Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Eclipse 28.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Eclipse 28.Bölüm Empty Eclipse 28.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Salı Kas. 16, 2010 11:13 am

    "Jacob, sence bu daha uzun sürecek mi?" diye sordu Leah. Sabırsızca. Mızmızlanarak.
    Dişlerimi sıktım.
    Sürüdeki diğerleri gibi, Leah da her şeyi biliyordu. Buraya, denizin, gökyüzünün ve
    yeryüzünün sonuna neden geldiğimi biliyordu. Yalnız kalmak için. Tek istediğimin bu
    olduğunu biliyordu. Yalnız olmak.
    Ama Leah her koşulda misafirliğini benden eksik etmeyecekti.
    Delicesine sinirlenmemin yanında, bir anlığına kendimi memnun hissettim. Çünkü artık öfkemi
    kontrol etmeyi düşünmek zorunda bile değildim. Artık bu kolaydı, yapabildiğim bir şeydi,
    doğaldı. Kızıl sis gözlerime çullanmıyor, hararet sırtımdan aşağı kaynar sular gibi inmiyordu.
    Cevap verdiğimde sesim sakindi.
    "Git kendini uçurumdan at, Leah," dedim ayağımın ucuyla göstererek.
    "Gerçekten mi, ufaklık." Beni yoksayarak, dibimde kendini yere atarak yayıldı. "Bunun benim
    için ne kadar zor olduğuna dair en ufak bir fikrin yok."
    "Senin için?" Ciddi olduğuna inanmam birkaç dakikamı aldı. "Tanıdığım en bencil insansın,
    Leah. İçinde yaşadığın hayal dünyasını – güneşin senin etrafında döndüğünü sanmandan
    bahsediyorum – yok etmek istemem. Bu yüzden de probleminin ne olduğuyla zerrece
    ilgilenmediğimi söylemeyeceğim. Defol. Git."
    "Buna bir saniyeliğine benim açımdan bak, tamam mı?" diye devam etti, sanki hiçbir şey
    söylememişim gibi.
    Ruh halimi dağıtmak istiyorduysa, işe yaramıştı. Gülmeye başladım. Sesim garip bir biçimde
    onu incitti.
    "Homurdanmayı kes de beni dinle," diye kızdı.
    "Dinliyormuş gibi yaparsam gidecek misin?" diye sordum, yüzündeki daimi somurtkan ifadeye
    bakarak. Başka bir ifadesi var mıydı, emin değildim artık.
    Eskiden Leah'ın hoş, hatta güzel olduğunu düşündüğümü hatırladım. Bu uzun zaman önceydi.
    Kimse onun hakkında artık böyle düşünmüyordu. Sam dışında. Asla kendini affetmeyecekti.
    Sanki Leah'ın bu sert, gaddar kişiye dönüşmesi onun hatasıymış gibi.
    Kaşları daha da çatıldı, sanki ne düşündüğümü tahmin edebiliyormuş gibi. Muhtemelen
    edebiliyordu.
    "Bu beni deli ediyor Jacob. Bunun bana nasıl hissettirdiğini hayal edebiliyor musun? Bella
    Swan'ı sevmem bile. Sanki ben de ona aşıkmışım gibi bu emici – sever için yas tutmamı
    sağladın. Bunun nasıl da kafa bulandırıcı olduğunu anlayabiliyor musun? Dün akşam rüyamda
    onu öptüğümü gördüm! Bununla ne yapacağım şimdi ben?"
    "Umursamam mı gerekiyor?"
    "Kafanın içinde olmaya daha fazla dayanamıyorum. Aş artık onu. O şeyle evlenecek. Onu,
    onlardan birine dönüştürmeyi deneyecek. Yoluna devam etmenin zamanı geldi, ufaklık."
    "Kapa çeneni," diye hırladım.
    Cevap vermek yanlış olacaktı. Biliyordum. Çenemi tuttum. Ama eğer hemen şimdi çekip
    gitmezse, onun için kötü olacaktı.
    "Büyük ihtimalle onu öldürür zaten," dedi Leah alay edercesine. "Tüm hikayeler bunun
    olmasının aksinden daha fazla olduğunu söylüyor. Belki de bir cenaze, onu unutmanı düğünden
    daha kolay sağlar."
