Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Bree Tanner'in İkinci Hayatı 10.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Bree Tanner'in İkinci Hayatı 10.Bölüm Empty Bree Tanner'in İkinci Hayatı 10.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Salı Kas. 16, 2010 3:09 pm

    Bu garip vampirler gibi insan kızı tolere etmek hayatta kalmak için tek şansımsa, çoktan mahvolmuştum.
    Boğazımdaki ateşe katlanamıyordum. Ve zaten hayatta kalmak konusunda kararsızdım. Ölmek istemiyordum,
    acı çekmek istemiyordum, ama yaşamanın ne anlamı vardı ki? Diğer herkes gitmişti. Diego günlerdir ölüydü.
    İsmi dudaklarımın arasındaydı. Neredeyse sesli bir şekilde Diego, diye fısıldayacaktım. Onun yerine iki elimlede
    kafatasımı tuttum ve canımı acıtmayacak bir şey düşünmeye çalıştım.Kızı da, Diego'yuda düşünmek istemiyor-
    dum. Ama bu pek işe yaramadı.
    İnsan boğuk bir fısıltıyla, "Ondan uzağa gitmemiz gerekmiyor mu?" Deyince konsantrasyonum dağildı. Gözlerim
    yine ona çevrildi. Derisi çok ince ve yumuşaktı. Boynunda nabzının attığını görebiliyordum.
    "Burada kalmalıyız," dedi, tutunduğu vampir. "Şu anda açıklığın kuzey ucuna doğru geliyorlar."
    Kim geliyordu? Kuzeye baktım, ama orada dumandan başka bir şey yoktu. Vampir Riley'le yaratıcımı mı kastet
    mişti? Yeni bir panik gerilimi hissettim, arkasından da ufak bir umut doğdu. Yaratıcımla Riley'in hepimizi öldüren
    bu vampirlere karşı hiçbir şansı olmazdı değil mi? Diğerleri olmasa bile, Jasper tek başına o ikisiyle başa çıkabile-
    cek gibi görünüyordu.
    Yoksa kızıl saçlı vampir bu gizemli Volturi'den mi bahsediyordu ?
    Rüzgar yine kızın kokusunu yüzüme savurunca, düşüncelerim dağıldı. Susamış bir şekilde ona baktım.
    Kızda gözlerini bana dikti, fakat yüz ifadesi olması gerekenden çok farklıydı. Dudaklarımın dişlerimi gösterecek şekilde
    yukarı kıvrıldığının farkındaydım, ona saldırmamak için sarfettiğim çabayla titriyordum ama kız benden korkuyormuş gibi
    görünmüyordu. Tam tersi, sanki büyülenmişti. Neredeyse benimle konuşmak istiyormuş gibiydi -cevaplamamı istediği bir
    sorusu varmış gibi.
    Sonra Carlisle ve Jasper ateşten -ve benden- uzaklaşmaya başladı, diğer vampirler insan kıza yanaşıyorlardı. Hepsi arkama,
    dumana doğru bakıyordu, o yüzden korktukları şey her neyse onlardan çok bana yakın olmalıydı. Yakındaki alevlere rağmen
    dumana yaklaştım. Birden fırlayıp kaçmalı mıydım? Dikkatleri kurtulabileceğim kadar dağılmış mıydı? Nereye gidecektim?
    Freg'e mi? Yoksa tek başıma mı kaçsaydım? Riley'i bulup ona Diego'ya yaptıklarını ödetse miydim?
    Son fikrimle büyülenmiş bir şekilde duraksadığımda, kaçabileceğim o an geçti. Kuzeyde bir hareketlenme duydum, ve bal
    rengi gözlülerle her ne geliyorsa onların arasında kaldığımı anladım.
    "Hmm," dedi, dumanın arkasından ölü bir ses.
    Tek bir heceyle kim olduğunu tam olarak anlamamıştım, ve beni ele geçiren dehşetle donakalmış olmasaydım koşarak
    uzaklaşırdım.
