Merdivenlerden çıkmaya başladı.
"Riley, geceyi bekleyemez mi.." diye başladı Kriestie.
"Sadece izleyin." diye konuşmasını böldü Riley, hala yavaş yavaş merdivenleri tırmanıyordı." Bu bize büyük bir avantaj sağlayacak. Bal rengi gözlüler bugünün bu özelliğinin farkındalar ama bugünü bizim bildiğimizi bilmiyorlar."Konuşurken kapıyı açtı ve bodrumdan mutfağa çıktı.Pencereleri örtülü mutfakta hiç ışık yoktu ama yine de herkes açık kapıdan uzak durdu. Benim dışımda herkes.Riley konuşmaya devam ediyordu, ön kapıya yaklaşmıştı." Bu istisnayı kabul etmek birçok genç vampirin uzun zamanını aıyor ve bu gayet doğal. Günışığı konusunda dikkatli davranmayanlar uzun süre yaşayamıyor."
Fred'in gözlerinin bende oldugunu hissettim. Ona baktım. Bana panik içinde bakıyordu, sanki kaçmak istemesine rağmen gidecek yeri yokmus gibi.
"sorun değil." diye fısıldadım sessizce." Güneş bize zarar vermeyecek."
""Ona güveniyor musun?" dedi dudaklarını sessizce oynatarak.
Kesinlikle hayır.
Fred tek kaşını kaldırdı ve az da olsa rahatlamış görünüyordu.
Arkamıza baktım. Riley biraz önce neye bakmıştı?Bodrumda hiçbir şey değişmemişti.Arkamda birkaç ölü insanın aile fotoğrafı, ufak bir ayna ve bir guguklu saat vardı.Hımm..Satte mi bakmıştı?Belki de yaratıcımız ona belli bir saat vermişti.
"Pekala çocuklar, çıkıyorum," dedi riley."Bugün korkmanıza gerek yok söz."
Işık açık kapıdan bodruma girdi ve Riley'in teninden yansıyıp çoğaldı. Parlak yansımaların duvarlarda dans ettiğini görebiliyordum.
Klanım korkup hırlayarak Fred'in çaprazındaki köşeye çekildi. Kristie en arkadaydı.Çetesini kalkan olarak kullanmaya çalışıyormuş gibiydi.
"Rahatlayın," dedi Riley."Tamamen güvendeyim.Acımıyor da, yanmıyorum da.Gelin bakın. Hadi!"
Kimse kapıya yanaşmadı.Fred yanımda, duvarın dibine çökmüştü, panikle ışığa bakıyordu.Dikkatini cekmek için hafifçe salladım. Bana baktı ve tamamen sakin oldugumu gördü.Yavaşça doğrulup bana yaklaştı.Cesaret verircesine gülümsedim.
Herkes yanmanın başlamasını bekliyordu. Ben de Diego'ya bu kadar komik görünmüş müydüm acaba?
"Biliyor musunuz ," dedi, Riley yukarıdan. " İçinizde en cesur kim merak ediyorum. Kapıdan geçen ilk vampirin kim olacagını tahmin edebiliyorum, gerçi daha öncede yanıldığım oldu."
Gözlerimi devirdim. Gerçekten de hiç belli etmedin, Riley.
ama tabi iki işe yaramıştı. Raoul neredeyse Riley'in bunu söylemesinin hemen ardından merdivenlere davrandı. İlk defa Kriestie Riley'in onayı için onunla yarışmaya hevesli görünmüyordu. Raoul, Kevin'a doğru parmagını şıklattı ve Örümcek Adam hayranıyla beraber isteksizce onu takip etmeye başladılar.
"Beni duyabiliorsunuz. Yanmadığımı biliyorsunuz.Bebek gibi davranmayın!Siz vampirsiniz. Ona göre davranın."
Yine de, Raoul ve arkadaşları merdivenleri geçememişlerdi. Başka kimse kıpırdamadı. Birkaç dakika sonra Riley geri döndü. Ön kapıdan gelen ışıkla eşikte hafifçe parıldıyordu.
"Bana bakın, iyiyim. Gerçekten Sizin adınıza utanıyorum. Hadi Raoul!"
Sonunda Riley'in Kevin'ı çekiştirmesi gerekti. Raoul Riley'in ne düşünüğünü anlar anlamaz aradan çekilmişti.Daha sonra vampiri zorla yukarı kadar götürdü. Güneşe çıktıkları anı ışık yansımaları nedeniyle her yer parlaklaşmıştı.
"Söyle onlara Kevin," diye emretti Riley.
"İyiyim, Raoul!" diye seslendi Kevin. "Vay canına. Parlıyorum..Bu çılgınlık!" Güldü.
"Aferin Kevin,"dedi yüksek sesle Riley.
Bu Raoul'u ikna etmeye yetti. Dişlerini gıcırdattı ve yukarı ilerledi. Hızla ilerlemiyordu ama kısa bir süre sonra Kevin'ın yanında parlayıp gülmye başladı.
O andan sonra bile bu süreç düşündüğümden daha uzun sürdü. Herkes birer birer çıkyordu. Riley sabırsızlanıyor, artık cesaretlendirmek yerine tehditler savuruyordu.
Fred bana, Bunu biliyor muydun? dercesine bir bakış attı.
Dudaklarımı oynatarak sessizce, Evet, dedim.
Başını sallayıp yukarı çıktı. Çoğunlugunu Kriestie'nin çetesinin olusturdugu on kişi, hala duvara yaslanmış bir şekilde duruyordu.Ben ise Fred'le beraber gittim. Ortada çıkmak en iyisiydi. Ön bahçedeki parlak, disko topu vampirleri görebiliyorduk, mest olmuş ifadelerle ellerine ve birbirlerinin yüzlerine bakıyorlardı. Fred yavaşlamadan ışığa doğru yürüdü. bence bu herşeye ragmen oldukca cesur bir hareketti. Kriestie ise Riley'in beynimizi nasıl yıkadığının daha bir örneğiydi. Önündeki kanıtlara rağmen bildiği şeye tutunuyordu.
Fred'le diğerlerinden biraz uzakta durduk.Dikkatle kendini inceledi, sonra da bana baktı ve diğerlerine döndü.Fred'in sessiz olmasına ragmen .ok iyi bir gözlemci olduğunu ve kanıt ararken neredeyse bilimsel bir tavır takındığını fark ettim. Bunca zamandır Riley'in cümlelerini ve hareketlerini incelemişti. Acaba ne kadarını anlayabilmişti.
Riley Kriestie'yi yukarı zorla çıkarmak zorunda kaldı ve Kriestie'nin çeteside onlarla beraber geldi. Sonunda hepimiz güneşteydik, bir çok kişi bu kadar güzel olmalarının keyfini çıkarıyordu. iley herkesi son bir egzersiz için topladı, sanırım bunu sırf tekrar dikkatlerini çekmek için yapmıştı. Vampirlerin bunu anlaması bir dakika sürdü ama herkes artık savaşa gideceklerini kavramıştı.Daha sessiz ve daha vahşi bir hale büründüler.Birçoğu için gercek bir kavga fikrinin -başka varmpirleri parçalamalarına ve yakmalarına izin verilmesinin öteside buna cesaretlendirilmenin -avlanma kadar heyecan verirci oldugunu görebiliyordum. Bu Raoul, Jen ve Sara gibi kişilere çok cazip geliyordu.
Riley son birkaç gündür kafalarına sokmaya çalıştığı stratejiye odaklanmıştı. Bal rengi gözlülerin kokusunu aldıktan sonra, ikiye ayrılıp onları kuşatacaktık. Kriestie yandan saldırırken Raoul karşılarından atağa geçecekti. Bu plan ikisinin de stiline uyuyordu ama avlanmanın heyecanıyla bu stratejiye uyabileceklerinden emin değildim.
Riley bir saatlik egzersizden sonra herkesi etrafına toplayınca Fred birdenbire ters tarafa, kuzeye doğru yürümeye başladı, diğer herkes ise güneye bakıyordu. Bende Fred'i takip ettim ama ne yaptığı konusunda hiçbir fikrim yoktu.Fred yüz metre ötede, ormanın kenarındaki ladin ağaçlarının gölgesine varınca durdu. Kimse uzaklaştığımızı görmemişti. Fred ise uzaklaşıp uzaklaşmadığımızı fark edip etmeyeceğini görmek için Riley'e bakıyordu.
Riley konuşmaya başladı. "Şimdi gidecegiz. Güçlü ve hızlısınız. Ve susadınız değil mi ? Boğazınızdaki ateşi hissedebiliyorsunuz. Artık tatlı zamanı."
