Araba kullanmak imkansız hale gelmeden önce fazla uzağa gitmemiştim.
Görememeye başlayınca, lastiklerin sert bir tümsek bulmasını ve yavaşça durmasını sağladım.
Koltuğun üzerine çöktüm ve Jacob'ın odasında karşı koyduğum zayıflığımın beni
parçalamasına izin verdim. Beklediğimden de kötüydü – kuvveti beni hazırlıksız yakalamıştı.
Evet, bunu Jacob'dan saklamakla iyi etmiştim. Bunu kimse görmemeliydi.
Ama çok uzun süre yalnız kalmadım – Alice'in beni burada görmesi için yeterli bir süreydi ve
birkaç dakika sonra da Edward geldi. Kapı açıldı ve beni kollarına aldı.
İlk başta daha kötüydü. Çünkü içimdeki küçük bir parça – küçüktü ama her geçen dakika ile
daha da yüksek sesli, sinirli oluyor ve geri kalanıma haykırıyordu – başka bir çift kolu
arzuluyordu. O yüzden bir de acıya ek olarak taptaze bir suçluluk vardı.
Hiçbir şey söylemedi, sadece ben Chalie'nin adını söyleyene kadar hıçkıra hıçkıra ağlamama
izin verdi.
"Gerçekten eve gitmeye hazır mısın?" dedi şüpheli bir şekilde.
Birkaç denemeden sonra, yakın bir zamanda hıçkırıklarımın geçmeyeceği belli oldu. Charlie'nin
Billy'yi aramasını gerektirecek kadar geç olmadan ona görünmeliydim.
Beni eve götürdü – ilk defa kamyonetimin hız limitine yaklaşmıyordu bile – bir kolu sıkıca beni
sarmıştı. Yol boyunca, kendimi kontrol etmeye çalıştım. Başta, boşa çaba harcıyormuşum gibi
geldi ama pes etmedim. Sadece birkaç saniyeliğine, dedim kendime. Birkaç mazeret ya da
birkaç yalan için yeterli bir süre, sonra tekrar kendimi kaybedebilirdim. O kadarını
yapabilmeliydim. Kafamın içinde ümitsizce güç kırıntısı aradım.
Hıçkırıklarımı susturabilecek kadar bulabildim ancak – ama sonlandırmak için değil, sadece
içimde tutmak için. Göz yaşları yavaşlamadı. Onlarla uğraşmaya başlamak için bile bir çare
bulamıyor gibiydim.
"Beni yukarıda bekle," diye mırıldandım evin önüne geldiğimizde.
Bir dakikalığına bana sıkıca sarıldı ve sonra gitmişti.
İçeri girince, doğruca yukarı yöneldim.
"Bella?" diye seslendi Charlie bana koltuktaki her zamanki yerinden önünden geçerken.
Konuşmadan arkamı dönüp ona baktım. Gözleri merakla açıldı ve ayağa kalktı.
"Ne oldu? Jacob...?" diye sordu.
Öfkeyle başımı salladım, sesimi bulmaya çalıştım. "O iyi, o iyi," dedim, sesim kısık ve boğuktu.
Ve Jacob fiziksel olarak iyiydi ki bu da Charlie'nin şu anda endişelendiği tek şeydi.
"Ama ne oldu?" Omuzlarımı tuttu, gözleri hala endişeli ve açılmıştı. "Sana ne oldu?"
Tahmin etiğimden de kötü görünüyor olmalıydım.
"Hiçbir şey, Baba. Ben sadece... Jacob'la konuşmak zorundaydım... zor olan birkaç şey
hakkında. Ben iyiyim."
Telaşı geçti ama onun yerini kınama aldı.
"Bunun için gerçekten en iyi zaman mıydı?" diye sordu.
"Muhtemelen değil, baba, ama başka seçeneğim yoktu – seçim yapmam gereken bir noktaya
gelindi sadece... Bazen, uzlaşma yolu bulunamıyor."
Yavaşça başını salladı. "Nasıl karşıladı?"
Cevap vermedim.
Bir dakika yüzüme baktı, ve sonra başıyla onayladı. Bu yeterli bir cevap olmalıydı.
"Umarım iyileşme sürecini mahvetmemişsindir."
"Çabuk iyileşir o," diye mırıldandım.
Charlie içini çekti.
Kontrolümü kaybetmeye başladığımı hissedebiliyordum.
"Odamda olacağım," dedim, omuzlarımdaki ellerinden kaçarak.
"Tamam," diye onayladı. Muhtemelen gözlerim dolmaya başladığını görebiliyordu. Charlie'yi
göz yaşlarından daha çok korkutan başka bir şey yoktu.
Zorlukla odama ulaştım.
İçeri girince, titreyen parmaklarla bileziğime saldırıp açmaya çalıştım.
"Hayır, Bella," diye fısıldadı Edward, ellerimi tutarak. "O senin bir parçan."
Hıçkırıklarım tekrar serbest kalınca beni kollarına aldı.
Günlerin en uzunu olan bugün uzuyor da uzuyor gibi görünüyordu. Acaba hiç bitecek mi
merak ettim.
