İlerlemeye devam ettik. O koşuyor, bense adeta uçan bir sincap taklidi yapıyordum ki, aradan sadece on beş dakika geçtikten sonra Diego yavaşlamaya
başladı. Yakınlaşmış olmalıydık. Daha yukarıdaki dallara tırmandım ve manzarası iyi olan uzun bir ağaç aradım. Komşularının yanında dev gibi görünen bir
tane bulunca ona çıktım ve etrafı inceledim. Neredeyse yarım kilometre ötede ağaçlar kesiliyordu, birkaç dönümlük açık bir alan vardı. Alanın ortasında, do-
ğudaki ağaçların yakınında kocaman, şekerden yapılmış gibi görünen bir ev vardı. Parlak pembe, yeşil ve beyaz renklerine boyandığı için abartılı bir şekilde
göz alıcıydı ve her köşesi şık süsleme ve hotozlarla bezenmişti. Daha sakin bir durum içinde olsaydık, görünce kahkahalarla güleceğim bir evdi.
Riley ortada yoktu ama Diego tam ağacın altında hiç kıpırdamadan duruyordu, o yüzden takibimizin sonuna geldiğimiz sonucuna varmıştım.
Belki de bu Riley'in büyük kulübemiz mahvolduktan sonra geçmemizi planladığı evdi. Ama şimdiye kadar kaldığımız evlerden daha küçüktü ve
bodrumu varmış gibi görünmüyordu. Seattle'dan, şimdiki kulübemizden bile daha uzaktı.
Diego'yla göz göze geldiğimizde bana katılmasını işaret ettim. Başını salladı ve tam olarak geldiği yoldan geri döndü. Sonra büyük bir sıçrama
yaptı -genç ve güçlü olmama rağmen o kadar yükseğe zıplamayı başarıp başaramayacağımı merak ediyordum- ve bana en yakın ağacın ortaların-
daki bir dala tutundu. Biri olağandışı bir şekilde dikkatli olmadığı sürece, kimse Diego'nun yolda başka bir yere uğradığını anlayamazdı. Yine de
birkaç ağaca daha zıpladı, izinin hemen benimkiyle birleştiğinin anlaşılmasını istemiyordu.
Sonunda bana katılamnın güvenli olduğuna karar verdiğinde hemen elimi tuttu. Sessizce şeker evi işaret ettim. Gülümsedi.
Aynı anda evin doğu tarafına doğru yavaşça ilerlemeye başladık., hâlâ ağaçların üzerindeydik. Cesaretimizin yettiği yere kadar yaklaştık, evle
aramızda birkaç ağaç bırakmıştık. Daha sonra oturduk ve sessizce etrafı dinlemeye başladık.
Esen meltem bize yardımcı olacak şekilde hafiflediğinde birşey duyduk. Garip bir sürtünme ve tıklama sesleri. Başta duyduğumuz şeyin ne oldu-
ğunu anlayamadım. Diego hafifçe gülümsedi, dudaklarını büzüştürdü ve aramızdaki havayı öptü.
Öpme sesi vampirlerde insanlarda olduğundan farklıydı. Birbirine sürtünüp şapırtı sesi çıkaracak yumuşak, etli, su dolu hücrelerimiz yoktu. Şimdiye
kadar vampirler aasında tek bir öpüşme sesini duymuştum, o da dün gece Diego dudaklarını benimkilere değidirdiği zamandı ama bu sesin bir
öpüşmeye ait olduğunu anlamamın imkânı yoktu. Burada bulmayı beklediklerimden kesinlikle çok uzaktaydı.
Bu bilgi kafamın tamamen karışmasına neden oldu. Riley'in yeni talimatlar almak için ya da ona yeni vampirler götürmek için o dişi vampiri görmeye
gittiğini düşünmüştüm. Ama bir...aşk yuvasına rastlayacağımı hiç düşünmemiştim. Riley nasıl onu öpebilirdi? Titredim ve Diego'ya baktım. O da biraz
dehşete düşmüş gibi görünüyordu ama benimlegöz göze gelince omzunu silkti.