Haklıydı. O kadar kan içmeme rağmen susuzluğun dönüşü gecikmemişti. Hatta, emin değilim ama, normalden daha hızlı ve daha kuvvetli dönmüş olduğunu düşünüyordum. Belki de fazla beslenmek bazı açılardan ters tepiyordu.
"Bal rengi gözlüler güneyden yavaş yavaş geliyorlar, bir yandan da güçlenmek için besleniyorlar," dedi Riley."Yaratıcınız onları izliyordu, o yüzden onları nerede bulacağımı biliyorum. Yaratıcınız orada Diego'yla beraber bizle buluşacak." Biraz önce durduğum yere manalı bir bakış attı ve sonra kaşlarını çattı. "Onlara bir tsunami gibi saldıracağız. Onları kolaylıkla alt edeceğiz ve sonra kutlama yapacağız." Gülümsedi. "Bazılarınız ise kutlamaya erken başladı. Raoul, ver o torbayı." Riley otoriter bir şekilde elini uzattı. Raoul isteksizce içinde bluz olan torbayı ona fırlattı. anlaşılan Raoul kızın kokusunu elinde tutarak tatlının ona ait olduğunu göstermeye calışıyordu.
"Tekrar koklayın, hadi, odaklanalım!"
Kıza mı odaklanacaktık? Yoksa savaşa mı ?
Bu sefer Riley bluzu kendi dolaştırdı, sanki herkesin susadığından emin olmak istiyordu. Ve verilen tepkilerden, bütün vampirlerin boğazındaki yanmanın geri geldiğini görebiliyordum. Bluzun kokusu kaşlarını çatıp hırlamalarına sebeb oldu.Riley'in bize bu kokuyu tekrar göstermesine hiç gerek yoktu çünkü zaten hiçbirşeyi unutmazdık. Demek ki bu sadece bir testti. Ağzım kızın kokusunu düşününce bile zehirle dolmuştu.
"Savaşıyor muyuz?" diye bağırdı Riley.
Herkes onu onaylayarak bağırdı.
"Hadi onları mahvedelim"
Yine bir barakudaya dönüşmüştük ama bu sefer karadaydık.
Fred kıpırdamadı, o yüzden bende onunla kaldım ihtiyacım olan zamanı harcağımı biliyordum.Eğer Diego'ya ulaşamayıp onu kavga başlamadan uzaklaştıracaksam, saldırı grubunun önünde olmam gerekiyordu. Orduya endişeyle baktım. Hala birçoğundan daha gençtim yani daha hızlıydım.
"Riley yirmi dakika boyunca beni düşünemeyecek." dedi Fred, sesi rahat ve tanıdık geliyordu, sanki daha önce milyonlarca kez konuşmusuz gibi. "Bir süredir zamanı ölçüyordum. Uzakta bile olsa, beni hatırlamaya çalışınca midesi bulanacak."
"Gerçekten mi ? Bu çok etkileyici."
Fred gülümsedi. "bir süredir çalışıyordum, etkileri ölçüyordum. Artık kendimi tamamen görünmez hale gelebiliyordum. Eğer istemezsem kimse bana bakamıyor."
"Farkettim," dedim ve durdum, "git miyor musun?" diye sordum.
Fred başını iki yana salladı. "Tabii ki hayır. Bilmemiz gereken şeylerin söylenmediği gayet açık. Riley'in piyonu olmayacağım."
Demek ki Fred her şeyi kendi kendine anlamıştı.
"Daha önce gidecektim, gitmeden önce seninle konuşmak istedim ama şimdiye kadar hiç şansım olmadı."
"Ben de seninle konuşmak istiyordum,"dedim. "Riley'in güneş hakkında yalan söylediğini bilmen gerektiğini düşündüm. O dört gün olayı tamamen yalan. Sanırım Shelly, Steve ve diğerleri de bunu anladı. Ve bu kavga olayında bize anlattığından çok daha fazla politika dönüyor. Ortada sadece tek bir düşman yok."Bunu hızla söylemiştim, güneş hareket ettikçe panikle zamanın geçtiğini farkediyordum. Diego'ya ulaşmam gerekiyordu.
"Şaşırmadım," dedi Fred sükunetle. "Ve savaşmayacağım. Tek başıma keşif yapacağım, dünyayı göreceğim. Veya tek başıma yapacaktım ama sonra seninde gelmek isteyecegini düşündüm. Benimle güvende olursun. Kimse bizi takip edemez."
Bir an duraksadım.Şu anda güvenlik fikrini reddetmek zordu.
"Diego'yu bulmak zorundayım," dedim, başımı iki yana sallayarak.
Düşünceli bir şekilde başını salladı."Anlıyorum. Eğer ona kefil olmaya hazırsan, onu da getirebilirsin. Bazen kabalık oldukça fayda sağlıyor."
"Evet," diye hararetle payladım, dört cübbeli geldiğinde ağaçta Diego'yla yalnızken ne kadar savunmasız hissettiğimi hatırlamıştım.
Fred ses tonumu duyunca tek kaşını havaya kaldırdı.
"Riley en azından çok önemli birşey hakkında yalan söylüyor," diye açıkladım."Dikkatli ol. İnsanların bizden haberdar olmaması gerekiyor. Klanlar vampir olduklarını ortaya çıkardıklarında onları durduran bir grup korkunç polisler var. Onları gördüm ve emin ol, seni bulmalarını istemezsin. Gündüz vakti ortalarda görünme ve avlanırken dikkatli ol." Endişeyle güneye baktım."Acele etmem gerek."
Bildirimlerimi ciddiyetle düşünüyormuş gibiydi."Pekala.Eğer istersen sonradan bana yetiş. Anlattıklarının devamını dinlemek isterim. Seni bir günlüğüne Vancouver'da bekleyeceğim.O şehri biliyorsun değil mi ? Sana iz bırakayım..." bir an düşündü ve hafifçe güldü. "Riley Park'ta. İzimi sürüp beni bulabilirsin. Ama yirmi dört saat sonra ortadan kaybolacağım."
"Diego'yu alıp sana yetişeceğim."
"İyi şanslar,"Bree."
"Teşekkürler, Fred! Sana da iyi şanslar. görüşürüz!"
Çoktan koşmaya başlamıştım bile.
Arkamdan, "Umarım," dediğini duydum.
Diğerlerinin kokusunun peşinden fırladım. Şimdiye kadar hiç hızlı koşmadığım kadar koşuyordum. Şanslıydım, birşey için durmuşlardı. Riley'in azarlaması için olmalı diye tahmin ettim.Onlara düşündüğümden daha çabuk yetiştim. Ya da belki Riley Fred'i hatırlamıştı ve bizi aramak için durmuştu.Orduya yetiştiğimde hepsinin aynı hızla koştuğunu gördüm, dün geceki gibi disiplinlilerdi.Dikkat çekmeden grubun arasına katılmaya çalıştım ama Riley'in arkasındakileri incelemek için etrafa bakındığını fark ettim.Gözleri bana odaklandı ve sonra daha hızlı koşmaya başladı.Fred'in benimle olduğunu mu düşünmüştü? Halbuki Fred'i bir daha asla görmeyecekti.
Herşeyin değişmesi beş dakika sürdü.
Raoul kokuyu aldı. Vahşi bir hırıltıyla öne fırladı.Riley bizi öyle gaza getirmişti ki, patlamamız için ufacık bir kıvılcım yetmişti. Raoul'un yanındakilerde kokuyu almıştı ve herkes delirmişti.Riley'in bu insan üzerinde durması diğer talimatlarını gölgede bırakmıştı.Artık avcılara dönüşmüştük, bir ordu değildik. Ortada takım falan yoktu. Sadece kan için yarışıyorduk.
Riley'in hikayesinde birçok yalan olduğunu bilsem de, kokuya tamamen karşı koyamıyordum. sürünün arkasında koşarken, birden içimde onları geçme isteği duydum. Taze. Güçlü. İnsan yakın zamanlarda buralarda bulunmuştu ve kokusu çok tatlıydı. Dün gece içtiğim kandan sonra sağlıklıydım ama bunun önemi yoktu. Susamıştım. Boğazım yanıyordu.
Diğerlerinin peşinden koştum ve zihnimi açık tutmaya çalıştım. Yavaşlayıp diğerlerinin arkasında durmam çok zor olmuştu ama bunu başardım. Bana en yakın vampir Riley'di, oda mı geride duruyordu?
Talimat verip duruyordu, genelde hep aynı şeyleri tekrarlıyordu."Kriestie, yan tarafa git! İlerle! Bizden ayrıl! Kristie , Jen! Hadi!" İki taraflı tuzak planı mahvolmuştu.
