“Senin eline olanın aynısı,” diye yanıtladı Jasper sakin bir biçimde. “Bin defa tekrarlandı
sadece.” Acıklı bir şekilde güldü ve koluna hafifçe dokundu. “Bizim zehirimiz böyle iz bırakan
tek şey.”
“Neden?” diye korkuyla sordum, biliyorum kaba bir hareketti ama ustaca oluşturulmuş bu ize
bakmaktan kendimi alamıyordum.
“Benim tamamen aynı değildi… evlatlık edinilmiş kardeşlerim gibi terbiye edilmiş değildim.
Benim başlangıcım oldukça farklı.” Sesi sona doğru sertleşmişti.
Dehşete düştüğümden ağzım açık şekilde ona baktım.
“Hikayemi anlatmadan önce,” dedi Jasper, “bizim dünyamızda bazı yerler olduğunu anlamak
zorundasın Bella, bu yerlerde yaşlanmama süreci haftalarla sınırlıdır, yüzyıllarla değil.”
Diğerleri bunu daha önce duymuşlardı. Carlisle ve Emmett ilgilerini tekrar televiyona
vermişlerdi. Alice ise sessizce Esme’nin ayaklarının dibine oturmuştu. Fakat Edward en az
benim kadar dikkatini vermiş görünüyordu; verdiğim her tepkiyi yakından izlediğinin
farkındaydım.
“Nedenini anlamak için, bu dünyaya tamamen farklı bir bakış açısıyla bakmalısın. Bitmeyen
susuzluk duygusunun… nasıl güçlü ve aç gözlü bir şey olduğunu hayal etmelisin.
“Yani, bu dünyada diğerlerinden çok bizim için arzu edilen yerler var. Daha az kontrollü ve
hala keşfedilmemiş yerler.
“Bir anlığına önünde batı yakasının bir haritası olduğunu hayal et. Her insan yaşamını kırmızı
bir nokta olarak düşün. Koyu kırmızı olanlardan, ilgi çekmeden – şey açıkçası bu sayede var
oluyoruz –.daha kolay şekilde beslenebiliyoruz.”
Kafamda bunu canlandırırken beslenme kelimesinden dolayı ürpermiştim. Fakat Jasper beni
korkutacağı için endişelenmiyordu, Edward’ın her zaman olduğu gibi aşırı korumacı değildi.
Duraksamadan devam etti.
“Güneydeki topluluklar insanların fark edip fark etmediğini umursamaz. Bu yüzden Volturi
onları sürekli denetim altında tutar. Güneydeki toplulukların korktuğu tek şey Volturi’dir. Eğer
Volturi olmasaydı hepimiz kolayca ifşa olurduk.”
Bu kelimeyi böyle telaffuz etmesinden dolayı kaşlarımı çatmıştım – saygıyla ve neredeyse
minnetle konuşmuştu. Volturi’nin iyi olabileceği ihtimali kabul etmesi oldukça zor bir şeydi.
“Kuzeydekiler ise, kıyasla, medenilerdir. Genelde bizler gece olduğu kadar gündüz de eğlenen
göçebeleriz, insanlarla şüphe uyandırmayacak şekilde ilişki kurararız – gizlilik biçim için
esastır.
“Güneydeki dünya ise tamamen farklı. Ölümsüzler sadece geceleri ortaya çıkar. Günlerini bir
sonraki hamlelerini planlayarak ya da düşmanlarını belirleyerek geçirirler. Çünkü güneyde asla
ateşkes olmayan bir savaş yüzyılardır devam etmekte. Topluluklar nadiren insanların varlığını
fark eder, sadece yiyecek için askerler hayvan sürülerini beklerler. Volturi’den saklanmak için
hayvan sürüleriyle ilgilenirler.
“Fakat onlar ne için savaşıyor?” diye sordum.
Jasper gülümsedi. “Haritadaki kırmızı noktaları anımsadın mı?”
Bekledi, bu yüzden başımı onaylarcasına salladım.
“Koyu kırmızı olanlar için savaşıyorlar.
“Yani diyelim bir zamanlar Meksiko şehrinde bir vampir varmış ve orada tekmiş. O zaman o
her gece iki ya da üç defa beslenebilirdi ve kimse de bunu fark etmezdi. Rekabete yer
vermemek için de planlar yapardı.
“Diğerleri de onunla aynı isteği paylaşıyordu. Bazıları daha etkili taktiklerle ortaya çıktılar.
“Fakat en etkili taktik adı Benito olan genç bir vampir tarafından keşfedildi. Kimse onun adını
duymamıştı, Dallas’ın kuzeyinden bir yerlerden gelmişti ve Houston yakınlarında bir bölgeyi
paylaşan iki vampir topluluğunu katletmişti. İki gece sonra, Meksiko’nun kuzeyindeki
Monterrey’de daha güçlü klanlarla çarpıştı. Tekrar, kazandı.”
“Nasıl kazandı peki?” Merakla sordum.
“Benito yenidoğanlardan bir ordu oluşturmuştu. Bunu düşünen ilk kişi o olmuştu, başlangıçta
o durdurulamazdı. Genç vampirler değişken, vahşi ve kontrol edilmeleri neredeyse imkansızdır.
Yenidoğan bir vampiri ikna edip kendini kontrol etmesini öğretebilirsin ama onu ya da on beş
tanesi bir araya geldiğinde tam bir kabus olurlar. Onlara düşman olarak gösterdiğin herkese
saldırırlar. Benito savaşmaları için onlardan bir sürü yapmaya devam etti çünkü yenidoğanlar
hem kendi içlerinde savaşıyorlardı hem de vampir topluluklarının yarısını katlederken yok olup
gitmişlerdi.
“Yani, yenidoğanlar tehlikeli de olsa, eğer ne yaptığını bilirsen onları yenebilirsin. Fiziksel
olarak, ilk yıllarında, muazzam bir güçleri vardır ve eğer önlerine kendilerinden daha yaşlı bir
vampir çıkarsa onu kolaylıkla parçalayabilirler. Fakat onlar içgüdülerinin köleleridir ve bu
yüzden davranışları tahmin edilebilir. Genelde dövüş yetenekleri yoktur, sadece kuvvetli ve
vahşidirler. Ayrıca o zamanlar sayıca çok kalablıklardı.”
“Meksiko’nun güneyindeki vampirler başlarına ne geleceğini biliyordu ve yapabilecekleri tek
şeyin Benito’ya karşılık vermek olduğunu düşündüler. Kendi ordularını yarattılar…
“Kıyamet kopmuştu – ve bu kelimeyi laf olsun diye söylemedim çünkü böyle bir şeyi hayal
edebileceğini sanmıyorum. Biz ölümsüzlerin de kendi tarihleri var ve bu savaş asla
unutulmayacak. Tabii ki bu zamanlar Meksiko’daki insanlar için de pek iyi zamanlar değildi.
Ürpermiştim.
“Ölü sayısı devasa rakamlara ulaştığında – ki sizin tarihiniz bu ölümler için bir hastalığı
suçlamıştı – Volturi öne çıktı. Tüm koruyucular bir araya geldi ve Kuzey Amerika’nın
ilerisinde her yenidoğan vampiri buldular. Benito kendini Pueblo’da korumaya almıştı,
Meksiko’yu ele geçirebilmek için ordusunu elinden geldiğince hızla inşa etmişti. Volturi işe
önce onunla başladı ve sonra da geri kalanlarla ilgilendi.
“Yenidoğanlarla beraber olan herkes oracıkta imha edildi, tüm vampirler kendini Benito’dan
korumak istediğin dolayı Meksiko şehri bir süre vampirlerden arınmıştı.
“Volturi her yeri yaklaşık bir yılda temizledi. Bu da tarihimizin hatırlayacağı bir başka önemli
olay oldu, tüm bu yaşananlardan geriye sadece birkaç görgü şahidi kalmıştı. Onlardan biriyle
konuştum, Volturi Culiacán’a gittiğinde olanları uzaktan görmüştü.”
Jasper titredi. Onu daha önce bu kadar korkmuş ya da endişeli görmediğimi fark etmiştim. Bu
ilkti.
“Bu zaptetme hareketi Güney’e yayılmadı. Dünyanın geri kalanı bu hareketten etkilenmedi.
Volturi’ye bugünkü sakin yaşamımızı borçluyuz.
“Fakat Volturi İtalya’ya geri döndüğünde sağ kalanlar bölgelerini hemen geri istediler.
“Vampir toplulukları arasında anlaşmazlıkların başlaması çok uzun sürmedi. Bir sürü
anlaşmazlık vardı. Kan davası güdülüyordu. Yenidoğanlardan ordu kurma fikri artık hep
akıllarında bir yerlerde vardı, bazıları buna karşı koymadan uyguladılar. Fakat Volturi asla
unutulmamıştı ve güney toplulukları bu defa daha dikkatliydiler. Yenidoğanlar insanlar
arasından dikkatle seçildi ve eğitim de verildi. Bu defa ihtiyatlıydılar ve büyük bir kısımları
insan bırakıldı. Onları yaratanlar Volturi’nin dönmesine istemiyorlardı, bu yüzden buna neden
olmaya niyetleri hiç yoktu.
“Savaşlar devam etti ama küçük ölçekli olarak. Bazen birileri çok ileri giderse, hemen
insanların gazetelerinde spekülasyonlar başlardı ve Volturi gelip tüm şehri temizleyeceği
bilinirdi. Ama diğerleri, yani dikkatli olanlar buna izin vermedi…”
Jasper bir süre boşluğa doğru baktı.
“Yani sen böyle değiştin.” Konuşmam bir fısıltı gibiydi.
“Evet,” diye kabul etti. “İnsan olduğum zamanlarda Teksas, Houston’da yaşardım. 1861
yılında on yedi yaşımdayken Kofederasyon Ordusu’na katıldım. Kayıt memuruna yalan
söyleyip yirmi yaşındayım dedim. Buna inanacakları kadar uzun boyluydum.
“Benim askeri kariyerim kısa sürdü ama oldukça parlak geçti. İnsanlar her zaman… benden
hoşlanırlardı ve söylediklerimi dinlerlerdi. Babam bunun karizma olduğunu söylerdi. Tabii ki,
bundan daha fazlası olduğunu şimdi biliyorum. Fakat nedeni ne olursa olsun hızla terfi ettim
hatta benden yaşça büyük olanları bile geride bıraktım. Konfederasyon Ordusu henüz yeniydi
ve kendisini organize etmeye çalışıyordu bu yüzden fırsatları iyi değerlendirdim.
Galveston’daki ilk savaşta – aslında bu daha çok bir çatışmaydı – yaşım hakkındaki gerçeği
söylememiş olsam da Teksas’daki en genç binbaşıydım.
“Birleşik Ordusu’nun birlikleri şehrin kıyılarından geldiklerinde kadın ve çocukları tahliye
etmekle görevlendirildim. Onları hazırlamak bir günümüzü almıştı ve sonra onların ilk kısmını
Houstan’a nakletmiştim.