Ama gece acımasızca uzasa da, hayatımın en kötü gecesi değildi. Bundan teselli buldum. Ve
yalnız değildim. Bunda da büyük bir teselli vardı.
Charlie'nin duygusal patlamalara olan korkusu, gelip beni kontrol etmesini engellemişti ama
ben sessiz değildim – muhtemelen benden daha fazla uyumamıştır.
Yaptıklarımın sonradan farkına varma yeteneğim bu gece katlanılmaz derecede netti. Yaptığım
her yanlışı, verdiğim her zararı, küçüğüyle büyüğüyle görebiliyordum. Jacob'a yaşattığım her
acı, Edward'da açtığım her yara, düzenli bir yığın halinde önümdelerdi ve ne yok sayabiliyor ne
de inkar edebiliyordum.
Ve fark ettim ki, mıknatıslar konusunda başından beri yanılmıştım. Bir araya getirmeye
çalıştığım Edward ve Jacob değildi, kendimin iki parçasıydı, Edward'ın Bella'sı ve Jacob'ın
Bellası. Ama ikisi birlikte varolamazdı, ve ben hiçbir zaman denememeliydim.
Çok fazla zarar vermiştim.
Gecenin bir noktasında, bu sabah kendime verdiğim sözü hatırladım – Edward'ın beni Jacob
Black için bir damla daha göz yaşı dökerken görmesine asla izin vermeyecektim. Bu düşünce
bir başka histeri nöbetine sebep oldu ki bu da Edward'ı ağlamamdan daha çok korkuttu. Ama
seyrini tamamlayınca o da geçti.
Edward çok az konuştu, sadece yatakta bana sarıldı ve gömleğini mahvetmeme, tuzlu suyla
kirletmeme izin verdi.
O küçük, kırılmış parçamın ağlamasını bitirmesi beklediğimden de uzun sürdü. Oldu yine de ve
eninde sonunda uyuyacak kadar bitkin düştüm. Bilinçsizlik acıya tam bir rahatlama getirmedi,
sadece uyuşturdu ve yatıştırdı, ilaç gibi. Daha katlanılabilir kıldı. Ama hala oradaydı,
farkındaydım, uykuda bile ve yapmam gereken ayarlamaları yapmama yardımcı oldu.
Sabah beraberinde daha parlak bir bakış açısı olmasa bile en azından bir ölçü hakimiyet, biraz
kabullenme getirmişti. İçgüdüsel olarak, kalbimdeki yeni kırık her zaman ağrıyacaktı. Bundan
sonra benim bir parçam olacaktı. Zaman daha kolaylaştıracaktı – herkesin söylediği buydu.
Ama zamanın beni iyileştirip iyileştirmediği umurumda değildi, yeter ki Jacob daha iyi olsundu.
Yeter ki tekrar mutlu olabilsindi.
Uyandığımda, nerede olduğuma dair bir karışıklık yaşamadım. Gözlerimi açtım – nihayet
kuruydular – ve Edward'ın endişeli bakışlarıyla karşılaştım.
"Hey," dedim. Sesim boğuktu. Boğazımı temizledim.
Cevap vermedi. Beni izledi, başlamasını bekledi.
"Hayır, iyiyim," diye söz verdim. "Aynısı bir daha olmayacak."
Sözlerimden dolayı gözleri kısıldı.
"Beni öyle gördüğün için özür dilerim," dedim. "Bu sana haksızlıktı."
Ellerini yüzümün iki tarafına koydu.
"Bella... emin misin? Doğru kararı mı verdin? Seni hiç böyle acı çekerken görmemiştim – "
Sesi son kelimede çatladı.
Ama daha kötü acıyı tatmıştım.
Dudaklarına dokundum. "Evet."
"Bilemiyorum..." Kaşlarını çattı. "Eğer seni böylesine incitiyorsa, bu senin için nasıl doğru
seçim olabilir?"
"Edward, hayatımda kim olmazsa yaşayamayacağımı biliyorum."
"Ama..."
Başımı salladım. "Anlamıyorsun. Eğer en iyisi buysa sen bensiz yaşayabilecek kadar cesur ya
da güçlü olabilirsin. Ama ben asla o kadar özverili olamam. Ben seninle olmak zorundayım.
Ancak o şekilde hayatta kalabilirim."
Hala kuşkulu görünüyordu. Dün gece benimle kalmasına asla izin vememeliydim. Ama ona
kadar çok ihtiyacım vardı ki...
"Bana şu kitabı uzatır mısın?" diye sordum, omzunun arkasını işaret ederek.
Kaşları şaşkınlıkla birleşti, ama hemen verdi.
"Yine mi bu?" diye sordu.
"Sadece şu hatırladığım bölümü bulmak istiyorum... nasıl söylediğini görmek için..." Sayfaları
çevirdim ve aradığım sayfayı kolayca buldum. Burada o kadar çok durmuştum ki köşesi
kıvrıktı. "Cathy bir canavardı, ama aynı zamanda haklı olduğu noktalar vardı." Diye
mırıldandım. Sessizce satırları okudum. "'Her şey yok olup sadece o kalsa, ben yine
varolurdum; her şey yerinde kalıp da o ortadan kaybolsa, evren bana tamamen yabancı
olurdu.'" Başımı salladım, yine kendi kendime. "Ne demek istediğini çok iyi biliyorum. Ve kim
olmadan yaşayamam biliyorum."