Riley ana grubu hızlandırdı ve Sara'nın omzunu yakaladı. Riley onu sola doğru çevirirken Sara onu ısırmaya çalıştı."Yan tarafa git!" diye bağırdı Riley. Adını hiç bir zaman öğrenemediğim sarışın çocuğu yakaladı ve onu Sara'ya doğru itti, Sara'nın bundan mutlu olmadığı açıkca belli oluyordu. Kriestie avlanma isteğini stratejik bir şekilde hareket etmesi gerektiğini anlayacak kadar uzun bir süre boyunca kenata bırakmayı başarmıştı. Raoul'a dik bir bakış attı ve takımına bağırmaya başladı.
"Bu taraftan! Daha hızlı! Yandan geçip onları geçeceğiz ve kıza daha çabuk varacağız! Hadi!"
Riley Kriestie'ye "Ben Raoul'la mızrağın ön tarafındayım," diye bağırıp arkasını döndğ.
Ben ise duraklayıp öne doğru koşmaya devam ettim, 'mızrağın ön tarafında' falan olmak istemiyordum ama Kristie'nin takımı çoktan birbirine düşmüştü bile. Sara sarışın çocugun boynunu sıkıyordu. Kafasının kopmasının sesi kararımı vermeme yardımcı oldu. Riley'in ğeşinden fırlarken Sara'nın Örümcek Adam taklidi yapmayı seven çocuğu yakmak için durup durmayacagını merak ettim.
Riley'i görecek kadar yakınlaşmıştım ve Riley Raoul'un takımına ulaşana kadar onu uzaktan takip ettim. Kızın kokusu esas önemli olan şeylere odaklanmamı zorlaştırıyordu.
"Raoul!"diye bağırdı Riley.
Raoul homurdandı, arkasını dönmemişti bile. Tatlı kokudan dolayı kendini kaybetmişti.
"Benim Kristie'ye yardım etmem gerek!Seninle orada buluşuruz!Odaklanmaya devam et!"
Aniden durdum, kararsızlıkla donakalmıştım.
Raoul ilerlemeye devam etti, Riley'in kelimelerine hiç tepki vermemişti. Riley'in koşması yavaşladı ve sonra yürüyüşe dönüştü. Kaçmalıydım ama muhtelmelen saklandıgımı duyardı. Arkasını döndü, gülümsüyordu ama sonra beni gördü.
"Bree. Ben senin Kristie'yle oldugunu sanıyordum."
Cevap vermedim.
"Birinin yaralandıgını duydum. Kristie'nin bana Raoul'dan daha fazla ihtiyacı var,"diye çabucak acıkladı.
"Bizi..yalnız mı bırakıyorsun?"
Riley'in yüzü değişti. Değişen tatiklerini yüz hatlarından görebiliyordum. Gözleri büyümüş ve irden çok gerginleşmişti.
"Endişeliyim, Bree. Size yaratıcınızın geleceğini, bize yardım edeceğini söylemiştim ama kokusunu almadım.Yanlış birşeyler var. Onu bulmam gerek."
"Ama Raoul bal rengi gözlülere varmadan onu bulman imkansız," dedim.
"Neler oldugunu ögrenmem gerek." sesi gercekten caresiz geliyordu. "Ona ihtiyacım var. bunu tek başıma yapamam!"
"ama diğerleri...."
"Bree, gidip onu bulmalıyım! Hemen! Sayınız bal rengi gözlüleri yenecek kadar fazla.Ben de elimdemn geldiği kadar çabuk döneceğim.
Çok samimi konusuyordu. Duraksaım ve geldiğim yöne baktım. Fred Vancouver'a giden yolu yarılamış olmalıydı. Riley ise onu sormamıstı bile. Belki de Fred'in yetenegi hala etkiliyordu.
"Diego orada , Bree," ded, Riley aceleyle." İlk saldırıda da olacak. biraz önce kokusunu almadın mı? Kokusuna yeteri kadar yaklaşmadın mı acaba?"
Başımı iki yana salladım, kafam tamamen karışmıştı.Diego orada mı?"
"Şimdi Raoul'la beraber. Eğer acele edersen onu hayatta tutmaya yardımcı olabilirsin."
Uzun zaman boyunca birbirimize baktık, sonra Raoul'un izlediği yola, güneye baktım.
"Ferin," dedi Riley. éBen yartıcınızı bulacağım ve geri gelip etrafı temizlemenize yardım edeceğiz. Siz bu işi halledersiniz.! Hatta sen oraya vardığında kavga bitmiş bile olabilir."
İlk geldiğimiz yoolun dikine ilerlemeye başladı. Yolunu bu kadar iyi biliyormuş gibi göründüğünden öfkeyle dişlerimi gıcırdattım. Son ana kadar yalan söylemişti.
Ama bir seçimim varmış gibi hissetmiyordum.Yine bütün hızımla güneye doğru yola koyuldum. Diego'yu bulmam gerekiyordu. Eğer gerekirse onu kavgadan uzağa sürükleyecektim. Fred'e yetişirdik. Veya tek başımıza giderdik. Kaçmamız gerekiyordu. Diego'ya Riley'in yalan söylediğini anlatırdım. Riley'in başlattığı kavgada bize yardım etmek konusunda biyeti olmadıgını anlardı. Artık Riley'e sadık davranmanın hiçbir anlamı yoktu.
İnsanın kokusunu aldım, Sonra da Raoul'unkini. Diego'nunkini ise almamıştım. Çok mu hızlıydım? Yoksa insanın kokusu duyularımı tamamen ele mi geçirmişti? Zihnimin yarısı garip bir şekilde ters tepecek olan ava odaklanmıştı. Elbette kızı bulacaktık ama bulduğumuz zaman hep beraber savaşmaya hazır mıydık? Hayır, ona ulaşmak birbirimize saldıracaktık.
Sonra hırlamaları ve çığlıkları duyunca savaşın başladığını anladım, Diego'dan önce oraya varmayı başaramamıştım. Daha hızlı koşmaya başladım. Beşki onu hala kurtarabilirdim.
Rüzgarın taşıgığı dumanın kokusunu aldım -vampir-lerin yanışının tatlı, yoğun kokusunu.Karmaşanın sesi kokudan bile daha güçlüydü. Belki de savaş bitmişti. Klanımızı zaferlerini kutlarken, Diego'yuda benibeklerken mi bulacaktım?
Yoğun bir dumanın içinden fırladım ve kendimi geniş, çimenli bir alanda buldum.
bir kayanın üzerinden atlarken saniyesinde esasında onun kafasız bir ceset oldugunu fark ettim.
Gözlerim alanı taradı. Her tarafta vampir parçaları vardı ve ortada da güneşli gökyüzüne doğru mor dumanlar çıkaran büüyk bir ateş yanıyordu. Dalgalar halinde kabaran isin altında göz alıcı, parıldayan bedenlerin öne atıldıgını ve boğuştugunu görebiliyordum, bir yandan da sürekli olarak vampirlerin parçalandığını duyuyordum.
Sadece tek bir şeyi arıyordum: Diego'nun kıvırcık siyah saçlarını. Görebildiğim kimsenin saçı o kadar koyu değildi. bir vampirin koyu kahve saçları neredeyse siyaha çalıyordu ama o çok iriydi ve ona odaklandıktan sonra bir vampirin Kevin'ın başını koparmasını, ateşe atmasını ve başka birinin sırtına atlamasını izledim. Sırtına aldığı kişi Jen miydi? birinin de düz saçları siyahtı ama o da Diego olmayacak kadar ufaktı. O kadar hızlı hareket ediyorlardı ki, kız mmıydı yoksa erkek mi, anlayamamıstım.
Yine etrafı hızla inceledim, korkunc bir şekilde göze battığımı hissediyordum. Bampirlerin suratlarını inceledim. Ölenleri saysak bile burada yeteri kadar vampir yokru. Kriestie'nin grubundan kimseyi göremiyordum. Birçok vampir çoktan yanmış olmalıydı. Hala ayakta olan birçok vampir bana yabancıydı. Sarışın bir vampir benimle göz göze geldi ve gözleri günışığında altın bir pırıltıya büründü.
Kaybediyorduk.Hemde çok fena kaybediyorduk. Ağaçlara doğru ilerledim, hala Diego'yu aradığım için yeteri kadar hızlı ilerlemiyordum. En iyi dostum burada değildi. Burada olduguna dair hiçbir işaret yoktu. Kokusunun izi yoktu. Raoul'un takımının ve bir çok yabancının kokusunu almama rağmen onunkini alamamıştım. Kendimi zorlayıp yerdeki vampir parçalarına da baktımç Hiçbiri Dieoga'ya ait değildi. Parmağını bile görsem tanırdım.
Arkamı döndüm ve bu sefer gercekten agaclara dogru koştum. Diego'nun burada bulunmasının sadece Riley'in yeni bir yalanından ibaret oldugunu anlamıstım.
