarlarını emiyor ve her zaman içimde olan susuzluğu artırıyordu. Kanın çağrısı her zaman yüzeye yakındı. Şimdi bile, iyice beslenmiş olmama rağmen boğazımın yandığını ve kana duyduğum ihtiyacın arttığını hissedebiliyordum.
Dişi vampiri düşün, Riley’i düşün, dedim kendi kendime. Neden yalan söylediklerini anlamam gerekiyordu – eğer yalan söylüyorlarsa – bu sayede Diego’nun sırlarını bilmesinin ne anlama geldiğini bulabilirdim...
Eğer yalan söylemeselerdi, eğer gündüz dışarı çıkmanın gece çıkmak kadar güvenli olduğunu söyleselerdi, bu neyi değiştirirdi? Bizi bütün gün karanlık bodruma kapamasalardı, yirmi birimiz birden – ya da ava çıkanların durumuna bağlı olarak daha azımız – istediğimiz zaman istediğimiz şeyi yapabilseydik nasıl olurdu?
Avlanmak isterdik. Bu kesindi.
Eğer geri gelmek zorunda olmasaydık, saklanmak zorunda olmasaydık... eh herhalde birçoğumuz düzenli olarak eve dönemezdi. Susuzluk bizi ele geçirdiğinde dönmeye odaklanmak zor oluyordu. Ama Riley hepimizin aklına yanma tehdidini, daha önce deneyimlediğimiz korkunç acıyı yaşama ihtimalini öyle bir yerleştirmişti ki... O sayede kendimizi durdurabiliyorduk. Kendimizi koruma içgüdüsü, susuzluktan daha güçlü olan tek güdüydü.
Demek ki bu tehdit bizi bir arada tutuyordu. Diego’nun mağarası gibi, saklanacak başka yerler vardı ama başka kim böyle şeyler düşünüyordu ki? Gidecek bir yerimiz, bir evimiz vardı, o yüzden oraya gidiyorduk. Berrak bir zihine sahip olmak, bir vampirin özellikle iyi olduğu bir alan değildi. Ya da en azından genç vampirlerin iyi olduğu bir alan değildi. Riley’in zihni berraktı. Diego’nun zihni benimkinden daha berraktı. O cübbeli vampirler ise görevlerine korkutucu derecede odaklanmışlardı. Ürperdim. Demek ki bu rutin bizi sonsuza kadar kontrol edemezdi. Daha büyüdüğümüz, daha akıllandığımız zaman ne yapacaklardı? Kimsenin Riley’den daha büyük olmadığını fark ettim. Buradaki herkes yeniydi. Dişi vampir şu anda bu gizemli düşmanı için birkaç vampire ihtiyaç duyuyordu. Peki ama ya sonrası?
Sonrası için etrafta bulunmak istemediğime kadar verdim. Ve birdenbire şaşırtıcı bir şekilde açıkça ortada olan çözümü fark ettim. Daha önce aklımın köşelerinde bulunan çözümdü bu, Diego’yla bu vampir evini ararken bulmakta zorlandığım çözüm.
Sonrası için etrafta bulunmama gerek yoktu. Bir gece bile burada kalmak zorunda değildim.
Bu harika fikri düşünürken yine odaklandım.
Eğer Diego’yla çetenin muhtemelen gideceği yeri bilmesek, onları bulur muyduk? Büyük ihtimalle hayır. Ve büyük bir grup geniş bir iz bırakmıştı. Peki ya sadece tek bir vampir, belki de ağaçlara sıçrayabilen, suda izini kaybettiren bir vampir hareket etse... sadece bir veya iki vampir, istedikleri kadar uzağa yüzebilirdi... Ve toprağa istedikleri yerde dönebilirlerdi. Kanada, Kaliforniya, Şili, Çin...
O iki vampiri bulmak imkânsız olurdu. Kaybolurlardı. Ortadan yok olurlardı.
Geçen gece dönmemize gerek yoktu! Dönmemeliydik! Neden bunu o sırada düşünememiştim?
Ama... Diego bu konuda bana katılır mıydı? Birden buna hiç emin olamadım. Diego esasında Riley’e daha mı fazla bağlıydı? Riley’in yanında kalmanın onun sorumluluğu olduğunu mu düşünürdü? Riley’le benden çok daha önce tanışmıştı, beni ise sadece bir gündür tanıyordu. Riley’e bana olduğundan daha mı yakındı?
Bunu düşünüp kaçlarımı çattım.
Eh, bir dakika yalnız kalabildiğimiz an bunu öğrenirdim. Ve o zaman belki, eğer gizli kulübümüzün gerçekten bir anlamı varsa, yaratıcımızın bizim için ne planladığının bir önemi olmazdı. Ortadan kaybolurduk ve Riley on dokuz vampirle idare etmek veya hemen birkaç yeni vampir üretmek zorunda kalırdı. Ne olursa olsun, bu bizim sorunumuz olmazdı.
Diego’ya planımı söylemek için sabırsızlanıyordum. İçimde onun da aynı şeyi isteyeceğini hissediyordum. En azından öyle umuyordum.
Birdenbire, Shelly, Steve ve kaybolan diğer çocuklara olan şeyin esasında bu olup olmadığını merak ettim. Güneşte yanmadıklarını biliyordum. Riley sadece bizi korkutmak ve ona bağımlı olmamızı sağlamak için mi küllerini gördüğünü iddia etmişti? Her şafak vakti eve dönmemizi sağlamak için? Belki Shelly ve Steve kendi kendilerine kaçmışlardı. Raoul’dan kurtulmuşlardı. Yakındaki gelecekleri düşmanlar ve ordular tarafından tehdit edilmiyordu.
Belki de Riley güneşe kaybettim, derken bunu kastediyordu. Kaçmışlardı. Eğer öyleyse, Riley, Diego kaçmadığı için memnun olurdu, değil mi?
Keşke Diego’yla kaçsaydık! Shelly ve Steve gibi özgür olurduk. Kurallar da olmazdı, güneşin doğuşundan da korkmazdık.
Yine hepimizin eve dönüş saati olmadan serbest kaldığını hayal ettim. Zihnimde Diego’yla gölgelerde Ninja gibi hareket ettiğimizi görebiliyordum. Ama aynı zamanda Raoul’un, Kevin’ın ve diğerlerinin kalabalık şehir sokaklarında canavar disko topları gibi parladıklarını da hayal edebiliyordum, cesetlerin biriktiğini, çığlıklar atıldığını, helikopterlerin yumuşak, çaresiz polislere vampirlerde delik bile açamayacak uyduruk kurşunlarla yardım ettiğini, haber kameralarını, bu görüntüler hızla dünyaya yayıldığında çıkacak olan paniği de.
Vampirler uzun süre boyunca sır olarak kalmazdı. Raoul bile insanları bu hikâyenin yayılmasını engelleyecek hızda öldürmezdi.
Burada bir mantık zinciri vardı, tekrar dikkatim dağılmadan bunu kavramaya çalıştım.
Bir, insanlar vampirlerin var olduğunu bilmiyordu. İki, Riley bize göze batmamamızı söylemişti, insanların dikkatini çekmememizi ve onlara var olduğumuzu öğretmememizi.
Üç, Diego’yla bütün vampirlerin bu kurallara uyduğuna karar vermiştik, yoksa bütün dünya bizden haberdar olurdu. Dört, bunu yapmaları için bir sebep olmalıydı ve onları motive eden tek şey insan polislerinin işe yaramaz silahları olamazdı. Evet, bu sebep vampirlerin bütün gün basık bodrumlarda kalmasını sağlıyorsa, çok önemli bir sebep olmalıydı. Belki de Riley’le yaratıcımızın bize yalan söylemesine yetecek, bizi güneşte yanmak konusunda dehşete düşürmelerini sağlayacak kadar büyük bir sebep... Belki de Riley bu sebebi Diego’ya açıklardı ve o da bu sırrı tutmaya söz verirdi ve baka sorun çıkmadı. Tabii çıkmazdı. Ama peki ya Shelly ve Steve parlayan deri olayını keşfettilerse? Ya Riley’e anlattılarsa?
Lanet olsun, işte izlediğim mantıklı yolda bir sonraki durak geliyordu. Mantık zincirim koptu ve yine Diego için endişelenmeye başladım.