İnsanlığımın son gecesini düşündüm ve yanmanın zihnimde hâlâ canlı olan hissini haırlayınca irkildim. Bütün bulanıklığa rağmen ondan önceki anıları
hatırlamaya çalıştım. İlk olarak Riley karanlık eve yaklaşırken yaşadığım korkuyu hatırladım, aydınlık hamburgercide hissettiğim güven hissi tamamen
kaybolmuştu.Uzakta durmaya çalışıyordum ama o birden çelik gibi sert elleriyle kolumu kuvvetle tutup beni hafif bir oyuncak bebekmişim gibi arabadan
çekmişti. Kapıya olan olan on metreyi sıçrayarak geçtiğinde dehşete kapılmış ve gözlerime inanamamıştım. Beni kolumdan tutup siyah eve sürüklerken
artık ne düşüneceğimi bile bilmiyordum. Kırılan kolumun acısı adeta bütün düşünce yetimi alıp götürmüştü.
Hatırlamaya odaklanınca sesi tekrar duydum. Küçük bir kız gibi tiz bir sesle şarkı söylüyordu ama bu ses aksi bir çocuğa aitti. Sanki olay çıkartan bir
çocuk gibi...
Ne söylediğini hatırlıyordum. "Neden bunu getirdin? Çok ufak." En azından buna benzer bir şeydi. Kelimeler tam olarak böyle olmasa da, bu anlama
gelecek bir şey söylemişti.
Riley'in cevap verirken onu memnun etmeye çalışır bir tavrı vardı, sanki onu hayal kırıklığına uğratmaktan korkar gibiydi. "Ama yeni bir beden. En azından
dikkat dağıtmak için kullanılabilir."
Sanırım bunun üzerine korkuyla inlemiştim, Riley'de beni acı verecek şekilde sarsmış ama bir daha benimle konuşmamıştı. Sanki insan değilde bir köpek-
mişim gibi.
"Bu gece boşa geçti," diye söylenmişti küçük kız sesi. "Hepsini öldürdüm. Off!"
Bunun üzerine evin bir araba çarpmış gibi titrediğini hatırlıyorum. Şimdi düşününce aslında bu titremenin kaynağının o olduğunu tahmin ediyorum. Muhtemelen
sinirle bir şeyi tekmelemişti.
"İyi. Sanırım şu ufak şey hiç yoktan iyidir, anlaşılan elinden fazlası gelmiyor. Hem artık o kadar doydum ki durmayı başarabilirim."
Bunun üzerine Riley'in sert parmaklarının kolumdaki hissi kaybolmuş ve beni o sesle yalnız bırakmıştı. Ses çıkartamayacak kadar panik olmuştum. Gözlerimi
sıkıca yummuştum, gerçi karanlıkta zaten tamamen kö gibiydim. Bir şey boğazıma saplanıp asitle kaplı bir kılıç gibi beni yakalayana kadar bağırmamıştım.
Anıdan uzaklaşmaya, bir sonraki kısmı hatırlamamaya çalıştım. Onun yerine kısa konuşmayı düşündüm. Dişi vampir, sevgilisiyle de, arkadaşıyla da konuşuyormuş
gibi değildi. Daha çok bir çalışanıyla konuşuyormuş gibi davranmıştı. Çok fazla sevmediği ve yakında kovacağı bir çalışanıyla.
Garip vampir öpüşme sesleri devam ediyordu.
Diego'ya bakıp kaşlarımı çattım. Bu bize çok fazla şey anlatmıyordu. Daha ne kadar kalacaktık?
Başını eğmekle yetindi, dikkatle sesleri dinliyordu.
Ve birkaç dakika sabrettikten sonra, kısık, romantik sesler birdenbire kesildi.
"Kaç tane?
Uzaktan geldiği için sesler zor duyuluyor ama yinede anlaşılıyordu. Ve sahibini tanımamak imkansızdı. Tiz, neredeyse kuş ötüşüne benzer bir ses. Şımarık küçük
bir kızınkine benzer bir ses.