Ve Diego burada değilse, o zaman çoktan ölmüştü. Bu o kadar mantıklıydı ki ve bunu o kadar cabuk kabul etmiştim ki, bir süredir bu gercegi biliyor oldugum sonucuna vardım.Diego Riley'i o bodrum kapısından aşağı takip etmediğinden beri. O sırada çoktan ölmüştü.
Ağaçların arasından birkaç metre ilerlemiştim ki yakar top gibi bir güç bana arkadan çarptı ve beni yere düşürdü. Bir kol boynuma dolandı.
"Lütfen!" diye hıçkırdım. Aslında şunu kastetmiştim, lütfen beni çabuk öldür.
Kol duraksadı. İç güdülerim bana düşşmanı ısırmamı ve parçalara ayırmamı söylese de geri savaşmadım. Mantıklı tarafım bunun işe yaramayacagını biliyordu. Riley bu yaşlı, zayıf vampirler konusunda da yalan söylemişti ve aslında onlara karşı hiçbir şansımız olmamıştı. Ama zaten bu vampiri yenecek gücüm olsaydı bile , hareket etmeyi başaramazdım. Diego artık yoktu ve bu can yakıcı gerçek içimdeki savaşma isteğini öldürmüştü.
Birden bire havaya fırladım. Bir ağaca çarptım ve yere çakıldım. Kaçmaya çalışmalıydım ama Diego ölmüştü.Bundan kaçamazdım.
Açıklıkta gördüğüm sarışın vampir dikkatle bana bakıyordu, bedeni her an üzerime atlamaya hazırdı. Çok becerikli görünüyordu, Riley'den daha çok deneyimli oldugu belliydi. Ama bana doğru atılmıyordu. Raoul ve Kristie gibi kendini kaybetmemişti. Tamamen kontrollüydü.
"Lütfen," dedim yine, bu işin hemen bitmesini istiyordum. "Savaşmak istemiyorum."
Hala atlamaya hazır durmasına ragmen yüzü değişmişti. Bana tamamen anlayamadıgım bir şekilde bakıyordu. Bu yüzde çok fazla bilgi ve birşey daha vardı. Empati mi? En azından bana acıyordu, o belliydi.
"Ben de, çocuğum," dedi, sakin, nazik bir sesle. " Sadece kendimizi savunuyoruz."
Garip bal rengi gözlerinde o kadar fazla dürüstlük vardı ki, Riley'in hikayelerine nasıl inandıgımı merak ettim.Kendimi... suuçlu hissediyorum. Belki de bu klan hiçbir zaman Seattle'da bize saldırmayı planmamıştı. Bana söylenenlere nasıl güvenebilirdim ki?
"Bilmiyorduk," diye açıkladım, nedense utanmıştım. "riley yalan söyledi. Özür dilerim."
Bir an durup etrafı dinledi ve o zaman savaş alanının sessiz oldugunu farkettim. Kavga sona ermişti.
Kazanan kim olduguna dair herhangi bir şüphem olsaydı, bir saniye sonra yanımıza dalgalı kahve saçlı, bal rengi gözlü dişi bir vampir geldiğinde bu şüphem sona ererdi.
Şaşkın bir sesle, "Carlisle?" dedi, bana bakıyordu.
"Kavga etmek istemiyor," dedi sarışın vampir.
Kadın vampirin koluna dokundu. Sarışın vampir ise hala atlamaya hazır, gerilmiş bir şekilde duruyordu. "Çok korkmuş, carlisle. Onu bırakamaz..."
Sarışın vampir, Carlisle, ona baktı ve doğruldu ve hala temkinli davrandıgını görebiliyordum.
"Sana zarar vermek istemiyoruz." dedi kadın. Yumuşak ve rahatlatıcı bir sesi vardı. "Hiçbirinizle savaşmak istemiyorduk."
"Özür dilerim." diye fısıldadım yine.
Kafamdaki karışıklığı çözemiyordum. Diego ölmüştü ve asıl olay buydu, yıkıcı olay. Bunun dışında, savaş bitmişti, klanım mahvolmuştu ve düşmanlarım kazanmıştı.Ama ölü klanım benim yazmamı izleyecek vampirlerle doluydu ve düşmanlarım benimle nezaketle konuşuyordu. Dahası, bu iki yabancının yanında kendimi Raoul ve Kristie'nin yanında hiç hissetmediğim kadar güvende hissediyordum. Raoul ve Kristie öldüğü için rahatlamıştım. Bu çok kafa karıştırıcıydı.
"Çocuğum," dedi Carlisle, "bize teslm olur musun? Bize zarar vereyeceksen, biz de sana vermemeye söz veririz."
Ona inandım.
"Evet," diye fısıldadım. "Evet, teslim oluyorum. Kimseye zarar vermek istemiyorum."
Cesaretlendirmek için elini uzattı. "Gel, çocuğum. Ailemiz kendine gelsin, sonra sana birkaç soru soracağız. Eğer dürüstçe cevap verirsen korkman için bir sebeb kalmayacak."
Yavaşça doğruldum, tehdit edici gibi algılanacak hiçbir harekette bulunmamaya çalışıyordum.
Bir erkek sesi, "Carlisle?" diye seslendi.
Sonra yeni bir bal rengi gözlü vampir bize katıldı. Onu gördüğüm an bu yabancıların yanında hissettiğim bütün güvence kayboldu.
O da ilki gibi sarışındı ama daha uzun ve inceydi. Teni tamamen yaralarla kaplıydı, en çokta yüzünde izler vardı. Kolundaki bir kaç yara tazeydi ama diğerleri bugunku savastan değildi. Hayal edebildiğimizden bile daha fazla kavga etmiş olmalıydı ve bütün bu kavgalrı kazanmıştı. Sarımsı kahverengi gözleri parladı, duruşunda kızgın bir aslanın saldırmadan önceki vahşetini çağrıştıran birşeyler vardı.
Beni gördüğü an üzerine atlamaya hazırlandı.
"Jasper!" diye uyardı Carlisle.
Jasper irkilip durdu ve büyümüş gözlerle Carlisle'a baktı. "Ne oluyor"?
"Bu vampir savaşmak istemiyor. Teslim oldu."
Yaralı vampirin kaşları çatıldı.
"Carlisle, ben.." Duraksadı, sonra devam etti."Üzgünüm ama bu mümkün değil. Volturi geldiğinde bu yeni vampirlerin bizimle alakası oldugunu düşünmemek. Bunun bizi nasıl bir tehlikeye düşüreceginin farkında mısın?"
Tam olarak ne dediğini anlamamıştım ama yeteri kadar algılayabilmiştim. Beni öldürmek istiyordu.
"Jasper, o daha çocuk," diye itiraz etti kadın." Onu soğukkanlılıkla öldüremeyiz!"
Kadının ikimizde insanmışız gibi, cinayet kötü birşeymiş gibi konuşmasını duymak garipti. Sanki cinayet kaçınılabilir bir şeymiş gibi.
"Burada söz konusu olan ailemiz, Esme. Bu kuralı çiğnediğimizi düşünmelerine izin vermeyiz."
Kadın, Esme, benimle, beni öldürmeye çalışan vampirlerin arasına girdi. Anlaşılmaz bir şekilde sırtını bana dönmüştü.
"Hayır. Bunu kabul edemem."
Carlisle bana endişeli bir bakış attı. Bu kadını çok sevdiğini görebiliyordum. Bende Diego'nun arkasında duran herhangi birine böyle bakardım. Hissettiğim kadar yumuşak başlı görünmeye çalıştım.
"Jasper, bu riski gööze almak zorundayız," dedi Carlisle yavaşça. " Biz volturi değiliz. Onların kurallarına uyuyoruz ama kolay kolay öldüremeyiz. Onlara bunu açıklayabiliriz."
"Savunma için bizim de yeni vampirler yarattığımızı düşünebilirler."
"Ama yaratmadık. Ve yaratmış olsak bile, burada öyle bir kısıtlama yok, sadece Seattle'da var. Oları kontrol ettiğimiz sürece vampir yaratmamızı engelleyen bir yasa yok."
"Bu çok tehlikeli."
Carlisle yavaşça Jasper'in omzuna dokundu." Jasper. Bu çocuğu öldüremeyiz."
Jasper nazik gözlü adama dik dik bakınca birdenbire öfkelendim. herhalde bu iyi vampirle, sevdiği kadına zarar vermezdi. Sonra Jasper derin bir iç çekti ve herşeyin yoluna girdiğini anladım. Öfkem de kayboldu.
"Bundan hoşlanmadım," dedi, ama sesi daha sakindi.''En azından kız benim sorumluluğumda olsun.Siz ikiniz uzun süredir vahşi bir şekilde dolaşan biriyle nasıl baş edileceğini bilmiyorsunuz.''