Edward kitabı ellerimden aldı ve odanın öteki ucuna attı – masama hafif bir pat sesi ile düştü.
Kollarını belime sardı.
Küçük bir gülümseme mükemmel yüzünü aydınlattı, her ne kadar alnı hala kırışık olsa da.
"Heathcliff'in de kendi anları oluyor," dedi. Cümleyi mükemmel olarak söyleyebilmek için
kitaba ihtiyacı yoktu. Beni daha da yakınına çekti ve kulağıma fısıldadı, "'Hayatım olmadan
yaşayamam! Ruhum olmadan yaşayamam!'"
"Evet," dedim yavaşça. "Demek istediğim oydu."
"Bella, perişan olmana dayanamıyorum. Belki..."
"Hayır, Edward. Bir sürü şeyi berbat ettim ve bununla yaşamam gerekiyor. Ama ne istediğimi
ve neye ihtiyacım olduğunu biliyorum... ve şimdi ne yapacağımı."
"Şimdi ne yapacağız?"
Düzeltmesine hafifçe gülümsedim, ve sonra içimi çektim. "Gidip Alice'i göreceğiz."
Alice, verandanın en alt basamağında duruyordu ve bizi içerde beklemeyecek kadar sabırsızdı.
Ona vereceğimi bildiği haberler için öylesine heyecanlıydı ki her an kutlama dansı yapacakmış
gibiydi.
"Teşekkür ederim, Bella!" dedi şakıyarak biz kamyonetten inerken.
"Orada dur, Alice," diye uyardım onu, sevincini durdurmak için elimi kaldırarak. "Senin için
bazı kısıtlamalarım var."
"Biliyorum, biliyorum, biliyorum. En geç on üç Ağustos'a kadar vaktim var, konuk listesine
itiraz etme hakkına sahipsin ve herhangi bir şeyi abartırsam bir daha benimle
konuşmayacaksın."
"Eh, tamam. Şey, evet. Kuralları bilyorsun, o zaman."
"Endişelenme, Bella, mükemmel olacak. Gelinliğini görmek ister misin?"
Birkaç derin nefes almak zorunda kaldım. Onu ne mutlu ederse, dedim kendime.
"Tabii."
Alice'in gülümsemesi kendinden memnundu.
"Ee, Alice," dedim, sesimi kayıtsız tutmaya çalışıp telaşsız bir ton verdim. "Ne zaman bana bir
gelinlik aldın?"
Muhtemelen pek bir gösteri sayılmazdı. Edward elimi sıktı.
Alice içeri yönlendirdi ve merdivenlere doğru gitti. "Bu işler zaman alır, Bella," diye açıkladı
Alice. Ses tonu... kaçınıyor gibi çıkmıştı. "Yani, işlerin böyle olacağından emin değildim ama
yine de bir ihtimal vardı..."
"Ne zaman?" dedim tekrar.
"Perrine Bruyere'in bir bekleme listesi var, biliyorsun," dedi, savunmaya geçmişti. "Kumaştan
başyapıtlar bir gecede oluşmaz. Eğer ilerisini düşünmeseydim, askıdan alınmış alelade bir şey
giyebilirdin!"
Düzgün bir cevap alamayacakmışım gibi görünüyordu. "Per – kim?"
"Çok büyük bir tasarımcı değil, Bella, o yüzden hemen histeri nöbetlerine gerek yok. Ama
gelecek vadediyor ve tam da ihtiyacım olduğu alanda uzman."
"Nöbete falan girdiğim yok."
"Tabii ki yok." Sakin yüzümü şüpheyle gözledi. Sonra odasına girdiğimizde, Edward'a döndü.
"Sen – dışarı."
"Neden?" diye sordum.
"Bella," diye inledi. "Kuralları biliyorsun. Düğün gününe kadar elbiseyi görmemesi gerekir."
Başka bir derin nefes aldım. "Benim için önemli değil. Ve biliyorsun ki kafanda zaten gördü.
Ama eğer istediğin oysa..."
Edward'ı kapının dışına itti. Edward ona bakmadı bile – gözleri bendeydi, tedirgindi ve beni
yalnız bırakmaya korkuyordu.
Başımla onayladım ve ifademin ona güvence verecek kadar sakin olmasını umdum.
Alice kapıyı yüzüne kapadı.
"Pekala!" diye mırıldandı. "Hadi."
Bileğimi kavradı ve beni – yatak odamdan daha büyük olan – dolabına götürdü ve uzun beyaz
bir giysinin bütün askıyı kapladığı arka köşeye sürükledi.
Tek bir hareketle çantanın fermuarını açtı ve sonra askısından yavaşça çekti. Bir adım geri gitti
ve sanki bir yarışma programı sunucusu misali elbiseyi elleriyle sundu.
"Eee?" dedi nefes nefese.
Uzun bir süre elbiseyi değerlendirdim ve biraz da Alice'le oynadım. İfadesi endişeli bir hal aldı.