Şafağın yaklaştığını hissedebiliyordum. Olsa olsa bir saat kalmıştı. O zaman Diego neredeydi? Peki ya Riley?
Bunu düşündüğüm sırada kapı açıldı ve merdivenlerden aşağı arkadaşlarıyla beraber Raoul indi, gülüyorlardı. Eğildim ve Fred’e yaklaştım. Raoul bizi fark etmedi. Odanın ortasından yatak kızarmış vampire baktı ve daha fazla güldü. Gözleri parlak kırmızıydı.
Raoul ava çıktığı gecelerde hiçbir zaman eve gelmek zorunda olduğundan daha erken gelmezdi. Elinden geldiğince fazla beslenirdi. Geldiğine göre, şafak düşündüğümden daha yakın olmalıydı.
Riley, Diego’dan söylediğini kanıtlamasını istemiş olmalıydı. Tek açıklama bu olabilirdi. Şafağı bekliyorlardı. Ama... bu Riley gerçeği bilmiyor demek olurdu, yaratıcımız ona da yalan söylemiş demekti. Veya öyle miydi? Yine düşüncelerin karışmıştı.
Kristie de birkaç dakika sonra grubundan üç kişiyle beraber geldi. Kül yığınına hiç tepki vermedi. Kapıdan iki avcı daha girdiğinde çabucak sayımızı kontrol ettim. Yirmi vampir. Diego ve Riley dışında herkes evdeydi. Güneş ise her an doğabilirdi.
Bodrum merdiveninin üzerindeki kapı gıcırdayarak açıldı. Ayağa fırladım.
İçeri Riley girdi. Kapı arkasından kapandı. Merdivenlerden aşağı indi.
Arkasından kimse gelmedi.
Ben daha neler olduğunu anlayamadan Riley hayvansı bir öfke çığlığı attı. Yerdeki küllere bakıyordu, gözleri öfkeden yerinden fırlayacak gibiydi. Herkes sessizleşti, kimse kıpırdamaya cesaret edemiyordu. Hepimiz daha önce Riley’in sinirlendiğini görmüştük ama bu farklıydı.
Riley dönüp parmaklarını bangır bangır ses çıkaran bir hoparlörün içine soktu ve hoparlörü duvardan söküp odanın ortasına fırlattı. Jen ve Kristie hoparlör öteki duvara çarpıp patlarken aradan çekilmek zorunda kaldılar, etrafa alçıpan tozları saçılmıştı. Riley ayağıyla ses sistemini ezdi ve bas sustu. Bunun üzerine Riley Raoul’un durduğu yere sıçradı ve onu boğazından kavradı.
“Burada bile değildim!”diye bağırdı Raoul, korkmuş görünüyordu. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim.
Riley korkunç bir şekilde hırladı ve Raoul’u da tıpkı hoparlör gibi fırlattı. Jen ve Kristie yine aradan çekilmek zorunda kaldılar. Raoul’un bedeni duvarı delip geçti, geriye kocaman bir delik kalmıştı.
Riley, Kevin’ı omzundan tuttu ve tanıdık bir bağırmayla sağ elini kopardı. Kevin acıyla bağırdı ve Riley’in elinden kurtulmaya çalıştı. Riley ise onun bacaklarına bir tekme attı. Yine sert bir çığlık geldi. Riley, Kevin’ın kolunun geri kalanını tutuyordu. Kolu dirseğinden ikiye böldü ve parçaları Kevin’ın acıyla büzüşmüş yüzüne fırlattı – pat, pat, pat,- sanki bir çekiçle taşı dövüyordu.
“Sizin sorununuz ne?”diye bağırdı Riley. “Neden hepiniz bu kadar aptalsınız?” Sarışın Örümcek Adam hayranına doğru davrandı, ama çocuk yana atladı. Fred’in fazla yakınına atlamıştı, o yüzden öğürerek tekrar Riley’in yanına doğru tökezlemek zorunda kaldı.
“Burada kimsenin beyni yok mu?”
Riley, Dean adında bir çocuğu televizyona doğru itti ve ekran paramparça oldu, sonra başka bir kızı yakaladı – Sara – ve sol kulağını ve bir avuç saçını kopardı. Sara acıyla hırladı.
Birdenbire Riley’in büyük bir tehlike içinde olduğunu fark ettim. Burada bizden çok fazla kişi vardı. Raoul çoktan dönmüştü, Kristie ve Jen de, onlar genelde birbirlerine düşman olmalarına rağmen onu korumak istercesine yanında duruyorlardı. Geri kalan birkaç diğer vampir de gruplaşmıştı.
Riley’in bu tehlikenin farkına vardığı için mi, yoksa söylenmesi bittiği için mi sustuğunu bilmiyordum. Derin bir nefes aldı. Sara’ya kulağını ve saçını fırlattı. Sara hemen ondan uzaklaştı ve tekrar yapışması için kulağının yırtılmış kısmını yalayıp orasını zehirle kapladı. Ama saç için bir çözüm yoktu. Sara bundan sonra yarı kel olacaktı.
“Dinleyin beni!”dedi Riley, sesi kısık ama öfkeli çıkıyordu. “Hepimizin hayatı şu anda söylediklerimi dinlemenize ve düşünmenize bağlı! Hepimiz öleceğiz. Eğer birkaç gün boyunca beyniniz varmış gibi hareket etmezseniz hepimiz öleceğiz, siz de, ben de!”
Bu her zamanki nasihatleri ve kontrol için yalvarışları gibi değildi. Kesinlikle herkesin dikkatini çekmeyi başarmıştı.
“Büyüyüp kendi sorumluluğunuzu alma zamanınız geldi. Bedavadan bu şekilde yaşayabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Seattle’da tükettiğiniz kanların bir fiyatı olmadığını mı düşünüyorsunuz?”
Ufak vampir grupları artık tehdit edici görünmüyordu. Herkesin gözleri büyümüştü, bazıları birbirine şaşkın bakışlar atıyordu. Göz ucuyla Fred’in başının bana döndüğünü gördüm ama bakışlarına karşılık vermedim. Dikkatim iki şeye odaklanmıştı; ya tekrar saldırırsa diye Riley’e ve kapıya. Kapı hala kapalıydı.
“Artık dinliyor musunuz? Gerçekten dinliyor musunuz?” Riley durdu ama kimse onu onaylayan bir harekette bulunmadı. Odada tek bir hareket bile yoktu. “Size içinde bulunduğumuz zor durumu anlatayım. Aptal olanlarınız için çok basit anlatmaya çalışacağım. Raoul, Kristie buraya gelin.”
O anda kısa bir süreliğine ona karşı takım oluşturmuş iki en büyük çetenin liderine işaret etti. İkisi de ona doğru ilerlemedi. Kollarını kavuşturmuş duruyorlardı, Kristie dişlerini gösteriyordu.
Riley’in yumuşamasını, özür dilemesini bekledim. Onların gönlünü alıp istediği şeyi yapmaları için onları ikna etmesini... Ama karşımda farklı bir Riley vardı.
“İyi,” dedi sertçe. “Hayatta kalmak için liderlere ihtiyacımız var ama anlaşılan ikiniz de bu göreve hazır değilsiniz. Yeteneklisiniz sanmıştım. Yanılmışım. Kevin, Jen, lütfen bu takımın lideri olmak için bana katılın.”
Kevin şaşkınlıkla başını kaldırdı. Kolunu birleştirmeyi yeni bitirmişti. Bakışı endişeli olsa da, aynı zamanda kesinlikle gurur duyduğu belliydi. Yavaşça ayağa kalktı. Jen ise sanki izin istiyormuş gibi Kristie’ye bakıyordu. Raoul dişlerini gıcırdattı.
Merdivenlerin yukarısındaki kapı açılmadı.
“Siz de mi bunu yapmayacaksınız?”diye sordu Riley, sinirlenmişti.
Kevin Riley’e doğru bir adım attı ama Raoul hızla atıldı ve odayı iki büyük adımda geçti. Kevin’ı tek kelime etmeden duvara itti ve Riley’in yanına durdu.
Riley hafifçe gülümsedi. Manipülasyonu belirsiz değildi ama etkili olmuştu.