"Riley, geceyi bekleyemez mi.." diye başladı Kriestie.
"Sadece izleyin." diye konuşmasını böldü Riley, hala yavaş yavaş merdivenleri tırmanıyordı." Bu bize büyük bir avantaj sağlayacak. Bal rengi gözlüler bugünün bu özelliğinin farkındalar ama bugünü bizim bildiğimizi bilmiyorlar."Konuşurken kapıyı açtı ve bodrumdan mutfağa çıktı.Pencereleri örtülü mutfakta hiç ışık yoktu ama yine de herkes açık kapıdan uzak durdu. Benim dışımda herkes.Riley konuşmaya devam ediyordu, ön kapıya yaklaşmıştı." Bu istisnayı kabul etmek birçok genç vampirin uzun zamanını aıyor ve bu gayet doğal. Günışığı konusunda dikkatli davranmayanlar uzun süre yaşayamıyor."
Fred'in gözlerinin bende oldugunu hissettim. Ona baktım. Bana panik içinde bakıyordu, sanki kaçmak istemesine rağmen gidecek yeri yokmus gibi.
"sorun değil." diye fısıldadım sessizce." Güneş bize zarar vermeyecek."
""Ona güveniyor musun?" dedi dudaklarını sessizce oynatarak.
Kesinlikle hayır.
Fred tek kaşını kaldırdı ve az da olsa rahatlamış görünüyordu.
Arkamıza baktım. Riley biraz önce neye bakmıştı?Bodrumda hiçbir şey değişmemişti.Arkamda birkaç ölü insanın aile fotoğrafı, ufak bir ayna ve bir guguklu saat vardı.Hımm..Satte mi bakmıştı?Belki de yaratıcımız ona belli bir saat vermişti.
"Pekala çocuklar, çıkıyorum," dedi riley."Bugün korkmanıza gerek yok söz."
Işık açık kapıdan bodruma girdi ve Riley'in teninden yansıyıp çoğaldı. Parlak yansımaların duvarlarda dans ettiğini görebiliyordum.
Klanım korkup hırlayarak Fred'in çaprazındaki köşeye çekildi. Kristie en arkadaydı.Çetesini kalkan olarak kullanmaya çalışıyormuş gibiydi.
"Rahatlayın," dedi Riley."Tamamen güvendeyim.Acımıyor da, yanmıyorum da.Gelin bakın. Hadi!"
Kimse kapıya yanaşmadı.Fred yanımda, duvarın dibine çökmüştü, panikle ışığa bakıyordu.Dikkatini cekmek için hafifçe salladım. Bana baktı ve tamamen sakin oldugumu gördü.Yavaşça doğrulup bana yaklaştı.Cesaret verircesine gülümsedim.
Herkes yanmanın başlamasını bekliyordu. Ben de Diego'ya bu kadar komik görünmüş müydüm acaba?
"Biliyor musunuz ," dedi, Riley yukarıdan. " İçinizde en cesur kim merak ediyorum. Kapıdan geçen ilk vampirin kim olacagını tahmin edebiliyorum, gerçi daha öncede yanıldığım oldu."
Gözlerimi devirdim. Gerçekten de hiç belli etmedin, Riley.
ama tabi iki işe yaramıştı. Raoul neredeyse Riley'in bunu söylemesinin hemen ardından merdivenlere davrandı. İlk defa Kriestie Riley'in onayı için onunla yarışmaya hevesli görünmüyordu. Raoul, Kevin'a doğru parmagını şıklattı ve Örümcek Adam hayranıyla beraber isteksizce onu takip etmeye başladılar.
"Beni duyabiliorsunuz. Yanmadığımı biliyorsunuz.Bebek gibi davranmayın!Siz vampirsiniz. Ona göre davranın."
Yine de, Raoul ve arkadaşları merdivenleri geçememişlerdi. Başka kimse kıpırdamadı. Birkaç dakika sonra Riley geri döndü. Ön kapıdan gelen ışıkla eşikte hafifçe parıldıyordu.
"Bana bakın, iyiyim. Gerçekten Sizin adınıza utanıyorum. Hadi Raoul!"
Sonunda Riley'in Kevin'ı çekiştirmesi gerekti. Raoul Riley'in ne düşünüğünü anlar anlamaz aradan çekilmişti.Daha sonra vampiri zorla yukarı kadar götürdü. Güneşe çıktıkları anı ışık yansımaları nedeniyle her yer parlaklaşmıştı.
"Söyle onlara Kevin," diye emretti Riley.
"İyiyim, Raoul!" diye seslendi Kevin. "Vay canına. Parlıyorum..Bu çılgınlık!" Güldü.
"Aferin Kevin,"dedi yüksek sesle Riley.
Bu Raoul'u ikna etmeye yetti. Dişlerini gıcırdattı ve yukarı ilerledi. Hızla ilerlemiyordu ama kısa bir süre sonra Kevin'ın yanında parlayıp gülmye başladı.
O andan sonra bile bu süreç düşündüğümden daha uzun sürdü. Herkes birer birer çıkyordu. Riley sabırsızlanıyor, artık cesaretlendirmek yerine tehditler savuruyordu.
Fred bana, Bunu biliyor muydun? dercesine bir bakış attı.
Dudaklarımı oynatarak sessizce, Evet, dedim.
Başını sallayıp yukarı çıktı. Çoğunlugunu Kriestie'nin çetesinin olusturdugu on kişi, hala duvara yaslanmış bir şekilde duruyordu.Ben ise Fred'le beraber gittim. Ortada çıkmak en iyisiydi. Ön bahçedeki parlak, disko topu vampirleri görebiliyorduk, mest olmuş ifadelerle ellerine ve birbirlerinin yüzlerine bakıyorlardı. Fred yavaşlamadan ışığa doğru yürüdü. bence bu herşeye ragmen oldukca cesur bir hareketti. Kriestie ise Riley'in beynimizi nasıl yıkadığının daha bir örneğiydi. Önündeki kanıtlara rağmen bildiği şeye tutunuyordu.
Fred'le diğerlerinden biraz uzakta durduk.Dikkatle kendini inceledi, sonra da bana baktı ve diğerlerine döndü.Fred'in sessiz olmasına ragmen .ok iyi bir gözlemci olduğunu ve kanıt ararken neredeyse bilimsel bir tavır takındığını fark ettim. Bunca zamandır Riley'in cümlelerini ve hareketlerini incelemişti. Acaba ne kadarını anlayabilmişti.
Riley Kriestie'yi yukarı zorla çıkarmak zorunda kaldı ve Kriestie'nin çeteside onlarla beraber geldi. Sonunda hepimiz güneşteydik, bir çok kişi bu kadar güzel olmalarının keyfini çıkarıyordu. iley herkesi son bir egzersiz için topladı, sanırım bunu sırf tekrar dikkatlerini çekmek için yapmıştı. Vampirlerin bunu anlaması bir dakika sürdü ama herkes artık savaşa gideceklerini kavramıştı.Daha sessiz ve daha vahşi bir hale büründüler.Birçoğu için gercek bir kavga fikrinin -başka varmpirleri parçalamalarına ve yakmalarına izin verilmesinin öteside buna cesaretlendirilmenin -avlanma kadar heyecan verirci oldugunu görebiliyordum. Bu Raoul, Jen ve Sara gibi kişilere çok cazip geliyordu.
Riley son birkaç gündür kafalarına sokmaya çalıştığı stratejiye odaklanmıştı. Bal rengi gözlülerin kokusunu aldıktan sonra, ikiye ayrılıp onları kuşatacaktık. Kriestie yandan saldırırken Raoul karşılarından atağa geçecekti. Bu plan ikisinin de stiline uyuyordu ama avlanmanın heyecanıyla bu stratejiye uyabileceklerinden emin değildim.
Riley bir saatlik egzersizden sonra herkesi etrafına toplayınca Fred birdenbire ters tarafa, kuzeye doğru yürümeye başladı, diğer herkes ise güneye bakıyordu. Bende Fred'i takip ettim ama ne yaptığı konusunda hiçbir fikrim yoktu.Fred yüz metre ötede, ormanın kenarındaki ladin ağaçlarının gölgesine varınca durdu. Kimse uzaklaştığımızı görmemişti. Fred ise uzaklaşıp uzaklaşmadığımızı fark edip etmeyeceğini görmek için Riley'e bakıyordu.
Riley konuşmaya başladı. "Şimdi gidecegiz. Güçlü ve hızlısınız. Ve susadınız değil mi ? Boğazınızdaki ateşi hissedebiliyorsunuz. Artık tatlı zamanı."