"Yirmi iki," diye cevapladı Riley gururlu bir ses tonuyla. Diego'yla birbirimize sert sert bakış attık. En son sayımız yirmi ikiydi. Bizden bahsediyor olmalılardı.
"İkisini daha güneşe verdim sanıyordum ama büyükçe çocuklarımdan biri...itaatkâr olan," diye devam etti Riley. Diego'dan çocuklarından biriymiş gibi bahse-
derken sesi neredeyse şefkatle çıkmıştı. "Yer altında bir yeri var, daha küçük olanla oraya saklanmışlar."
"Emin misin?"
Uzun bir sessizlik oldu, bu sefer romantizm sesleri gelmiyordu. Bu kadar uzaktan bile aralarındaki gerginliği hissedebiliyordum.
"Evet. İyi bir çocuk. Eminim."
Yine gergin bir sessizlik oldu. Emin misin, derken ne demek istiyordu? Diego'yu görmediğini, bu hikayeyi başkasından duyduğunu mu düşünüyordu?
"Yirmi iki... Güzel," dedi ve gerginlik azalır gibi oldu. "Davranışları nasıl ? Bazıları neredeyse bir yaşında. Hala normal düzene uyuyorlar mı?
"Evet," dedi Riley. "Bana yapmamı söylediğin her şey çok işi yaradı. Düşünmüyorlar, sadece her zaman yaptıklarını yapıyorlar. Susuzlukla dikkatlerini dağıtabiliyorum.
Bu sayede kontrol altına alınabiliyorlar.
Diego'ya dönüp kaşlarımı çattım. Riley düşünmemizi istemiyordu. Neden?
Yaratıcımız, "Çok iyi iş çıkardın," diye mırıldandı ve tekrar öpüştüler. "Yirmi iki!
Riley hevesle "Zamanı geldi mi?" diye sordu. dişinin cevabı çabuk geldi, adeta tokat hızıyla. "Hayır! Daha zamana karar vermedim.
"Anlamıyorum."
"Anlamana gerek yok. Düşmanlarımızın çok büyük bir güce sahip olduğunu anlaman yeterli. Ne kadar dikkatli olursak olalım yeterli olmayabilir." Sesi yumuşadı ve yine bal gibi tatlılaştı.
"Ama yirmi ikisi de hâlâ hayatta. Düşmanlarımızın güçleri var ama...yirmi iki vampire karşı ne yapabilirler ki?" Neşeyle güldü.
Bütün bu konuşma boyunca Diego'yla, gözlerimizi birbirimizden ayırmamıştık ve artık gözlerinden düşüncelerinin benimkilerle aynı olduğunu okuyabiliyordum. Evet, bir sebep için yaratılmıştık,
tıpkı tahmin ettiğimiz gibi. Bir düşmanımız vardı. Veya yaratıcımızın bir düşmanı vardı. Aradaki bu farkın bir önemi var mıydı ki?
"Karar vermek zor," diye mırıldandı dişi vampir. "Daha değil. Belki de emin olmak için birkaç vampir daha yaratmalıyız."
Riley bir an için tereddütle duraksayarak, "Yeni vampirler yaratmak sayımızı düşürebilir," dedi, sanki onu kızdırmamak için dikkatli olmaya çalışıyor gibiydi. "Yeni bir grup geldiğinde her zaman
bir sorun çıkıyor."
Dişi vampir "Doğru," diyerek ona katıldığında Riley'in o kızmadığı için rahatlayarak iç çektiğini hayal ettim.
Diego aniden başını çevirdi ve çayıra baktı. Evde hareket olduğunu duymamıştım ama belki de dişi vampir dışarı çıkmıştı. Başımı çevirdiğim anda bedenim kaskatı kesildi çünkü Diego'yu şaşırtan şeyi
ben de görmüştüm.
Dört karaltı eve giden açıklığı geçiyordu. Çayıra batıdan girmişlerdi, saklandığımız yere en uzak olan noktadan. Hepsinin başlıklı, uzun, koyu cübbeleri vardı, o yüzden başta insan olduklarını sandım.