“O geceyi oldukça net hatırlıyorum.
“Karanlık çöktükten sonra şehre ulaşmıştık. Getirdiğim sivillerin güvende olduğuna emin
olacak kadar kalmıştım orada. Hemen sonra atımı değiştirdim ve Galveston’a geri döndüm.
Dinlenmeye zaman yoktu.
“Şehirden sadece bir mil uzakta üç tane kadın bulmuştum. Onların gruptan geride kaldıklarını
sanmıştım ve atımdan onlara yardım etmek için indim. Fakat onların yüzünü gecenin soluk
ışığında gördüğümde donup kaldım. Tereddüte düşmeden söyleyebilirdim ki üçü o güne kadar
gördüğüm en güzel kadınlardı.
“Soluk tenleri vardı ve bunun harika olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Hatta siyah saçlı
olanın, yüzü kesinlikle onun Meksikalı olduğunu belli ediyordu, ay ışığında teni porselen gibi
görünüyordu. Hepsi de genç görünüyordu, öyle ki onlara kız diye hitap etmek daha doğruydu.
Onların bizim gruptan geride kalmadıklarını anlamıştım. O üçünü daha önce görmüş olsaydım
bunu bilirdim.
“‘Nutku tutuldu,’ dedi uzun olan tatlı ve yumuşak bir sesle – sanki bir rüzgar çanıydı sesi.
Saçları sapsarıydı ve teni bembeyazdı.
“Diğeri de arışındı ve teni kireç gibi beyazdı. Onun yüzü bir meleğinki gibiydi. Bana doğru
eğildi ve derin bir soluk aldı.
“Mmm,” diye inledi. ‘Çok tatlı,’ dedi.
“Kısa olan, esmer olan yani, elini kızın omzuna koydu ve ona hızla bir şeyler söyledi. Sesi çok
tatlıydı, kulağa şarkı gibi geliyordu, ama keskindi ki görünüşe göre bunu bilerek yapmıştı.
“‘Konsantire ol Nettie,’ dedi.
“İnsanların birbirleriyle nasıl bağlantılı olduklarına dair her zaman iyi bir sezim olmuştu ve
hemen esmer olanın diğerlerini bir şekilde yönettiğini anlamıştım. Eğer asker olsalardı içlerinde
en üst rütbeli olanın o olduğunu söylerdim.
“‘Düzgün görünüyor – genç, güçlü, bir asker…’ Esmer olan duraksadı, konuşmaya çalıştıysam
da başarılı olamadım. ‘Ve onda çok daha fazlası var… hissediyor musunuz?’ diye sordu
yanındaki diğer ikisine. ‘O… ilgi çekici.”
“‘Ah, evet,’ diye hemen onayladı Nettie, tekrar bana doğru eğildi.
“‘Sabırlı ol,’ dedi esmer olan ve ötekini uyardı. ‘Bunu ayırmak istiyorum.’
“Nettie kaşlarını çattı; canı sıkılmış görünüyordu.
“‘Sen daha iyi bilirsin, Maria,’ dedi uzun boylu sarışın tekrar konuşarak. ‘Eğer o senin için
önemliyse. Her zaman öldürdüğümün iki katı kadar öldürürüm ben de.”
“‘Evet, kendime ayıracağım onu,’ diye kabul etti. ‘Bundan gerçekten hoşlandım. Nettie’yi
götüreceksin değil mi? Yoğunlaşmaya çalışırken arkamı kollamak zorunda kalmak
istemiyorum.’
“Bu güzel yaratıkların neden bahsettiklerini anlamamış olsam da tüylerim diken diken olmuştu.
O melek yüzlü olan öldürmekten bahsettiğinde içgüdülerim bana bir tehlike olduğunu söyledi
ama kararım içgüdülerime baskın çıktı. Kadınlardan korkulması gerektiği değil onları korumam
gerektiği öğretilmişti.
“‘Hadi avlanmaya gidelim’ istekle kabul etti Nettie ve diğer uzun kızın elini tuttu. Yüzlerini
döndüler – öylesine hoş görünüyorlardı ki! – ve şehre doğru koşmaya başladılar. Neredeyse
uçuyor gibiydiler, çok hızlılardı – beyaz elbiseleri arkalarında kanat gibi uçuşuyordu. Hayretle
gözlerimi kırpıştırdım ve onlar gitmişlerdi.
“Beni merakla süzen Maria’ya doğru döndüm.
“Hayat boyunca hiç batıl inançlarım olmamıştı. Ta ki o zaman kadar, asla hayaletlere ya da
diğer saçma şeylere inanmamıştım. Aniden o kadar da mantıksız gelmediler.
“‘Senin adın ne asker?’ diye sordu Maria.
“‘Binbaşı Jasper Whitlock bayan,’ kekelemiştim, hayalet bile olsa bir kadına kaba
davranamazdım.
“‘Umarım hayatta kalırsın Jasper,’ dedi yumuşacık bir sesle. ‘Senin için iyi hislerim var.’
“Bana bir adım yaklaştı ve sanki beni öpecekmiş gibi başını kaldırdı. İçgüdülerim kaçmamı
haykırsa da donup kalmıştım.”
Jasper duraksadı, yüzü düşünceli görünüyordu. “Birkaç gün sonra,” dedi en sonunda, hikayeyi
benim için mi, yoksa benim bile Edward’dan yayıldığını hissettiğim gerilimden dolayı mı
düzelttiğinden emin değildim, “Yeni hayatıma başladım.”
“İsimleri Maria, Nettie ve Lucy’di. Çok uzun zamandır bir arada değillerdi – diğer ikisinin yan
yana getiren Maria olmuştu. – üçü son savaştan sağ kurtulmayı başarmışlardı. Onların
birlikteliği tamamen ortak çıkarlarına dayanıyordu. Maria intikam almak ve kendi bölgesini geri
istemişti. Diğerleri de, sanırım şöyle diyebiliriz, kendi sürülerinin alanlarını arttırmak
istemişlerdi. Bir araya gelip bir ordu kurmuşlardı ve her zamankinden daha dikkatli olacaklardı.
Bu Maria’nın fikriydi. Üstün bir ordu istiyordu ve bu yüzden potansiyele sahip insanlar
arıyordu. Bize diğerlerinden çok daha fazla ilgi ve eğitim verdi. Bize dövüşmeyi ve insanların
arasında göze batmamayı öğretti. Tüm bunları yaptığımızda ödüllendirildik…”
Duraksadı, hikayesini tekrar düzeltti.
“Acelesi vardı. Büyük bir grup yenidoğanın gücünün yılın sonuna doğru zayıflayacağını
biliyordu ve bu yüzden biz hala güçlüyken harekete geçmek istiyordu.
“Maria’nın topluluğuna katıldığımda altı kişiydik. On beş gün içerisinde dört kişi daha
katılmıştı aramıza. Hepimiz erkektik - Maria askerleri istemişti – ve bu bizi kendi aramızda
dövüşmemiz için daha da çok ateşliyordu. İlk dövüşümde kendi silah arkadaşlarıma karşı
yapmıştım. Diğerlerinden daha hızlıydım, dövüşte de daha iyiydim. Maria benden memnundu,
öyle ki yendiklerimin yerine yenilerini yapmak zorunda kaldı. Sık sık ödüllendirildim ve bu beni
güçlendirdi.
“Maria karakter tahlilinde oldukça iyiydi. Beni diğerlerinden sorumlu hale getirdi – sanki terfi
etmiştim. Bu benim doğama kesinlikle uygundu. Kayıplar gözle görülür biçimde azaldı ve
sayımız yirmi civarına ulaştı.
“Yaşadığımı zamanlar kesinlikle tedbirli olmamız gereken zamanlardı. İçinde buşunduğum
ortamı duygusal anlamda etkileyebilme yeteneğim tam olarak ortaya çıkmamıştı. Kısa süre
içerisinde yenidoğan vampirlerle daha önce görülmemiş şekilde iş birliği yapmaya başladık.
Hatta Maria, Nettie, ve Lucy bile beraber daha rahat çalışmaya başladılar.
“Maria’nın bana olan düşkünlüğü arttı – bana bağlanmaya başladı. Ve bir şekilde ben de ona
tapmaya başladım. Diğer türlü bir yaşamın var olduğuna dair fikrim yoktu. Maria bize bunun
bu şekilde olduğunu söylemişti ve bizler de inanmıştık.
“Bana benim ve kardeşlerimin ne zaman dövüşe hazır olacağını sordu, kendimi kanıtlamak için
istekliydim. Sonunda yirmi üç kişilik bir ordu oluşturdum – yirmi üç adet inanılmaz biçimde
kuvvetli yenidoğan vampir, daha önce olmadığı kadar yetenekli ve organizeydiler. Maria mest
olmuştu.
“Monterrey’e, onun evine doğru gittik ve Maria bizleri düşmanlarının üzerine saldı. Onların
sadece dokuz adet yenidoğan vampiri vardı ve onları iki yetişkin vampir kontrol ediyordu.
Maria’nın sandığından çok daha kolay bir şekilde onları yendik, sadece dört kayıp vermiştik. O
güne kadar böylesi bir zafer duyulmamış bir şeydi.
“Ve biz iyi eğitimliydik. Kimsenin ilgisini çekmemiştik. Hiçbir insan farkına varamadan şehir el
değiştirmişti.
“Başarı Maria’yı aç gözlü yapmıştı. Gözünü diğer şehirlere dikmesi çok uzun zaman almadı.
İlk yılın sonunda Texas’ın çoğunu ve Meksiko’nun kuzeyini kontrol eder hale gelmişti. Sonra
diğerleri güneyden onu geri püskürtmek için geldiler.
Kolundaki ize iki parmağıyla dokundu.
“Savaş kızışmıştı. Çoğu kişi Volturi’nin tekrar geri döneceğini düşünerek endişeleniyordu. İlk
baştaki yirmi üç kişilik asıl ordudan geriye on sekiz ay sonucunda sadece ben kalmıştım. Hem
kazanmış hem de kaybetmiştik. Nettie ve Lucy de sonunda Maria’ya düşman oldular – fakat
onları da yendik.
“Maria ve ben Monterrey’i elimizde tutuyorduk. Çarpışmalar hala devam etse de bunu sakince
yapmıştık. Fethetme fikri artık önemsizdi; intikam ve kan davası yüzünden devam ediyordu
savaş.
“Maria ve ben her zaman bir düzine yenidoğanı hazır bekletiyorduk. Bizim için önemsizdiler –
piyondular, feda edilmeye hazırdılar.
Sayıları arttığı zaman onlardan kurtulurduk. Hayatım aynı şiddet döngüsü içerisinde devam etti
ve yıllar geçti. Her şeyden sıkılmaya başlamıştım artık…
“Onlarca yıl sonra, yenidoğan vampirlerden biriyle arkadaş oldum. Becerikliydi ve ilk üç yılının
sonunda her şeye rağmen hayatta kalmıştı. Adı Peter’dı. Peter’ı severdim; O… uygardı –
sanırım bu doğru sözcük. Dövüşmekte oldukça iyi olsa da bundan zevk almıyordu.