Haklıydı. O kadar kan içmeme rağmen susuzluğun dönüşü gecikmemişti. Hatta, emin değilim ama, normalden daha hızlı ve daha kuvvetli dönmüş olduğunu düşünüyordum. Belki de fazla beslenmek bazı açılardan ters tepiyordu.
"Bal rengi gözlüler güneyden yavaş yavaş geliyorlar, bir yandan da güçlenmek için besleniyorlar," dedi Riley."Yaratıcınız onları izliyordu, o yüzden onları nerede bulacağımı biliyorum. Yaratıcınız orada Diego'yla beraber bizle buluşacak." Biraz önce durduğum yere manalı bir bakış attı ve sonra kaşlarını çattı. "Onlara bir tsunami gibi saldıracağız. Onları kolaylıkla alt edeceğiz ve sonra kutlama yapacağız." Gülümsedi. "Bazılarınız ise kutlamaya erken başladı. Raoul, ver o torbayı." Riley otoriter bir şekilde elini uzattı. Raoul isteksizce içinde bluz olan torbayı ona fırlattı. anlaşılan Raoul kızın kokusunu elinde tutarak tatlının ona ait olduğunu göstermeye calışıyordu.
"Tekrar koklayın, hadi, odaklanalım!"
Kıza mı odaklanacaktık? Yoksa savaşa mı ?
Bu sefer Riley bluzu kendi dolaştırdı, sanki herkesin susadığından emin olmak istiyordu. Ve verilen tepkilerden, bütün vampirlerin boğazındaki yanmanın geri geldiğini görebiliyordum. Bluzun kokusu kaşlarını çatıp hırlamalarına sebeb oldu.Riley'in bize bu kokuyu tekrar göstermesine hiç gerek yoktu çünkü zaten hiçbirşeyi unutmazdık. Demek ki bu sadece bir testti. Ağzım kızın kokusunu düşününce bile zehirle dolmuştu.
"Savaşıyor muyuz?" diye bağırdı Riley.
Herkes onu onaylayarak bağırdı.
"Hadi onları mahvedelim"
Yine bir barakudaya dönüşmüştük ama bu sefer karadaydık.
Fred kıpırdamadı, o yüzden bende onunla kaldım ihtiyacım olan zamanı harcağımı biliyordum.Eğer Diego'ya ulaşamayıp onu kavga başlamadan uzaklaştıracaksam, saldırı grubunun önünde olmam gerekiyordu. Orduya endişeyle baktım. Hala birçoğundan daha gençtim yani daha hızlıydım.
"Riley yirmi dakika boyunca beni düşünemeyecek." dedi Fred, sesi rahat ve tanıdık geliyordu, sanki daha önce milyonlarca kez konuşmusuz gibi. "Bir süredir zamanı ölçüyordum. Uzakta bile olsa, beni hatırlamaya çalışınca midesi bulanacak."
"Gerçekten mi ? Bu çok etkileyici."
Fred gülümsedi. "bir süredir çalışıyordum, etkileri ölçüyordum. Artık kendimi tamamen görünmez hale gelebiliyordum. Eğer istemezsem kimse bana bakamıyor."
"Farkettim," dedim ve durdum, "git miyor musun?" diye sordum.
Fred başını iki yana salladı. "Tabii ki hayır. Bilmemiz gereken şeylerin söylenmediği gayet açık. Riley'in piyonu olmayacağım."
Demek ki Fred her şeyi kendi kendine anlamıştı.
"Daha önce gidecektim, gitmeden önce seninle konuşmak istedim ama şimdiye kadar hiç şansım olmadı."
"Ben de seninle konuşmak istiyordum,"dedim. "Riley'in güneş hakkında yalan söylediğini bilmen gerektiğini düşündüm. O dört gün olayı tamamen yalan. Sanırım Shelly, Steve ve diğerleri de bunu anladı. Ve bu kavga olayında bize anlattığından çok daha fazla politika dönüyor. Ortada sadece tek bir düşman yok."Bunu hızla söylemiştim, güneş hareket ettikçe panikle zamanın geçtiğini farkediyordum. Diego'ya ulaşmam gerekiyordu.
"Şaşırmadım," dedi Fred sükunetle. "Ve savaşmayacağım. Tek başıma keşif yapacağım, dünyayı göreceğim. Veya tek başıma yapacaktım ama sonra seninde gelmek isteyecegini düşündüm. Benimle güvende olursun. Kimse bizi takip edemez."
Bir an duraksadım.Şu anda güvenlik fikrini reddetmek zordu.
"Diego'yu bulmak zorundayım," dedim, başımı iki yana sallayarak.
Düşünceli bir şekilde başını salladı."Anlıyorum. Eğer ona kefil olmaya hazırsan, onu da getirebilirsin. Bazen kabalık oldukça fayda sağlıyor."
"Evet," diye hararetle payladım, dört cübbeli geldiğinde ağaçta Diego'yla yalnızken ne kadar savunmasız hissettiğimi hatırlamıştım.
Fred ses tonumu duyunca tek kaşını havaya kaldırdı.
"Riley en azından çok önemli birşey hakkında yalan söylüyor," diye açıkladım."Dikkatli ol. İnsanların bizden haberdar olmaması gerekiyor. Klanlar vampir olduklarını ortaya çıkardıklarında onları durduran bir grup korkunç polisler var. Onları gördüm ve emin ol, seni bulmalarını istemezsin. Gündüz vakti ortalarda görünme ve avlanırken dikkatli ol." Endişeyle güneye baktım."Acele etmem gerek."
Bildirimlerimi ciddiyetle düşünüyormuş gibiydi."Pekala.Eğer istersen sonradan bana yetiş. Anlattıklarının devamını dinlemek isterim. Seni bir günlüğüne Vancouver'da bekleyeceğim.O şehri biliyorsun değil mi ? Sana iz bırakayım..." bir an düşündü ve hafifçe güldü. "Riley Park'ta. İzimi sürüp beni bulabilirsin. Ama yirmi dört saat sonra ortadan kaybolacağım."
"Diego'yu alıp sana yetişeceğim."
"İyi şanslar,"Bree."
"Teşekkürler, Fred! Sana da iyi şanslar. görüşürüz!"
Çoktan koşmaya başlamıştım bile.
Arkamdan, "Umarım," dediğini duydum.
Diğerlerinin kokusunun peşinden fırladım. Şimdiye kadar hiç hızlı koşmadığım kadar koşuyordum. Şanslıydım, birşey için durmuşlardı. Riley'in azarlaması için olmalı diye tahmin ettim.Onlara düşündüğümden daha çabuk yetiştim. Ya da belki Riley Fred'i hatırlamıştı ve bizi aramak için durmuştu.Orduya yetiştiğimde hepsinin aynı hızla koştuğunu gördüm, dün geceki gibi disiplinlilerdi.Dikkat çekmeden grubun arasına katılmaya çalıştım ama Riley'in arkasındakileri incelemek için etrafa bakındığını fark ettim.Gözleri bana odaklandı ve sonra daha hızlı koşmaya başladı.Fred'in benimle olduğunu mu düşünmüştü? Halbuki Fred'i bir daha asla görmeyecekti.
Herşeyin değişmesi beş dakika sürdü.
Raoul kokuyu aldı. Vahşi bir hırıltıyla öne fırladı.Riley bizi öyle gaza getirmişti ki, patlamamız için ufacık bir kıvılcım yetmişti. Raoul'un yanındakilerde kokuyu almıştı ve herkes delirmişti.Riley'in bu insan üzerinde durması diğer talimatlarını gölgede bırakmıştı.Artık avcılara dönüşmüştük, bir ordu değildik. Ortada takım falan yoktu. Sadece kan için yarışıyorduk.
Riley'in hikayesinde birçok yalan olduğunu bilsem de, kokuya tamamen karşı koyamıyordum. sürünün arkasında koşarken, birden içimde onları geçme isteği duydum. Taze. Güçlü. İnsan yakın zamanlarda buralarda bulunmuştu ve kokusu çok tatlıydı. Dün gece içtiğim kandan sonra sağlıklıydım ama bunun önemi yoktu. Susamıştım. Boğazım yanıyordu.
Diğerlerinin peşinden koştum ve zihnimi açık tutmaya çalıştım. Yavaşlayıp diğerlerinin arkasında durmam çok zor olmuştu ama bunu başardım. Bana en yakın vampir Riley'di, oda mı geride duruyordu?
Talimat verip duruyordu, genelde hep aynı şeyleri tekrarlıyordu."Kriestie, yan tarafa git! İlerle! Bizden ayrıl! Kristie , Jen! Hadi!" İki taraflı tuzak planı mahvolmuştu.
