Twilight Fan

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Twilight


    Eclipse 16.Bölüm

    Daphne
    Daphne
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 164
    Kayıt tarihi : 15/11/10
    Yaş : 29
    Nerden : Twilight'tan

    Eclipse 16.Bölüm Empty Eclipse 16.Bölüm

    Mesaj tarafından Daphne Salı Kas. 16, 2010 10:14 am

    “Giyecek hiçbir şeyim yok!” kendi kendime sızlandım.
    Sahip olduğum her kıyafeti yatağın üzerine sermiştim; çekmece ve dolaplarımı boşaltmıştım.
    Bir şeylerin çıkması muhtemel olan gizli yerlere bile bakmıştım.
    Bej rengi eteğim sallanan sandalyenin arkasına asılı şekilde ona uygun giyecek bir şeyler
    bulmam için beni bekliyordu. Beni güzel ve yetişkin gösterecek bir şeyler. Özel bir olay için
    giyilebilecek bir şeyler. Elimde hiçbir şey yoktu.
    Neredeyse gitme zamanı gelmişti ve ben hala en sevdiğim eski süveterimi giyiyordum. Daha iyi
    bir şey bulamazsam – şu anda pek de iyi göründüğümü sanmıyordum – bu kıyafetle
    mezuniyete gidecektim.
    Yatağın üzerindeki kıyafet öbeğine kaşlarımı çattım.
    Çalınan kırmızı bluzum eğer şu anda burada olsaydı onu giymek isteyeceğimi biliyordum.
    Sağlam olan elimle duvara bir yumruk attım.
    “Gerizekalı, can sıkıcı, hırsız vampir!” Kendi kendime homurdandım.
    “Ben ne yaptım?” diye sordu Alice.
    Sanki tüm bu süre zarfında oradaymış gibi açık olan camın yanında yaslanmış duruyordu.
    “Tak, tak,” diye ekledi gülümseyerek.
    “Gerçekten beni kapıda beklemek o kadar mı zor?”
    Yatağımın üzerine beyaz bir kutu fırlattı. Sadece geçiyordum. Düşündüm de belki giyecek bir
    şeye ihtiyacın vardır.”
    Kıyafetlerimin üzerindeki büyük pakete baktım ve yüzümü buruşturdum.
    “Kabul et,” dedi Alice. “Ben bir kurtarıcıyım.”
    “Sen bir kurtarıcısın,” diye mırıldandım. “Teşekkürler.”
    “Pekala, değişim için bir şeylerin olması güzel. Bunun ne kadar can sıkıcı olduğunu bilemezsin
    – bir şeyleri benim gibi kaybetmekten bahsediyorum. Kendimi işe yaramaz hissediyorum.
    Çok… normal hissediyorum.” Bu kelimeden dolayı korkuyla sindim.
    “Böyle hissetmenin nasıl bir şey olduğunu hayal edemiyorum. Normal olmak mı? Iyy.”
    Güldü. “Neyse, en azından bu senin can sıkıcı hırsızının aldıklarını telafi eder – şimdi Seattle’da
    olanları neden göremediğimi anlamak zorundayım.”
    O bunları söylediğinde – bu iki olayı tek bir cümlede bir araya getirdiğinde – aniden bir şeyler
    dank etti. Tarif edilmesi zor bir şeyler beni günlerdir rahatsız ediyordu, bir türlü bir araya
    getiremediğim önemli bir bağlantı birdenbire ortaya çıkmıştı. Ona gözümü dikmiş bakıyordum,
    yüzümde şaşkın bir ifade vardı.
    “Açmayacak mısın?” diye sordu. Hemen hareket etmediğimi görünce iç geçirdi ve üstteki
    kutuyu çekti. İçinden bir şey çıkardı ve havaya kaldırdı ama onun ne olduğuyla ilgilenemedim.
    “Çok tatlı, ne dersin? Mavi rengi seçtim çünkü Edward’ın senin üzerine en çok yakıştırdığı
    renk bu.”
    Onu dinlemiyordum.
    “Aynı,” diye fısıldadım.
    “Nedir o?” diye sordu. “Bunun gibi bir şeyin yok. Sürekli bir eteğin olduğu için sızlanıp
    duruyordun!”
    “Hayır, Alice! Boş ver elbiseyi, dinle!”
    “Hoşlanmadın mı?” Alice’in yüzü hayal kırıklığı ile gölgelenmişti.
    “Dinle, Alice, fark etmedin mi? Aynı! Eşyalarımı çalan kişi ve Seattle’daki yeni vampirler.