“Yenidoğanlarla ilgilenmek üzere görevlendirildi – onlara bakıcılık yapıyordu diyebilirsin. Bu
tam zamanlı bir işti.
“Ve sonra gene tasfiye edilme zamanları geldi. Yenidoğanlar güçlülerdi; eskilerin yerini
almalılardı. Onlardan kurtulmamda bana yardım etmeliydi. Onları ayırdık, anlarsın ya, birer
birer… Her zaman olduğu gibi uzun bir geceydi. Bu defa beni onların bazılarında potansiyel
olduğu konusunda ikna etmeye çalıştı ama Maria onlardan kurtulmamız gerektiğini emretmişti.
Peter’a hayır dedim.
“İşi yarılamıştık ve bunun Peter’ı kötü etkilediğini hissedebiliyordum. Bir sonraki kurbanı
çağırdığımda onu gönderip kendim mi halletmeliyim diye karar vermeye çalışıyordum. Aniden
sinirlenmesine şaşırdım. Tepkisi ne olursa olsun kendimi hazırladım – iyi bir dövüşçüydü ama
asla benimle boy ölçüşemezdi.
“Çağırdığım yenidoğan kadındı, henüz bir yılı geride bırakmıştı. Adı Charlotte’du. O içeri
girdiğinde Peter’ın içinde bulunduğu hali birden değişti; duyguları onu ele vermişti. Kıza
kaçması için bağırdı ve o da onun arkasından fırladı. Onların peşine düşebilirdim ama
yapmadım. Onları… yok etmek için isteksizdim.
“Maria bundan dolayı benden rahatsız oldu…
“Beş yıl sonra, Peter gizlice geri geldi. Gelmek için iyi bir gün seçmişti.
“Maria ruh halimin hiç olmadığı kadar bozulmasından ötürü şaşkındı. O asla yılgın hissetmezdi
ve benim neden farklı olduğumu merak ediyordum. Benim yakınıma geldiğinde duygularının
nasıl değiştiğini fark etmeye başlamıştım – bazen korkuyordu… ve kin güdüyordu – aynı
duygu Nettie ve Lucy’nin saldırdığı zaman fark etmemde bana yardımcı olmuştu. Peter
döndüğü sırada kendimi tek dostumu, varoluş nedenimi yok etmek için hazırlıyordum.
“Peter bana Charlotte ile olan yeni hayatından bahsetti, bana asla hayal edemeyeceğim
seçenekler olduğunu söyledi. Beş yıldır hiç dövüşmemişlerdi ve kuzeyde pek çok vampirle
tanışmışlardı. Onlar kaosdan uzak beraberce yaşayabiliyorlardı.
“Bir konuşmamız sırasında beni ikna etti. Gitmek için hazırdım ve bir şekilde Maria’yı
öldürmediğim için rahatlamıştım.Carlisle ve Edward’la olduğum gibi onunla yıllarca yoldaş
olmuştum ama aramızdaki bağ kesinlikle güçlü değildi. Dövüşme için, kan için yaşarsan
ilişkilerin sağlam olmaz ve kolayca bozulur. Arkama bakmadan çekip gittim.
“Peter ve Charlotte ile birkaç yıl seyahat ettim, bu yeni ve barışçıl dünyayı tanıdım. Fakat
bunalımlı halimden bir türlü sıyrılamadım. Bendeki sorunun ne olduğunu anlayamıyordum,
ansızın Peter benim avlandıktan sonra daha da kötüleştiğimi fark etti.
“Bunun üzerinde düşündüm. Yıllarca süren kıyım ve vahşetten sonra neredeyse tüm insanlığımı
kaybetmiştim. Bir karabasandım, en korkuncundan bir canavardım. Ne zaman bir insanı
avlasam diğer yaşamıma ait bir şeyleri anımsatmasını umuyordum. Benim güzelliğime
hayranlıkla gözlerini dikmiş bakarken, zihnimde Maria ve diğerlerini, son defa Jasper Whitlock
olduğum sırada bana nasıl baktıklarını görebiliyordum. Bu benim için güçlüydü – ödünç alınan
bir anıydı – ama bildiğim her şeyden daha güçlüydü çünkü avımın hissettiği her şeyi
hissedebiliyordum. Onları öldürürken onların hislerini duyuyordum.
“Etrafımdaki duyguları yönlendirmenin nasıl olduğunu sen de hissedebilirsin Bella ama bir oda
dolusu duygunun beni nasıl etkilediğini bilemezsin. Her günü bir duygu sağanağı içerisinde
geçiriyorum. Ömrümün ilk yüz yılında kana susamış intikam dolu bir dünyada yaşadım. Nefret
benim tek dostumdu. Maria’yı terk ettiğim için rahatlamıştım ama hala kurbanımın korkusunu
ve dehşetini hissediyordum.
“Bu bana çok gelmeye başlamıştı.
“İçine düştüğüm bunalım kötüleşti ve Peter ile Charlotte’dan uzaklaştım. Artık uygar
olduklarından baştan beri hissettiğim nefreti onlar hissetmiyordu.Tek istedikleri savaştan
uzakta kalmaktı. Öldürmekten öylesine yorulmuştum – hatta insanları bile.
“Fakat öldürmeye devam etmeliydim. Başka ne seçim şansım vardı ki? Daha az sıklıkla
öldürmeye çalıştım ama çok susadığımda onu da umursamadım. Bir asır boyunca kendimi
hiçbir zevkten mahrum etmemişken şimdi kendi kendimi disipline etmeye çalışıyordum…
zorluydu. Hala bunda çok iyi değildim.
Jasper hikayeye benim olduğum gibi kendini kaptırmıştı. Yüzündeki boş ifadenin yerini
huzurlu bir gülümsemeye bırakması beni şaşırttı.
“Philadelphia’daydım. Fırtına vardı ve ben gün boyunca dışarıdaydım – bir şeyler beni rahatsız
ediyordu. Yağmurun altında dikilmenin insanların ilgisini çekeceğini biliyordum bu yüzden
nerdeyse boş olan bir cafe’ye sığındım. Kimseyi fark etmeyecek kadar gözüm kararmıştı,
bunun anlamı susamış olduğumdu, ve bu beni endişelendirmişti.
“Ordaydı – beni bekliyordu, doğal olarak.” Güldü. “İçeri girdiğim anda uzun taburesinden
aşağıya tek hamlede indi ve bana doğru yürümeye başladı.
“Bu beni endişelendirmişti. Bana saldırmak istediğinden emin olamamıştım. Geçmişimden
dolayı aklıma gelen ilk şey buydu. Fakat o gülümsüyordu. Ve ondan yayılan duyguları daha
evvel hayat boyunca hissetmemiştim.
“‘Beni çok uzun süre bekletmiştin,’ dedi Alice.”
Alice’in ne zaman arkamda belirdiğini gene fark etmemiştim.
“Ve sen başını iyi bir güneyli beyefendisi gibi eğmiştin ve ‘Üzgünüm bayan’ demiştin.” Alice bu
anıya gülmeye başladı.
Jasper da ona gülümsedi. “Elini uzatmıştın ve ben de bir an olsun yaptığım şeyin ne kadar
mantıksız olduğunu düşünmeyi bırakmadan elini tutmuştum.Bir yüz yıl boyunca ilk defa
umutlandığımı hissetmiştim.”
Jasper konuşurken Alice’in elini tuttu.
Alice gülümsedi. “Rahatlamıştım. Bir daha asla ortaya çıkmayacağını düşünmüştüm.”
Uzun bir süre birbirlerine gülümsediler ve sonra Jasper bana döndü, yüzündeki yumuşak ifade
yavaş yavaş kayboldu.
“Alice bana Carlisle’ın olaylara bakışını ve ailesini anlattı. Böyle bir var oluşun mümkün
olduğuna inanmakta güçlük çekmiştim. Fakat Alice beni iyimser hale getirmişti. Böylece onları
bulmak üzere yola çıktık.
“Hepsinin korkudan ödünü koparmışlar,” dedi Edward, Jasper bana dönüp açıklama yapmadan
önce gözlerini devirdi. “Emmett ve ben avlanmaya gitmiştik. Jasper tüm o savaş yaralarıyla
ortaya çıkmış üstelik yanında bu küçük manyak da varmış” – keyifle Alice’i dirseğiyle
dürtmüştü – “herkesi ismiyle selamlamış, herkes hakkında her şeyi biliyormuş ve hangi odaya
yerleşebilirim diye sormuş.”
Alice ve Jasper uyum içerisinde güldüler, kalın ve ince sesleri birbirine karışmıştı.
“Eve geldiğimde tüm eşyalarım garajdaydı,” diye devam etti Edward.
Alice omuz silkti. “En iyi manzara senin odandaydı.”
Kahkalarla güldüler.
“Bu güzel bir hikaye,” dedim.
Üç çift göz akıl sağlığımı sorgularcasına bana baktı.
“Yani son kısmı,” diye kendimi savundum. “Alice ile mutlu son.”
“Alice her şeyi farklı hale getirmişti,” diye kabul etti Jasper. “Mutlu olduğum bir duygu
selindeydim.”
Fakat kısa bir an sonra sıkıntı geri döndü.
“Bir ordu,” diye fısıldadı Alice. “Neden bize söylemedin?”
Diğerleri tekrar konuşmayla ilgilenmeye başlamışlardı, gözleri Jasper’ın yüzüne kilitlenmişti.
“İşaretleri yanlış yorumladığımı düşünmüştüm. Çünkü bunun bir nedeni olmalıydı. Neden biri
Seattle’da bir ordu yaratmış olmalıydı? Oranın bir tarihi yoktu, kin güdecek birileri yoktu.
Birilerinin bir yerleri ele geçireceği düşüncesi mantıksızdı; zaten bunu isteyen kimse ortada
yoktu. Göçebeler gitmişlerdi, mücadele edecek kimse yoktu. Savunmaya geçilecek kimse
kalmamıştı.
“Fakat bunu daha önce de gördüm ve bunun başka bir açıklaması yok. Seattle’da yenidoğan
vampirlerden oluşturulmuş bir ordu var. Yirmi kişiden az olduklarını tahmin ediyorum. Kötü
olan kısmıysa eğitimsiz olmaları. Onları her kim yapmışsa hemen salmış. Daha da kötü hale
gelecek ve Volturi bu işe el koyana kadar sona ermeyecek. Aslında bu kadar devam etmesine
izin vermelerine bile şaşırıyorum.
“Biz ne yapabiliriz?” diye sordu Carlisle.
“Eğer Volturi’nin dahil olmasını istemiyorsak yenidoğanları biz yok etmeliyiz, ve bunu hızla
yapmalıyız.” Jasper’ın yüzü sertleşmişti. Onun hikayesini biliyordum artık ve bu
değerlendirmenin onun için ne kadar rahatsız edici olduğunu tahmin edebiliyordum. “Bunu
nasıl yapacağınızı size öğretebilirim. Şehirde bu hiç kolay olmayacak çünkü. Genç vampirler
gizliliği umursamazlar, ama biz umursamak zorundayız. Bu bizi kısıtlayacak. Belki de onların
önüne yem atıp başka yöne çekmeliyiz.”