"Ah," dedim, ve rahatlaması için gülümsedim. "Anlıyorum."
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu.
Yeşilin Kızı Anne hayallerim güzümün önüne geldi tekrar.
"Mükemmel, elbette. Tam olması gerektiği gibi. Sen bir dahisin."
Sırıttı. "Biliyorum."
"Bin dokuz yüz seksen?" diye tahmin ettim.
"Aşağı yukarı," dedi başıyla onaylayarak. "Kimi yerleri benim tasarımım, eteği, duvağı..."
Konuşurken beyaz satene dokunuyordu. "Dantel ise klasik. Beğendin mi?"
"Çok güzel. Edward için en doğru elbise."
"Ama senin için de öyle mi?" diye ısrar etti.
"Evet, sanırım öyle, Alice. Sanırım tam ihtiyacım olan şey. Bununla çok iyi bir iş başaracağına
eminim... eğer kendini konrol altında tutabilirsen."
Yüzü ışıldadı.
"Senin elbiseni görebilir miyim?" diye sordum.
Gözlerini kırpıştırdı, yüzü boştu.
"Nedime elbisesinin siparişini de aynı anda vermedin mi? Baş nedimemin askıdan alelade bir
şey giymesini istemem." Korkuyla irkilmiş gibi yaptım.
Kollarını belime doladı. "Teşekkürler, Bella!"
"Bunu nasıl tahmin edemedin?" diye alay ettim dik saçlarını öperek. "Ne biçim bir medyumsun
sen!"
Alice dans ederek geri gitti, yüzü taze heyecanla parlaktı. "Yapacak çok şeyim var! Git
Edward'la oyna. İşimin başına dönmem lazım."
"Esme!" diye bağırıp yok olmadan önce, telaşla odadan dışarı çıktı.
Kendi hızımla onu takip ettim. Holde Edward, tahta bir duvara yaslanmış, beni bekliyordu.
"Yaptığın çok ama çok güzel bir şey," dedi.
"Mutlu görünüyor," diye onayladım.
Yüzüme dokundu; gözleri – fazla karaydı, beni terk edişi üzerinden çok zaman geçmişti –
benim ifademi inceledi.
"Gel çıkalım buradan," diye önerdi birden. "Hadi gel çayırımıza gidelim."
Oldukça çekici geldi. "Sanırım artık saklanmama gerek kalmadı, öyle mi?"
"Hayır. Tehlike arkamızda kaldı."
Koşarken sessiz ve düşünceliydi. Fırtına tamamen geçtiği için artık daha sıcak olan rüzgar
yüzüme doğru esiyordu. Çoğu zaman yaptıkları gibi bulutlar gökyüzünü kaplamıştı.
Çayır huzur dolu, mutlu bir yerdi bugün. Yaz papatyalar, çimin üstünde sarı ve beyaz fırça
darbeleri gibi duruyorlardı. Toprağın hafif nemliliğini umursamayarak uzandım ve bulutlardaki
şekillere baktım. Çok dengeli, çok düzdüler. Şekil yoktu, sadece yumuşak, gri battaniye.
Edward yanımda uzandı ve elimi tuttu.
“On üç Ağustos?” diye sordu kayıtsızca birkaç dakikalık rahat sessizlik sonunda.
“Bu bana doğum günüme kadar bir ay veriyor. Çok çabuk bitirmek istemedim.”
İçini çekti. “Esme – teknik olarak – Carlisle’dan üç yaş daha büyük. Bunu biliyor muydun?”
Başımı salladım.
“Bu onlar için bir fark yaratmıyor.”
Sesim, onun kaygılarının tersine oldukça dingindi. “Yaşım gerçekten o kadar önemli değil.
Edward, ben hazırım. Hayatımı seçtim – ve şimdi yaşamaya başlamak istiyorum.”
Saçlarımı okşadı. “Konuk listesi itirazı nedir?”
“Aslında umurumda değil, ama ben...” Bunu açıklamak istemeyerek tereddüt ettim. En iyisi
söyleyip kurtulmaktı. “Alice... birkaç kurt adamı davet etme zorunluluğu hisseder mi emin
olamadım. Bilmiyorum... Jake gelmek zorundaymış gibi... hisseder mi. Doğrusu odur diye ya
da gelmezse duygularım incinir diye. Tüm bunlara katlanmak zorunda olmamalı.”
Edward bir süre sessizdi. Ağaç tepelerine baktım, gökyüzünün açık grisi karşısında neredeyse
kapkaraydılar.
Birden, Edward belimden yakaladı ve beni göğsünün çekti.
“Bunu neden yapıyorsun bana bir daha anlat, Bella. Neden şimdi birden, Alice’e bu kadar
serbestlik verdin?”
Dün gece Jacob’ı görmeye gitmeden Charlie’yle yaptığım sohbeti tekrarladım.