Riley ana grubu hızlandırdı ve Sara'nın omzunu yakaladı. Riley onu sola doğru çevirirken Sara onu ısırmaya çalıştı."Yan tarafa git!" diye bağırdı Riley. Adını hiç bir zaman öğrenemediğim sarışın çocuğu yakaladı ve onu Sara'ya doğru itti, Sara'nın bundan mutlu olmadığı açıkca belli oluyordu. Kriestie avlanma isteğini stratejik bir şekilde hareket etmesi gerektiğini anlayacak kadar uzun bir süre boyunca kenata bırakmayı başarmıştı. Raoul'a dik bir bakış attı ve takımına bağırmaya başladı.
"Bu taraftan! Daha hızlı! Yandan geçip onları geçeceğiz ve kıza daha çabuk varacağız! Hadi!"
Riley Kriestie'ye "Ben Raoul'la mızrağın ön tarafındayım," diye bağırıp arkasını döndğ.
Ben ise duraklayıp öne doğru koşmaya devam ettim, 'mızrağın ön tarafında' falan olmak istemiyordum ama Kristie'nin takımı çoktan birbirine düşmüştü bile. Sara sarışın çocugun boynunu sıkıyordu. Kafasının kopmasının sesi kararımı vermeme yardımcı oldu. Riley'in ğeşinden fırlarken Sara'nın Örümcek Adam taklidi yapmayı seven çocuğu yakmak için durup durmayacagını merak ettim.
Riley'i görecek kadar yakınlaşmıştım ve Riley Raoul'un takımına ulaşana kadar onu uzaktan takip ettim. Kızın kokusu esas önemli olan şeylere odaklanmamı zorlaştırıyordu.
"Raoul!"diye bağırdı Riley.
Raoul homurdandı, arkasını dönmemişti bile. Tatlı kokudan dolayı kendini kaybetmişti.
"Benim Kristie'ye yardım etmem gerek!Seninle orada buluşuruz!Odaklanmaya devam et!"
Aniden durdum, kararsızlıkla donakalmıştım.
Raoul ilerlemeye devam etti, Riley'in kelimelerine hiç tepki vermemişti. Riley'in koşması yavaşladı ve sonra yürüyüşe dönüştü. Kaçmalıydım ama muhtelmelen saklandıgımı duyardı. Arkasını döndü, gülümsüyordu ama sonra beni gördü.
"Bree. Ben senin Kristie'yle oldugunu sanıyordum."
Cevap vermedim.
"Birinin yaralandıgını duydum. Kristie'nin bana Raoul'dan daha fazla ihtiyacı var,"diye çabucak acıkladı.
"Bizi..yalnız mı bırakıyorsun?"
Riley'in yüzü değişti. Değişen tatiklerini yüz hatlarından görebiliyordum. Gözleri büyümüş ve irden çok gerginleşmişti.
"Endişeliyim, Bree. Size yaratıcınızın geleceğini, bize yardım edeceğini söylemiştim ama kokusunu almadım.Yanlış birşeyler var. Onu bulmam gerek."
"Ama Raoul bal rengi gözlülere varmadan onu bulman imkansız," dedim.
"Neler oldugunu ögrenmem gerek." sesi gercekten caresiz geliyordu. "Ona ihtiyacım var. bunu tek başıma yapamam!"
"ama diğerleri...."
"Bree, gidip onu bulmalıyım! Hemen! Sayınız bal rengi gözlüleri yenecek kadar fazla.Ben de elimdemn geldiği kadar çabuk döneceğim.
Çok samimi konusuyordu. Duraksaım ve geldiğim yöne baktım. Fred Vancouver'a giden yolu yarılamış olmalıydı. Riley ise onu sormamıstı bile. Belki de Fred'in yetenegi hala etkiliyordu.
"Diego orada , Bree," ded, Riley aceleyle." İlk saldırıda da olacak. biraz önce kokusunu almadın mı? Kokusuna yeteri kadar yaklaşmadın mı acaba?"
Başımı iki yana salladım, kafam tamamen karışmıştı.Diego orada mı?"
"Şimdi Raoul'la beraber. Eğer acele edersen onu hayatta tutmaya yardımcı olabilirsin."
Uzun zaman boyunca birbirimize baktık, sonra Raoul'un izlediği yola, güneye baktım.
"Ferin," dedi Riley. éBen yartıcınızı bulacağım ve geri gelip etrafı temizlemenize yardım edeceğiz. Siz bu işi halledersiniz.! Hatta sen oraya vardığında kavga bitmiş bile olabilir."
İlk geldiğimiz yoolun dikine ilerlemeye başladı. Yolunu bu kadar iyi biliyormuş gibi göründüğünden öfkeyle dişlerimi gıcırdattım. Son ana kadar yalan söylemişti.
Ama bir seçimim varmış gibi hissetmiyordum.Yine bütün hızımla güneye doğru yola koyuldum. Diego'yu bulmam gerekiyordu. Eğer gerekirse onu kavgadan uzağa sürükleyecektim. Fred'e yetişirdik. Veya tek başımıza giderdik. Kaçmamız gerekiyordu. Diego'ya Riley'in yalan söylediğini anlatırdım. Riley'in başlattığı kavgada bize yardım etmek konusunda biyeti olmadıgını anlardı. Artık Riley'e sadık davranmanın hiçbir anlamı yoktu.
İnsanın kokusunu aldım, Sonra da Raoul'unkini. Diego'nunkini ise almamıştım. Çok mu hızlıydım? Yoksa insanın kokusu duyularımı tamamen ele mi geçirmişti? Zihnimin yarısı garip bir şekilde ters tepecek olan ava odaklanmıştı. Elbette kızı bulacaktık ama bulduğumuz zaman hep beraber savaşmaya hazır mıydık? Hayır, ona ulaşmak birbirimize saldıracaktık.
Sonra hırlamaları ve çığlıkları duyunca savaşın başladığını anladım, Diego'dan önce oraya varmayı başaramamıştım. Daha hızlı koşmaya başladım. Beşki onu hala kurtarabilirdim.
Rüzgarın taşıgığı dumanın kokusunu aldım -vampir-lerin yanışının tatlı, yoğun kokusunu.Karmaşanın sesi kokudan bile daha güçlüydü. Belki de savaş bitmişti. Klanımızı zaferlerini kutlarken, Diego'yuda benibeklerken mi bulacaktım?
Yoğun bir dumanın içinden fırladım ve kendimi geniş, çimenli bir alanda buldum.
bir kayanın üzerinden atlarken saniyesinde esasında onun kafasız bir ceset oldugunu fark ettim.
Gözlerim alanı taradı. Her tarafta vampir parçaları vardı ve ortada da güneşli gökyüzüne doğru mor dumanlar çıkaran büüyk bir ateş yanıyordu. Dalgalar halinde kabaran isin altında göz alıcı, parıldayan bedenlerin öne atıldıgını ve boğuştugunu görebiliyordum, bir yandan da sürekli olarak vampirlerin parçalandığını duyuyordum.
Sadece tek bir şeyi arıyordum: Diego'nun kıvırcık siyah saçlarını. Görebildiğim kimsenin saçı o kadar koyu değildi. bir vampirin koyu kahve saçları neredeyse siyaha çalıyordu ama o çok iriydi ve ona odaklandıktan sonra bir vampirin Kevin'ın başını koparmasını, ateşe atmasını ve başka birinin sırtına atlamasını izledim. Sırtına aldığı kişi Jen miydi? birinin de düz saçları siyahtı ama o da Diego olmayacak kadar ufaktı. O kadar hızlı hareket ediyorlardı ki, kız mmıydı yoksa erkek mi, anlayamamıstım.
Yine etrafı hızla inceledim, korkunc bir şekilde göze battığımı hissediyordum. Bampirlerin suratlarını inceledim. Ölenleri saysak bile burada yeteri kadar vampir yokru. Kriestie'nin grubundan kimseyi göremiyordum. Birçok vampir çoktan yanmış olmalıydı. Hala ayakta olan birçok vampir bana yabancıydı. Sarışın bir vampir benimle göz göze geldi ve gözleri günışığında altın bir pırıltıya büründü.
Kaybediyorduk.Hemde çok fena kaybediyorduk. Ağaçlara doğru ilerledim, hala Diego'yu aradığım için yeteri kadar hızlı ilerlemiyordum. En iyi dostum burada değildi. Burada olduguna dair hiçbir işaret yoktu. Kokusunun izi yoktu. Raoul'un takımının ve bir çok yabancının kokusunu almama rağmen onunkini alamamıştım. Kendimi zorlayıp yerdeki vampir parçalarına da baktımç Hiçbiri Dieoga'ya ait değildi. Parmağını bile görsem tanırdım.
Arkamı döndüm ve bu sefer gercekten agaclara dogru koştum. Diego'nun burada bulunmasının sadece Riley'in yeni bir yalanından ibaret oldugunu anlamıstım.