Garip insanlardı ama yine de insan olmalılardı çünkÜ tanıdığım hiçbir vampirde gotik kıyafetler yoktu. Ve hiçbiri düzgün, kontrollü ve... zarif hareket etmiyordu. Sonra hiçbir insanında bu şekilde hareket
edemediğini düşündüm, üstelik bu kadar sessiz de hareket edemezlerdi. Koyu cübbeliler uzun çimlerin içinde tek bir ses bile çıkarmadan ilerliyorlardı. Yani ya vampirlerdi ya da doğaüstü başka bir varlık.
Belki hayalet olabilirlerdi ama eğer vampirlerse, tanımadığım vampirlerdi. Dişi vampirin bahsettiği düşmanların bunlar olma ihtimali vardı. Eğer öyleyse hemen buradan toz olmalıydık çünkü şuan da
yanımızda diğer yirmi vampir yoktu.
Her an kaçmaya hazırdım ama bir yandan da cübbeli varlıkların dikkatini çekmekten korkuyordum.
Zarafetle ilerlemelerini izledim. Onlarla ilgili başka detaylar da fark etmiştim. Ayaklarının altındaki arazinin değişmesine rağmen hep karo oluşturacak şekilde hareket ediyorlardı. Karonun en önüdekinin
diğerlerinden çok daha ufak olduğunu ve cübbesinin de daha koyu olduğunu fark etmiştim. İz sürüyor gibi davranmıyorlardı, bir kokuyu takip ediyor gibi değillerdi. Açıkça nereye gideceklerini biliyorlar-
dı. Belki de davet edilmişlerdi.
Direkt eve doğru ilerlediler ve onlar sessizce ön kapıya çıkan basamakları tırmanırlarken nefes almanın tekrar güvenli olabileceğini düşündüm. En azından Diego'yla bana doğru gelmiyorlardı. Gözden
kaybolduklarında bir sonraki meltemin sesiyle ağaçların arasına karışabilirdik ve buraya geldiğimizi hiçbir zaman bilmezlerdi.
Diego'ya baktım ve başımla hafifçe, geldiğimiz yönü işaret ettim. Gözlerini kıstı ve işaret parmağını kaldırdı. Ah, harika, kalmak istiyordu. Gözlerimi devirdim, bu kadar korkmuş olmama rağmen hâlâ
alaycı olmayı başarabilmem beni şaşırtmıştı.
İkimiz de tekrar eve baktık. Cübbeli yaratıklar içeri girmişlerdi. Yaratıcımızın da Riley'in de biz ziyaretçileri gördüğümüzden beri konuşmadıklarını farketmiştim. Ya bir şey duymuş ya da bir şekilde
tehlikede olduklarını anlamış olmalılardı.
Son derece net, monoton bir ses tembelce, "Hiç uğraşmayın," diye emretti. Bu yaratıcımızınki kadar tiz olmasa da, bana yine de bir kızın sesi gibi gelmişti. "Sanırım kim olduğumuzu biliyorsunuz, o yüzden
bizi şaşırtmaya çalışmanın bir anlamı olmadığını biliyor olmalısınız. Veya bizden saklanmanın. Bizle savaşmanın. Bizden kaçmanın."
Riley'e ait olmayan derin, erkeksi bir kahkaha evin duvarlarını çınlattı.
"Rahatla," diye emretti ilk ses -cübbeli kızın sesi. Sesindeki o tanıdık tını sayesinde hayalet veya başka bir kabus değil, vampir olduklarına emin olmuştum. "Buraya seni yok etmeye gelmedik. En azından
şimdilik."
Yaratıcımız, "Eğer buraya bizi öldürmeye gelmediyseniz... o zaman neden geldiniz?" diye sordu, sesi gergin ve cırtlak çıkmıştı.
"Buradaki amaçlarını öğrenmek istiyoruz. Özellikle... belli yerel bir klanla ilgili olup olmadığını," diye açıkladı cübbeli kız. "Planının burada yarattığın kargaşayla bağlantılı olup olmadığını merak ediyoruz.
Yasalara aykırı bir şekilde yarattığın kargaşayla."