    Bu sefer çabaladım. Gözlerimi kapadım ve ağzımdaki acı tatla mücadele ettim. Sırtımdaki o
    ateşi ittirip uzaklaştırdım, bedenim parçalara ayrılmak isterken onu bir arada tutmak için
    mücadele ettim.
    Yeniden kendime hakim olduğumda, ona dik dik baktım. Titremeler yavaşlarken,
    gülümseyerek ellerimi izliyordu.
    Ne şaka ama.
    "Eğer cinsiyet karmaşası yüzünden keyifsizsen Leah..." dedim. Yavaşca, her kelimeyi
    vurgulayarak. "Diğerlerimizin Sam'i senin gözünden görmeyi nasıl karşıladığını düşünüyorsun?
    Emily'nin senin düşkünlüğünle uğraşması yeterince kötü zaten. Bir de biz erkeklerin onun için
    salya akıtmamıza ihtiyacı yok."
    Ne kadar kızgın olsam da yüzündeki acıyı görünce suçlu hissettim.
    Ayağa fırladı – sadece benim tarafıma doğru tükürmek için durdu – ve ağaçlara doğru hızla
    koştu.
    İç karartıcı bir şekilde güldüm. "Iskaladın."
    Sam canıma okuyacaktı bunun için ama değerdi. Leah beni daha fazla rahatsız etmezdi.
    Fırsatını bulursam yine yapardım.
    Sözleri hala burada, beynime kazınmışlardı. Acısı o kadar fazlaydı ki zar zor nefes
    alabiliyordum.
    Bella'nın benim yerime başkasını seçmesi o kadar da önemli değildi. Bunun ıstırabı hiçbir şeydi.
    Bu ıstırapla aptal, gereğinden fazla uzun hayatım boyunca yaşayabilirdim.
    Ama her şeyden vazgeçmesi, kalbinin durmasına, tenin soğumasına ve aklının katıksız bir avcı
    aklına dönüşmesine izin vermesi önemliydi benim içn. Bir canavar. Bir yabancı.
    Dünyada bundan daha kötü, daha acı verici hiçbir şeyin olamayacağını düşünürdüm.
    Ama, onu öldürürse...
    Yine öfkeye karşı koymak zorunda kaldım. Belki, Leah için olmasa da, bu hiddetin beni onunla
    daha iyi başa çıkabilecek bir yaratığa çevirmesine izin vermek daha kolay olurdu. İnsani
    duygulardan çok daha güçlü içgüdüleri olan bir yaratığa. Acıyı aynı şekilde hissedemeyen bir
    hayvana. Başka tür bir acı. En azından bir çeşidi. Ama Leah şimdi kaçıyordu ve onun
    düşüncelerini paylaşmak istemiyordum. Öyle bir kaçma şansını da elimden aldığı için içimden
    ona küfrettim.
    Ellerim benim kontrolümde olmadan titriyordu. Onları titreten neydi? Öfke? Istırap? Neye
    karşı savaştığımden emin değildim artık.
    Bella'nın hayatta kalacağına inanmak zorundaydım. Ama bu güven gerektiriyordu –
    hissetmediğim bir güven, o kan emicinin onu hayatta tutabilme yeteneklerine dair bir güven.
    Bella farklı olacaktı, ama bunun beni nasıl etkileyeceği merak ediyordum. Onun orada bir taş
    gibi dikildiğini görmek, öldüğünü görmekle aynı mı olacaktı? Buz gibi? Kokusu burun
    deliklerimi yakarken, koparma ve parçalama içgüdülerimi harekete geçirirken... Nasıl olurdu?
    Onu nasıl öldürmek isteyebilirdim? Onlardan birini öldürmemeyi nasıl isteyebilirdim?
    Dalgaların sahile vurmasını izledim. Uçurumun kenarının altlarında bir yerde gözden
    kayboluyorlardı ama kuma vurduklarındaki çıkan sesi duyabiliyordum. Geç saatlere, iyice
    karanlık olana kadar onları seyrettim.
    Eve gitmek muhtemelen kötü bir fikirdi. Ama açtım ve başka bir plan aklıma gelmiyordu.