    Gelen koyu cübbelilerdi.
    Bu ne demek oluyordu? Yeni bir savaş mı başlayacaktı? Koyu cübbeli vampirlerin yaratıcımın bu bal rengi gözlü klanı
    öldürmesini istediğini biliyordum. Yaratıcım ise açıkça başarılı olamamıştı. Bu onu yok edecekleri anlamına mı geliyordu?
    Yoksa onun yerine Carlisle'ı, Esme'yi ve buradaki diğerlerini mi öldüreceklerdi? Eğer seçim bana kalsaydı, kimin yok olmasını
    istediğimi biliyordum ve seçimim beni rehin tutanlardan yana değildi.
    Koyu cübbeliler dumanın içinden geçip bal rengi gözlülere yaklaştılar. Hiçbiri bana bakmıyordu. Ben ise hiç kıpırdamadan duru-
    yordum.
    Bir önceki seferdeki gibi, sadece dört kişilerdi. Ama bal rengi gözlülerden yedi kişi olması fark yaratmıyordu. Onların da bu koyu
    cübbelilerden Riley ve yaratıcım kadar çekindiğini hissedebiliyordum. Cübbelilerde gözle görülenin ötesinde bir güç vardı. Bunu
    kesinlikle sezebiliyordum. Bunlar cezalandırıcılardı, ve hiçbir zaman kaybetmiyorlardı.
    "Hoşgeldin Jane," dedi, insanı tutan bal rengi gözlü vampir.
    Demek ki birbirlerini tanıyorlardı. Ama kızıl saçlı vampirin sesi hiçte arkadaş canlısı değildi -Riley'inki gibi zayıf ve memnun atmeye
    hevesli de değildi, yaratıcım gibi korkmuşta. Sesi sadece soğuk, nazikti, ve şaşkınlıktan yoksundu. Yani Volturi bu koyu cübbeliler
    miydi?
    Koyu cübbelilerin lideri olan ufak vampir -anlaşılan adı Jane'di- yavaşça yedi bal rengi gözlüyle insanı taradı, ve sonunda başını bana
    çevirdi. İlk defa yüzünü gördüm. Benden daha gençti, ama aynı zamanda benden çok daha yaşlı olduğunu tahmin ediyordum. Gözleri
    koyu kırmızı güllerin kadifemsi rengindeydi. Artık dikkatinden kaçmam için çok geç olduğunu bildiğim için başımı öne eğip yüzümü ellerimle
    kapadım. Belki kavga etmek istemediğim açık olursa Jane de bana Carlisle gibi davranırdı. Ama bu konuda çok umutlu değildim.
    "Anlamıyorum." Jane'in ölü sesinde hafif bir sinir seziliyordu.
    "Teslim oldu," diye açıkladı kızıl saçlı vampir.
    "Teslim mi oldu?" dedi Jane sertçe.
    Başımı kaldırdığımda koyu cübbelilerin birbirleriyle bakıştıklarını gördüm. Zaten kızıl saçlı vampir daha önce kimsenin teslim olduğunu
    görmediğini söylemişti. Belki koyu cübbeliler de daha önce böyle birşey görmemişti.
    "Carlisle ona bir seçenek sundu," dedi kızıl saçlı. Bal rengi gözlülerin sözcüsü oymuş gibi görünüyordu, ama liderlerinin Carlisle olduğunu
    düşünüyordum.
    "Kuralları çiğneyenler için seçim hakkı diye bir şey yoktur," dedi Jane, sesi yine ölü çıkmıştı.
    Kemilkerim buz gibiydi, ama artık panik hissetmiyordum. Artık herşey kaçınılmaz geliyordu.
    Carlisle Jane'e yumuşak bir sesle cevap verdi. "Bu senin elinde. Bize saldırmaktan vazgeçmeye istekli olduğu sürece, onu yok etmek
    için bir sebep görmüyorum. Hiç eğitim görmemiş."