“Charlie’yi bu işin dışında tutmak haksızlık olurdu,” diye tamamladım. “Ve bu aynı zamanda
Renée ve Phil için de geçerli. Bu arada Alice’in de eğlenmesine izin verebilirim. Belki Charlie
doğru düzgün veda edebilirse her şey ona daha kolay gelir. Her ne kadar çok erken olduğunu
düşünse de beni kolunda mihraba yürütme fırsatını onun elinden alamam.” Sözcükleri
söylerken yüzümü buruşturdum ve başka bir derin nefes aldım. “En azından, annem, babam ve
arkadaşlarım, kararımın onlara söylemeye izinli olduğum kısmının en iyi yanını biliyor
olacaklar. Seni seçtiğimi ve birlikte olacağımızı bilecekler. Nerede olursam mutlu olacağımı
bilecekler. Sanırım bu onlar için yapabileceğimin en iyisi.”
Edward yüzümü tuttu, kısa bir süre için inceledi.
“Anlaşma iptal,” dedi aniden.
“Ne?” diye soludum. “Sözünden cayıyor musun? Hayır!”
“Caymıyorum, Bella. Pazarlığın kendi tarafımı yerine getireceğim. Ama seni sorumlu
tutmuyorum. Ne istiyorsan, hiçbir bağ olmaksızın.”
“Neden?”
“Bella, ne yapmaya çalıştığını görebiliyorum. Başka herkesi mutlu etmeye çalışıyorsun. Ve
benim de başkalarının duyguları umurumda değil. Senin mutlu olmana ihtiyacım var. Alice’e
haberleri iletmek konusunda endişelenme. Ben hallederim. Söz veriyorum seni suçlu
hissettirmeyecek.”
“Ama ben – ”
“Hayır. Bu işi senin yönteminle yapıyoruz. Çünkü benimkisi işe yaramıyor. Sana inatçı derim,
ama bak ben ne yaptım. Senin için neyin iyi olduğu yönündeki kendi fikrime öyle dikbaşlılıkla
tutundum ki seni sadece incittim. Tekrar tekrar derinden yaraladı. Kendime artık
güvenmiyorum. Mutluluğa kendi yönteminle sahip olabilirsin. Benim yolum yanlış. O yüzden.”
Altımda kaydı ve omuzlarını dikleştirdi. “Bunu senin yolunla yapıyoruz, Bella. Bu gece.
Bugün. Ne kadar yakın olursa o kadar iyi. Carlisle ile konuşacağım. Eğer sana yeteri kadar
morfin verirsek o kadar kötü olmaz diye düşünüyorum. Denemeye değer.” Dişlerini sıktı.
“Edward, hayır –”
Parmağını dudaklarıma koydu. “Endişelenme, Bella, aşkım. Diğer taleplerini unutmadım.”
Ben daha ne demek istediğini – ne yaptığını – anlayamadan, elleri saçlarımdaydı, dudaklarım
üzerinde hareket eden dudakları yumuşak ama çok ciddiydi.
Hareket etmek için çok fazla zaman yoktu. Eğer çok beklersem, onu neden durdurmam
gerektiğini hatırlamayabilirdim. Zaten düzgün nefes alamıyordum. Ellerimle kollarına
tutunmuş, kendimi ona daha çok çekiyordum; dudaklarım onunkilere yapışmış, her dile
getirmediği soruya cevap veriyordu.
Zihnimi netleştirmeye, konuşmak için bir yol bulmaya çalıştım.
Nazikçe yuvarlandı ve beni serin çime bastırdı.
Ah, boşver! dedi daha az asil olan tarafım. Kafam nefesinin tatlılığıyla dolup taşıyordu.
Hayır, hayır, hayır, diye tartıştım kendimle. Başımı salladım, dudakları boynuma kayarak bana
nefes alma şansı verdi.
“Dur, Edward. Bekle.” Sesim de iradem kadar zayıftı.
“Neden?” diye fısıldadı boynumdaki oyuğa doğru.
Ses tonuma biraz kararlılık katmak için çabaladım. “Bunu şimdi yapmak istemiyorum.”
“İstemiyor musun?” diye sordu, ses tonundan gülümsediğini anladım. Dudaklarını tekrar
benimkilere bastırdı ve konuşmayı imkansız kıldı. Damarlarıma doluşan hararet, tenimin
onunkine değdiği her noktayı yakıyordu.
Kendimi odaklanmaya zorladım. Sadece ellerimi saçlarından ayırıp göğsüne koymak için
zorlamak bile büyük bir çaba gerektirdi. Ama yaptım. Sonra onu ittim, üzerimden çekmeye
çalışarak. Tek başıma başaramazdım ama vereceğini bildiğim tepkiyi verdi.
Bana bakmak için kendini birkaç santimetre geri çekti ve gözleri kararlılığıma hiçbir yardımda
bulunmadı. İki adet kara ateşti. Alev alev yanıyorlardı.
“Neden?” diye sordu tekrar, sesi kısık ve sertti. “Seni seviyorum. Seni istiyorum. Hemen
şimdi.”
Karnımdaki kelebekler boğazıma doluştu. Suskunluğumdan faydalandı.
“Bekle, bekle,” demeye çalıştım dudaklarının etrafında.
“Benim öyle düşünmüyorum,” diye mırıldandı katılmayarak.
“Lütfen?” diye soludum.
İnledi ve tekrar sırtı üzerine yuvarlanarak kendini benden çekti.
İkimiz de bir dakika boyunca orada öylece uzanıp, nefes alışımızı düzenlemeye çalıştık.