Jen ise hala ne yapacağını söylemesi için Kristie’yi bekliyordu. Kristie bir an Jen’e pis pis baktı, sonra da açık kahve saçlarını yüzünden uzağa savurup Riley’in öteki tarafına geçti.
“Buna karar vermeniz çok uzun sürdü,”dedi Riley ciddiyetle. “Fazla zaman gibi bir lüksümüz yok. Artık oyalanamayız. Hepinizin istediğini yapmasına izin verdim ama bu, bu gece sonra erecek.”
Etrafına bakındı ve herkesle göz göze gelip dinlediğimizden emin oldu. Sıra bana geldiğinde gözlerine sadece bir anlığına baktım ama sonra gözlerim tekrar kapıya döndü. Daha sonra Riley’e tekrar baktığımda onun bakışları çoktan başkasına kaymıştı. Yaptığım hatayı fark edip etmediğini merak ediyordum. Ama belki de Fred’in yanında olduğum için beni görmemişti bile.
“Bir düşmanımız var,”diye duyurdu Riley. Bir an için sustu ve bu haberi sindirmemize izin verdi. Bu fikrin bodrumdaki birçok vampir için şoke edici olduğunu görebiliyordum. Çünkü normalde düşman Raoul veya Raoul’un çetesi için Kristie’ydi. Düşman buradaydı çünkü bütün dünya buradaydı. Dışarıda bizi etkileyecek kadar güçlü varlıkların olması birçoğumuz için yeni bir şeydi. Dün olsa, benim için de yeni olurdu.
“Birkaçınız, biz varsak, başka vampirlerinde var olduğunu akıl etmiş olabilir. Daha büyük, daha zeki vampirler... daha yetenekli. Kanımızı isteyen vampirler!”
Raoul tısladı, sonra takipçilerden birkaçı da onu taklit etti.
“Evet,”dedi Riley, onları gaza getirmek konusunda kararlıydı. “Seattle bir zamanlar onlarındı ama uzun zaman önce buradan gittiler, Şimdi ise bizden haberleri oldu ve buradan kolayca elde ettikleri kanı kıskanmaya başladılar. Artık bu kanın bize ait olduğunu biliyorlar ama geri almak istiyorlar. Hepimizi avlayacaklar! Onlar ziyafet çekerken biz yanacağız!”
“Hayatta olmaz,”diyerek hırladı Kristie. Onun ve Raoul’un çetesinden birkaç kişi daha hırladı.
“Çok fazla seçeneğimiz yok,”dedi Riley. “Eğer buraya gelmelerini beklersek, avantaj onların olur. Ne de olsa burası onların mekânı. Ve bizle savaşmak istemiyorlar çünkü sayımız onlardan fazla ve onlardan daha güçlüyüz. Bizi ayrı ayrı yakalamak istiyorlar; en büyük zayıflığımızı kullanmak istiyorlar. İçinizden herhangi biri bunun ne olduğunu bilecek kadar zeki mi?” Ayağının dibindeki külleri işaret etti – artık halıya iyice bulaşmışlardı ve eskiden bir vampire ait olduklarını anlamak çok zordu – ve bekledi.
Kimse hareket etmedi.
Riley iğrenmiş bir ses çıkardı. “Birlik!”diye bağırdı. “Birlik olamıyoruz! Birbirimizi öldürmeyi bırakmazsak onlara karşı nasıl bir tehdit oluşturabiliriz ki?” Tozu tekmeleyince ufak siyah bir toz bulutu oluştu. “Bize güldüklerini hayal edebiliyor musunuz? Bizden bu şehri almanın çok kolay olacağını düşünüyorlar. Aptallıktan zayıfladığımızı düşünüyorlar! Kanımızı onlara devredeceğimizi sanıyorlar.”
Artık odadaki vampirlerin yarısı itiraz içinde hırlıyordu.
“Beraber çalışabilir misiniz yoksa hepimiz ölecek miyiz?”
“Onları alt edebiliriz patron,”dedi Raoul.
Riley ona dönüp kaşlarını çattı. “Kendini kontrol edemezsen bunu başaramayız! Bu odadaki herkesle işbirliği yapmazsan başaramayız. Öldürdüğünüz herkes...”- yine ayağıyla külleri dürttü – “sizi hayatta tutabilecek biri olabilir. Takımınızdan öldürdüğünüz herkes düşmanlarınıza bir hediyedir. Hadi, demiş gibi oluyorsunuz, beni yen!”
Kristie ve Raoul birbirlerini sanki ilk defa görüyormuş gibi bakıştılar. Diğerleri de aynı şeyi yapıyordu.
Takım kelimesi tanıdıktı. Daha önce grubumuzu tanımlarken bu kelimeyi kullanmamıştık ama biz bir takımdık.
“Size düşmanlarınızı anlatayım,”dedi Riley, bütün gözler ondaydı. “Bizden çok daha yaşlı bir klan. Yüzlerce yıldır varlar ve bu kadar zamandır hayatta kalmaları şans değil. Yetenekliler ve Seattle’ı almaya güvenle geliyorlar çünkü savaşmak zorunda kalacakları tek vampirlerin işlerinin yarısını onların yerine halledecek organize olamamış birkaç çocuk olduğunu biliyorlar!”
Yine hırlamalar baladı ama bazıları kulağa kızgından çok endişeli geliyordu. Daha sessiz vampirlerden birkaçı, Riley’in uysal diyeceği birkaç vampir korkmuş görünüyordu.
Riley de bunu fark etmişti. “Bizi böyle görüyorlar çünkü bizi birlik olmuş halde görmüyorlar. Birlik olursak onları mahvedebiliriz. Hepimizi yan yana savaşırken görseler, dehşete düşerler. Ve bizi öyle görecekler. Çünkü onların buraya gelip bizi ayrı ayrı öldürmelerine izin vermeyeceğiz. Onlara tuzak kuracağız. Dört gün içinde.”
Dört gün mü? Anlaşılan yaratıcımız son tarihe kadar beklemek istemiyordu. Tekrar kapalı kapıya baktım. Diego neredeydi?
Bazıları dört güne şaşkınlıkla, bazıları ise korkuyla tepki verdi.
“Bu en son bekleyecekleri şey,”diye bize güvence verdi Riley. “Hepimiz – beraber – onları bekliyor olacağız. Ve en iyi kısmı sona sakladım. Onlar sadece yedi kişi.”
Kısa, inanmazlıkla dolu bir sessizlik oldu.
Sonra Raoul, “Ne?”dedi.
Kristie de Riley’e aynı inanmaz ifadeyle dik dik bakıyordu. Odadaki fısıltıları duyabiliyordum.
“Yedi mi?
“Dalga mı geçiyorsun?
“Hey,”dedi Riley sertçe. “Bu klanın tehlikeli olduğunu söylerken dalga geçmiyordum. Bilgeler ve... kurnazlar. Sinsiler. Bizim yanımızda güç olacak; onların ise hile. Eğer onların istediği şekilde oynarsak, onlar kazanır. Ama kendi şartlarımızda savaşırsak...”Riley cümlesini bitirmek yerine sadece gülümsedi.
“Hadi şimdi gidelim,”dedi Raoul. “Onları hemen ortadan kaldıralım.”Kevin da hevesle hırıldayarak ona katıldı.
“Kendine gel, moron. Körü körüne saldırmak kazanmamıza yardımcı olmaz,”diye müdahale etti Riley.
Kristie Raoul’a üstünlük taslayan bir bakış atarak, “Onlar hakkında bilmemiz gereken her şeyi söyle,”dedi.
Riley duraksadı, sanki bir şey nasıl anlatacağına karar veriyor gibiydi. “Pekâlâ, nereden başlayayım? Sanırım ilk olarak bilmeniz gereken şey... vampirler hakkında bilinecek her şeyi bilmiyor olduğunuz. Başta sizi bilgiye boğmaz istemedim.” Yine bir sessizlik oldu, herkesin kafası karışmış gibiydi. “Yeteneklerle ilgili biraz deneyiminiz var çünkü takımımızda Fred var.”