    Kelimeleri hissiz olsa da, neredeyse benim için yalvardığını sezmiştim. Ama dediği gibi kaderm ona bağlı değildi.
    "Onun konuyla ilgisi yok," dedi Jane.
    "Siz nasıl isterseniz."
    Jane Carlisle'a yarı şaşkın, yarı sinirli bir ifadeyle bakıyordu. başını iki yana salladı, ve yüzü ifadesi yine okunmaz bir hal aldı.
    "Aro seni görecek kadar batıya gideceğimizi ummuştu, Carlisle," dedi. "Sana selam söyledi."
    "Benim selamımı da iletirsen sevinirim," diye yanıtladı Carlisle.
    Jane gülümsedi. "Elbette." Sonra yine bana baktı, dudağının kenarında hala hafif bir gülümseme kalmıştı. "Bu gün bizim işimizi siz yapmış-
    sınız gibi görünüyor... Büyük bir bölümünü sadece profesyonel bir merakla soruyorum, kaç kişi vardı? Seattle!da oldukça fazla soruna sebep
    oldular."
    İşlerden ve profesyonellikten bahsediyorsa haklıydım demek ki, cezalandırmak onun işiydi. Ve eğer görevleri cezalandırmaksa, ortada bir
    kural olmalıydı. Bunu Carlisle da daha önce söylemişti. Onların kurallarına uyuyoruz, demişti, birde, Kontrol edebildikleri sürece vampir yaratmak
    yasalara aykırı değil. Riley ve yaratıcım Volturinin, bu koyu cübbelilerin gelişiyle çok korkmalarına rağmen fazla şaşırmamışlardı. Yasaları biliyor-
    lardı, ve yasaları çiğnediklerinin de farkındalardı. Bunu neden bize söylememişlerdi? Ve bu dört kişiden daha fazla Volturi de vardı. Aro adında
    biri daha, ve muhtemelen birçok başka vampir daha mevcuttu. Herkes onlardan korktuğuna göre, sayıları oldukça fazla olmalıydı.
    Carlisle Jane'in sorusuna cevap verdi "Bununla birlikte on sekiz."
    Dört koyu cübbelinin arasında seçemediğim mırıltılar dolaştı.
    "On sekiz mi?" diye tekrarladı Jane, sesinde şaşkınlık vardı. Yaratıcımız hiçbir zaman Jane'e kaç kişi olduğumuzu söylememişti. Acaba Jane
    gerçekten şaşırmış mıydı, yoksa sadece rol mü yapıyordu ?
    "Hepsi yepyeniydi," dedi Carlisle. "Yeteneksizlerdi."
    Yeteneksiz, ve Riley sağolsun, bilgisiz. Bu yaşlı vampirlerin bize nasıl baktıklarını anlayabilmeye başlamıştım. Jasper de bana Yeni, demişti. Yeni
    doğan bir bebekmişim gibi.
    "Hepsi?" diye sertçe çıkıştı Jane. "O zaman yaratıcıları kimdi?"
    Sanki daha önce tanışmamışlar gibi. Bu jane Riley'den bile daha büyük bir yalancıydı, ve bu konuda ondan daha becerikliydi.
    "Adı Victoria'ydı," diye yanıtladı kızıl saçlı.
    Ben bile bunu bilmezken o bunu nasıl biliyordu? Riley'in bu klanın içinde bir zihin okuyucu olduğunu söylediğini hatırladım. Herşeyi bu sayede mi
    biliyorlardı? Yoksa zihin okuyabilme kabiliyeti de Riley'in yalanlarından biri miydi?
    "Victoria'ydı?" diye sordu Jane.
    Kızıl saçlı vampir başıyla doğuyu işaret etti. Yukarı baktığımda dağın kenarında tüten lila rengi dumanı gördüm.
    Victoria'ydı. O iri vampirin Raoul'u parçaladığını düşündüğümde olduğu gibi keyiflendim. Ama bu sefer çok, çok daha daha fazla keyiflenmiştim.