“Belki de bunu yapmak zorunda kalmayız.” Edward’ın sesi soğuktu. “Biri bölgemizi tehdit
ederken bir ordu oluşturmak yapılabilecek tek şey… değil mi?”
Jasper’ın gözleri kısılmıştı; Carlisle’ın gözleri ise şaşkınlıktan irileşmişti.
“Tanya’nın ailesi de yakınlarda,” dedi Esme yavaşça, Edward’ın önerisini kabul etmekte
isteksizdi.
“Yenidoğanların onlara zarar vereceğini sanmıyorum Esme. Sanırım onların hedeflerinin biz
olduğumuzu düşünmek zorundayız.”
“Onlar bizim peşimizden gelmiyorlar,” diye üsteledi Alice ve sonra da duraksadı. “Ya
da…bunu bilmiyorlar. Henüz.”
“Bu da ne demek şimdi?” diye sordu Edward merakla. “Ne hatırladın?”
“Belli belirsiz ışıklar,” dedi Alice. “Neler olduğunu görmeye çalıştığımda net bir şey
göremiyorum, somut bir şey olmuyor. Ama tuhaf görüntüler görüyorum. Mantıklı hale
getiremeyeceğim kadar az şey görüyorum. Sanki biri onların zihinleriyle oynayıp ne olduğunu
anlayamamam için sürekli planını değiştiriyor gibi…”
“Kararsız mı?” diye hayretle sordu Jasper.
“Bilmiyorum…”
“Kararsız değil,” diye homurdandı Edward. “Bilgili. Biri senin bir şey karar verilmeden
göremeyeceğini biliyor. Bizden saklanan biri. Senin görü yeteneğindeki boşluklardan
yararlanıyor.”
“Bunu kim bilebilir ki?” Alice’in sesi belli belirsiz çıkmıştı.
Edward’ın gözleri buz gibi sertti. “Aro seni kendini bildiğin kadar biliyor.”
“Fakat eğer gelmeye karar verselerdi bunu görürdüm…”
“Elbette ellerini kirletmek istiyorlarsa.”
“Biri yardım ediyor,” dedi Rosalie, ilk defa konuşuyordu. “Güneyden birisi… kurallarla başı
belada olan biri. Çoktan yenilmiş olan bu kişiye ikinci bir şans verilmiş olmalı – eğer küçük bir
sorunun çaresine bakarsa…Bu Volturi’nin geç kalmış cevabını açıklıyor.”
“Neden?” diye sordu Carlisle, hala şaşkındı. “Volturi’nin bunu yapması için bir nedeni –”
“Gözümüzün önündeydi,” dedi Edward yüksek sesle. “Bu kadar erken geldiğine
inanamıyorum, çünkü diğer düşünceleri daha güçlüydü. Aro kafasında beni bir tarafta Alice’i
ise diğer tarafta gördü. Gelecek ve geçmiş karşısında duruyordu. Böyle bir güç onu kendinden
geçirdi. Bu planından vazgeçireceğini sanmıştım – bunu çok fazla istemişti. Fakat senin
hakkında da düşünüyordu Carlisle, senin büyüyen ve güçlenen ailen hakkında. Korkuyla ve
kıskançlıkla; onun sahip olduğundan… fazlasına sahip oluyordun, onun istediklerine. Bunu
düşünmemeye çalıştı ama bunu tamamen saklayamadı. Rekabeti sona erdirme fikri ortaya çıktı;
ayrıca onların bulduğu bugüne kadarki en geniş vampir topluluğuyduk…”
Onun yüzüne korkuyla baktım. Bunu bana asla söylememişti, ama bunun nedenini biliyordum.
Şimdi kafamda Aro’nun emelini canlandırabiliyordum. Edward ve Alice siyahlar içerisindeydi,
pelerinleri uçuşuyordu ve Aro’nun yanında kan kırmızı buz gibi gözlerle sürükleniyorlardı…
Carlisle kabusumdan beni uyandırdı. “Görevlerine çok bağlılardır ama. Kendi kurallarını asla
bozmuş olamazlar. Mücadele ettikleri her şeye karşı bu.”
“Her şey bittikten sonra temizlik yapacaklar. Çifte ihanet,” Edward bunu vahşi bir ses tonuyla
söyledi. “Hiç kayıp olmayacak.”
Jasper öne doğru eğildi ve başını itiraz edercesine salladı. “Hayır Carlisle haklı. Volturi
kuralları bozmaz. Ayrıca bu çok dikkatsizce. Bu… kişi, bu tehdit – her neyse ne yaptığına dair
fikri yok. Bunu ilk defa yaptığı çok açık. Volturi’nin bu işe dahil olduğuna inanamam. Fakat
dahil olacaklar.”
Hepsi gerilimden dolayı donmuş şekilde birbirlerine baktılar.
“Öyleyse gidelim,” dedi Emnett neredeyse haykırarak. “Ne için bekliyoruz?”
Carlisle ve Edward birbirlerine uzun süre baktılar. Edward sonra başıyla onayladı.
“Bize öğretmene ihtiyacımız olacak Jasper,” dedi Carlisle en sonunda. “Onları nasıl yok
etmemiz gerektiğini.” Carlisle dişlerini sıkıyordu ama gözlerinde çektiği acıyı görebiliyordum.
Kimse Carlisle’dan daha fazla şiddetten nefret edemezdi.
Tüm bu olanlarda beni rahatsız eden bir şey vardı ama ne olduğunu bir türlü bulamıyordum.
Uyuşmuş gibiydim, korkmuştum ve dehşete düşmüştüm. Fakat yine de önemli olan bir şeyleri
gözden kaçırdığımı hissediyordum. Tüm bu kaosu mantıklı şekilde açıklayacak olan şeyi.
“Yardıma ihtiyacımız olacak,” dedi Jasper. “Tanya’nın ailesinin istekli olacağını düşünüyor
musun…? Beş yetişkin vampirin daha bize katılması büyük bir fark yaratabilirdi. Sonra Kate ile
Eleazar’ın bizim tarafımızda olması büyük bir avantaj. Onların yardımıyla çok kolay hale
gelebilirdi.”
“Onlara soracağız,” diye cevap verdi Carlisle.
Jasper cep telefonunu uzattı. “Acele etmeliyiz.”
Doğuştan sakin biri olan Carlisle’ın bu kadar sarsılmış olarak hiç görmemiştim. Telefonu aldı
ve pencerenin olduğu tarafa gitti. Numaraları tuşladı, ahizeyi kulağına tuttu ve elini cama
doğru yasladı. Sisli sabaha doğru kederli ve kararsız bir şekilde bakmaya başladı.
Edward elimi avcuna aldı ve iki kişilik koltuğa çekti beni. Yanına oturdum, o Carlisle’a
bakarken ben de onu izledim.
Carlisle’ın sesi alçaktı ve hızlı konuşuyordu, ne dediğini anlamak zordu. Tanya’ya
selamladığını ve hızla konuya girdiğini duymuştum ama çok hızlı konuştuğundan anlaması
benim için zordu fakat yine de Alaska’daki vampirlerin Seattle’da yaşananlar hakkında bilgisiz
olmadığını söyleyebilirdim.
Sonra aniden Carlisle’ın sesinde bir değişiklik oldu.
“Ah,” dedi, sesi şaşırdığından keskinleşmişti. “Biz bunu fark etmemiştik… yani İrina’nın böyle
hissettiğini.”
Edward inledi yanımda ve gözlerini kapadı. “Kahretsin. Laurent, cehennemin en derin
çukuruna aitsin.”
“Laurent?” Fısıldamıştım, kan yüzümden çekilmişti ama Edward cevap vermedi. Carlisle’n
düşüncelerine odaklanmıştı.
Laurent’la geçen baharki karşılaşmayı unutmam ya da hatırlayamamamın imkanı yoktu. Jacon
ve sürüsü gelip araya girmeden önce söylediği her kelimeyi hatırlıyordum.
Aslında buraya ona bir iyilik yapmak için geldim…
Victoria. Laurent onun ilk hareketi olmuştu – onu gözlem yapması için yollamıştı, beni ele
geçirmesi ne kadar zor onu görmesi için. Kurtlar onu sağ bırakmamıştı bu yüzden gidip bilgi
verememişti.
James’in ölümünden sonra Victoria ile bağlarını korumuştu ayrıca yeni bağlantılar ve ilişkilerde
geliştirmişti. Tanya’nın ailesiyle yaşamak üzere Alaska’ya gitmişti – Tanya şu alev rengi saçları
olan – onlar da Cullen ailesinin vampir dünyasındaki en yakın dostlarıydı. Laurent ölmeden
önce onlarla bir yıl bilikte yaşamıştı.
Carlisle hala konuşuyordu, sesi pek de rica eder tonda değildi. İkna ediciydi ama asabiydi de.
Sonra aniden bu asabi hali tamamen onu ele geçirdi.
“Bunun ihtimali dahi söz konusu değil,” dedi Carlisle sert bir şekilde. “Bir anlaşmamız var.
Onlar bozmadı ve biz de bozmayacağız. Bunu duyduğum için üzgünüm… Tabii ki. Bizler
elimizden gelenin en iyisini yapacağız.”
Carlisle cevap beklemeden telefonu kapattı. Dışarıdaki sise bakmaya devam etti.
“Sorun ne?” diye fısıldadı Emmett Edward’a.
“İrina bizim dostumuz Laurent ile sandığımızdan daha yakınlarmış. Bella’yı korumak için onu
öldürdüklerinden dolayı kurtlara kin güdüyor. O –” Duraksadı, bana doğru baktı.
“Devam et,” dedim elimden geldiğince tepkisizce.
Gözlerini kıstı. “İntikam istiyor. Sürüyü ortadan kaldırmak istiyor. Bizim iznimiz karşılığında
yardım etmeyi teklif ediyordu.”
“Hayır!” Haykırmıştım.
“Endişelenme,” dedi kayıtsız bir şekilde. “Carlisle bunu asla kabul etmezdi.” İkilemde kaldı,
sonra da derin bir nefes verdi. “Ben de öyle. Laurent bunu hak etti” – sonra neredeyse
bağırmaya başladı – “ve bunun için hala kurtlara borçluyum.”
“Bu iyi değil,” dedi Jasper. “Bu başa baş bir mücadele değil. Becerikli dövüşçüler olabiliriz
ama sayımız yeterli değil. Kazanabiliriz ama bunu bedeli ne olur? “ Gergin gözleri bir an
Alice’e baktı ve sonra başka yöne döndü.
Jasper’ın ima ettiği şey yüzünden çığlık atmak istiyordum.
Kazanabilirdik ama kaybedebilirdik de. Bazıları hayatta kalamayabilirdi.