Herkes Fred’e baktı, ya da en azından bunu yapmayı denediler. Riley’in yüz ifadesinden Fred’in ortaya çıkarılmaktan hoşlanmadığını anlayabilmiştim. Riley’in deyişiyle, Fred gerçekten ‘yeteneğini’ arttırmışa benziyordu. Riley yüzünü ekşitip hemen başını çevirdi. Ben ise hala bir şey hissetmiyordum.
“Evet, şey, süper güç ve süper duyular dışında başka yeteneklere sahip olan vampirler de var. Bu yeteneklerden birini... takımımızda gördünüz.” Tekrar Fred’in adını söylememeye dikkat etmişti. “Yetenekler .ok nadiren görünür – belki ellide bir – ama herkesinki farklıdır. Çok fazla vampirde bir sürü değişik yetenek vardır ve bazı yetenekler diğerlerinden daha güçlüdür.”
“Evet,”diye tısladı yaratıcımız. “Planlarım tamamen onlarla ilgili. Ama harekete geçemeyiz. Biraz zor bir durum.” Son cümleyi söylerken sesi huysuz bir hal almıştı.
“İnan bana, zorlukları senden daha iyi biliyoruz. Bunca zamandır fark edilmemiş olman inanılmaz. Söylesene.”-monoton sesi ilgiyle biraz canlanmıştı –“bunu nasıl başarıyorsun?”
Yaratıcımız duraksadı ve sonra aceleyle devam etti. Sanki biri onu sessizce korkutmuş gibi. “Daha karar vermedim,”dedi sertçe. Sonra daha yavaş, isteksiz bir şekilde, “Saldırmaya. Daha onlarla hiçbir şey yapmaya kadar vermemiştim,”diye ekledi.
“Zor ama etkili,”dedi cübbeli kız. “Ne yazık ki, düşünce süren sona erdi. Ufak odunla ne yapacağına – şu anda – kadar vermen gerekiyor.” Bunu duyunca hem Diego’nun hem benim gözlerimiz büyüdü. “Yoksa seni yasaların uyardığı şekilde cezalandırmamız gerekecek. Ne kadar kısa sürmüş olsa da, bu kadar geç fark edilmen beni rahatsız ediyor. Biz bu şekilde iş yapmıyoruz. Sana tavsiyem bizi tehlikeli olmadığına ikna etmek... hem de bir an önce.”
Riley, “Hemen saldırıya geçeriz!” diye araya karıştı ama aksi bir tıslamayla hemen durduruldu.
Yaratıcımız öfkeyle, “Elimizden geldiğince çabuk saldıracağız,”diye düzeltti. “Yapacak çok şey var. Başarılı olmamızı istediğinizi varsayıyorum? O zaman onları eğitecek, onlara talimat verecek ve onları besleyecek süreye ihtiyacım var!”
Kısa bir sessizlik oldu.
“Beş gün. Beş gün sonra seni cezalandırmaya geliriz ve seni saklanmak ne de hızla kaçmak kurtarabilir. Eğer geldiğimiz sırada henüz saldırmamışsan, yanarsın.” Cübbeli kız bu cümleleri öfkeyle değil, tamamen kendinden emin bir şekilde söylemişti.
Yaratıcımız sarsılmış bir halde, “Peki ya saldırmamışsam?”diye sordu.
Cübbeli kız şimdiye kadar kullandığından çok daha neşeli bir ses tonuyla, “Bakarız,”diye cevap verdi. “Sanırım bu ne kadar başarılı olduğuna bağlı. Bizi memnun etmek için çok uğraşmalısın.” Bu son emir, hissiz, sert bir tonla verilmişti ve bedenimin merkezinde garip bir ürperme hissetmeme nende oldu.
“Olur,”diye hırladı yaratıcımız.
Riley’de fısıltıyla, “Olur,”diye tekrarladı.
Hemen sonra cübbeli vampirler sessizce evden çıkmaya başladılar. Diego da ben de onlar gözden kaybolduktan sonraki beş dakika boyunca nefes bile almadık. Evin içindeki yaratıcımız ve Riley de bizim kadar sessizdi. Bir on dakika daha sessizlikle geçti...
Diego’nun koluna dokundum. Bu kaçmamız için bir şanstı. Artık Riley’den o kadar fazla korkmuyordum. O koyu cübbelilerden elimden geldiğince uzaklaşmak istiyordum. Kulübede, kalabalığın yanında kendimi daha güvende hissetmek istiyordum ve yaratıcımız da kalabalıktan güvence sağlamaya çalıştığını anlamıştım. O yüzden bizim gibi çok fazla vampir yaratmıştı. Dünyada düşündüğümden daha korkunç şeyler vardı.
Diego duraksadı, hala dinliyordu ve bir saniye sonra sabrı ödüllendirildi.
“Eh,”dedi dişi vampir, “artık biliyorlar.”
Cübbelilerden mi, yoksa gizemli klandan mı bahsediyordu? Bütün bu olaylardan önce bahsettiği düşman kimdi?
“Bu önemli değil. Sayımız onlardan daha...”
Yaratıcımız Riley’in sözünü keserek, “Her türlü uyarı önemli!”diye hırladı. “Yapacak çok fazla şey var. Sadece beş günde nasıl yapacağız! Artık oyalanmak yok. Bu gece başlayacaksın.”
“Seni hayal kırıklığına uğratmayacağım!”diye söz verdi Riley.
Diego’yla aynı anda hareket ettik, durduğumuz ağaçtan bir sonraki ağaca atladık ve geldiğimiz yoldan hızla geri döndük. Riley acele içindeydi ve cübbelilerle olanlardan sonra Diego’nun izini bulursa ve o izin sonunda Diego olmazsa...
Diego hızla ilerlerken, “Geri dönüp beklemem herek,”diye fısıldadı. “Neyse ki izimin olduğu yerden ev görünmüyor! Duyduğumu bilsin istemem.”
“Onunla beraber konuşmalıyız.”
“Artık çok geç. Kokunun izlediğimiz yolda olmadığını fark eder. Şüphelenir.”
“Diego...” Evet, bu konuşmaya katılamazdım.
Diego’nun bana katıldığı noktaya gelmiştik. Arkadaşım aceleci bir fısıltıyla konuştu.
“Plana sadık kal, Bree. Ona söylemeyi planladığım şeyi söyleyeceğim. Şafak vakti yakın değil ama bu şekilde söylemek zorundayım. Eğer bana inanmazsa...”Diego omzunu silkti. “Benim geniş hayal gücüm dışında endişeleneceği daha önemli şeyler var. Belki de şimdi daha çık fikirli olur. Anlaşılan her türlü yardıma ihtiyacımız var ve gün içinde hareket edebilmek işimize gelir.”
“Diego...”diye tekrarladım, başka ne diyebileceğimi bilmiyordum.
Gözlerime baktı. Dudaklarında rahat bir gülümseme belirmesini, bana Ninjalarda veya en iyi arkadaş kulübüyle ilgili bir şaka yapmasını bekledim.
Yapmadı. Onun yerine yavaşça eğildi ve gözlerini benimkilerden ayırmadan beni öptü. Pürüzsüz dudakları uzun bir an boyunca benimkilerin üzerinde kaldı, yine de gözlerimizi birbirimizden ayırmıştık.
Sonra doğruldu ve içini çekti. “Eve git, Fred’in arkasına saklan ve hiçbir şey bilmiyormuş gibi yap. Ben de hemen arkandan geleceğim.”
“Dikkatli ol.”
Elini tutup sertçe sıktım ve sonra hemen bıraktım. Riley Diego’dan şefkatle bahsetmişti. Bu şefkatin gerçek olduğunu ummak zorundaydım. Başka bir seçeneğim yoktu.
Diego ağaçların arasında kayboldu, yaprakları hışırdatan bir meltem kadar sessizdi. Onu izleyerek vakit harcamadım. Dalların arasından direkt eve doğru yola koyuldum. Gözlerimin dün geceki beslenmeden sonra hala bu geceki yokluğumu açıklayacak kadar parlak olduğunu umuyordum. Şanslı olduğumu söyleyecektim – tek başına dolaşan birini bulmuştum ve sıra dışı hiçbir şey olmamıştı.