    "Şu Victoria," diye yavaş yvaş konuşu Jane. "Buradaki on sekizin dışında mıydı?"
    "Evet," dedi kızıl saçlı. "Yanında sadece bir tane vardı. Bu vampir kadar genç değildi, ama bir yaştan fazla büyük de değildi."
    Riley. Yoğun keyfim daha da artmıştı. Eğer bugün ölürsem -pekâlâ, bugün öldüğümde- en azından onları canlı bırakmamış olacaktım. Diego'nun
    intikamı alınmıştı. Neredeyse gülümseyecektim.
    "Yirmi," diye fısıldadı Jane. Ya bu beklediğinden çok daha fazlaydı, yada çok iyi bir oyuncuydu. "Yaratıcıyla kim ilgilendi?"
    Kızıl saçlı soğukkanlılıkla "Ben," dedi.
    Bu vampir her kimse, evcil bir insan besliyor olsa da, benim arkadaşımdı. Sonunda beni öldürmeye çalışsa bile, yinede ona borçlu olacaktım.
    Jane kısık gözlerle bana baktı.
    "Sen," diye hırladı. "Adın ne?"
    Ona göre çoktan ölmüştüm. O yüzden bu yalancı vampire neden istediği şeyi vermeliydim ki? Sadece ona dik dik bakmakla yetindim.
    Jane bana masum bir çocuğun neşeli, mutlu tavrıyla gülümsedi ve birdenbire yanmaya başladım. Sanki hayatımın en kötü gecesine geri dönmüş-
    tüm. Bütün damarlarımda ateş dolaşıyordu, derimin her noktasını kaplamıştı, bütün kemiklerimin iliklerini kemiriyordu. Sanki klanımın cenaze ateşinin
    ortasında kalmıştım, ve her tarafımı alevler kaplamıştı. Hayal edilebilen en kötü acıyla yanmayan tek bir hücrem bile yoktu. Kulaklarımdaki acıdan dola-
    yı kendi çığlığımı zar zor duyuyordum.
    "Adın ne?" dedi Jane yine, ve o konuşurken alevler kayboldu. Sanki sadece hayalimin ürünüymüşler gibi, anında yok olmuşlardı.
    "Bree," dedim elimden geldiğince çabuk bir şekilde, artık canım acımıyor olsada, hâlâ nefes nefeseydim.
    Jane gülümsedi ve her tarafımı alevler kapladı. Acı beni öldürmeden önce ne kadar zaman geçecekti? Artık çığlıklarım benden geliyormuş gibi bile
    değildi. Neden biri kafamı kopar mıyordu? Carlisle bunu yapacak kadar nazikti, değil mi? Veya o zihin okuyucu her kimse. O ne çektiğimi anlayıp bu
    acıyı durduramaz mıydı?
    "Bilmek istediğin herşeyi söyleyecek," diye hırladı kızıl saçlı vampir. "Bunu yapmana gerek yok."
    Yine acı yok oldu, sanki Jane bir tuşa basıp alevleri kapatmıştı. Kendimi yere bakarken buldum, sanki havaya ihtiyacım varmış gibi kesik kesik nefes-
    ler alıyordum.
    Jane'in neşeyle, "Ah, biliyorum," dediğini duydum. "Bree?"
    Adımı söyleyince ürperdim, ama acı yine başlamadı.
    "Hikayesi doğru mu?" diye sordu. "Gerçekten yirmi kişi miydiniz?"
    Kelimeler ağzımdan fırladı. "On dokuz ya da yirmi, belki de saha fazla, bilmiyorum!" Sara ve adını bilmediğim çocuk yolda kavgaya tutuştu..."
    Daha iyi bir cevap bulamadığım için acının beni cezalandırmasını bekledim, ama bunun yerine Jane tekrar konuştu.
    "Ve bu Victoria -sizi o mu yarattı?"