    Onlar beraber!”
    Elbise parmaklarının arasından kaydı ve kutuya düştü.
    Alice konsantre olmuştu, sesi aniden sert bir şekilde çıktı. “Neden böyle olduğunu
    düşünüyorsun?”
    “Edward’ın ne dediğini hatırlıyor musun?Senin yenidoğan vampirleri görü yeteneğindeki
    açıklar yüzünden görememen hakkındaki? Ve sen daha önce ne demiştin, zamanlamanının
    mükemmel olması hakkında – hırsızımın sanki seni tanıyormuşçasına bağlantı kurmamasından
    bahsediyorum. Sanırım haklıydın, Alice, bence o biliyordu. Sanırım yeteneğindeki bu açıkları
    kullanıyordu. Ve bu yeteneğini bilen iki farklı insanının aynı anda bir şeyler yapmaya karar
    vermelerinin ihtimali ne olabilir? İmkansız. Bunları yapan tek bir kişi. Aynı kişi. Kokumu
    çalanla orduyu kuran kişi aynı kişi.”
    Alice şaşırtılmaya alışkın değildi. Donup kalmıştı ve onu beklerken uzun bir süre aklımdan
    saydım. İki dakika boyunca hareket etmedi. Sonra gözleri tekrar benim üzerimde yoğunlaştı.
    “Haklısın,” dedi boğuk bir sesle. “Tabii ki haklısın. Ve bu şekilde düşününce…”
    “Edward yanlış anladı,” diye fısılsadım. “Bu bir testti…işe yarayıp yaramadığını görmek için.
    Senin görebileceğin hiçbir şey yapmadığından güvenle girip çıkabilecekti. Yani beni öldürmek
    gibi… Ve eşyalarımı da beni bulduğunu göstermek için almadı. O benim kokumu çaldı…
    böylece diğerleri beni bulabilecekti.
    Gözleri hayretle ardına kadar açıldı. Haklıydım ve onun bunu bildiğini de görebiliyordum.
    “Ah, hayır,” dedi ve ağzı açık kaldı.
    Duygularım artık bir anlam kazanmıştı. Birinin bir vampir ordusu kurmaya çalıştığını
    düşününce – bu ordu Seattle da onlarca insanı korkunç bir şekilde katletmişti – asıl amaçlarının
    beni öldürmek olduğunu anlamak bir rahatlama spazmı geçirmeme neden oldu.
    Bunun bir kısmı önemli bir noktayı kaçırdığımı düşündüğüm için çektiğim rahatsızlık
    duygusunun ortadan kalkmasıydı.
    Ama daha büyük olan diğer kısmı tamamen farklı bir nedenden dolayıydı.
    “Neyse,” dedim fısıldayarak, “herkes rahatlayabilir. Kimse Cullen ailesini ortadan kaldırmanın
    peşinde değilmiş.”
    “Eğer bir şeylerin değiştiğini sanıyorsan, tamamen yanılıyorsun,” Alice bunu dişlerinin
    arasından söylemişti. “Eğer birisi bizden birini istiyorsa hepimizi geçmek zorunda.”
    “Teşekkürler Alice. Fakat en azından neyin peşinde olduklarını biliyoruz. Bu bize yardımcı
    olacaktır.”
    “Belki,” diye mırıldandı. Odada yürümeye başlamıştı.
    Pat, pat – bir yumruk odamın kapısına vurdu.
    Yerimde zıplamıştım. Alice fark etmemişti bile.
    “Hala hazır değil misin? Geç kalacağız!” Charlie şikayet ediyordu. Charlie de en az benim
    kadar bu tip organizasyonlardan nefret ederdi. Ayrıca, giyinmek konusunda da sorunları vardı.
    “Neredeyse hazırım. Bana bir dakika ver,” dedim kısık bir sesle.
    Bir süre sonra cevap verdi. “Ağlıyor musun?”
    “Hayır. Sinirliyim. Git hadi.”
    Merdivenlerden inerken çıkardığı sesleri duydum.
    “Gitmeliyin,” diye fısıldadı Alice.
    “Neden?”
    “Edward geliyor. Eğer bunu duyarsa…”
    “Git, git!”Aceleyle söyledim bunu. Eğer Edward bunu öğrenirse deliye dönerdi. Bunu ondan
    saklayamazdım ama mezuniyet töreni onun vereceği tepki için en iyi zaman değildi.
    “Bunu giy,” dedi Alice pencereden aşağı inerken.
    Dediğini yaptım, kıyafet göz kamaştırıcıydı.