Odadakilerin yüzlerine baktım – Jasper, Alice, Emmett, Rose, Esme, Carlisle…Edward – onlar
ailemin yüzleriydi.
sadece.” Acıklı bir şekilde güldü ve koluna hafifçe dokundu. “Bizim zehirimiz böyle iz bırakan
tek şey.”
“Neden?” diye korkuyla sordum, biliyorum kaba bir hareketti ama ustaca oluşturulmuş bu ize
bakmaktan kendimi alamıyordum.
“Benim tamamen aynı değildi… evlatlık edinilmiş kardeşlerim gibi terbiye edilmiş değildim.
Benim başlangıcım oldukça farklı.” Sesi sona doğru sertleşmişti.
Dehşete düştüğümden ağzım açık şekilde ona baktım.
“Hikayemi anlatmadan önce,” dedi Jasper, “bizim dünyamızda bazı yerler olduğunu anlamak
zorundasın Bella, bu yerlerde yaşlanmama süreci haftalarla sınırlıdır, yüzyıllarla değil.”
Diğerleri bunu daha önce duymuşlardı. Carlisle ve Emmett ilgilerini tekrar televiyona
vermişlerdi. Alice ise sessizce Esme’nin ayaklarının dibine oturmuştu. Fakat Edward en az
benim kadar dikkatini vermiş görünüyordu; verdiğim her tepkiyi yakından izlediğinin
farkındaydım.
“Nedenini anlamak için, bu dünyaya tamamen farklı bir bakış açısıyla bakmalısın. Bitmeyen
susuzluk duygusunun… nasıl güçlü ve aç gözlü bir şey olduğunu hayal etmelisin.
“Yani, bu dünyada diğerlerinden çok bizim için arzu edilen yerler var. Daha az kontrollü ve
hala keşfedilmemiş yerler.
“Bir anlığına önünde batı yakasının bir haritası olduğunu hayal et. Her insan yaşamını kırmızı
bir nokta olarak düşün. Koyu kırmızı olanlardan, ilgi çekmeden – şey açıkçası bu sayede var
oluyoruz –.daha kolay şekilde beslenebiliyoruz.”
Kafamda bunu canlandırırken beslenme kelimesinden dolayı ürpermiştim. Fakat Jasper beni
korkutacağı için endişelenmiyordu, Edward’ın her zaman olduğu gibi aşırı korumacı değildi.
Duraksamadan devam etti.
“Güneydeki topluluklar insanların fark edip fark etmediğini umursamaz. Bu yüzden Volturi
onları sürekli denetim altında tutar. Güneydeki toplulukların korktuğu tek şey Volturi’dir. Eğer
Volturi olmasaydı hepimiz kolayca ifşa olurduk.”
Bu kelimeyi böyle telaffuz etmesinden dolayı kaşlarımı çatmıştım – saygıyla ve neredeyse
minnetle konuşmuştu. Volturi’nin iyi olabileceği ihtimali kabul etmesi oldukça zor bir şeydi.
“Kuzeydekiler ise, kıyasla, medenilerdir. Genelde bizler gece olduğu kadar gündüz de eğlenen
göçebeleriz, insanlarla şüphe uyandırmayacak şekilde ilişki kurararız – gizlilik biçim için
esastır.
“Güneydeki dünya ise tamamen farklı. Ölümsüzler sadece geceleri ortaya çıkar. Günlerini bir
sonraki hamlelerini planlayarak ya da düşmanlarını belirleyerek geçirirler. Çünkü güneyde asla
ateşkes olmayan bir savaş yüzyılardır devam etmekte. Topluluklar nadiren insanların varlığını
fark eder, sadece yiyecek için askerler hayvan sürülerini beklerler. Volturi’den saklanmak için
hayvan sürüleriyle ilgilenirler.
“Fakat onlar ne için savaşıyor?” diye sordum.
Jasper gülümsedi. “Haritadaki kırmızı noktaları anımsadın mı?”
Bekledi, bu yüzden başımı onaylarcasına salladım.
“Koyu kırmızı olanlar için savaşıyorlar.
“Yani diyelim bir zamanlar Meksiko şehrinde bir vampir varmış ve orada tekmiş. O zaman o
her gece iki ya da üç defa beslenebilirdi ve kimse de bunu fark etmezdi. Rekabete yer
vermemek için de planlar yapardı.
“Diğerleri de onunla aynı isteği paylaşıyordu. Bazıları daha etkili taktiklerle ortaya çıktılar.
“Fakat en etkili taktik adı Benito olan genç bir vampir tarafından keşfedildi. Kimse onun adını
duymamıştı, Dallas’ın kuzeyinden bir yerlerden gelmişti ve Houston yakınlarında bir bölgeyi
paylaşan iki vampir topluluğunu katletmişti. İki gece sonra, Meksiko’nun kuzeyindeki
Monterrey’de daha güçlü klanlarla çarpıştı. Tekrar, kazandı.”
“Nasıl kazandı peki?” Merakla sordum.
“Benito yenidoğanlardan bir ordu oluşturmuştu. Bunu düşünen ilk kişi o olmuştu, başlangıçta
o durdurulamazdı. Genç vampirler değişken, vahşi ve kontrol edilmeleri neredeyse imkansızdır.
Yenidoğan bir vampiri ikna edip kendini kontrol etmesini öğretebilirsin ama onu ya da on beş
tanesi bir araya geldiğinde tam bir kabus olurlar. Onlara düşman olarak gösterdiğin herkese
saldırırlar. Benito savaşmaları için onlardan bir sürü yapmaya devam etti çünkü yenidoğanlar
hem kendi içlerinde savaşıyorlardı hem de vampir topluluklarının yarısını katlederken yok olup
gitmişlerdi.
“Yani, yenidoğanlar tehlikeli de olsa, eğer ne yaptığını bilirsen onları yenebilirsin. Fiziksel
olarak, ilk yıllarında, muazzam bir güçleri vardır ve eğer önlerine kendilerinden daha yaşlı bir
vampir çıkarsa onu kolaylıkla parçalayabilirler. Fakat onlar içgüdülerinin köleleridir ve bu
yüzden davranışları tahmin edilebilir. Genelde dövüş yetenekleri yoktur, sadece kuvvetli ve
vahşidirler. Ayrıca o zamanlar sayıca çok kalablıklardı.”
“Meksiko’nun güneyindeki vampirler başlarına ne geleceğini biliyordu ve yapabilecekleri tek
şeyin Benito’ya karşılık vermek olduğunu düşündüler. Kendi ordularını yarattılar…
“Kıyamet kopmuştu – ve bu kelimeyi laf olsun diye söylemedim çünkü böyle bir şeyi hayal
edebileceğini sanmıyorum. Biz ölümsüzlerin de kendi tarihleri var ve bu savaş asla
unutulmayacak. Tabii ki bu zamanlar Meksiko’daki insanlar için de pek iyi zamanlar değildi.
Ürpermiştim.
“Ölü sayısı devasa rakamlara ulaştığında – ki sizin tarihiniz bu ölümler için bir hastalığı
suçlamıştı – Volturi öne çıktı. Tüm koruyucular bir araya geldi ve Kuzey Amerika’nın
ilerisinde her yenidoğan vampiri buldular. Benito kendini Pueblo’da korumaya almıştı,
Meksiko’yu ele geçirebilmek için ordusunu elinden geldiğince hızla inşa etmişti. Volturi işe
önce onunla başladı ve sonra da geri kalanlarla ilgilendi.
“Yenidoğanlarla beraber olan herkes oracıkta imha edildi, tüm vampirler kendini Benito’dan
korumak istediğin dolayı Meksiko şehri bir süre vampirlerden arınmıştı.
“Volturi her yeri yaklaşık bir yılda temizledi. Bu da tarihimizin hatırlayacağı bir başka önemli
olay oldu, tüm bu yaşananlardan geriye sadece birkaç görgü şahidi kalmıştı. Onlardan biriyle
konuştum, Volturi Culiacán’a gittiğinde olanları uzaktan görmüştü.”
Jasper titredi. Onu daha önce bu kadar korkmuş ya da endişeli görmediğimi fark etmiştim. Bu
ilkti.
“Bu zaptetme hareketi Güney’e yayılmadı. Dünyanın geri kalanı bu hareketten etkilenmedi.
Volturi’ye bugünkü sakin yaşamımızı borçluyuz.
“Fakat Volturi İtalya’ya geri döndüğünde sağ kalanlar bölgelerini hemen geri istediler.
“Vampir toplulukları arasında anlaşmazlıkların başlaması çok uzun sürmedi. Bir sürü
anlaşmazlık vardı. Kan davası güdülüyordu. Yenidoğanlardan ordu kurma fikri artık hep
akıllarında bir yerlerde vardı, bazıları buna karşı koymadan uyguladılar. Fakat Volturi asla
unutulmamıştı ve güney toplulukları bu defa daha dikkatliydiler. Yenidoğanlar insanlar
arasından dikkatle seçildi ve eğitim de verildi. Bu defa ihtiyatlıydılar ve büyük bir kısımları
insan bırakıldı. Onları yaratanlar Volturi’nin dönmesine istemiyorlardı, bu yüzden buna neden
olmaya niyetleri hiç yoktu.
“Savaşlar devam etti ama küçük ölçekli olarak. Bazen birileri çok ileri giderse, hemen
insanların gazetelerinde spekülasyonlar başlardı ve Volturi gelip tüm şehri temizleyeceği
bilinirdi. Ama diğerleri, yani dikkatli olanlar buna izin vermedi…”
Jasper bir süre boşluğa doğru baktı.
“Yani sen böyle değiştin.” Konuşmam bir fısıltı gibiydi.
“Evet,” diye kabul etti. “İnsan olduğum zamanlarda Teksas, Houston’da yaşardım. 1861
yılında on yedi yaşımdayken Kofederasyon Ordusu’na katıldım. Kayıt memuruna yalan
söyleyip yirmi yaşındayım dedim. Buna inanacakları kadar uzun boyluydum.
“Benim askeri kariyerim kısa sürdü ama oldukça parlak geçti. İnsanlar her zaman… benden
hoşlanırlardı ve söylediklerimi dinlerlerdi. Babam bunun karizma olduğunu söylerdi. Tabii ki,
bundan daha fazlası olduğunu şimdi biliyorum. Fakat nedeni ne olursa olsun hızla terfi ettim
hatta benden yaşça büyük olanları bile geride bıraktım. Konfederasyon Ordusu henüz yeniydi
ve kendisini organize etmeye çalışıyordu bu yüzden fırsatları iyi değerlendirdim.
Galveston’daki ilk savaşta – aslında bu daha çok bir çatışmaydı – yaşım hakkındaki gerçeği
söylememiş olsam da Teksas’daki en genç binbaşıydım.
“Birleşik Ordusu’nun birlikleri şehrin kıyılarından geldiklerinde kadın ve çocukları tahliye
etmekle görevlendirildim. Onları hazırlamak bir günümüzü almıştı ve sonra onların ilk kısmını
Houstan’a nakletmiştim.
“O geceyi oldukça net hatırlıyorum.