    "Bilmiyorum," diye korkuyla itiraf ettim."Riley hiçbir zaman adını söylememişti. O gece onu görmedim... Çok karanlıktı ve çok canım acımıştı!" İrkildim.
    "Riey yaratıcımızı düşünebilmemizi istemiyordu. Düşüncelerimizin güvende olmadığını söylemişti."
    Jane kızıl saçlı vampire bir bakış attı, sonra yine gözlerini bana çevirdi.
    "Bana Riley'den bahset," dedi Jane. "Neden sizi buraya getirdi?"
    Mümkün olduğu kadar çabuk bir şekilde Riey'in yalanlarını tekrarladım. "Riley bize buradaki garip bal rengi gözlü vampirleri yok etmemiz gerektiğini
    söyledi. Bunun kolay olacağını belirtmişti. Şehrin onlara ait olduğunu, ve bize saldıracaklarını anlattı. Onlar yok olduktan sonra, şehirdeki bütün kanın
    bizim olacağını söyldi. Bize onun kokusunu koklattı." İnsan kıza doğru işaret ettim. "Doğru klanı kolayca bulabileceğimizi, çünkü insan kızın onlarla be-
    raber olacağını anlattı. Ve kıza kim önce ulaşırsa, onun kızı alacağını söyledi.
    Anlaşılan Riley bu işin kolay olacağı konusunda yanılmış," dedi Jane. Sesinde hafif bir alaycılık gizliydi.
    Jane hikayemden memnun kalmış gibiydi. Birdenbire onun Rilley'in bana, veya diğerlerine, Volturi'nin yaratıcımıza -Victoria'ya- yaptığı ziyaretten bahset-
    memiş olmasından dolayı rahatladığını anladım. Bal rengi gözlülerin bu hikâyeye inanmasını istiyordu -Jane'i veya Volturi'yi içermeyen hikayeye. Eh, bende
    bu hikâyeye uyuyormuş gibi davranabilirdim. Ama zihin okuyucunun çoktan bilmesi gerekenleri öğrendiğini umuyordum.
    Bu canavarlardan fiziksel olarak intikam alamazdım ama bal rengi gözlülere düşüncelerimle herşeyi anlatabilmeyi umuyordum.
    Başımı sallayıp Jane'in ufak şakasını onayladım ve doğruldum, çünkü o her kimse, zihin okuyucunun dikkatini çekmek istiyordum. Hikayenin klanımdaki
    herhangi başka birinin anlatabileceği versiyonuna sadık kalmaya devam ettim. Kevin'mışım gibi davranıyordum. Taş kadar aptal ve tamamen cahilmiş
    gibi.
    "Ne olduğunu bilmiyorum." Bu söylediğim doğruydu. Savaş alanındaki karmaşa benim için hâlâ bir gizemdi. Kristie'nin grubunu hiç görmemiştim. Onları
    o gizli uluyan vampirler mi alt etmişti? Bu sırrı bal rengi gözlüler için saklayacaktım. "İkiye ayrıldık ama diğer grup hiç gelmedi. Sonra herşey kafa karıştırıcı
    hale geldi, herkes parçalanmıştı." Üzerinde zıpladığım başsız cesedi düşününce ürperdim. "Korkmuştum. Kaçmak istedim," Carlidle'a doğru başımı salla-
    dım. "O eğer savaşmayı kesersem bana zarar vermeyeceğini söyledi."
    Bunu söylemekle Carlisle'a herhangi bir şekilde ihanet etmemiştim. Jane'e bu kadarını söylemişti zaten.
    "Ah, ama böyle bir armağanı o sunamaz, genç vampir," dedi Jane. Çok keyif alıyormuş gibiydi. "Kuralları çiğnemenin sonuçları vardır."
    Hâlâ Kevin!mışım gibi yaparak bunu anlamayacak kadar aptalmışım gibi ona boş boş baktım.
    Jane Carlisle'a baktı. "Hepsini öldürdüğünüze emin misin? Grubun diğer yarısı ayrılmış?"