    Saçlarıma daha çarpıcı bir şeyler yapmayı planlamıştım ama zaman dolmuştu bu yüzden
    saçlarımı diğer günlerde yaptığım gibi sıradan biçimde açık bıraktım. Önemli değildi. Aynadaki
    görüntüm beni rahatsız etmemişti, Alice’in getirdiklerinin bu kadar yakışmış olmasına
    şaşırmıştım. O kadar da önemli değildi aslında. Polyesterden yapılmış çirkin sarı mezuniyet
    cüppesini koluma attım ve merdivenlerden aşağıya indim.
    “Hoş görünüyorsun,” dedi Charlie, duygularını boğuk sesinin altında saklıyordu. “Yeni mi?”
    “Evet,” diye mırıldandım, konsantre olmaya çalışıyordum. “Alice verdi. Teşekkürler.”
    Edward kızkardeşi ayrıldıktan birkaç dakika sonra geldi. Yüzüme sakin bir ifade oturtacak
    vaktim olmamıştı. Fakat Charlie’nin arabasıyla gideceğimizden sorunun ne olduğunu soracak
    şansı hiç olmayacaktı.
    Charlie geçen hafta mezuniyet törenine Edward’la gitmeye niyet ettiğimi öğrendiğinde oldukça
    aksi davranmıştı. Ve bunun nedenini de anlayabiliyordum – ebeveynlerin mezuniyet günü bazı
    hakları olmalıydı. Onunla gitme inceliğini gösterdim ve Edward da neşeyle hepimizin beraber
    gidebileceği önerisinde bulundu. Carlisle ve Esme’nin bununla bir sorunu yoktu, Charlie ise
    makul bir neden bulup itiraz edememiştim; çaresizce kabul etti bu öneriyi. Ve şimdi Edward
    babamın polis arabasının arka koltuğunda, fiberglas paravanın arkasında gülümseyerek
    oturuyordu – muhtemelen bunun nedeni babamın yüzündeki keyifli ifadeydi, ve babam ne
    zaman aynadan Edward’ı kontrol etse yüzündeki gülümseme daha da genişliyordu.
    Muhtemelen onun başını belaya sokup bunun gerçek olmasının hayalini kuruyordu.
    “İyi misin?” diye fısıldadı Edward arabadan inmeme yardım ederken.
    “Endişeliyim,” diye yanıtladım ve bu pek de yalan sayılmazdı.
    “Çok güzelsin,” dedi.
    Daha fazlasını da söylemek istiyor gibi görünüyordu ama Charlie kendini belli eden bir hareket
    yaparak, omuz silkti ve elini benim omzuma koydu.
    “Heyecanlı mısın?” diye sordu.
    “Pek değil,” dedim.
    “Bella, bu önemli bir olay. Liseden mezun oluyorsun. Artık gerçek dünyaya giriyorsun.
    Üniversiteye. Kendi başına yaşayacaksın… artık benim küçük kızım olmayacaksın.” Charlie
    konuşmasının sonunu getirememişti.
    “Baba,” diye inledim. “Tüm göz yaşlarını üzerime boşaltma.”
    “Kim ağlıyor?” diye homurdandı. “Pekala, sen neden şimdi heyecanlı değilsin?”
    “Bilmiyorum, baba. Sanırım hala bir şeyleri tam olarak idrak edemedim.”
    “Alice’in senin için bu partiyi vermesi güzel. Seni neşelendirecek bir şeylere ihtiyacın var.”
    “Elbette. İhtiyacım olan şey kesinlikle bir parti.”
    Charlie ses tonuma güldü ve omzumu okşadı. Edward bulutlara baktı, yüzü düşünceliydi.
    Babam bizi spor salonunun arka kapısında bıraktı ve diğer ailelerin salona girdiği gibi ana giriş
    kapısına doğru yöneldi.
    Öğrenci işlerinden Bayan Cope ve matematik öğretmeni Bay Varner herkesi alfabetik olarak
    dizmeye çalışıyordu.
    “Öne Bay Cullen,” diye bağırdı Bay Varner, Edward’a.
    “Selam, Bella!”
    Kafamı kaldırdığımda Jessica Stanley’in sıranın sonundan yüzünde bir gülümsemeyle bana el
    salladığını gördüm.
    Edward beni hızla öptü ve C harfinin olduğu yerde beklemeye gitti. Alice orada yoktu. Ne
    yapacaktı? Mezuniyete gelmeyecek miydi? Ne kadar da kötü bir zamanlamaydı benimki. Her
    şeyi bu hengame bittikten sonra çözmeliydim.
    “Buraya gel, Bella!” Jessica tekrar bağırdı.