Diego'yla aynı anda kaşlarımızı çattık. Bunların hiç biri bir anlam ifade etmiyordu ama en son kısım en garip olanıydı.
başladı. Yakınlaşmış olmalıydık. Daha yukarıdaki dallara tırmandım ve manzarası iyi olan uzun bir ağaç aradım. Komşularının yanında dev gibi görünen bir
tane bulunca ona çıktım ve etrafı inceledim. Neredeyse yarım kilometre ötede ağaçlar kesiliyordu, birkaç dönümlük açık bir alan vardı. Alanın ortasında, do-
ğudaki ağaçların yakınında kocaman, şekerden yapılmış gibi görünen bir ev vardı. Parlak pembe, yeşil ve beyaz renklerine boyandığı için abartılı bir şekilde
göz alıcıydı ve her köşesi şık süsleme ve hotozlarla bezenmişti. Daha sakin bir durum içinde olsaydık, görünce kahkahalarla güleceğim bir evdi.
Riley ortada yoktu ama Diego tam ağacın altında hiç kıpırdamadan duruyordu, o yüzden takibimizin sonuna geldiğimiz sonucuna varmıştım.
Belki de bu Riley'in büyük kulübemiz mahvolduktan sonra geçmemizi planladığı evdi. Ama şimdiye kadar kaldığımız evlerden daha küçüktü ve
bodrumu varmış gibi görünmüyordu. Seattle'dan, şimdiki kulübemizden bile daha uzaktı.
Diego'yla göz göze geldiğimizde bana katılmasını işaret ettim. Başını salladı ve tam olarak geldiği yoldan geri döndü. Sonra büyük bir sıçrama
yaptı -genç ve güçlü olmama rağmen o kadar yükseğe zıplamayı başarıp başaramayacağımı merak ediyordum- ve bana en yakın ağacın ortaların-
daki bir dala tutundu. Biri olağandışı bir şekilde dikkatli olmadığı sürece, kimse Diego'nun yolda başka bir yere uğradığını anlayamazdı. Yine de
birkaç ağaca daha zıpladı, izinin hemen benimkiyle birleştiğinin anlaşılmasını istemiyordu.
Sonunda bana katılamnın güvenli olduğuna karar verdiğinde hemen elimi tuttu. Sessizce şeker evi işaret ettim. Gülümsedi.
Aynı anda evin doğu tarafına doğru yavaşça ilerlemeye başladık., hâlâ ağaçların üzerindeydik. Cesaretimizin yettiği yere kadar yaklaştık, evle
aramızda birkaç ağaç bırakmıştık. Daha sonra oturduk ve sessizce etrafı dinlemeye başladık.
Esen meltem bize yardımcı olacak şekilde hafiflediğinde birşey duyduk. Garip bir sürtünme ve tıklama sesleri. Başta duyduğumuz şeyin ne oldu-
ğunu anlayamadım. Diego hafifçe gülümsedi, dudaklarını büzüştürdü ve aramızdaki havayı öptü.
Öpme sesi vampirlerde insanlarda olduğundan farklıydı. Birbirine sürtünüp şapırtı sesi çıkaracak yumuşak, etli, su dolu hücrelerimiz yoktu. Şimdiye
kadar vampirler aasında tek bir öpüşme sesini duymuştum, o da dün gece Diego dudaklarını benimkilere değidirdiği zamandı ama bu sesin bir
öpüşmeye ait olduğunu anlamamın imkânı yoktu. Burada bulmayı beklediklerimden kesinlikle çok uzaktaydı.
Bu bilgi kafamın tamamen karışmasına neden oldu. Riley'in yeni talimatlar almak için ya da ona yeni vampirler götürmek için o dişi vampiri görmeye
gittiğini düşünmüştüm. Ama bir...aşk yuvasına rastlayacağımı hiç düşünmemiştim. Riley nasıl onu öpebilirdi? Titredim ve Diego'ya baktım. O da biraz
dehşete düşmüş gibi görünüyordu ama benimlegöz göze gelince omzunu silkti.