    Kollarımı aptal kol askılarımın içinden geçirirken ve koltuk değeneklerime tutunurken suratımı
    ekşittim. Keşke o gün Charlie beni görüp etrafa "motorsiklet kazası" hikayesini yaymasaydı.
    Aptal destekler. Nefret ediyordum onlardan.
    Eve girip, babamın yüzündeki ifadeyi görünce acıkmak daha iyi gözükmeye başladı. Dilinin
    altında bir şey vardı. Fark etmesi kolaydı – hep abartırdı. Kayıtsız davranmaya çalışırdı.
    Aynı zamanda fazla konuşuyordu. Daha masaya oturamadan günü hakkında gevezelik etmeye
    başladı. Söylemek istemediği bir şey olmadığı takdirde böylesine zevzeklik etmezdi. Yemeğe
    odaklanarak onu elimden geldiğince duymazlıktan geldim. Ne kadar hızlı çiğnersem...
    "... ve bugün Sue uğradı." Babamın sesi yüksekti. Yok sayması güçtü. Her zamanki gibi.
    "İnanılmaz birisi. O kadın boz ayılardan daha güçlü. Gerçi, öyle bir kızla nasıl uğraşıyor
    bilmiyorum doğrusu. Şimdi Sue'dan harika bir kurt olurdu. Leah daha çok bir sansar gibi."
    Kendi şakasına kıkırdadı.
    Cevabım için kısa bir süre bekledi, ama boş, ölesiye sıkılmış ifademi görmüyor gibiydi. Çoğu
    zaman, bu onu sinir ederdi. Keşke Leah konusunda çenesini kapatsaydı. Onu düşünmemeye
    çalışıyordum.
    "Seth'le uğraşması daha kolay. Elbette, sen de kız kardeşlerinden daha kolaydın ta ki... şey,
    tabii senin uğraşman gereken onlardan daha fazla şeyin vardı."
    Uzun ve derin derin içimi çektim, pencereden dışarı baktım.
    Uzun bir saniye boyunca Billy çok sessizdi. "Bugün bir mektup geldi."
    Kaçmaya çalıştığı konunun bu olduğunu anlamıştım.
    "Mektup mu?"
    "Bir... düğün davetiyesi."
    Bedenimdeki tüm kaslar kasıldı. Sırtımdan aşağı kaynar sular dökülüyor gibiydi. Ellerimi sabit
    tutabilmek için masaya tutundum.
    Billy fark etmemiş gibi devam etti. " İçinde sana yazılmış bir not var. Okumadım."
    Tekerlekli sandalyesi ve bacağı arasında sıkışmış olan fildişi zarfı çekip aldı. Masada ortamıza
    koydu.
    "Büyük ihtimalle okumana gerek olmayacaktır. Ne yazdığı önemli değil."
    Aptal ters psikoloji. Zarfı masadan aldım.
    Ağır, sert bir kağıttı. Pahalıydı. Forks için fazla süslüydü. İçindeki kart da aynı, resmi ve
    süslüydü. Bella'nın işi olmadığı belliydi. Transparan, çiçek desenli sayfalarda onun kişisel
    zevkine dair hiçbir iz yoktu. Hiç sevmediğine bile bahse girerdim. Kelimeleri okumadım, tarihe
    bile bakmadım. Umurumda değildi.
    Arkasında siyah mürekkeple adım bulunan, ikiye katlanmış kalın fildişi bir kağıt vardı. El
    yazısını tanıyamadım ama geri kalanlar kadar süslüydü. Kısa bir saniye, kan emicinin övünmeye
    meraklı olup olmadığını merak ettim.
    Açtım.

    Jacob,
    Sana bunu göndererek kuralları bozuyorum. Seni incitmekten korkuyordu ve gelmek için
    herhangi bir şekilde zorunlu hissetmeni istemedi. Ama biliyorum ki, eğer durum tersi olsaydı,
    seçim şansı isterdim.
    Ona çok iyi bakacağıma söz veriyorum, Jacob. Teşekkür ederim – onun için – her şey için.
    Edward
    "Jake, sadece tek bir masamız var," dedi Billy. Sol elime bakıyordu.