    Sıranın sonuna Jessica’nın arkasına geçmek üzere yürüdüm, aniden neden bu kadar arkadaş
    canlısı olduğunu da merak ediyordum. Yaklaştıkça Jessica’nın beş kişi arkasında bulunan
    Angela’nın da aynı meraklı ifadeyle onu izlediğini gördüm.
    Jess ben daha onun duyma menziline girmeden konuşmaya başlamıştı.
    “…bu harika. Yani biz tanıştık ve şimdi de beraber mezun oluyoruz,” coşkuyla söylemişti
    bunu. “Bittiğine inanabiliyor musun? Çığlık atmak istiyorum!”
    “Ben de öyle,” diye mırıldandım.
    “Bu inanılmaz. Buradaki ilk gününü hatırlıyor musun? Sanki uzun yıllardır tanışıyormuşuz gibi
    arkadaş olmuştuk.Ve şimdi ben Kaliforniya’ya sen ise Alaska’ya gidiyorsun ve seni çok
    özleyeceğim! Bana söz ver tekrar birlikte zaman geçireceğiz! Bir parti verdiğin için çok
    mutluyum. Bu mükemmel. Çünkü biz son zamanlarda çok fazla vakit geçirmedik ve şimdi de
    ayrılıyoruz…”
    Konuşmaya devam etti, durmak bilmiyordu ve arkadaşlığımızın bir anda tekrar eski haline
    gelmesinin sebebi mezuniyet nostaljisi ve partime davet edilmiş olmasıydı, kesinlikle yaptığım
    bir şeyle alakası yoktu.İlgimi elimden geldiğince vermeye çalışarak cüppemi omuzlarıma attım.
    Ve aniden Jessica ile olan arkadaşlığımızın böyle biteceği için memnun olduğumu fark ettim.
    Çünkü bu bir sondu, Eric’in yapmasının bir önemi yoktu, bu veda konuşmasıydı. Törenin açılış
    konuşması “başlangıcı” ifade etse de sondu ve tüm bu basmakalıp şeyler önemsizdi. Hepimiz
    bazı şeyleri geride bırakacaktık ama ben diğerlerinden daha fazlasını bırakacağımdan bu benim
    için daha da önemliydi.
    Her şey çok hızlı oldu. Sanki ileri sarma tuşuna basılmış gibiydi. Bu kadar hızlı mı ilerlememiz
    gerekiyordu? Ve sonra Eric hızla ne kadar endişeli olduğunu söyledi, kelimeler ve anlamları
    artık aynı değildi. Müdür Greene isimleri okumaya başladı, ardı arkasına yeterince boşluk
    vermeden yaptı bunu; spor salonunun ön kısmında insanlar bu hıza yetişmeye çalışıyordu.
    Zavallı Bayan Cope müdürün doğru diplomayı doğru öğrenciye vermesini sağlamaya
    çalıştığından tüm olayı o yönetmeye başlamıştı.
    Alice’i izliyordum, aniden ortaya çıkmış ve sahnedeki yerini almıştı, yüzünde derin bir
    konsantrasyon vardi. Edward da onu takip etti yüzünde kafası karışmış bir ifade vardı ama
    kesinlikle canı sıkkın değildi. Sadece o ikisi üstlerindeki korkunç sarı rengi hakkını vererek
    taşıyorlardı. Diğerlerinden ayrı duruyorlardı, güzellikleri ve zerafetleri başka bir alemdendi.
    Merak ediyordum nasıl olmuştu da onların insan olduğu saçmalığına inanabilmiştim. Kanatları
    olan bir çift melek orada durmuş olsaydı eminim daha az kuşku uyandırıcı olurdu.
    Bay Greene’nin adımı söylediğini duydum ve oturduğum yerden kalktım ve önümde ilerleyen
    sıraya girdim. Spor salonun arkasındaki heyecanın farkındaydım ve etrafıma bakınınca Jacob’ın
    Charlie’yi çekiştirdiğini gördüm, ikisi de heyecanla konuşuyorlardı. Billy’nin kafasının nasıl
    Jake’in dirseğine geldiğini anlamaya çalışıyordum. Onlara gülümsedim.
    Bay Greene listedeki isimleri okumayı bitirdiğinde yüzünde mahçup bir gülümseyişle
    diplomalarımızı vermeye devam etti.
    “Tebrikler, Bayan Stanley,” diye mırıldandı Jess’in diplomasını verirken.
    “Tebrikler, Bayan Swan,” diye mırıldandı bana da, diplomamı sağlam olan elime tutuşturdu.