“Karanlık çöktükten sonra şehre ulaşmıştık. Getirdiğim sivillerin güvende olduğuna emin
olacak kadar kalmıştım orada. Hemen sonra atımı değiştirdim ve Galveston’a geri döndüm.
Dinlenmeye zaman yoktu.
“Şehirden sadece bir mil uzakta üç tane kadın bulmuştum. Onların gruptan geride kaldıklarını
sanmıştım ve atımdan onlara yardım etmek için indim. Fakat onların yüzünü gecenin soluk
ışığında gördüğümde donup kaldım. Tereddüte düşmeden söyleyebilirdim ki üçü o güne kadar
gördüğüm en güzel kadınlardı.
“Soluk tenleri vardı ve bunun harika olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Hatta siyah saçlı
olanın, yüzü kesinlikle onun Meksikalı olduğunu belli ediyordu, ay ışığında teni porselen gibi
görünüyordu. Hepsi de genç görünüyordu, öyle ki onlara kız diye hitap etmek daha doğruydu.
Onların bizim gruptan geride kalmadıklarını anlamıştım. O üçünü daha önce görmüş olsaydım
bunu bilirdim.
“‘Nutku tutuldu,’ dedi uzun olan tatlı ve yumuşak bir sesle – sanki bir rüzgar çanıydı sesi.
Saçları sapsarıydı ve teni bembeyazdı.
“Diğeri de arışındı ve teni kireç gibi beyazdı. Onun yüzü bir meleğinki gibiydi. Bana doğru
eğildi ve derin bir soluk aldı.
“Mmm,” diye inledi. ‘Çok tatlı,’ dedi.
“Kısa olan, esmer olan yani, elini kızın omzuna koydu ve ona hızla bir şeyler söyledi. Sesi çok
tatlıydı, kulağa şarkı gibi geliyordu, ama keskindi ki görünüşe göre bunu bilerek yapmıştı.
“‘Konsantire ol Nettie,’ dedi.
“İnsanların birbirleriyle nasıl bağlantılı olduklarına dair her zaman iyi bir sezim olmuştu ve
hemen esmer olanın diğerlerini bir şekilde yönettiğini anlamıştım. Eğer asker olsalardı içlerinde
en üst rütbeli olanın o olduğunu söylerdim.
“‘Düzgün görünüyor – genç, güçlü, bir asker…’ Esmer olan duraksadı, konuşmaya çalıştıysam
da başarılı olamadım. ‘Ve onda çok daha fazlası var… hissediyor musunuz?’ diye sordu
yanındaki diğer ikisine. ‘O… ilgi çekici.”
“‘Ah, evet,’ diye hemen onayladı Nettie, tekrar bana doğru eğildi.
“‘Sabırlı ol,’ dedi esmer olan ve ötekini uyardı. ‘Bunu ayırmak istiyorum.’
“Nettie kaşlarını çattı; canı sıkılmış görünüyordu.
“‘Sen daha iyi bilirsin, Maria,’ dedi uzun boylu sarışın tekrar konuşarak. ‘Eğer o senin için
önemliyse. Her zaman öldürdüğümün iki katı kadar öldürürüm ben de.”
“‘Evet, kendime ayıracağım onu,’ diye kabul etti. ‘Bundan gerçekten hoşlandım. Nettie’yi
götüreceksin değil mi? Yoğunlaşmaya çalışırken arkamı kollamak zorunda kalmak
istemiyorum.’
“Bu güzel yaratıkların neden bahsettiklerini anlamamış olsam da tüylerim diken diken olmuştu.
O melek yüzlü olan öldürmekten bahsettiğinde içgüdülerim bana bir tehlike olduğunu söyledi
ama kararım içgüdülerime baskın çıktı. Kadınlardan korkulması gerektiği değil onları korumam
gerektiği öğretilmişti.
“‘Hadi avlanmaya gidelim’ istekle kabul etti Nettie ve diğer uzun kızın elini tuttu. Yüzlerini
döndüler – öylesine hoş görünüyorlardı ki! – ve şehre doğru koşmaya başladılar. Neredeyse
uçuyor gibiydiler, çok hızlılardı – beyaz elbiseleri arkalarında kanat gibi uçuşuyordu. Hayretle
gözlerimi kırpıştırdım ve onlar gitmişlerdi.
“Beni merakla süzen Maria’ya doğru döndüm.
“Hayat boyunca hiç batıl inançlarım olmamıştı. Ta ki o zaman kadar, asla hayaletlere ya da
diğer saçma şeylere inanmamıştım. Aniden o kadar da mantıksız gelmediler.
“‘Senin adın ne asker?’ diye sordu Maria.
“‘Binbaşı Jasper Whitlock bayan,’ kekelemiştim, hayalet bile olsa bir kadına kaba
davranamazdım.
“‘Umarım hayatta kalırsın Jasper,’ dedi yumuşacık bir sesle. ‘Senin için iyi hislerim var.’
“Bana bir adım yaklaştı ve sanki beni öpecekmiş gibi başını kaldırdı. İçgüdülerim kaçmamı
haykırsa da donup kalmıştım.”
Jasper duraksadı, yüzü düşünceli görünüyordu. “Birkaç gün sonra,” dedi en sonunda, hikayeyi
benim için mi, yoksa benim bile Edward’dan yayıldığını hissettiğim gerilimden dolayı mı
düzelttiğinden emin değildim, “Yeni hayatıma başladım.”
“İsimleri Maria, Nettie ve Lucy’di. Çok uzun zamandır bir arada değillerdi – diğer ikisinin yan
yana getiren Maria olmuştu. – üçü son savaştan sağ kurtulmayı başarmışlardı. Onların
birlikteliği tamamen ortak çıkarlarına dayanıyordu. Maria intikam almak ve kendi bölgesini geri
istemişti. Diğerleri de, sanırım şöyle diyebiliriz, kendi sürülerinin alanlarını arttırmak
istemişlerdi. Bir araya gelip bir ordu kurmuşlardı ve her zamankinden daha dikkatli olacaklardı.
Bu Maria’nın fikriydi. Üstün bir ordu istiyordu ve bu yüzden potansiyele sahip insanlar
arıyordu. Bize diğerlerinden çok daha fazla ilgi ve eğitim verdi. Bize dövüşmeyi ve insanların
arasında göze batmamayı öğretti. Tüm bunları yaptığımızda ödüllendirildik…”
Duraksadı, hikayesini tekrar düzeltti.
“Acelesi vardı. Büyük bir grup yenidoğanın gücünün yılın sonuna doğru zayıflayacağını
biliyordu ve bu yüzden biz hala güçlüyken harekete geçmek istiyordu.
“Maria’nın topluluğuna katıldığımda altı kişiydik. On beş gün içerisinde dört kişi daha
katılmıştı aramıza. Hepimiz erkektik - Maria askerleri istemişti – ve bu bizi kendi aramızda
dövüşmemiz için daha da çok ateşliyordu. İlk dövüşümde kendi silah arkadaşlarıma karşı
yapmıştım. Diğerlerinden daha hızlıydım, dövüşte de daha iyiydim. Maria benden memnundu,
öyle ki yendiklerimin yerine yenilerini yapmak zorunda kaldı. Sık sık ödüllendirildim ve bu beni
güçlendirdi.
“Maria karakter tahlilinde oldukça iyiydi. Beni diğerlerinden sorumlu hale getirdi – sanki terfi
etmiştim. Bu benim doğama kesinlikle uygundu. Kayıplar gözle görülür biçimde azaldı ve
sayımız yirmi civarına ulaştı.
“Yaşadığımı zamanlar kesinlikle tedbirli olmamız gereken zamanlardı. İçinde buşunduğum
ortamı duygusal anlamda etkileyebilme yeteneğim tam olarak ortaya çıkmamıştı. Kısa süre
içerisinde yenidoğan vampirlerle daha önce görülmemiş şekilde iş birliği yapmaya başladık.
Hatta Maria, Nettie, ve Lucy bile beraber daha rahat çalışmaya başladılar.
“Maria’nın bana olan düşkünlüğü arttı – bana bağlanmaya başladı. Ve bir şekilde ben de ona
tapmaya başladım. Diğer türlü bir yaşamın var olduğuna dair fikrim yoktu. Maria bize bunun
bu şekilde olduğunu söylemişti ve bizler de inanmıştık.
“Bana benim ve kardeşlerimin ne zaman dövüşe hazır olacağını sordu, kendimi kanıtlamak için
istekliydim. Sonunda yirmi üç kişilik bir ordu oluşturdum – yirmi üç adet inanılmaz biçimde
kuvvetli yenidoğan vampir, daha önce olmadığı kadar yetenekli ve organizeydiler. Maria mest
olmuştu.
“Monterrey’e, onun evine doğru gittik ve Maria bizleri düşmanlarının üzerine saldı. Onların
sadece dokuz adet yenidoğan vampiri vardı ve onları iki yetişkin vampir kontrol ediyordu.
Maria’nın sandığından çok daha kolay bir şekilde onları yendik, sadece dört kayıp vermiştik. O
güne kadar böylesi bir zafer duyulmamış bir şeydi.
“Ve biz iyi eğitimliydik. Kimsenin ilgisini çekmemiştik. Hiçbir insan farkına varamadan şehir el
değiştirmişti.
“Başarı Maria’yı aç gözlü yapmıştı. Gözünü diğer şehirlere dikmesi çok uzun zaman almadı.
İlk yılın sonunda Texas’ın çoğunu ve Meksiko’nun kuzeyini kontrol eder hale gelmişti. Sonra
diğerleri güneyden onu geri püskürtmek için geldiler.
Kolundaki ize iki parmağıyla dokundu.
“Savaş kızışmıştı. Çoğu kişi Volturi’nin tekrar geri döneceğini düşünerek endişeleniyordu. İlk
baştaki yirmi üç kişilik asıl ordudan geriye on sekiz ay sonucunda sadece ben kalmıştım. Hem
kazanmış hem de kaybetmiştik. Nettie ve Lucy de sonunda Maria’ya düşman oldular – fakat
onları da yendik.
“Maria ve ben Monterrey’i elimizde tutuyorduk. Çarpışmalar hala devam etse de bunu sakince
yapmıştık. Fethetme fikri artık önemsizdi; intikam ve kan davası yüzünden devam ediyordu
savaş.
“Maria ve ben her zaman bir düzine yenidoğanı hazır bekletiyorduk. Bizim için önemsizdiler –
piyondular, feda edilmeye hazırdılar.
Sayıları arttığı zaman onlardan kurtulurduk. Hayatım aynı şiddet döngüsü içerisinde devam etti
ve yıllar geçti. Her şeyden sıkılmaya başlamıştım artık…
“Onlarca yıl sonra, yenidoğan vampirlerden biriyle arkadaş oldum. Becerikliydi ve ilk üç yılının
sonunda her şeye rağmen hayatta kalmıştı. Adı Peter’dı. Peter’ı severdim; O… uygardı –
sanırım bu doğru sözcük. Dövüşmekte oldukça iyi olsa da bundan zevk almıyordu.