    Parmaklarımı tahtaya o kadar sert bastırıyordum ki gerçekten de tehlikedeydi. Tek tek gevşetip
    sadece o eyleme konsantre oldum ve sonra bir şey kırmamak için ellerimi birleştirdim.
    "Evet, çok da önemli değil zaten," diye mırıldandı Billy.
    Masadan kalktım ve kalkarkan tişörtümü çıkardım. Leah şimdiye kadar evine gitmiş olmasını
    diledim.
    "Çok geç kalma," diye mırıldandı Billy ben ön kapıyı açmak üzere yumruklarken.
    Ağaçlara gelmeden koşmaya başlamıştım, giysilerim ekmek kırıntılarından oluşan bir iz gibi
    arkamda kalıyorlardı – geri dönüş yolunu bulmak istiyormuşum gibi. Dönüşüm geçirmek şimdi
    neredeyse fazla kolaydı. Düşünmek zorunda değildim. Bedenim nereye gittiğimi çoktan
    biliyordu ve ben ondan rica etmeden, o bana istediğimi verdi.
    Şimdi dört bacağım vardı ve uçuyordum.
    Arkamda kalan ağaçlar bulanık bir siyah denizmiş gibi duruyorlardı. Kaslarım bir araya gelip
    eforsuz bir ritme büründü. Bu şekilde günlerce koşabilir ve yorulmazdım. Belki, bu sefer,
    durmazdım.
    Ama yalnız değildim.
    Çok üzgünüm, diye fısıldadı Embry kulağıma.
    Onun gözleriyle görebiliyordum. Kuzeyde çok uzaktaydı ama geri dönüp bana katılmak için
    hızlanıyordu. Hırladım ve hızlandım.
    Bizi bekle, diye yakındı Quil. Daha yakındaydı, köyden yeni çıkıyordu.
    Beni yalnız bırakın, diye sızlandım.
    Endişelerini zihnimin içinde duyabiliyor, ormanın ve rüzgarın sesiyle elimden geldiğince
    boğmaya çalışıyordum. Bu en nefret ettiğim şeydi – kendimi onların gözleriyle görmek ve
    şimdi gözleri acımayla dolu olduğundan çok daha kötüydü. Nefreti gördüler ama arkamdan
    koşmaya devam ettiler.
    Zihnimde yeni bir ses peydahlandı.
    Bırakın gitsin. Sam'in düşüncesi yumuşaktı ama yine de bir emirdi. Embry ve Quil yavaşladılar.
    Keşke duymayı, gördüklerini görmeyi durdurabilseydim. Aklımın içi öylesine kalabalıktı ki yine
    yalnız kalabilmenin tek yolu tekrar insan olmaktı ve acıya katlanamıyordum.
    İnsana dönüşün, diye buyurdu Sam. Ben seni alırım, Embry.
    Önce bir, sonra öteki farkındalık sessizliğe dönüştü. Sadece Sam kalmıştı.
    Teşekkür ederim, diye düşünmeyi becerdim.
    Yapabildiğinde eve geri dön. Kelimeler zor duyuluyordu, o da ayrılırken arkalarında bir boşluk
    bırakıyorlardı. Ve yalnızdım.
    Çok daha iyi. Şimdi, ayaklarımın altındaki birbirine dolanmış yaprakların hafif hışırtısını,
    tepemdeki bir baykuş kanatlarının fısıltısını ve okyanusun – çok, çok uzak bir batıda – sahile
    doğru çarptığını duyabiliyordum. Sadece bunları duyuyordum, başka hiçbir şey yoktu.
    Arkamda milleri bırakırken, hız dışında, kaslarımın, tendonlarımın ve kemiklerimin kasılması ve
    birlikte bir uyum içinde çalışması dışında hiçbir şey hissetmiyordum.
    Eğer başımın içindeki sessizlik uzun sürseydi, asla geri dönmezdim. Diğerine nazaran hayatı
    boyunca bu formu seçen ilk kişi ben olmazdım. Belki, yeterince uzağa koşarsam, bir daha asla
    duymak zorunda kalmam...
    Jacob Black'in arkamda yok olması için ayaklarımı daha hızlı gitmeye zorladım.

      Forum Saati Paz Nis. 28, 2024 12:29 pm