    “Teşekkürler,” dedim sessizce.
    Ve işte hepsi buydu.
    Jessica’nın yanında diğer mezunlarla birlikte duruyordum. Jess’in gözleri kıpkırmızıydı ve
    yüzünü cüppesinin koluna siliyordu. Onun ağladığını anlamam zaman almıştı.
    Bay Greene benim duymadığım bir şeyler söyledi ve çevremdeki herkes bağırıp çığlık attı. Sarı
    kepler yağmaya başladı. Gecikerek de olsa ben de kepimi attım ve yere düştü.
    “Ah, Bella!” Jess aniden konuşmaya başladı. “Bitirdiğimize inanamıyorum.”
    “Bittiğine inanamıyorum,” diye mırıldandım.
    Kolunu boynuma doladı. “Görüşmeye devam edeceğimize söz ver.”
    Onun bu isteğinden kaçınmaya çalışırken ona sarılmak tuhaftı. “Seni tanıdığım için memnunum
    Jessica. Güzel bir iki yıldı.”
    “Öyleydi,” iç geçirdi ve burnunu çekti. Sonra da kollarını üzerimden çekti. “Lauren!” diye
    ciyakladı ve el salladı sonra da sarı cüppeler kalabalığının içine daldı. Topluluğun içerisinde
    aileler de vardı artık ve bu daha sıkışık olmasına neden olmuştu.
    Angela ve Ben’i kalabalık arasında görebilmiştim, ikisi de aileleri tarafından ablukaya alınmıştı.
    Onları sonra tebrik edebilirdim.
    Boynumu uzatıp, Alice’i arıyordum.
    “Tebrikler,” kulağıma fısılsadı Edward, kollarını belime dolamıştı. Sesi sakindi; hiç acelesi
    yoktu, benim için önemli olan bu anı doyasıya yaşamamı istiyordu.
    “Ah, teşekkürler.”
    “Hala endişelerinden arınmış görünmüyorsun,” dedi.
    “Daha değil.”
    “Endişelenecek ne kaldı ki? Parti mi? O kadar da korkunç olmayacaktır.”
    “Muhtemelen haklısın.”
    “Kimi arıyorsun?”
    Arayışım sandığım kadar gizli şekilde yapamamıştım. “Alice – nerede o?”
    “Diplomasını alır almaz çıktı.”
    Sesinde farklı bir ton vardı. Spor salonunun arka kapısına doğru bakarken yüzündeki kafası
    karışık ifadeye baktım ve içgüdüsel olarak bir karar verdim – bu ki kere düşünülmesi gereken
    bir şeydi ama bunu nadiren yapardım.
    “Alice hakkında mı endişeleniyorsun?”
    “Iıı…” Buna cevap vermek istememişti.
    “Ne düşünüyordu bu arada? Yani seni aklından uzak tutmak için.”
    Gözlerinde bir ışık belirdi ve kuşkuyla onları kıstı. “The Battle Hymn of the Republic şarkısının
    sözlerini Arapça’ya çeviriyordu aslında. Bunu bitirdiğinde Kore işaret diline geçmişti.”
    Asabi şekilde güldüm. “Sanırım bu onun aklını yeterince meşgul tutacaktı.”
    “Benden ne sakladığını biliyorsun,” dedi.
    “Tabii.” Belli belirsiz gülümsedim. “Buna neden olan kişi benim.”
    Duraksadı, kafası karışmıştı.
    Çevreme bakındım. Charlie muhtemelen kalabalığın içerisinde beni bulmaya çalışıyor olmalıydı.
    “Alice’i bilirsin,” diye fısıldadım, “seni muhtemelen partinin sonuna kadar bu işten uzak
    tutmaya çalışacaktır. Fakat partinin iptal olmasından yana olsam da – ne olursa olsun çılgına
    dönme, tamam mı? Mümkün olduğunca çok bilgiye sahip olmak her zaman iyidir. Bir şekilde
    bunun yardımı olacak.”
    “Neden bahsediyorsun?”
    Charlie’nin kafasının diğerlerinin arasından ansızın çıktı, beni arıyordu. Beni gördü ve el
    salladı.
    “Sadece sakin ol, tamam mı?”
    Başını salladı, dudakları çizgi halini almıştı.
    Hızla fısıltı halinde düşündüklerimi ona açıklamaya başladım.