Beni karşılayan yüksek müzik çok tanıdık bir kokuya eşlik ediyordu; bir vampirin yanışının tatlı, dumansı kokusu. Paniğim iyice arttı. Evin içinde ölme ihtimalim, dışarıda ölme ihtimalimle aynıydı. Ama başka bir seçeneğim yoktu. Yavaşlamadım, sadece merdivenlerden aşağı hızla indim ve zar zor İğrenç Fred’in durduğunu gördüğüm yere doğru ilerledi. Yapacak bir şey mi arıyordu? Oturmaktan sıkılmış mıydı? Ne yapacağını hiç bilmiyordum ve umursamıyordum da. Riley ve Diego gelene kadar ona yapışacaktım.
Zeminin ortasında sadece bir bacak veya kol olamayacak kadar büyük bir yığın vardı. Riley’in yirmi iki kişilik ordusu azalmıştı.
Kimse tüten bedenle ilgileniyormuş gibi görünmüyordu. Bu görüntüye çok sık rastlıyorduk.
Aceleyle Fred’e yaklaşırken ilk defa iğrenme hissim artmamış, hatta kaybolmuştu. Beni fark etmişe benzemiyordu, elindeki kitabı okumaya devam ediyordu. Birkaç gün önce ona bıraktığım kitaplardan biriydi bu. Koltuğa yaslandığı noktaya yakınlaştıktan sonra ne yaptığını anlamakta zorlanmamıştım. Duraksayıp bunun neden olduğunu düşündüm. İstediği zaman iğrendirme olayını tamamen bitirebiliyor muydu? Bu, şu anda ikimiz de korunmasız haldeyiz mi demek oluyordu? Neyse ki Raoul daha evde değildi ama Kevin buradaydı.
İlk defa Fred’i gerçekten görüyordum. Uzundu, boyu bir seksen beş vardı ve saçı daha önce de fark ettiğim gibi gür, kıvırcık ve sarıydı. Geniş omuzlu ve kaslıydı. Diğer birçok kişiden daha büyük görünüyordu – liseli değil de, üniversite öğrencisi gibi. Ve yakışıklıydı, nedense beni en çok şaşırtan kısım bu olmuştu. Diğerleri kadar yakışıklıydı, belki de birçoğundan daha fazla. Bunun neden bu kadar garip geldiğini anlamamıştım. Muhtemelen onu bugüne kadar iğrenmeyle bağdaştırdığım için olmalıydı.
Ona dik dik baktığım için rahatsız olmuştum. Şu anda Fred’in normal – ve yakışıklı – olduğunu fark eden başka biri var mı diye çabucak odaya bakındım. Kimse bize bakmıyordu. Kevin’a hızlı bir bakış attım, fark ettiği an başımı çevirecektim ama gözleri durduğumuz yerin biraz soluna odaklanmıştı. Hafifçe kaşlarını çatmıştı. Ben daha bakışımı çeviremeden, gözleri üzerimden geçti ve bu sefer de sağ tarafıma odaklandı. Kaşları daha da çatıldı. Sanki beni görmeye çalışıyordu ve bunu başaramıyordu.
Bu hoşuma gitmiş ve gülümsememe sebep olmuştu ama Kevin’ın körlüğünün tadını tam olarak çıkaramazdım çünkü endişelenecek çok fazla şey vardı. İğrençlik faktörünün dönüp dönmeyeceğini anlamak için tekrar Fred’e baktım ve onun da benimle beraber gülümsediğini gördüm. Gülümserken gerçekten de muhteşem görünüyordu.
Sonra paylaştığımız an sonra erdi ve Fred kitabına geri döndü. Bir süre kıpırdamadım, bir şeylerin olmasını bekliyordum. Diego’nun kapıdan içeri girmesini. Veya Riley’in Dieo’yla gelmesini. Veya Raoul’un gelmesini. Veya tekrar midemin bulanmasını, Kevin’ın olduğum yere ters ters bakmasını ve bir sonraki kavganın çıkmasını. Herhangi bir şeyin olmasını bekliyordum.
Hiçbir şey olmayınca sonunda kendimi toparladım ve zaten yapmam gereken şeyi yaptım; garip hiçbir şey olmuyormuş gibi davrandım. Fred’in ayağının yanındaki yığından bir kitap çektim ve olduğum yere oturup okuyormuş gibi yaptım. Bu muhtemelen dün okuyormuş gibi yaptığım kitaplardan biriydi ama tanıdık gelmiyordu. Sayfaları çevirip bakıyor ama hiçbir şey algılamıyordum.
Zihnim daireler çizip duruyordu. Diego neredeydi? Riley hikâyesine nasıl tepki vermişti? Cübbelilerle olan konuşma – ve cübbelilerden önceki konuşma – ne anlama geliyordu?
Anlamaya çalışıyordum, eski anılarımı düşündüm ve parçaları anlaşılır bir resim oluşturacak şekilde birleştirmeye çalıştım. Vampir dünyasında bir tür polis sistemi vardı ve bu polisler çok korkunçtu. Bu birkaç aylık vampirlerin oluşturduğu vahşi grup, bir tür orduydu ve bu ordu bir şekilde yasalara aykırıydı. Yaratıcımızın bir düşmanı vardı. Hayır, iki düşmanı. Beş gün sonra bu düşmanlardan birine saldıracaktık, yoksa diğerleri, o korkunç cübbeliler, ona saldıracaklardı – veya bize, veya hem bize hem ona. Bu saldırı için eğitilecektik... Riley geri gelir gelmez. Kapıya bir bakış attım ve sonra gözlerimi tekrar önümdeki sayfaya odaklanmaya zorladım. Bir de ziyaretçilerden önceki konuşmalar vardı. Yaratıcımız bir tür karar hakkında endişeleniyordu. Bu kadar çok vampiri – bu kadar çok askeri – olduğu için memnundu. Riley Diego’yla ben hayatta kaldığımız için mutluydu... İki kişiyi daha güneşe kaybettiğini sandığını söylemişti, o yüzden vampirlerin güneş ışığına verdiği gerçek tepkiyi biliyor olmalıydı. Ama dişi vampirin söylediği garipti. Emin olup olmadığını sormuştu. Diego’nun hayatta kaldığına mı emin olup olmadığını sormuştu? Yoksa... Diego’nun hikâyesinin doğru olup olmadığına emin olup olmadığına mı?
Bu son düşünce beni korkuttu. Yoksa güneşin bize zarar vermediğini biliyor muydu? Eğer biliyorsa, neden Riley’e ve onunla beraber, bize, yalan söylemişti.
Neden bizi bilgisiz tutmak istiyordu? Cahil kalmamız çok mu önemliydi? Diego’nun başını belaya sokacak kadar önemli... Gerçek bir paniğe kapılmıştım, şaşkınlıktan donakaldığım söylenebilirdi. Eğer hala terleyebilseydim, şu anda terliyor olurdum. Sayfayı çevirmek için tekrar odaklanmalıydım, bu yüzden kendimi gözlerimi aşağıda tutmaya zorladım.
Riley aldatılmış mıydı, yoksa o da biliyor muydu? Riley iki kişiyi daha güneşe kaybettiğini söylediğinde gerçekten güneşi mi kastetmişti... yoksa güneş hakkında söylediği yalan mıydı?
Eğer ikinci seçenek söz konusuysa, doğruyu bilmek mahvolmak demekti. Panik duygusu tüm düşüncelerimi kaplamıştı.
Mantıklı davranmaya ve bir açıklama bulmaya çalıştım. Bu Diego olmadan daha zor oluyordu. Konuşacak birinin olması konsantre olma yetimi arttırmıştı. Tek başıma olduğumda ise korku düşüncelerimin kenarlarını emiyor ve her zaman içimde olan susuzluğu artırıyordu. Kanın çağrısı her zaman yüzeye yakındı. Şimdi bile, iyice beslenmiş olmama rağmen boğazımın yandığını ve kana duyduğum ihtiyacın arttığını hissedebiliyordum.
Dişi vampiri düşün, Riley’i düşün, dedim kendi kendime. Neden yalan söylediklerini anlamam gerekiyordu – eğer yalan söylüyorlarsa – bu sayede Diego’nun sırlarını bilmesinin ne anlama geldiğini bulabilirdim...