    Carlisle onaylayarak başını salladı."Biz de ikiye ayrıldık."
    Demek ki Kristie'yi yok eden gerçekten de o uluyanlardı. Onlar her neyse, uluyanların çok, çok korkutucu olduğunu farketmiştim. Kristie bunu hak etmişti.
    "Etkilendiğimi inkâr edemem." dedi Jane, sesi samimi geliyordu, bunun gerçekten doğru olduğunu düşündüm. Jane Victoria'nın ordusunun bu klana biraz
    zarar vereceğini ummuştu, ama ordu açıkça başarısız olmuştu.
    Jane'in arkasındaki üç vampir sessizce "Evet" diyerek ona katıldı :
    "Hiçbir klanın bu kadar büyük bir saldırıdan kaçabildiğini görmemiştim," diye devam etti Jane, "Bu saldırının arkasında ne olduğunu biliyor muydunuz? Burada
    yaşayış tarzınız düşünülürse, bu saldırı biraz aşırı bir tepki olmuş. Ve neden olayın merkezinde kız yer alıyordu?" Gözleri bir an insana kaydı.
    "Victoria'nın Bella'ya karşı garezi vardı," dedi kızıl saçlı ona.
    Sonunda strateji mantıklı hale gelmişti. Riley sadece kızın ölmesini istemişti, ve bizim ölecek olmamızı da hiç umursamamıştı.
    Jane mutlulukla güldü. "Bu," deyip insana bana gülümsediği gibi gülümsedi -"bizim türümüzde garip derecede güçlü tepkiler doğuruyor gibi görünüyor.
    Kıza hiçbir şey olmadı. Belki de Jane ona zarar vermek istememişti. Veya belki de korkunç yeteneği sadece vampirlerde işliyordu.
    Kızıl saçlı vampir kontrollü ama öfkeli bir sesle, "Lütfen şunu yapmayı keser misin?" dedi.
    Jane yine güldü. "Sadece kontrol ediyordum. Anlaşılan hiç zarar gelmedi."
    Yüz ifademi Kevin'ımsı şekilde tutmaya ve ilgimi göstermemeye çalıştım. Demek ki Jane bu kıza bana verdiği gibi zarar veremiyordu ve bu onun için normal birşey
    değildi. Jane bu konuda gülüyor olsa da, bunun onu delirttiğini görebiliyordum. Bal rengi gözlüler bu yüzden mi insan kızı tolere etmişti? Ama kız bir şekilde özelse,
    neden onu direkt vampire dönüştürmüyorlardı ki?
    "Eh görünüşe göre bizim yapacağımız çok fazla şey kalmadı," dedi jane, sesi yine ölü bir şekilde monotonlaşmıştı. "Garip. Gereksiz hale gelmeye alışık değiliz. Kavgayı
    kaçırmamız çok kötü oldu. Duyduklarıma bakılırsa izlemesi zevkli olacakmış."
    "Evet," diye cevap verdi kızıl saçlı. "Ve tam da ucundan kaçırdınız. Keşke yarım saat önce gelseydiniz. Belki o zaman buradaki amacınıza ulaşabilirdiniz."
    Gülümsememek için kendimi zor tuttum. Demekki zihin okuyucu kızıl saçlı olandı ve duymasını istediğim herşeyi duymuştu. Yaptıkları Jane'in yanına kalmayacaktı.
    Jane boş gözlerle zihin okuyucuya baktı. "Evet. İşlerin bu şekilde gelişmesi çok acıklı oldu değil mi?"
    Zihin okuyucu başını salladı ve Jane'in kafasında neler duyduğunu merak ettim.
    Jane şimdi ifadesiz yüzünü bana çevirmişti. Gözlerinden hiçbir şey okunmuyordu ama sona erdiğini hissedebiliyordum. Benden ihtiyacı olan şeyleri öğrenmişti. Ama
    ayrıca zihin okuyucuya da elimden geldiğince bilgi verdiğimi bilmiyordu. Ve klanların sırlarını da koruduğumu. Zihin okuyucuya bunu borçluydum. Benim yerime
    Riley'le Victoria'yı cezalandırmıştı.