    “Bence bize her yönden geliyor olmaları konusunda yanılıyorsun. Sanırım bize tek bir yönden
    geliyorlar… ve sanırım sadece bana geliyorlar. Hepsi bağlantılı, öyle olmalı. Alice’in görü
    yeteneğiyle oynayan sadece bir kişi. Odamdaki kişi ise bir testti sadece, biri ondan habersiz
    hareket edebilirmi onu anlayabilmek içindi. Onun aklını karıştıran, yenidoğanlar ve eşyalarımı
    çalan aynı kişi olmalı – hepsi bağlantılı yani. Kokum onlar içindi yani.”
    Nihayet konuşmamı bitirdiğimde yüzü bembeyaz olmuştu.
    “Fakat kimse sizin için gelmiyor, anlıyorsun değil mi? Bu iyi – Esme, Alice, Carlisle; kimse
    onları incitmek istemiyor!”
    Gözleri irileşti, panik, korku ve dehşetle açıldı. Alice gibi o da haklı olduğumu görebiliyordu.
    Elimi onun yanağına koydum. “Sakin ol,” diye yalvardım.
    “Bella!” Charlie sevinçle haykırdı, etrafı saran aileleri iterek geliyordu. Bana sarıldı, o bunu
    yaptığında Edward kenara çekildi.
    “Teşekkürler,” dedim mırıltı halinde, Edward’ın yüz ifadesinden dolayı kafam meşguldü. Hala
    kendini kontrol edecek durumda değildi. Ellerini belli belirsiz bana doğru uzatmıştı, sanki beni
    kapıp kaçacakmış gibiydi. Neyse ki ondan daha fazla kendime hakim olsam da kaçmak çok da
    kötü bir fikirmiş gibi gelmemişti bana.
    “Jacob ve Billy gitmek zorunda kaldılar – buraya geldiklerini gördün değil mi?” diye sordu
    Charlie, geriye doğru adım atmıştı ama eli hala omzumdaydı. Sırtını Edward’a dönmüştü –
    muhtemelen onu dışlamaya çalışıyordu ama o anda bunu yapmasında hiçbir sorun yoktu.
    Edward’ın ağzı açık kalmıştı ve gözleri korku içerisindeydi.
    “Evet,” diyerek inandırmaya çalıştım babamı, ilgimi ona vermeye çalışıyordum.
    “Buraya gelmeleri ne kadar da hoş,” dedi Charlie.
    “Hmm.”
    Tamam, Edward’a söylemek çok kötü bir fikirdi. Alice düşüncelerini perdelemekte haklıydı.
    Bir yerlerde yalnız kalana kadar beklemeliydim, belki de tüm ailesiyle birlikteyken yapmalıydım
    bunu. Ve yakınlarda kırılabilecek şeyler de olmamalıydı – pencere…araba…okul binası gibi.
    Onun yüzü tüm korkularımı tekrar geri getirmişti. Yüzündeki korku ifadesinin yerini aslında
    öfkeye bırakmıştı.
    “Yemek için nereye gitmek istersin?” diye sordu Charlie. “Neresi olursa.”
    “Ben pişirebilirim.”
    “Aptal olma. Lodge’a gitmek ister misin?” Bunu gülümseyerek, hevesle sormuştu.
    Charlie’nin en sevdiği lokantada bugüne kadar pek de fazla eğlenmemiş olsam da, ne fark
    edecekti ki? Nereye gidersek gidelim yiyebileceğimi sanmıyordum.
    “Elbette, Lodge, harika olur,” dedim.
    Charlie’nin yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi ve sonra da iç geçirdi. Edward’a doğru
    şöyle bir döndü, aslında ona bakmıyordu bile.
    “Sen de geliyor musun, Edward?”
    Gözlerimi ona diktim, ona yalvarıyordum. Charlie neden cevap vermediğini anlamadığından
    bana döndüğü sırada Edward kendini topladı.
    “Hayır, teşekkürler,” dedi Edward kuru bir şekilde, yüzü sertti ve soğuktu.
    “Ailenle planların mı var?” diye sordu Charlie, kızmıştı. Edward Charlie’ye karşı her zaman
    hak ettiğinden daha kibar davranmıştı; ve bu ani düşmanlık onu şaşırtmıştı.
    “Evet. Müsade ederseniz…”Edward hemen arkasını döndü ve artık azalmış olan kalabalığın
    içerisine daldı. Her zamanki sergilediği dikkatli harketlerden farklı olarak biraz fazla hızlı
    hareket etmişti.
    “Ben ne dedim şimdi?” Charlie suçlu bir ifadeyle sordu.
    “Endişelenme, baba,” diye teselli ettim onu. “Sebebin sen olduğunu sanmıyorum.”
    “Siz ikiniz gene mi kavga ettiniz?”
    “Kimse kavga etmiyor. İşine bak.”