“Neden olmasın söyle bana, Bella,” diye üsteledi. “Benimle ilgili olmasa iyi olur.”
Dünyamdaki her şey onunla ilgiliydi. Ne kadar aptalca bir şeydi tahmin ettiği.
“Edward, bu benim için çok önemli. Doğrusunu yapacağım.”
“Kime göre doğru?”
“Bana göre.”
Dirseği üzerinde durmak için döndü ve bana baktı, bakışları onaylamıyordu.
“Bunun doğrusunu nasıl yapacaksın?”
Derin bir nefes aldım. “Sorumlu olarak. Her şey doğru sırasıyla. Charlie ve Renée’i onlara
önerebileceğim en iyi çözümden mahrum bırakmayacağım. Eğer her halükarda bir evlilik
olacaksa, Alice’in eğlencesini elinden almayacağım. Ve senden beni ölümsüz yapmanı isteyene
kadar, kendimi sana olabilecek her insani yolla bağlayacağım. Bütün kurallara uyuyorum,
Edward. Ruhun benim için onu riske atamayacağım kadar çok ama çok önemli. Bu konuda
fikrimi değiştirmeyeceksin.”
“Eminim yapabilirim,” diye mırıldandı, gözleri yine alev alev yanıyordu.
“Ama yapmazsın,” dedim, ses tonumu ölçülü tutmaya çalışarak. “Gerçekten ihtiyacım olan
şeyin bu olduğunu bilmezken.”
“Adil savaşmıyorsun,” diye suçladı.
Ona sırıttım. “Adil savaştığımı hiçbir zaman söylemedim.”
O da bana gülümsedi, arzuluydu. “Ama eğer fikrini değiştirirsen...”
“Bunu ilk öğrenen sen olacaksın,” diye söz verdim.
Tam o sırada yağmur, bulutların arasından, çime çarptıkça dağılan birkaç damla ile çiselemeye
başladı.
Gökyüzüne ters ters baktım.
“Seni eve götüreyim.” Yanaklarımdaki birkaç küçük su damlacığını sildi.
“Sorun yağmur değil,” diye yakındım. “Sadece bu demektir ki, gidip nahoş ve muhtemelen
fazlasıyla tehlikeli bir şeyi yapmanın vakti geldi.”
Gözleri korkuyla açıldı.
“Kurşun geçirmez olman iyi bir şey.” İçimi çektim. “O yüzüğe ihtiyacım olacak. Gidip,
Charlie’yle konuşmanın zamanı geldi.”
Yüzümdeki ifadeye güldü. “Fazlasıyla tehlikeli,” diyerek benimle hemfikir oldu. Tekrar
kahkaha attı ve sonra kotunun cebine uzandı. “Ama en azından fazladan bir tane daha yolculuk
yapmamıza gerek yok.”
Bir kez daha, yüzüğü sol elimin üçüncü parmağına taktı.
Muhtemelen sonsuza dek takılı kalacağı yere.
Görememeye başlayınca, lastiklerin sert bir tümsek bulmasını ve yavaşça durmasını sağladım.
Koltuğun üzerine çöktüm ve Jacob'ın odasında karşı koyduğum zayıflığımın beni
parçalamasına izin verdim. Beklediğimden de kötüydü – kuvveti beni hazırlıksız yakalamıştı.
Evet, bunu Jacob'dan saklamakla iyi etmiştim. Bunu kimse görmemeliydi.
Ama çok uzun süre yalnız kalmadım – Alice'in beni burada görmesi için yeterli bir süreydi ve
birkaç dakika sonra da Edward geldi. Kapı açıldı ve beni kollarına aldı.
İlk başta daha kötüydü. Çünkü içimdeki küçük bir parça – küçüktü ama her geçen dakika ile
daha da yüksek sesli, sinirli oluyor ve geri kalanıma haykırıyordu – başka bir çift kolu
arzuluyordu. O yüzden bir de acıya ek olarak taptaze bir suçluluk vardı.
Hiçbir şey söylemedi, sadece ben Chalie'nin adını söyleyene kadar hıçkıra hıçkıra ağlamama
izin verdi.
"Gerçekten eve gitmeye hazır mısın?" dedi şüpheli bir şekilde.
Birkaç denemeden sonra, yakın bir zamanda hıçkırıklarımın geçmeyeceği belli oldu. Charlie'nin
Billy'yi aramasını gerektirecek kadar geç olmadan ona görünmeliydim.
Beni eve götürdü – ilk defa kamyonetimin hız limitine yaklaşmıyordu bile – bir kolu sıkıca beni
sarmıştı. Yol boyunca, kendimi kontrol etmeye çalıştım. Başta, boşa çaba harcıyormuşum gibi
geldi ama pes etmedim. Sadece birkaç saniyeliğine, dedim kendime. Birkaç mazeret ya da
birkaç yalan için yeterli bir süre, sonra tekrar kendimi kaybedebilirdim. O kadarını
yapabilmeliydim. Kafamın içinde ümitsizce güç kırıntısı aradım.