“Yenidoğanlarla ilgilenmek üzere görevlendirildi – onlara bakıcılık yapıyordu diyebilirsin. Bu
tam zamanlı bir işti.
“Ve sonra gene tasfiye edilme zamanları geldi. Yenidoğanlar güçlülerdi; eskilerin yerini
almalılardı. Onlardan kurtulmamda bana yardım etmeliydi. Onları ayırdık, anlarsın ya, birer
birer… Her zaman olduğu gibi uzun bir geceydi. Bu defa beni onların bazılarında potansiyel
olduğu konusunda ikna etmeye çalıştı ama Maria onlardan kurtulmamız gerektiğini emretmişti.
Peter’a hayır dedim.
“İşi yarılamıştık ve bunun Peter’ı kötü etkilediğini hissedebiliyordum. Bir sonraki kurbanı
çağırdığımda onu gönderip kendim mi halletmeliyim diye karar vermeye çalışıyordum. Aniden
sinirlenmesine şaşırdım. Tepkisi ne olursa olsun kendimi hazırladım – iyi bir dövüşçüydü ama
asla benimle boy ölçüşemezdi.
“Çağırdığım yenidoğan kadındı, henüz bir yılı geride bırakmıştı. Adı Charlotte’du. O içeri
girdiğinde Peter’ın içinde bulunduğu hali birden değişti; duyguları onu ele vermişti. Kıza
kaçması için bağırdı ve o da onun arkasından fırladı. Onların peşine düşebilirdim ama
yapmadım. Onları… yok etmek için isteksizdim.
“Maria bundan dolayı benden rahatsız oldu…
“Beş yıl sonra, Peter gizlice geri geldi. Gelmek için iyi bir gün seçmişti.
“Maria ruh halimin hiç olmadığı kadar bozulmasından ötürü şaşkındı. O asla yılgın hissetmezdi
ve benim neden farklı olduğumu merak ediyordum. Benim yakınıma geldiğinde duygularının
nasıl değiştiğini fark etmeye başlamıştım – bazen korkuyordu… ve kin güdüyordu – aynı
duygu Nettie ve Lucy’nin saldırdığı zaman fark etmemde bana yardımcı olmuştu. Peter
döndüğü sırada kendimi tek dostumu, varoluş nedenimi yok etmek için hazırlıyordum.
“Peter bana Charlotte ile olan yeni hayatından bahsetti, bana asla hayal edemeyeceğim
seçenekler olduğunu söyledi. Beş yıldır hiç dövüşmemişlerdi ve kuzeyde pek çok vampirle
tanışmışlardı. Onlar kaosdan uzak beraberce yaşayabiliyorlardı.
“Bir konuşmamız sırasında beni ikna etti. Gitmek için hazırdım ve bir şekilde Maria’yı
öldürmediğim için rahatlamıştım.Carlisle ve Edward’la olduğum gibi onunla yıllarca yoldaş
olmuştum ama aramızdaki bağ kesinlikle güçlü değildi. Dövüşme için, kan için yaşarsan
ilişkilerin sağlam olmaz ve kolayca bozulur. Arkama bakmadan çekip gittim.
“Peter ve Charlotte ile birkaç yıl seyahat ettim, bu yeni ve barışçıl dünyayı tanıdım. Fakat
bunalımlı halimden bir türlü sıyrılamadım. Bendeki sorunun ne olduğunu anlayamıyordum,
ansızın Peter benim avlandıktan sonra daha da kötüleştiğimi fark etti.
“Bunun üzerinde düşündüm. Yıllarca süren kıyım ve vahşetten sonra neredeyse tüm insanlığımı
kaybetmiştim. Bir karabasandım, en korkuncundan bir canavardım. Ne zaman bir insanı
avlasam diğer yaşamıma ait bir şeyleri anımsatmasını umuyordum. Benim güzelliğime
hayranlıkla gözlerini dikmiş bakarken, zihnimde Maria ve diğerlerini, son defa Jasper Whitlock
olduğum sırada bana nasıl baktıklarını görebiliyordum. Bu benim için güçlüydü – ödünç alınan
bir anıydı – ama bildiğim her şeyden daha güçlüydü çünkü avımın hissettiği her şeyi
hissedebiliyordum. Onları öldürürken onların hislerini duyuyordum.
“Etrafımdaki duyguları yönlendirmenin nasıl olduğunu sen de hissedebilirsin Bella ama bir oda
dolusu duygunun beni nasıl etkilediğini bilemezsin. Her günü bir duygu sağanağı içerisinde
geçiriyorum. Ömrümün ilk yüz yılında kana susamış intikam dolu bir dünyada yaşadım. Nefret
benim tek dostumdu. Maria’yı terk ettiğim için rahatlamıştım ama hala kurbanımın korkusunu
ve dehşetini hissediyordum.
“Bu bana çok gelmeye başlamıştı.
“İçine düştüğüm bunalım kötüleşti ve Peter ile Charlotte’dan uzaklaştım. Artık uygar
olduklarından baştan beri hissettiğim nefreti onlar hissetmiyordu.Tek istedikleri savaştan
uzakta kalmaktı. Öldürmekten öylesine yorulmuştum – hatta insanları bile.
“Fakat öldürmeye devam etmeliydim. Başka ne seçim şansım vardı ki? Daha az sıklıkla
öldürmeye çalıştım ama çok susadığımda onu da umursamadım. Bir asır boyunca kendimi
hiçbir zevkten mahrum etmemişken şimdi kendi kendimi disipline etmeye çalışıyordum…
zorluydu. Hala bunda çok iyi değildim.
Jasper hikayeye benim olduğum gibi kendini kaptırmıştı. Yüzündeki boş ifadenin yerini
huzurlu bir gülümsemeye bırakması beni şaşırttı.
“Philadelphia’daydım. Fırtına vardı ve ben gün boyunca dışarıdaydım – bir şeyler beni rahatsız
ediyordu. Yağmurun altında dikilmenin insanların ilgisini çekeceğini biliyordum bu yüzden
nerdeyse boş olan bir cafe’ye sığındım. Kimseyi fark etmeyecek kadar gözüm kararmıştı,
bunun anlamı susamış olduğumdu, ve bu beni endişelendirmişti.
“Ordaydı – beni bekliyordu, doğal olarak.” Güldü. “İçeri girdiğim anda uzun taburesinden
aşağıya tek hamlede indi ve bana doğru yürümeye başladı.
“Bu beni endişelendirmişti. Bana saldırmak istediğinden emin olamamıştım. Geçmişimden
dolayı aklıma gelen ilk şey buydu. Fakat o gülümsüyordu. Ve ondan yayılan duyguları daha
evvel hayat boyunca hissetmemiştim.
“‘Beni çok uzun süre bekletmiştin,’ dedi Alice.”
Alice’in ne zaman arkamda belirdiğini gene fark etmemiştim.
“Ve sen başını iyi bir güneyli beyefendisi gibi eğmiştin ve ‘Üzgünüm bayan’ demiştin.” Alice bu
anıya gülmeye başladı.
Jasper da ona gülümsedi. “Elini uzatmıştın ve ben de bir an olsun yaptığım şeyin ne kadar
mantıksız olduğunu düşünmeyi bırakmadan elini tutmuştum.Bir yüz yıl boyunca ilk defa
umutlandığımı hissetmiştim.”
Jasper konuşurken Alice’in elini tuttu.
Alice gülümsedi. “Rahatlamıştım. Bir daha asla ortaya çıkmayacağını düşünmüştüm.”
Uzun bir süre birbirlerine gülümsediler ve sonra Jasper bana döndü, yüzündeki yumuşak ifade
yavaş yavaş kayboldu.
“Alice bana Carlisle’ın olaylara bakışını ve ailesini anlattı. Böyle bir var oluşun mümkün
olduğuna inanmakta güçlük çekmiştim. Fakat Alice beni iyimser hale getirmişti. Böylece onları
bulmak üzere yola çıktık.
“Hepsinin korkudan ödünü koparmışlar,” dedi Edward, Jasper bana dönüp açıklama yapmadan
önce gözlerini devirdi. “Emmett ve ben avlanmaya gitmiştik. Jasper tüm o savaş yaralarıyla
ortaya çıkmış üstelik yanında bu küçük manyak da varmış” – keyifle Alice’i dirseğiyle
dürtmüştü – “herkesi ismiyle selamlamış, herkes hakkında her şeyi biliyormuş ve hangi odaya
yerleşebilirim diye sormuş.”
Alice ve Jasper uyum içerisinde güldüler, kalın ve ince sesleri birbirine karışmıştı.
“Eve geldiğimde tüm eşyalarım garajdaydı,” diye devam etti Edward.
Alice omuz silkti. “En iyi manzara senin odandaydı.”
Kahkalarla güldüler.
“Bu güzel bir hikaye,” dedim.
Üç çift göz akıl sağlığımı sorgularcasına bana baktı.
“Yani son kısmı,” diye kendimi savundum. “Alice ile mutlu son.”
“Alice her şeyi farklı hale getirmişti,” diye kabul etti Jasper. “Mutlu olduğum bir duygu
selindeydim.”
Fakat kısa bir an sonra sıkıntı geri döndü.
“Bir ordu,” diye fısıldadı Alice. “Neden bize söylemedin?”
Diğerleri tekrar konuşmayla ilgilenmeye başlamışlardı, gözleri Jasper’ın yüzüne kilitlenmişti.
“İşaretleri yanlış yorumladığımı düşünmüştüm. Çünkü bunun bir nedeni olmalıydı. Neden biri
Seattle’da bir ordu yaratmış olmalıydı? Oranın bir tarihi yoktu, kin güdecek birileri yoktu.
Birilerinin bir yerleri ele geçireceği düşüncesi mantıksızdı; zaten bunu isteyen kimse ortada
yoktu. Göçebeler gitmişlerdi, mücadele edecek kimse yoktu. Savunmaya geçilecek kimse
kalmamıştı.
“Fakat bunu daha önce de gördüm ve bunun başka bir açıklaması yok. Seattle’da yenidoğan
vampirlerden oluşturulmuş bir ordu var. Yirmi kişiden az olduklarını tahmin ediyorum. Kötü
olan kısmıysa eğitimsiz olmaları. Onları her kim yapmışsa hemen salmış. Daha da kötü hale
gelecek ve Volturi bu işe el koyana kadar sona ermeyecek. Aslında bu kadar devam etmesine
izin vermelerine bile şaşırıyorum.
“Biz ne yapabiliriz?” diye sordu Carlisle.
“Eğer Volturi’nin dahil olmasını istemiyorsak yenidoğanları biz yok etmeliyiz, ve bunu hızla
yapmalıyız.” Jasper’ın yüzü sertleşmişti. Onun hikayesini biliyordum artık ve bu
değerlendirmenin onun için ne kadar rahatsız edici olduğunu tahmin edebiliyordum. “Bunu
nasıl yapacağınızı size öğretebilirim. Şehirde bu hiç kolay olmayacak çünkü. Genç vampirler
gizliliği umursamazlar, ama biz umursamak zorundayız. Bu bizi kısıtlayacak. Belki de onların
önüne yem atıp başka yöne çekmeliyiz.”