    “Benim işim sensin.”
    Gözlerimi devirdim. “Hadi yemeğe gidelim.”
    Lodge oldukça kalabalıktı. Bana göre bu yer pahalı ve pejmürdeydi ama kasabaya yakın
    yegane nezih lokantaydı bu yüzden her zaman popülerdi. Charlie iyi pişmiş pirzolasını yerken
    ve sandalyesinin arkasından Tyler Crowley’in ailesiyle laflarken ben de suratsızca duvarda asılı
    duran doldurulmuş geyik başına bakıyordum. Gürültülüydü – herkes mezuniyetten gelmişti ve
    çoğu beklerken ya da Charlie gibi oturdukları yerden sağa sola laf yetiştiriyordu.
    Sırtımı ön cama yasladım ve etrafıma baktım, üzerimdeki gözlerin sahibinin orada olup
    olmadığını kontrol etmek için kendimi zor tutuyordum. Hiçbir şey göremeyeceğimi biliyordum.
    Bir an olsun beni yalnız bırakmayacağını biliyordum. Özellikle de olanlardan sonra.
    Yemek bitmek bilmiyordu. Charlie, etrafıyla konuşmakla meşguldü ve çok yavaş yiyordu.
    Charlie başka yöne baktığı sırada hamburgerimin parçalarını mendilimin içerisine boşalttım.
    Yemek çok fazla vakit almış gibi görünüyordu ama saatime bakmam – ki bunu gerektiğinden
    daha sık şekilde yapmıştım – hiçbir şeyi hızlandırmadı.
    Nihayet Charlie paranın üstünü aldı ve masaya bahşiş bıraktı. Ayağa kalktım.
    “Bu kadar çabuk mu?” diye sordu.
    “Alice’e yardım etmek istiyorum,” dedim.
    “Peki.” Herkese iyi geceler demek için döndü. Arabanın yanında beklemek üzere lokantadan
    ayrıldım.
    Arabanın kapısına yaslanmış Charlie’nin kendi partisinden ayrılmasını bekliyordum. Park yeri
    neredeyse kararmıştı, bulutlar öylesine yoğundu ki güneşin batıp batmadığına emin
    olamıyordum. Hava basıktı, neredeyse yağmur yağmak üzereydi.
    Gölgeler arasında bir şeyin hareket ettiğini gördüm.
    Edward’ın karanlığın ortasında belirdiğinde endişemin yerini rahatlama aldı.
    Tek kelime etmeden beni göğsüne bastırdı. Soğuk bir el çenemi kavradı, yüzümü yukarı
    kaldırıp dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Çenesindeki gerilimi hissedebiliyordum.
    “Nasılsın?” Nefes almama izin verdiği anda sordum bunu.
    “Pek iyi değil,” diye mırıldandı. “Fakat kendimi topladım. Seni öyle bıraktığım için üzgünüm.”
    “Benim hatam. Sana söylemek için beklemeliydim.”
    “Hayır,” diye itiraz etti. “Bu bilmem gereken bir şeydi. Bunu anlayamadığıma inanamıyorum!”
    “Kafanda bir sürü şey vardı.”
    “Senin yok muydu?”
    Aniden beni tekrar öptü, cevap vermeme izin vermemişti. Geriye çekildi, “Charlie geliyor.”
    “Beni senin evine bırakmasını sağlayacağım.”
    “Sizi oraya kadar izleyeceğim.”
    “Bu gerçekten gerekli değil,” demeye çalıştım ama o çoktan gitmişti bile.
    “Bella?” Charlie lokantanın kapısında gözlerini kısmış karanlıkta etrafa bakıyordu.
    “Buradayım.”
    Charlie sallanarak ve söylenerek arabaya bindi.
    “Pekala, nasıl hissediyorsun?” diye sordu bana arabayı otoyolda kuzeye doğru sürerken.
    “Önemli bir gündü.”
    “İyi hissediyordum,” diyerek yalan söyledim.
    Güldü, yalan söylediğimi kolayca anladı. “Parti için mi endişeleniyorsun?” diye tahminde
    bulundu.
    “Evet,” tekrar yalan söyledim.
    Bu defa fark etmedi. “Asla parti delisi kızlardan biri olmadın.”
    “Bu özelliğimi nereden aldım acaba,” diye mırıldandım.
    Charlie kıkırdadı. “Neyse, oldukça güzel görünüyorsun. Keşke senin için bir şeyler
    yapabilseydim. Üzgünüm.”
    “Saçmalama, baba.”
    “Saçmalamıyorum. Senin için her zaman doğru olanı yapmadığımı hissediyorum.”