Eğer yalan söylemeselerdi, eğer gündüz dışarı çıkmanın gece çıkmak kadar güvenli olduğunu söyleselerdi, bu neyi değiştirirdi? Bizi bütün gün karanlık bodruma kapamasalardı, yirmi birimiz birden – ya da ava çıkanların durumuna bağlı olarak daha azımız – istediğimiz zaman istediğimiz şeyi yapabilseydik nasıl olurdu?
Avlanmak isterdik. Bu kesindi.
Eğer geri gelmek zorunda olmasaydık, saklanmak zorunda olmasaydık... eh herhalde birçoğumuz düzenli olarak eve dönemezdi. Susuzluk bizi ele geçirdiğinde dönmeye odaklanmak zor oluyordu. Ama Riley hepimizin aklına yanma tehdidini, daha önce deneyimlediğimiz korkunç acıyı yaşama ihtimalini öyle bir yerleştirmişti ki... O sayede kendimizi durdurabiliyorduk. Kendimizi koruma içgüdüsü, susuzluktan daha güçlü olan tek güdüydü.
Demek ki bu tehdit bizi bir arada tutuyordu. Diego’nun mağarası gibi, saklanacak başka yerler vardı ama başka kim böyle şeyler düşünüyordu ki? Gidecek bir yerimiz, bir evimiz vardı, o yüzden oraya gidiyorduk. Berrak bir zihine sahip olmak, bir vampirin özellikle iyi olduğu bir alan değildi. Ya da en azından genç vampirlerin iyi olduğu bir alan değildi. Riley’in zihni berraktı. Diego’nun zihni benimkinden daha berraktı. O cübbeli vampirler ise görevlerine korkutucu derecede odaklanmışlardı. Ürperdim. Demek ki bu rutin bizi sonsuza kadar kontrol edemezdi. Daha büyüdüğümüz, daha akıllandığımız zaman ne yapacaklardı? Kimsenin Riley’den daha büyük olmadığını fark ettim. Buradaki herkes yeniydi. Dişi vampir şu anda bu gizemli düşmanı için birkaç vampire ihtiyaç duyuyordu. Peki ama ya sonrası?
Sonrası için etrafta bulunmak istemediğime kadar verdim. Ve birdenbire şaşırtıcı bir şekilde açıkça ortada olan çözümü fark ettim. Daha önce aklımın köşelerinde bulunan çözümdü bu, Diego’yla bu vampir evini ararken bulmakta zorlandığım çözüm.
Sonrası için etrafta bulunmama gerek yoktu. Bir gece bile burada kalmak zorunda değildim.
Bu harika fikri düşünürken yine odaklandım.
Eğer Diego’yla çetenin muhtemelen gideceği yeri bilmesek, onları bulur muyduk? Büyük ihtimalle hayır. Ve büyük bir grup geniş bir iz bırakmıştı. Peki ya sadece tek bir vampir, belki de ağaçlara sıçrayabilen, suda izini kaybettiren bir vampir hareket etse... sadece bir veya iki vampir, istedikleri kadar uzağa yüzebilirdi... Ve toprağa istedikleri yerde dönebilirlerdi. Kanada, Kaliforniya, Şili, Çin...
O iki vampiri bulmak imkânsız olurdu. Kaybolurlardı. Ortadan yok olurlardı.
Geçen gece dönmemize gerek yoktu! Dönmemeliydik! Neden bunu o sırada düşünememiştim?
Ama... Diego bu konuda bana katılır mıydı? Birden buna hiç emin olamadım. Diego esasında Riley’e daha mı fazla bağlıydı? Riley’in yanında kalmanın onun sorumluluğu olduğunu mu düşünürdü? Riley’le benden çok daha önce tanışmıştı, beni ise sadece bir gündür tanıyordu. Riley’e bana olduğundan daha mı yakındı?
Bunu düşünüp kaçlarımı çattım.
Eh, bir dakika yalnız kalabildiğimiz an bunu öğrenirdim. Ve o zaman belki, eğer gizli kulübümüzün gerçekten bir anlamı varsa, yaratıcımızın bizim için ne planladığının bir önemi olmazdı. Ortadan kaybolurduk ve Riley on dokuz vampirle idare etmek veya hemen birkaç yeni vampir üretmek zorunda kalırdı. Ne olursa olsun, bu bizim sorunumuz olmazdı.
Diego’ya planımı söylemek için sabırsızlanıyordum. İçimde onun da aynı şeyi isteyeceğini hissediyordum. En azından öyle umuyordum.
Birdenbire, Shelly, Steve ve kaybolan diğer çocuklara olan şeyin esasında bu olup olmadığını merak ettim. Güneşte yanmadıklarını biliyordum. Riley sadece bizi korkutmak ve ona bağımlı olmamızı sağlamak için mi küllerini gördüğünü iddia etmişti? Her şafak vakti eve dönmemizi sağlamak için? Belki Shelly ve Steve kendi kendilerine kaçmışlardı. Raoul’dan kurtulmuşlardı. Yakındaki gelecekleri düşmanlar ve ordular tarafından tehdit edilmiyordu.
Belki de Riley güneşe kaybettim, derken bunu kastediyordu. Kaçmışlardı. Eğer öyleyse, Riley, Diego kaçmadığı için memnun olurdu, değil mi?
Keşke Diego’yla kaçsaydık! Shelly ve Steve gibi özgür olurduk. Kurallar da olmazdı, güneşin doğuşundan da korkmazdık.
Yine hepimizin eve dönüş saati olmadan serbest kaldığını hayal ettim. Zihnimde Diego’yla gölgelerde Ninja gibi hareket ettiğimizi görebiliyordum. Ama aynı zamanda Raoul’un, Kevin’ın ve diğerlerinin kalabalık şehir sokaklarında canavar disko topları gibi parladıklarını da hayal edebiliyordum, cesetlerin biriktiğini, çığlıklar atıldığını, helikopterlerin yumuşak, çaresiz polislere vampirlerde delik bile açamayacak uyduruk kurşunlarla yardım ettiğini, haber kameralarını, bu görüntüler hızla dünyaya yayıldığında çıkacak olan paniği de.
Vampirler uzun süre boyunca sır olarak kalmazdı. Raoul bile insanları bu hikâyenin yayılmasını engelleyecek hızda öldürmezdi.
Burada bir mantık zinciri vardı, tekrar dikkatim dağılmadan bunu kavramaya çalıştım.
Bir, insanlar vampirlerin var olduğunu bilmiyordu. İki, Riley bize göze batmamamızı söylemişti, insanların dikkatini çekmememizi ve onlara var olduğumuzu öğretmememizi.
Üç, Diego’yla bütün vampirlerin bu kurallara uyduğuna karar vermiştik, yoksa bütün dünya bizden haberdar olurdu. Dört, bunu yapmaları için bir sebep olmalıydı ve onları motive eden tek şey insan polislerinin işe yaramaz silahları olamazdı. Evet, bu sebep vampirlerin bütün gün basık bodrumlarda kalmasını sağlıyorsa, çok önemli bir sebep olmalıydı. Belki de Riley’le yaratıcımızın bize yalan söylemesine yetecek, bizi güneşte yanmak konusunda dehşete düşürmelerini sağlayacak kadar büyük bir sebep... Belki de Riley bu sebebi Diego’ya açıklardı ve o da bu sırrı tutmaya söz verirdi ve baka sorun çıkmadı. Tabii çıkmazdı. Ama peki ya Shelly ve Steve parlayan deri olayını keşfettilerse? Ya Riley’e anlattılarsa?
Lanet olsun, işte izlediğim mantıklı yolda bir sonraki durak geliyordu. Mantık zincirim koptu ve yine Diego için endişelenmeye başladım.
Şafağın yaklaştığını hissedebiliyordum. Olsa olsa bir saat kalmıştı. O zaman Diego neredeydi? Peki ya Riley?
Bunu düşündüğüm sırada kapı açıldı ve merdivenlerden aşağı arkadaşlarıyla beraber Raoul indi, gülüyorlardı. Eğildim ve Fred’e yaklaştım. Raoul bizi fark etmedi. Odanın ortasından yatak kızarmış vampire baktı ve daha fazla güldü. Gözleri parlak kırmızıydı.
Raoul ava çıktığı gecelerde hiçbir zaman eve gelmek zorunda olduğundan daha erken gelmezdi. Elinden geldiğince fazla beslenirdi. Geldiğine göre, şafak düşündüğümden daha yakın olmalıydı.