İnsanlığımın son gecesini düşündüm ve yanmanın zihnimde hâlâ canlı olan hissini haırlayınca irkildim. Bütün bulanıklığa rağmen ondan önceki anıları
hatırlamaya çalıştım. İlk olarak Riley karanlık eve yaklaşırken yaşadığım korkuyu hatırladım, aydınlık hamburgercide hissettiğim güven hissi tamamen
kaybolmuştu.Uzakta durmaya çalışıyordum ama o birden çelik gibi sert elleriyle kolumu kuvvetle tutup beni hafif bir oyuncak bebekmişim gibi arabadan
çekmişti. Kapıya olan olan on metreyi sıçrayarak geçtiğinde dehşete kapılmış ve gözlerime inanamamıştım. Beni kolumdan tutup siyah eve sürüklerken
artık ne düşüneceğimi bile bilmiyordum. Kırılan kolumun acısı adeta bütün düşünce yetimi alıp götürmüştü.
Hatırlamaya odaklanınca sesi tekrar duydum. Küçük bir kız gibi tiz bir sesle şarkı söylüyordu ama bu ses aksi bir çocuğa aitti. Sanki olay çıkartan bir
çocuk gibi...
Ne söylediğini hatırlıyordum. "Neden bunu getirdin? Çok ufak." En azından buna benzer bir şeydi. Kelimeler tam olarak böyle olmasa da, bu anlama
gelecek bir şey söylemişti.
Riley'in cevap verirken onu memnun etmeye çalışır bir tavrı vardı, sanki onu hayal kırıklığına uğratmaktan korkar gibiydi. "Ama yeni bir beden. En azından
dikkat dağıtmak için kullanılabilir."
Sanırım bunun üzerine korkuyla inlemiştim, Riley'de beni acı verecek şekilde sarsmış ama bir daha benimle konuşmamıştı. Sanki insan değilde bir köpek-
mişim gibi.
"Bu gece boşa geçti," diye söylenmişti küçük kız sesi. "Hepsini öldürdüm. Off!"
Bunun üzerine evin bir araba çarpmış gibi titrediğini hatırlıyorum. Şimdi düşününce aslında bu titremenin kaynağının o olduğunu tahmin ediyorum. Muhtemelen
sinirle bir şeyi tekmelemişti.
"İyi. Sanırım şu ufak şey hiç yoktan iyidir, anlaşılan elinden fazlası gelmiyor. Hem artık o kadar doydum ki durmayı başarabilirim."
Bunun üzerine Riley'in sert parmaklarının kolumdaki hissi kaybolmuş ve beni o sesle yalnız bırakmıştı. Ses çıkartamayacak kadar panik olmuştum. Gözlerimi
sıkıca yummuştum, gerçi karanlıkta zaten tamamen kö gibiydim. Bir şey boğazıma saplanıp asitle kaplı bir kılıç gibi beni yakalayana kadar bağırmamıştım.
Anıdan uzaklaşmaya, bir sonraki kısmı hatırlamamaya çalıştım. Onun yerine kısa konuşmayı düşündüm. Dişi vampir, sevgilisiyle de, arkadaşıyla da konuşuyormuş
gibi değildi. Daha çok bir çalışanıyla konuşuyormuş gibi davranmıştı. Çok fazla sevmediği ve yakında kovacağı bir çalışanıyla.
Garip vampir öpüşme sesleri devam ediyordu.
Diego'ya bakıp kaşlarımı çattım. Bu bize çok fazla şey anlatmıyordu. Daha ne kadar kalacaktık?
Başını eğmekle yetindi, dikkatle sesleri dinliyordu.
Ve birkaç dakika sabrettikten sonra, kısık, romantik sesler birdenbire kesildi.
"Kaç tane?
Uzaktan geldiği için sesler zor duyuluyor ama yinede anlaşılıyordu. Ve sahibini tanımamak imkansızdı. Tiz, neredeyse kuş ötüşüne benzer bir ses. Şımarık küçük
bir kızınkine benzer bir ses.
"Yirmi iki," diye cevapladı Riley gururlu bir ses tonuyla. Diego'yla birbirimize sert sert bakış attık. En son sayımız yirmi ikiydi. Bizden bahsediyor olmalılardı.