    “Bu çok gülünç. Harika bir iş çıkarıyorsun. Dünyanın en iyi babasısın. Ve…” Charlie ile
    duygular hakkında konuşmak hiç kolay değildi ama azimle boğazımı temizledim. “Ve seninle
    yaşamaya geldiğim için memnunum, baba. Bugüne kadar verdiğim en iyi karardı. Bu yüzden
    sakın endişelenme – sadece mezuniyet sonrası kötümserlik seninki.”
    Güldü. “Belki. Ama yine de bazı yerlerde hata yaptığıma eminim. Yani, şu eline bir bak!”
    Boş boş ellerime baktım. Sol elimi bandajın üzerinde hafifçe tutarken nadiren düşünüyordum
    onu. Kırılan eklemim de artık canımı yakmıyordu.
    “Asla nasıl yumruk atmam gerektiğini öğretememe gerek olacağını aklıma getirmemiştim. Ve
    bunda yanıldım.”
    “Senin Jacob’ın tarafında olduğunu sanıyordum?”
    “Ne olursa olsun senin yanındayım, eğer biri seni iznin olmadan öpüyorsa kendine zarar
    vermeden hislerini nasıl ifade edeceğini bilmen lazım. Baş parmağını yumruk atarken
    yumruğunun içinde tutmadın değil mi?”
    “Hayır, baba. Bu yaptığın garip ama yine de sevimli, lakin derslerin buna yardımcı olacağını hiç
    sanmıyorum. Jacob’ın kafası gerçekten çok sert.”
    Charlie bir kahkaha attı. “Bir dahakine onun karnına vur.”
    “Bir dahakine mi?” dedim inanmayarak.
    “Off, o çocuğa bu kadar sert davranma. O çok genç.”
    “O iğrenç.”
    “Hala senin arkadaşın.”
    “Biliyorum.” İç geçirdim. “Bu konuda neyin doğru olacağını bilmiyorum, baba.”
    Charlie başının yavaşça salladı. “Evet. Doğru olan her zaman apaçık ortada olmuyor. Bazen
    biri için doğru olan şey başkası için yanlış olabiliyor. Yani… bunu çözmede iyi şanslar.”
    “Teşekkürler,” kuru bir şekilde mırıldandım.
    Charlie tekrar güldü, ve sonra da kaşlarını çattı. “Eğer bu parti zıvanadan çıkarsa...,” diye
    başladı.
    “Bunun için endişelenme, baba. Carlisle ve Esme de orada olacak. İstersen sen de gelebilirsin,
    eminim.”
    Charlie gözlerini kısmış ön camdan geceye doğru bakarken yüzünü buruşturdu. Charlie iyi bir
    partide en az benim kadar eğlenirdi.
    “Çıkış nerede” diye sordu. “Onların yollarını gözle görülebilir hale getirmesi gerekirdi – bu
    karanlıkta bulmanın imkanı yok.”
    “Bir sonraki virajdan sonra, sanırım.” Dudaklarımı büktüm.
    “Bliyor musun, haklısın – bulmak imkansız. Alice davetiyeye bir harita ekleyeceğini söylemişti,
    yine de herkes kaybolacaktır.” Bu düşünce sebebiyle kendi kendime güldüm.
    “Belki de,” dedi Charlie yol doğuya doğru kıvrılğında. “Belki de değil.”
    Siyah kadifeden karanlık Cullenlar’ın evine giden yolla birlikte dağılmıştı. Birisi ağaçlara ışıl ışıl
    parlayan lambalar asmıştı, bunu kimsenin kaçırmasının imkanı yoktu.
    “Alice,” dedim huysuzca.
    “Vay,” dedi Charlie yola ulaştığında. O iki ağaç ışıklandırılmış tek yer değildi. Her yirmi
    adımda bir ağaçlara büyük beyaz evi işaret eden ışıklar asılmıştı. Tüm yol – yani üç mil
    boyunca bu devam ediyordu.
    “Bir işi de yarım bırakmaz, değil mi?” Charlie bunu saygıyla söylemişti.
    “Gelmek istemediğine emin misin?”
    “Kesinlikle eminim. İyi eğlenceler, ufaklık.”
    “Çok teşekkürler, baba.”
    Arabadan inip kapıyı kapattığımda kendi kendine gülüyordu. Yol boyunca gidişini izledim, hala
    gülümsüyordu. İç çektim ve kendi partime tahammül etmek üzere merdivenlerden çıktım.

      Forum Saati Ptsi Mayıs 13, 2024 1:17 pm