Ve Diego burada değilse, o zaman çoktan ölmüştü. Bu o kadar mantıklıydı ki ve bunu o kadar cabuk kabul etmiştim ki, bir süredir bu gercegi biliyor oldugum sonucuna vardım.Diego Riley'i o bodrum kapısından aşağı takip etmediğinden beri. O sırada çoktan ölmüştü.
Ağaçların arasından birkaç metre ilerlemiştim ki yakar top gibi bir güç bana arkadan çarptı ve beni yere düşürdü. Bir kol boynuma dolandı.
"Lütfen!" diye hıçkırdım. Aslında şunu kastetmiştim, lütfen beni çabuk öldür.
Kol duraksadı. İç güdülerim bana düşşmanı ısırmamı ve parçalara ayırmamı söylese de geri savaşmadım. Mantıklı tarafım bunun işe yaramayacagını biliyordu. Riley bu yaşlı, zayıf vampirler konusunda da yalan söylemişti ve aslında onlara karşı hiçbir şansımız olmamıştı. Ama zaten bu vampiri yenecek gücüm olsaydı bile , hareket etmeyi başaramazdım. Diego artık yoktu ve bu can yakıcı gerçek içimdeki savaşma isteğini öldürmüştü.
Birden bire havaya fırladım. Bir ağaca çarptım ve yere çakıldım. Kaçmaya çalışmalıydım ama Diego ölmüştü.Bundan kaçamazdım.
Açıklıkta gördüğüm sarışın vampir dikkatle bana bakıyordu, bedeni her an üzerime atlamaya hazırdı. Çok becerikli görünüyordu, Riley'den daha çok deneyimli oldugu belliydi. Ama bana doğru atılmıyordu. Raoul ve Kristie gibi kendini kaybetmemişti. Tamamen kontrollüydü.
"Lütfen," dedim yine, bu işin hemen bitmesini istiyordum. "Savaşmak istemiyorum."
Hala atlamaya hazır durmasına ragmen yüzü değişmişti. Bana tamamen anlayamadıgım bir şekilde bakıyordu. Bu yüzde çok fazla bilgi ve birşey daha vardı. Empati mi? En azından bana acıyordu, o belliydi.
"Ben de, çocuğum," dedi, sakin, nazik bir sesle. " Sadece kendimizi savunuyoruz."
Garip bal rengi gözlerinde o kadar fazla dürüstlük vardı ki, Riley'in hikayelerine nasıl inandıgımı merak ettim.Kendimi... suuçlu hissediyorum. Belki de bu klan hiçbir zaman Seattle'da bize saldırmayı planmamıştı. Bana söylenenlere nasıl güvenebilirdim ki?
"Bilmiyorduk," diye açıkladım, nedense utanmıştım. "riley yalan söyledi. Özür dilerim."
Bir an durup etrafı dinledi ve o zaman savaş alanının sessiz oldugunu farkettim. Kavga sona ermişti.
Kazanan kim olduguna dair herhangi bir şüphem olsaydı, bir saniye sonra yanımıza dalgalı kahve saçlı, bal rengi gözlü dişi bir vampir geldiğinde bu şüphem sona ererdi.
Şaşkın bir sesle, "Carlisle?" dedi, bana bakıyordu.
"Kavga etmek istemiyor," dedi sarışın vampir.
Kadın vampirin koluna dokundu. Sarışın vampir ise hala atlamaya hazır, gerilmiş bir şekilde duruyordu. "Çok korkmuş, carlisle. Onu bırakamaz..."
Sarışın vampir, Carlisle, ona baktı ve doğruldu ve hala temkinli davrandıgını görebiliyordum.
"Sana zarar vermek istemiyoruz." dedi kadın. Yumuşak ve rahatlatıcı bir sesi vardı. "Hiçbirinizle savaşmak istemiyorduk."
"Özür dilerim." diye fısıldadım yine.
Kafamdaki karışıklığı çözemiyordum. Diego ölmüştü ve asıl olay buydu, yıkıcı olay. Bunun dışında, savaş bitmişti, klanım mahvolmuştu ve düşmanlarım kazanmıştı.Ama ölü klanım benim yazmamı izleyecek vampirlerle doluydu ve düşmanlarım benimle nezaketle konuşuyordu. Dahası, bu iki yabancının yanında kendimi Raoul ve Kristie'nin yanında hiç hissetmediğim kadar güvende hissediyordum. Raoul ve Kristie öldüğü için rahatlamıştım. Bu çok kafa karıştırıcıydı.
"Çocuğum," dedi Carlisle, "bize teslm olur musun? Bize zarar vereyeceksen, biz de sana vermemeye söz veririz."
Ona inandım.
"Evet," diye fısıldadım. "Evet, teslim oluyorum. Kimseye zarar vermek istemiyorum."
Cesaretlendirmek için elini uzattı. "Gel, çocuğum. Ailemiz kendine gelsin, sonra sana birkaç soru soracağız. Eğer dürüstçe cevap verirsen korkman için bir sebeb kalmayacak."
Yavaşça doğruldum, tehdit edici gibi algılanacak hiçbir harekette bulunmamaya çalışıyordum.
Bir erkek sesi, "Carlisle?" diye seslendi.
Sonra yeni bir bal rengi gözlü vampir bize katıldı. Onu gördüğüm an bu yabancıların yanında hissettiğim bütün güvence kayboldu.
O da ilki gibi sarışındı ama daha uzun ve inceydi. Teni tamamen yaralarla kaplıydı, en çokta yüzünde izler vardı. Kolundaki bir kaç yara tazeydi ama diğerleri bugunku savastan değildi. Hayal edebildiğimizden bile daha fazla kavga etmiş olmalıydı ve bütün bu kavgalrı kazanmıştı. Sarımsı kahverengi gözleri parladı, duruşunda kızgın bir aslanın saldırmadan önceki vahşetini çağrıştıran birşeyler vardı.
Beni gördüğü an üzerine atlamaya hazırlandı.
"Jasper!" diye uyardı Carlisle.
Jasper irkilip durdu ve büyümüş gözlerle Carlisle'a baktı. "Ne oluyor"?
"Bu vampir savaşmak istemiyor. Teslim oldu."
Yaralı vampirin kaşları çatıldı.
"Carlisle, ben.." Duraksadı, sonra devam etti."Üzgünüm ama bu mümkün değil. Volturi geldiğinde bu yeni vampirlerin bizimle alakası oldugunu düşünmemek. Bunun bizi nasıl bir tehlikeye düşüreceginin farkında mısın?"
Tam olarak ne dediğini anlamamıştım ama yeteri kadar algılayabilmiştim. Beni öldürmek istiyordu.
"Jasper, o daha çocuk," diye itiraz etti kadın." Onu soğukkanlılıkla öldüremeyiz!"
Kadının ikimizde insanmışız gibi, cinayet kötü birşeymiş gibi konuşmasını duymak garipti. Sanki cinayet kaçınılabilir bir şeymiş gibi.
"Burada söz konusu olan ailemiz, Esme. Bu kuralı çiğnediğimizi düşünmelerine izin vermeyiz."
Kadın, Esme, benimle, beni öldürmeye çalışan vampirlerin arasına girdi. Anlaşılmaz bir şekilde sırtını bana dönmüştü.
"Hayır. Bunu kabul edemem."
Carlisle bana endişeli bir bakış attı. Bu kadını çok sevdiğini görebiliyordum. Bende Diego'nun arkasında duran herhangi birine böyle bakardım. Hissettiğim kadar yumuşak başlı görünmeye çalıştım.
"Jasper, bu riski gööze almak zorundayız," dedi Carlisle yavaşça. " Biz volturi değiliz. Onların kurallarına uyuyoruz ama kolay kolay öldüremeyiz. Onlara bunu açıklayabiliriz."
"Savunma için bizim de yeni vampirler yarattığımızı düşünebilirler."
"Ama yaratmadık. Ve yaratmış olsak bile, burada öyle bir kısıtlama yok, sadece Seattle'da var. Oları kontrol ettiğimiz sürece vampir yaratmamızı engelleyen bir yasa yok."
"Bu çok tehlikeli."
Carlisle yavaşça Jasper'in omzuna dokundu." Jasper. Bu çocuğu öldüremeyiz."
Jasper nazik gözlü adama dik dik bakınca birdenbire öfkelendim. herhalde bu iyi vampirle, sevdiği kadına zarar vermezdi. Sonra Jasper derin bir iç çekti ve herşeyin yoluna girdiğini anladım. Öfkem de kayboldu.
"Bundan hoşlanmadım," dedi, ama sesi daha sakindi.''En azından kız benim sorumluluğumda olsun.Siz ikiniz uzun süredir vahşi bir şekilde dolaşan biriyle nasıl baş edileceğini bilmiyorsunuz.''