"İkisini daha güneşe verdim sanıyordum ama büyükçe çocuklarımdan biri...itaatkâr olan," diye devam etti Riley. Diego'dan çocuklarından biriymiş gibi bahse-
derken sesi neredeyse şefkatle çıkmıştı. "Yer altında bir yeri var, daha küçük olanla oraya saklanmışlar."
"Emin misin?"
Uzun bir sessizlik oldu, bu sefer romantizm sesleri gelmiyordu. Bu kadar uzaktan bile aralarındaki gerginliği hissedebiliyordum.
"Evet. İyi bir çocuk. Eminim."
Yine gergin bir sessizlik oldu. Emin misin, derken ne demek istiyordu? Diego'yu görmediğini, bu hikayeyi başkasından duyduğunu mu düşünüyordu?
"Yirmi iki... Güzel," dedi ve gerginlik azalır gibi oldu. "Davranışları nasıl ? Bazıları neredeyse bir yaşında. Hala normal düzene uyuyorlar mı?
"Evet," dedi Riley. "Bana yapmamı söylediğin her şey çok işi yaradı. Düşünmüyorlar, sadece her zaman yaptıklarını yapıyorlar. Susuzlukla dikkatlerini dağıtabiliyorum.
Bu sayede kontrol altına alınabiliyorlar.
Diego'ya dönüp kaşlarımı çattım. Riley düşünmemizi istemiyordu. Neden?
Yaratıcımız, "Çok iyi iş çıkardın," diye mırıldandı ve tekrar öpüştüler. "Yirmi iki!
Riley hevesle "Zamanı geldi mi?" diye sordu. dişinin cevabı çabuk geldi, adeta tokat hızıyla. "Hayır! Daha zamana karar vermedim.
"Anlamıyorum."
"Anlamana gerek yok. Düşmanlarımızın çok büyük bir güce sahip olduğunu anlaman yeterli. Ne kadar dikkatli olursak olalım yeterli olmayabilir." Sesi yumuşadı ve yine bal gibi tatlılaştı.
"Ama yirmi ikisi de hâlâ hayatta. Düşmanlarımızın güçleri var ama...yirmi iki vampire karşı ne yapabilirler ki?" Neşeyle güldü.
Bütün bu konuşma boyunca Diego'yla, gözlerimizi birbirimizden ayırmamıştık ve artık gözlerinden düşüncelerinin benimkilerle aynı olduğunu okuyabiliyordum. Evet, bir sebep için yaratılmıştık,
tıpkı tahmin ettiğimiz gibi. Bir düşmanımız vardı. Veya yaratıcımızın bir düşmanı vardı. Aradaki bu farkın bir önemi var mıydı ki?
"Karar vermek zor," diye mırıldandı dişi vampir. "Daha değil. Belki de emin olmak için birkaç vampir daha yaratmalıyız."
Riley bir an için tereddütle duraksayarak, "Yeni vampirler yaratmak sayımızı düşürebilir," dedi, sanki onu kızdırmamak için dikkatli olmaya çalışıyor gibiydi. "Yeni bir grup geldiğinde her zaman
bir sorun çıkıyor."
Dişi vampir "Doğru," diyerek ona katıldığında Riley'in o kızmadığı için rahatlayarak iç çektiğini hayal ettim.
Diego aniden başını çevirdi ve çayıra baktı. Evde hareket olduğunu duymamıştım ama belki de dişi vampir dışarı çıkmıştı. Başımı çevirdiğim anda bedenim kaskatı kesildi çünkü Diego'yu şaşırtan şeyi
ben de görmüştüm.
Dört karaltı eve giden açıklığı geçiyordu. Çayıra batıdan girmişlerdi, saklandığımız yere en uzak olan noktadan. Hepsinin başlıklı, uzun, koyu cübbeleri vardı, o yüzden başta insan olduklarını sandım.