Riley, Diego’dan söylediğini kanıtlamasını istemiş olmalıydı. Tek açıklama bu olabilirdi. Şafağı bekliyorlardı. Ama... bu Riley gerçeği bilmiyor demek olurdu, yaratıcımız ona da yalan söylemiş demekti. Veya öyle miydi? Yine düşüncelerin karışmıştı.
Kristie de birkaç dakika sonra grubundan üç kişiyle beraber geldi. Kül yığınına hiç tepki vermedi. Kapıdan iki avcı daha girdiğinde çabucak sayımızı kontrol ettim. Yirmi vampir. Diego ve Riley dışında herkes evdeydi. Güneş ise her an doğabilirdi.
Bodrum merdiveninin üzerindeki kapı gıcırdayarak açıldı. Ayağa fırladım.
İçeri Riley girdi. Kapı arkasından kapandı. Merdivenlerden aşağı indi.
Arkasından kimse gelmedi.
Ben daha neler olduğunu anlayamadan Riley hayvansı bir öfke çığlığı attı. Yerdeki küllere bakıyordu, gözleri öfkeden yerinden fırlayacak gibiydi. Herkes sessizleşti, kimse kıpırdamaya cesaret edemiyordu. Hepimiz daha önce Riley’in sinirlendiğini görmüştük ama bu farklıydı.
Riley dönüp parmaklarını bangır bangır ses çıkaran bir hoparlörün içine soktu ve hoparlörü duvardan söküp odanın ortasına fırlattı. Jen ve Kristie hoparlör öteki duvara çarpıp patlarken aradan çekilmek zorunda kaldılar, etrafa alçıpan tozları saçılmıştı. Riley ayağıyla ses sistemini ezdi ve bas sustu. Bunun üzerine Riley Raoul’un durduğu yere sıçradı ve onu boğazından kavradı.
“Burada bile değildim!”diye bağırdı Raoul, korkmuş görünüyordu. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim.
Riley korkunç bir şekilde hırladı ve Raoul’u da tıpkı hoparlör gibi fırlattı. Jen ve Kristie yine aradan çekilmek zorunda kaldılar. Raoul’un bedeni duvarı delip geçti, geriye kocaman bir delik kalmıştı.
Riley, Kevin’ı omzundan tuttu ve tanıdık bir bağırmayla sağ elini kopardı. Kevin acıyla bağırdı ve Riley’in elinden kurtulmaya çalıştı. Riley ise onun bacaklarına bir tekme attı. Yine sert bir çığlık geldi. Riley, Kevin’ın kolunun geri kalanını tutuyordu. Kolu dirseğinden ikiye böldü ve parçaları Kevin’ın acıyla büzüşmüş yüzüne fırlattı – pat, pat, pat,- sanki bir çekiçle taşı dövüyordu.
“Sizin sorununuz ne?”diye bağırdı Riley. “Neden hepiniz bu kadar aptalsınız?” Sarışın Örümcek Adam hayranına doğru davrandı, ama çocuk yana atladı. Fred’in fazla yakınına atlamıştı, o yüzden öğürerek tekrar Riley’in yanına doğru tökezlemek zorunda kaldı.
“Burada kimsenin beyni yok mu?”
Riley, Dean adında bir çocuğu televizyona doğru itti ve ekran paramparça oldu, sonra başka bir kızı yakaladı – Sara – ve sol kulağını ve bir avuç saçını kopardı. Sara acıyla hırladı.
Birdenbire Riley’in büyük bir tehlike içinde olduğunu fark ettim. Burada bizden çok fazla kişi vardı. Raoul çoktan dönmüştü, Kristie ve Jen de, onlar genelde birbirlerine düşman olmalarına rağmen onu korumak istercesine yanında duruyorlardı. Geri kalan birkaç diğer vampir de gruplaşmıştı.
Riley’in bu tehlikenin farkına vardığı için mi, yoksa söylenmesi bittiği için mi sustuğunu bilmiyordum. Derin bir nefes aldı. Sara’ya kulağını ve saçını fırlattı. Sara hemen ondan uzaklaştı ve tekrar yapışması için kulağının yırtılmış kısmını yalayıp orasını zehirle kapladı. Ama saç için bir çözüm yoktu. Sara bundan sonra yarı kel olacaktı.
“Dinleyin beni!”dedi Riley, sesi kısık ama öfkeli çıkıyordu. “Hepimizin hayatı şu anda söylediklerimi dinlemenize ve düşünmenize bağlı! Hepimiz öleceğiz. Eğer birkaç gün boyunca beyniniz varmış gibi hareket etmezseniz hepimiz öleceğiz, siz de, ben de!”
Bu her zamanki nasihatleri ve kontrol için yalvarışları gibi değildi. Kesinlikle herkesin dikkatini çekmeyi başarmıştı.
“Büyüyüp kendi sorumluluğunuzu alma zamanınız geldi. Bedavadan bu şekilde yaşayabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Seattle’da tükettiğiniz kanların bir fiyatı olmadığını mı düşünüyorsunuz?”
Ufak vampir grupları artık tehdit edici görünmüyordu. Herkesin gözleri büyümüştü, bazıları birbirine şaşkın bakışlar atıyordu. Göz ucuyla Fred’in başının bana döndüğünü gördüm ama bakışlarına karşılık vermedim. Dikkatim iki şeye odaklanmıştı; ya tekrar saldırırsa diye Riley’e ve kapıya. Kapı hala kapalıydı.
“Artık dinliyor musunuz? Gerçekten dinliyor musunuz?” Riley durdu ama kimse onu onaylayan bir harekette bulunmadı. Odada tek bir hareket bile yoktu. “Size içinde bulunduğumuz zor durumu anlatayım. Aptal olanlarınız için çok basit anlatmaya çalışacağım. Raoul, Kristie buraya gelin.”
O anda kısa bir süreliğine ona karşı takım oluşturmuş iki en büyük çetenin liderine işaret etti. İkisi de ona doğru ilerlemedi. Kollarını kavuşturmuş duruyorlardı, Kristie dişlerini gösteriyordu.
Riley’in yumuşamasını, özür dilemesini bekledim. Onların gönlünü alıp istediği şeyi yapmaları için onları ikna etmesini... Ama karşımda farklı bir Riley vardı.
“İyi,” dedi sertçe. “Hayatta kalmak için liderlere ihtiyacımız var ama anlaşılan ikiniz de bu göreve hazır değilsiniz. Yeteneklisiniz sanmıştım. Yanılmışım. Kevin, Jen, lütfen bu takımın lideri olmak için bana katılın.”
Kevin şaşkınlıkla başını kaldırdı. Kolunu birleştirmeyi yeni bitirmişti. Bakışı endişeli olsa da, aynı zamanda kesinlikle gurur duyduğu belliydi. Yavaşça ayağa kalktı. Jen ise sanki izin istiyormuş gibi Kristie’ye bakıyordu. Raoul dişlerini gıcırdattı.
Merdivenlerin yukarısındaki kapı açılmadı.
“Siz de mi bunu yapmayacaksınız?”diye sordu Riley, sinirlenmişti.
Kevin Riley’e doğru bir adım attı ama Raoul hızla atıldı ve odayı iki büyük adımda geçti. Kevin’ı tek kelime etmeden duvara itti ve Riley’in yanına durdu.
Riley hafifçe gülümsedi. Manipülasyonu belirsiz değildi ama etkili olmuştu.
Jen ise hala ne yapacağını söylemesi için Kristie’yi bekliyordu. Kristie bir an Jen’e pis pis baktı, sonra da açık kahve saçlarını yüzünden uzağa savurup Riley’in öteki tarafına geçti.
“Buna karar vermeniz çok uzun sürdü,”dedi Riley ciddiyetle. “Fazla zaman gibi bir lüksümüz yok. Artık oyalanamayız. Hepinizin istediğini yapmasına izin verdim ama bu, bu gece sonra erecek.”