    Gözümün ucuyla ona baktım ve, Teşekkürler, diye düşündüm.
    "Felix?" dedi Jane, tembelce.
    Zihin okuyucu ise araya girip yüksek sesle, "Bir dakika," dedi.
    Carlisle'a dönüp hızla konuştu. "Kuralları genç vampire anlatabiliriz. Öğrenmeye isteksiz gibi görünmüyor. Daha önce yasaları çiğnediğini bilmiyordu."
    "Tabii ki," dedi Carlisle hevesle, Jane'e bakıyordu. "Bree'nin sorumluluğunu almaya kesinlikle hazırız."
    Jane'in yüzünde sanki şaka yapıp yapmadıklarından emin olamıyormuş, ama eğer şaka yapıyorlarsa göründüğünden çok daha komik olduklarını anlamış gibi bir
    ifade oluştu.
    Ben ise çok duygulanmıştım. Bu vampirler bana yabancıydı ama benim için kendilerini tehlikeye atmışlardı. Şimdiden işe yaramayacağını biliyordum, ama yine de...
    "Kimseye istisna yapmıyoruz." dedi Jane, eğlenmiş gibiydi. "Ve kimseye ikinci bir şans vermiyoruz. Yoksa ünümüz zedelenir.
    Sanki başka biri hakkında tartışıyormuş gibiydi. Beni öldürmekten bahsetmesini umursamıyordum. Bal rengi gözlülerin onu durduramayacağını biliyordum. Jane
    vampirlerin polisiydi. Ama vampir polisleri kötü olsa da -hemde çok kötü- en azından artık bal rengi gözlüler bunu biliyorlardu.
    "Bu arada..." diye devam etti Jane, gözleri yine insan kıza takıldı ve gülümsemesi genişledi. "Caius hâlâ insan olduğunu duyunca bununla çok ilgilenecek, Bella.
    Belki de seni ziyaret etmeye karar verir."
    Hâlâ insan olduğunu. Demek ki kızı dönüştüreceklerdi. Neyi bekliyorlardı acaba?
    "Tarih belirlendi," dedi kısa siyah saçlı ve berrak sesli ufak vampir. "Belki de birkaç ay sonra biz sizi ziyarete gelebiliriz.
    Jane'in gülümsemesi sanki biri silmiş gibi kayboldu. Siyah saçlı vampire bakmadan omzunu silkti, ve insan kızdan ne kadar nefret ediyorsa olsun, bu ufak vampirden
    onun on katı kadar nefret ettiğini hissettim. Jane yine aynı boş ifadeyle Carlisle'a döndü. "Seninle tanışmak güzeldi, Carlisle -Aro'nun abarttığını sanmıştım. Eh, sonra
    görüşürüz..."
    Demekki şimdi hayatım sona erecekti. Korkmuyordum. Tek üzüldüğüm şey Fred'e bu konuda daha fazla şey anlatamamış olmamdı. Tehlikeli politikalarla, kötü polis-
    lerle ve gizli klanlarla dolu bu dünyaya tamamen gözü görmez bir şekilde dalmıştı. Ama Fred zeki, dikkatli ve yetenekliydi. Onu görmedikleri sürece ona ne yapabilirlerdi
    ki ? Belki de bal rengi gözlüler bir gün Fred'le tanışırdı. Zihin okuyucuya doğru, Ona iyi davranın lütfen, diye düşündüm.
    Jane başını bana doğru sallayıp umarsızca, "Hadi işi hallet, Felix," dedi. "Eve gitmek istiyorum."
    Kızıl saçlı zihin okuyucu, "Bakma," diye fısıldadı.
    Gözlerimi kapadım.

      Forum Saati Paz Nis. 28, 2024 9:41 am