Hıçkırıklarımı susturabilecek kadar bulabildim ancak – ama sonlandırmak için değil, sadece
içimde tutmak için. Göz yaşları yavaşlamadı. Onlarla uğraşmaya başlamak için bile bir çare
bulamıyor gibiydim.
"Beni yukarıda bekle," diye mırıldandım evin önüne geldiğimizde.
Bir dakikalığına bana sıkıca sarıldı ve sonra gitmişti.
İçeri girince, doğruca yukarı yöneldim.
"Bella?" diye seslendi Charlie bana koltuktaki her zamanki yerinden önünden geçerken.
Konuşmadan arkamı dönüp ona baktım. Gözleri merakla açıldı ve ayağa kalktı.
"Ne oldu? Jacob...?" diye sordu.
Öfkeyle başımı salladım, sesimi bulmaya çalıştım. "O iyi, o iyi," dedim, sesim kısık ve boğuktu.
Ve Jacob fiziksel olarak iyiydi ki bu da Charlie'nin şu anda endişelendiği tek şeydi.
"Ama ne oldu?" Omuzlarımı tuttu, gözleri hala endişeli ve açılmıştı. "Sana ne oldu?"
Tahmin etiğimden de kötü görünüyor olmalıydım.
"Hiçbir şey, Baba. Ben sadece... Jacob'la konuşmak zorundaydım... zor olan birkaç şey
hakkında. Ben iyiyim."
Telaşı geçti ama onun yerini kınama aldı.
"Bunun için gerçekten en iyi zaman mıydı?" diye sordu.
"Muhtemelen değil, baba, ama başka seçeneğim yoktu – seçim yapmam gereken bir noktaya
gelindi sadece... Bazen, uzlaşma yolu bulunamıyor."
Yavaşça başını salladı. "Nasıl karşıladı?"
Cevap vermedim.
Bir dakika yüzüme baktı, ve sonra başıyla onayladı. Bu yeterli bir cevap olmalıydı.
"Umarım iyileşme sürecini mahvetmemişsindir."
"Çabuk iyileşir o," diye mırıldandım.
Charlie içini çekti.
Kontrolümü kaybetmeye başladığımı hissedebiliyordum.
"Odamda olacağım," dedim, omuzlarımdaki ellerinden kaçarak.
"Tamam," diye onayladı. Muhtemelen gözlerim dolmaya başladığını görebiliyordu. Charlie'yi
göz yaşlarından daha çok korkutan başka bir şey yoktu.
Zorlukla odama ulaştım.
İçeri girince, titreyen parmaklarla bileziğime saldırıp açmaya çalıştım.
"Hayır, Bella," diye fısıldadı Edward, ellerimi tutarak. "O senin bir parçan."
Hıçkırıklarım tekrar serbest kalınca beni kollarına aldı.
Günlerin en uzunu olan bugün uzuyor da uzuyor gibi görünüyordu. Acaba hiç bitecek mi
merak ettim.
Ama gece acımasızca uzasa da, hayatımın en kötü gecesi değildi. Bundan teselli buldum. Ve
yalnız değildim. Bunda da büyük bir teselli vardı.
Charlie'nin duygusal patlamalara olan korkusu, gelip beni kontrol etmesini engellemişti ama
ben sessiz değildim – muhtemelen benden daha fazla uyumamıştır.
Yaptıklarımın sonradan farkına varma yeteneğim bu gece katlanılmaz derecede netti. Yaptığım
her yanlışı, verdiğim her zararı, küçüğüyle büyüğüyle görebiliyordum. Jacob'a yaşattığım her
acı, Edward'da açtığım her yara, düzenli bir yığın halinde önümdelerdi ve ne yok sayabiliyor ne
de inkar edebiliyordum.
Ve fark ettim ki, mıknatıslar konusunda başından beri yanılmıştım. Bir araya getirmeye
çalıştığım Edward ve Jacob değildi, kendimin iki parçasıydı, Edward'ın Bella'sı ve Jacob'ın
Bellası. Ama ikisi birlikte varolamazdı, ve ben hiçbir zaman denememeliydim.
Çok fazla zarar vermiştim.
Gecenin bir noktasında, bu sabah kendime verdiğim sözü hatırladım – Edward'ın beni Jacob
Black için bir damla daha göz yaşı dökerken görmesine asla izin vermeyecektim. Bu düşünce
bir başka histeri nöbetine sebep oldu ki bu da Edward'ı ağlamamdan daha çok korkuttu. Ama
seyrini tamamlayınca o da geçti.
Edward çok az konuştu, sadece yatakta bana sarıldı ve gömleğini mahvetmeme, tuzlu suyla
kirletmeme izin verdi.
O küçük, kırılmış parçamın ağlamasını bitirmesi beklediğimden de uzun sürdü. Oldu yine de ve
eninde sonunda uyuyacak kadar bitkin düştüm. Bilinçsizlik acıya tam bir rahatlama getirmedi,
sadece uyuşturdu ve yatıştırdı, ilaç gibi. Daha katlanılabilir kıldı. Ama hala oradaydı,
farkındaydım, uykuda bile ve yapmam gereken ayarlamaları yapmama yardımcı oldu.