Etrafına bakındı ve herkesle göz göze gelip dinlediğimizden emin oldu. Sıra bana geldiğinde gözlerine sadece bir anlığına baktım ama sonra gözlerim tekrar kapıya döndü. Daha sonra Riley’e tekrar baktığımda onun bakışları çoktan başkasına kaymıştı. Yaptığım hatayı fark edip etmediğini merak ediyordum. Ama belki de Fred’in yanında olduğum için beni görmemişti bile.
“Bir düşmanımız var,”diye duyurdu Riley. Bir an için sustu ve bu haberi sindirmemize izin verdi. Bu fikrin bodrumdaki birçok vampir için şoke edici olduğunu görebiliyordum. Çünkü normalde düşman Raoul veya Raoul’un çetesi için Kristie’ydi. Düşman buradaydı çünkü bütün dünya buradaydı. Dışarıda bizi etkileyecek kadar güçlü varlıkların olması birçoğumuz için yeni bir şeydi. Dün olsa, benim için de yeni olurdu.
“Birkaçınız, biz varsak, başka vampirlerinde var olduğunu akıl etmiş olabilir. Daha büyük, daha zeki vampirler... daha yetenekli. Kanımızı isteyen vampirler!”
Raoul tısladı, sonra takipçilerden birkaçı da onu taklit etti.
“Evet,”dedi Riley, onları gaza getirmek konusunda kararlıydı. “Seattle bir zamanlar onlarındı ama uzun zaman önce buradan gittiler, Şimdi ise bizden haberleri oldu ve buradan kolayca elde ettikleri kanı kıskanmaya başladılar. Artık bu kanın bize ait olduğunu biliyorlar ama geri almak istiyorlar. Hepimizi avlayacaklar! Onlar ziyafet çekerken biz yanacağız!”
“Hayatta olmaz,”diyerek hırladı Kristie. Onun ve Raoul’un çetesinden birkaç kişi daha hırladı.
“Çok fazla seçeneğimiz yok,”dedi Riley. “Eğer buraya gelmelerini beklersek, avantaj onların olur. Ne de olsa burası onların mekânı. Ve bizle savaşmak istemiyorlar çünkü sayımız onlardan fazla ve onlardan daha güçlüyüz. Bizi ayrı ayrı yakalamak istiyorlar; en büyük zayıflığımızı kullanmak istiyorlar. İçinizden herhangi biri bunun ne olduğunu bilecek kadar zeki mi?” Ayağının dibindeki külleri işaret etti – artık halıya iyice bulaşmışlardı ve eskiden bir vampire ait olduklarını anlamak çok zordu – ve bekledi.
Kimse hareket etmedi.
Riley iğrenmiş bir ses çıkardı. “Birlik!”diye bağırdı. “Birlik olamıyoruz! Birbirimizi öldürmeyi bırakmazsak onlara karşı nasıl bir tehdit oluşturabiliriz ki?” Tozu tekmeleyince ufak siyah bir toz bulutu oluştu. “Bize güldüklerini hayal edebiliyor musunuz? Bizden bu şehri almanın çok kolay olacağını düşünüyorlar. Aptallıktan zayıfladığımızı düşünüyorlar! Kanımızı onlara devredeceğimizi sanıyorlar.”
Artık odadaki vampirlerin yarısı itiraz içinde hırlıyordu.
“Beraber çalışabilir misiniz yoksa hepimiz ölecek miyiz?”
“Onları alt edebiliriz patron,”dedi Raoul.
Riley ona dönüp kaşlarını çattı. “Kendini kontrol edemezsen bunu başaramayız! Bu odadaki herkesle işbirliği yapmazsan başaramayız. Öldürdüğünüz herkes...”- yine ayağıyla külleri dürttü – “sizi hayatta tutabilecek biri olabilir. Takımınızdan öldürdüğünüz herkes düşmanlarınıza bir hediyedir. Hadi, demiş gibi oluyorsunuz, beni yen!”
Kristie ve Raoul birbirlerini sanki ilk defa görüyormuş gibi bakıştılar. Diğerleri de aynı şeyi yapıyordu.
Takım kelimesi tanıdıktı. Daha önce grubumuzu tanımlarken bu kelimeyi kullanmamıştık ama biz bir takımdık.
“Size düşmanlarınızı anlatayım,”dedi Riley, bütün gözler ondaydı. “Bizden çok daha yaşlı bir klan. Yüzlerce yıldır varlar ve bu kadar zamandır hayatta kalmaları şans değil. Yetenekliler ve Seattle’ı almaya güvenle geliyorlar çünkü savaşmak zorunda kalacakları tek vampirlerin işlerinin yarısını onların yerine halledecek organize olamamış birkaç çocuk olduğunu biliyorlar!”
Yine hırlamalar baladı ama bazıları kulağa kızgından çok endişeli geliyordu. Daha sessiz vampirlerden birkaçı, Riley’in uysal diyeceği birkaç vampir korkmuş görünüyordu.
Riley de bunu fark etmişti. “Bizi böyle görüyorlar çünkü bizi birlik olmuş halde görmüyorlar. Birlik olursak onları mahvedebiliriz. Hepimizi yan yana savaşırken görseler, dehşete düşerler. Ve bizi öyle görecekler. Çünkü onların buraya gelip bizi ayrı ayrı öldürmelerine izin vermeyeceğiz. Onlara tuzak kuracağız. Dört gün içinde.”
Dört gün mü? Anlaşılan yaratıcımız son tarihe kadar beklemek istemiyordu. Tekrar kapalı kapıya baktım. Diego neredeydi?
Bazıları dört güne şaşkınlıkla, bazıları ise korkuyla tepki verdi.
“Bu en son bekleyecekleri şey,”diye bize güvence verdi Riley. “Hepimiz – beraber – onları bekliyor olacağız. Ve en iyi kısmı sona sakladım. Onlar sadece yedi kişi.”
Kısa, inanmazlıkla dolu bir sessizlik oldu.
Sonra Raoul, “Ne?”dedi.
Kristie de Riley’e aynı inanmaz ifadeyle dik dik bakıyordu. Odadaki fısıltıları duyabiliyordum.
“Yedi mi?
“Dalga mı geçiyorsun?
“Hey,”dedi Riley sertçe. “Bu klanın tehlikeli olduğunu söylerken dalga geçmiyordum. Bilgeler ve... kurnazlar. Sinsiler. Bizim yanımızda güç olacak; onların ise hile. Eğer onların istediği şekilde oynarsak, onlar kazanır. Ama kendi şartlarımızda savaşırsak...”Riley cümlesini bitirmek yerine sadece gülümsedi.
“Hadi şimdi gidelim,”dedi Raoul. “Onları hemen ortadan kaldıralım.”Kevin da hevesle hırıldayarak ona katıldı.
“Kendine gel, moron. Körü körüne saldırmak kazanmamıza yardımcı olmaz,”diye müdahale etti Riley.
Kristie Raoul’a üstünlük taslayan bir bakış atarak, “Onlar hakkında bilmemiz gereken her şeyi söyle,”dedi.
Riley duraksadı, sanki bir şey nasıl anlatacağına karar veriyor gibiydi. “Pekâlâ, nereden başlayayım? Sanırım ilk olarak bilmeniz gereken şey... vampirler hakkında bilinecek her şeyi bilmiyor olduğunuz. Başta sizi bilgiye boğmaz istemedim.” Yine bir sessizlik oldu, herkesin kafası karışmış gibiydi. “Yeteneklerle ilgili biraz deneyiminiz var çünkü takımımızda Fred var.”
Herkes Fred’e baktı, ya da en azından bunu yapmayı denediler. Riley’in yüz ifadesinden Fred’in ortaya çıkarılmaktan hoşlanmadığını anlayabilmiştim. Riley’in deyişiyle, Fred gerçekten ‘yeteneğini’ arttırmışa benziyordu. Riley yüzünü ekşitip hemen başını çevirdi. Ben ise hala bir şey hissetmiyordum.
“Evet, şey, süper güç ve süper duyular dışında başka yeteneklere sahip olan vampirler de var. Bu yeteneklerden birini... takımımızda gördünüz.” Tekrar Fred’in adını söylememeye dikkat etmişti. “Yetenekler .ok nadiren görünür – belki ellide bir – ama herkesinki farklıdır. Çok fazla vampirde bir sürü değişik yetenek vardır ve bazı yetenekler diğerlerinden daha güçlüdür.”