“Belki de bunu yapmak zorunda kalmayız.” Edward’ın sesi soğuktu. “Biri bölgemizi tehdit
ederken bir ordu oluşturmak yapılabilecek tek şey… değil mi?”
Jasper’ın gözleri kısılmıştı; Carlisle’ın gözleri ise şaşkınlıktan irileşmişti.
“Tanya’nın ailesi de yakınlarda,” dedi Esme yavaşça, Edward’ın önerisini kabul etmekte
isteksizdi.
“Yenidoğanların onlara zarar vereceğini sanmıyorum Esme. Sanırım onların hedeflerinin biz
olduğumuzu düşünmek zorundayız.”
“Onlar bizim peşimizden gelmiyorlar,” diye üsteledi Alice ve sonra da duraksadı. “Ya
da…bunu bilmiyorlar. Henüz.”
“Bu da ne demek şimdi?” diye sordu Edward merakla. “Ne hatırladın?”
“Belli belirsiz ışıklar,” dedi Alice. “Neler olduğunu görmeye çalıştığımda net bir şey
göremiyorum, somut bir şey olmuyor. Ama tuhaf görüntüler görüyorum. Mantıklı hale
getiremeyeceğim kadar az şey görüyorum. Sanki biri onların zihinleriyle oynayıp ne olduğunu
anlayamamam için sürekli planını değiştiriyor gibi…”
“Kararsız mı?” diye hayretle sordu Jasper.
“Bilmiyorum…”
“Kararsız değil,” diye homurdandı Edward. “Bilgili. Biri senin bir şey karar verilmeden
göremeyeceğini biliyor. Bizden saklanan biri. Senin görü yeteneğindeki boşluklardan
yararlanıyor.”
“Bunu kim bilebilir ki?” Alice’in sesi belli belirsiz çıkmıştı.
Edward’ın gözleri buz gibi sertti. “Aro seni kendini bildiğin kadar biliyor.”
“Fakat eğer gelmeye karar verselerdi bunu görürdüm…”
“Elbette ellerini kirletmek istiyorlarsa.”
“Biri yardım ediyor,” dedi Rosalie, ilk defa konuşuyordu. “Güneyden birisi… kurallarla başı
belada olan biri. Çoktan yenilmiş olan bu kişiye ikinci bir şans verilmiş olmalı – eğer küçük bir
sorunun çaresine bakarsa…Bu Volturi’nin geç kalmış cevabını açıklıyor.”
“Neden?” diye sordu Carlisle, hala şaşkındı. “Volturi’nin bunu yapması için bir nedeni –”
“Gözümüzün önündeydi,” dedi Edward yüksek sesle. “Bu kadar erken geldiğine
inanamıyorum, çünkü diğer düşünceleri daha güçlüydü. Aro kafasında beni bir tarafta Alice’i
ise diğer tarafta gördü. Gelecek ve geçmiş karşısında duruyordu. Böyle bir güç onu kendinden
geçirdi. Bu planından vazgeçireceğini sanmıştım – bunu çok fazla istemişti. Fakat senin
hakkında da düşünüyordu Carlisle, senin büyüyen ve güçlenen ailen hakkında. Korkuyla ve
kıskançlıkla; onun sahip olduğundan… fazlasına sahip oluyordun, onun istediklerine. Bunu
düşünmemeye çalıştı ama bunu tamamen saklayamadı. Rekabeti sona erdirme fikri ortaya çıktı;
ayrıca onların bulduğu bugüne kadarki en geniş vampir topluluğuyduk…”
Onun yüzüne korkuyla baktım. Bunu bana asla söylememişti, ama bunun nedenini biliyordum.
Şimdi kafamda Aro’nun emelini canlandırabiliyordum. Edward ve Alice siyahlar içerisindeydi,
pelerinleri uçuşuyordu ve Aro’nun yanında kan kırmızı buz gibi gözlerle sürükleniyorlardı…
Carlisle kabusumdan beni uyandırdı. “Görevlerine çok bağlılardır ama. Kendi kurallarını asla
bozmuş olamazlar. Mücadele ettikleri her şeye karşı bu.”
“Her şey bittikten sonra temizlik yapacaklar. Çifte ihanet,” Edward bunu vahşi bir ses tonuyla
söyledi. “Hiç kayıp olmayacak.”
Jasper öne doğru eğildi ve başını itiraz edercesine salladı. “Hayır Carlisle haklı. Volturi
kuralları bozmaz. Ayrıca bu çok dikkatsizce. Bu… kişi, bu tehdit – her neyse ne yaptığına dair
fikri yok. Bunu ilk defa yaptığı çok açık. Volturi’nin bu işe dahil olduğuna inanamam. Fakat
dahil olacaklar.”
Hepsi gerilimden dolayı donmuş şekilde birbirlerine baktılar.
“Öyleyse gidelim,” dedi Emnett neredeyse haykırarak. “Ne için bekliyoruz?”
Carlisle ve Edward birbirlerine uzun süre baktılar. Edward sonra başıyla onayladı.
“Bize öğretmene ihtiyacımız olacak Jasper,” dedi Carlisle en sonunda. “Onları nasıl yok
etmemiz gerektiğini.” Carlisle dişlerini sıkıyordu ama gözlerinde çektiği acıyı görebiliyordum.
Kimse Carlisle’dan daha fazla şiddetten nefret edemezdi.
Tüm bu olanlarda beni rahatsız eden bir şey vardı ama ne olduğunu bir türlü bulamıyordum.
Uyuşmuş gibiydim, korkmuştum ve dehşete düşmüştüm. Fakat yine de önemli olan bir şeyleri
gözden kaçırdığımı hissediyordum. Tüm bu kaosu mantıklı şekilde açıklayacak olan şeyi.
“Yardıma ihtiyacımız olacak,” dedi Jasper. “Tanya’nın ailesinin istekli olacağını düşünüyor
musun…? Beş yetişkin vampirin daha bize katılması büyük bir fark yaratabilirdi. Sonra Kate ile
Eleazar’ın bizim tarafımızda olması büyük bir avantaj. Onların yardımıyla çok kolay hale
gelebilirdi.”
“Onlara soracağız,” diye cevap verdi Carlisle.
Jasper cep telefonunu uzattı. “Acele etmeliyiz.”
Doğuştan sakin biri olan Carlisle’ın bu kadar sarsılmış olarak hiç görmemiştim. Telefonu aldı
ve pencerenin olduğu tarafa gitti. Numaraları tuşladı, ahizeyi kulağına tuttu ve elini cama
doğru yasladı. Sisli sabaha doğru kederli ve kararsız bir şekilde bakmaya başladı.
Edward elimi avcuna aldı ve iki kişilik koltuğa çekti beni. Yanına oturdum, o Carlisle’a
bakarken ben de onu izledim.
Carlisle’ın sesi alçaktı ve hızlı konuşuyordu, ne dediğini anlamak zordu. Tanya’ya
selamladığını ve hızla konuya girdiğini duymuştum ama çok hızlı konuştuğundan anlaması
benim için zordu fakat yine de Alaska’daki vampirlerin Seattle’da yaşananlar hakkında bilgisiz
olmadığını söyleyebilirdim.
Sonra aniden Carlisle’ın sesinde bir değişiklik oldu.
“Ah,” dedi, sesi şaşırdığından keskinleşmişti. “Biz bunu fark etmemiştik… yani İrina’nın böyle
hissettiğini.”
Edward inledi yanımda ve gözlerini kapadı. “Kahretsin. Laurent, cehennemin en derin
çukuruna aitsin.”
“Laurent?” Fısıldamıştım, kan yüzümden çekilmişti ama Edward cevap vermedi. Carlisle’n
düşüncelerine odaklanmıştı.
Laurent’la geçen baharki karşılaşmayı unutmam ya da hatırlayamamamın imkanı yoktu. Jacon
ve sürüsü gelip araya girmeden önce söylediği her kelimeyi hatırlıyordum.
Aslında buraya ona bir iyilik yapmak için geldim…
Victoria. Laurent onun ilk hareketi olmuştu – onu gözlem yapması için yollamıştı, beni ele
geçirmesi ne kadar zor onu görmesi için. Kurtlar onu sağ bırakmamıştı bu yüzden gidip bilgi
verememişti.
James’in ölümünden sonra Victoria ile bağlarını korumuştu ayrıca yeni bağlantılar ve ilişkilerde
geliştirmişti. Tanya’nın ailesiyle yaşamak üzere Alaska’ya gitmişti – Tanya şu alev rengi saçları
olan – onlar da Cullen ailesinin vampir dünyasındaki en yakın dostlarıydı. Laurent ölmeden
önce onlarla bir yıl bilikte yaşamıştı.
Carlisle hala konuşuyordu, sesi pek de rica eder tonda değildi. İkna ediciydi ama asabiydi de.
Sonra aniden bu asabi hali tamamen onu ele geçirdi.
“Bunun ihtimali dahi söz konusu değil,” dedi Carlisle sert bir şekilde. “Bir anlaşmamız var.
Onlar bozmadı ve biz de bozmayacağız. Bunu duyduğum için üzgünüm… Tabii ki. Bizler
elimizden gelenin en iyisini yapacağız.”
Carlisle cevap beklemeden telefonu kapattı. Dışarıdaki sise bakmaya devam etti.
“Sorun ne?” diye fısıldadı Emmett Edward’a.
“İrina bizim dostumuz Laurent ile sandığımızdan daha yakınlarmış. Bella’yı korumak için onu
öldürdüklerinden dolayı kurtlara kin güdüyor. O –” Duraksadı, bana doğru baktı.
“Devam et,” dedim elimden geldiğince tepkisizce.
Gözlerini kıstı. “İntikam istiyor. Sürüyü ortadan kaldırmak istiyor. Bizim iznimiz karşılığında
yardım etmeyi teklif ediyordu.”
“Hayır!” Haykırmıştım.
“Endişelenme,” dedi kayıtsız bir şekilde. “Carlisle bunu asla kabul etmezdi.” İkilemde kaldı,
sonra da derin bir nefes verdi. “Ben de öyle. Laurent bunu hak etti” – sonra neredeyse
bağırmaya başladı – “ve bunun için hala kurtlara borçluyum.”
“Bu iyi değil,” dedi Jasper. “Bu başa baş bir mücadele değil. Becerikli dövüşçüler olabiliriz
ama sayımız yeterli değil. Kazanabiliriz ama bunu bedeli ne olur? “ Gergin gözleri bir an
Alice’e baktı ve sonra başka yöne döndü.
Jasper’ın ima ettiği şey yüzünden çığlık atmak istiyordum.
Kazanabilirdik ama kaybedebilirdik de. Bazıları hayatta kalamayabilirdi.
Odadakilerin yüzlerine baktım – Jasper, Alice, Emmett, Rose, Esme, Carlisle…Edward – onlar
ailemin yüzleriydi.