Garip insanlardı ama yine de insan olmalılardı çünkÜ tanıdığım hiçbir vampirde gotik kıyafetler yoktu. Ve hiçbiri düzgün, kontrollü ve... zarif hareket etmiyordu. Sonra hiçbir insanında bu şekilde hareket
edemediğini düşündüm, üstelik bu kadar sessiz de hareket edemezlerdi. Koyu cübbeliler uzun çimlerin içinde tek bir ses bile çıkarmadan ilerliyorlardı. Yani ya vampirlerdi ya da doğaüstü başka bir varlık.
Belki hayalet olabilirlerdi ama eğer vampirlerse, tanımadığım vampirlerdi. Dişi vampirin bahsettiği düşmanların bunlar olma ihtimali vardı. Eğer öyleyse hemen buradan toz olmalıydık çünkü şuan da
yanımızda diğer yirmi vampir yoktu.
Her an kaçmaya hazırdım ama bir yandan da cübbeli varlıkların dikkatini çekmekten korkuyordum.
Zarafetle ilerlemelerini izledim. Onlarla ilgili başka detaylar da fark etmiştim. Ayaklarının altındaki arazinin değişmesine rağmen hep karo oluşturacak şekilde hareket ediyorlardı. Karonun en önüdekinin
diğerlerinden çok daha ufak olduğunu ve cübbesinin de daha koyu olduğunu fark etmiştim. İz sürüyor gibi davranmıyorlardı, bir kokuyu takip ediyor gibi değillerdi. Açıkça nereye gideceklerini biliyorlar-
dı. Belki de davet edilmişlerdi.
Direkt eve doğru ilerlediler ve onlar sessizce ön kapıya çıkan basamakları tırmanırlarken nefes almanın tekrar güvenli olabileceğini düşündüm. En azından Diego'yla bana doğru gelmiyorlardı. Gözden
kaybolduklarında bir sonraki meltemin sesiyle ağaçların arasına karışabilirdik ve buraya geldiğimizi hiçbir zaman bilmezlerdi.
Diego'ya baktım ve başımla hafifçe, geldiğimiz yönü işaret ettim. Gözlerini kıstı ve işaret parmağını kaldırdı. Ah, harika, kalmak istiyordu. Gözlerimi devirdim, bu kadar korkmuş olmama rağmen hâlâ
alaycı olmayı başarabilmem beni şaşırtmıştı.
İkimiz de tekrar eve baktık. Cübbeli yaratıklar içeri girmişlerdi. Yaratıcımızın da Riley'in de biz ziyaretçileri gördüğümüzden beri konuşmadıklarını farketmiştim. Ya bir şey duymuş ya da bir şekilde
tehlikede olduklarını anlamış olmalılardı.
Son derece net, monoton bir ses tembelce, "Hiç uğraşmayın," diye emretti. Bu yaratıcımızınki kadar tiz olmasa da, bana yine de bir kızın sesi gibi gelmişti. "Sanırım kim olduğumuzu biliyorsunuz, o yüzden
bizi şaşırtmaya çalışmanın bir anlamı olmadığını biliyor olmalısınız. Veya bizden saklanmanın. Bizle savaşmanın. Bizden kaçmanın."
Riley'e ait olmayan derin, erkeksi bir kahkaha evin duvarlarını çınlattı.
"Rahatla," diye emretti ilk ses -cübbeli kızın sesi. Sesindeki o tanıdık tını sayesinde hayalet veya başka bir kabus değil, vampir olduklarına emin olmuştum. "Buraya seni yok etmeye gelmedik. En azından
şimdilik."
Yaratıcımız, "Eğer buraya bizi öldürmeye gelmediyseniz... o zaman neden geldiniz?" diye sordu, sesi gergin ve cırtlak çıkmıştı.
"Buradaki amaçlarını öğrenmek istiyoruz. Özellikle... belli yerel bir klanla ilgili olup olmadığını," diye açıkladı cübbeli kız. "Planının burada yarattığın kargaşayla bağlantılı olup olmadığını merak ediyoruz.
Yasalara aykırı bir şekilde yarattığın kargaşayla."
Diego'yla aynı anda kaşlarımızı çattık. Bunların hiç biri bir anlam ifade etmiyordu ama en son kısım en garip olanıydı.