Sabah beraberinde daha parlak bir bakış açısı olmasa bile en azından bir ölçü hakimiyet, biraz
kabullenme getirmişti. İçgüdüsel olarak, kalbimdeki yeni kırık her zaman ağrıyacaktı. Bundan
sonra benim bir parçam olacaktı. Zaman daha kolaylaştıracaktı – herkesin söylediği buydu.
Ama zamanın beni iyileştirip iyileştirmediği umurumda değildi, yeter ki Jacob daha iyi olsundu.
Yeter ki tekrar mutlu olabilsindi.
Uyandığımda, nerede olduğuma dair bir karışıklık yaşamadım. Gözlerimi açtım – nihayet
kuruydular – ve Edward'ın endişeli bakışlarıyla karşılaştım.
"Hey," dedim. Sesim boğuktu. Boğazımı temizledim.
Cevap vermedi. Beni izledi, başlamasını bekledi.
"Hayır, iyiyim," diye söz verdim. "Aynısı bir daha olmayacak."
Sözlerimden dolayı gözleri kısıldı.
"Beni öyle gördüğün için özür dilerim," dedim. "Bu sana haksızlıktı."
Ellerini yüzümün iki tarafına koydu.
"Bella... emin misin? Doğru kararı mı verdin? Seni hiç böyle acı çekerken görmemiştim – "
Sesi son kelimede çatladı.
Ama daha kötü acıyı tatmıştım.
Dudaklarına dokundum. "Evet."
"Bilemiyorum..." Kaşlarını çattı. "Eğer seni böylesine incitiyorsa, bu senin için nasıl doğru
seçim olabilir?"
"Edward, hayatımda kim olmazsa yaşayamayacağımı biliyorum."
"Ama..."
Başımı salladım. "Anlamıyorsun. Eğer en iyisi buysa sen bensiz yaşayabilecek kadar cesur ya
da güçlü olabilirsin. Ama ben asla o kadar özverili olamam. Ben seninle olmak zorundayım.
Ancak o şekilde hayatta kalabilirim."
Hala kuşkulu görünüyordu. Dün gece benimle kalmasına asla izin vememeliydim. Ama ona
kadar çok ihtiyacım vardı ki...
"Bana şu kitabı uzatır mısın?" diye sordum, omzunun arkasını işaret ederek.
Kaşları şaşkınlıkla birleşti, ama hemen verdi.
"Yine mi bu?" diye sordu.
"Sadece şu hatırladığım bölümü bulmak istiyorum... nasıl söylediğini görmek için..." Sayfaları
çevirdim ve aradığım sayfayı kolayca buldum. Burada o kadar çok durmuştum ki köşesi
kıvrıktı. "Cathy bir canavardı, ama aynı zamanda haklı olduğu noktalar vardı." Diye
mırıldandım. Sessizce satırları okudum. "'Her şey yok olup sadece o kalsa, ben yine
varolurdum; her şey yerinde kalıp da o ortadan kaybolsa, evren bana tamamen yabancı
olurdu.'" Başımı salladım, yine kendi kendime. "Ne demek istediğini çok iyi biliyorum. Ve kim
olmadan yaşayamam biliyorum."
Edward kitabı ellerimden aldı ve odanın öteki ucuna attı – masama hafif bir pat sesi ile düştü.
Kollarını belime sardı.
Küçük bir gülümseme mükemmel yüzünü aydınlattı, her ne kadar alnı hala kırışık olsa da.
"Heathcliff'in de kendi anları oluyor," dedi. Cümleyi mükemmel olarak söyleyebilmek için
kitaba ihtiyacı yoktu. Beni daha da yakınına çekti ve kulağıma fısıldadı, "'Hayatım olmadan
yaşayamam! Ruhum olmadan yaşayamam!'"
"Evet," dedim yavaşça. "Demek istediğim oydu."
"Bella, perişan olmana dayanamıyorum. Belki..."
"Hayır, Edward. Bir sürü şeyi berbat ettim ve bununla yaşamam gerekiyor. Ama ne istediğimi
ve neye ihtiyacım olduğunu biliyorum... ve şimdi ne yapacağımı."
"Şimdi ne yapacağız?"
Düzeltmesine hafifçe gülümsedim, ve sonra içimi çektim. "Gidip Alice'i göreceğiz."
Alice, verandanın en alt basamağında duruyordu ve bizi içerde beklemeyecek kadar sabırsızdı.
Ona vereceğimi bildiği haberler için öylesine heyecanlıydı ki her an kutlama dansı yapacakmış
gibiydi.
"Teşekkür ederim, Bella!" dedi şakıyarak biz kamyonetten inerken.
"Orada dur, Alice," diye uyardım onu, sevincini durdurmak için elimi kaldırarak. "Senin için
bazı kısıtlamalarım var."
"Biliyorum, biliyorum, biliyorum. En geç on üç Ağustos'a kadar vaktim var, konuk listesine
itiraz etme hakkına sahipsin ve herhangi bir şeyi abartırsam bir daha benimle
konuşmayacaksın."
"Eh, tamam. Şey, evet. Kuralları bilyorsun, o zaman."
"Endişelenme, Bella, mükemmel olacak. Gelinliğini görmek ister misin?"
Birkaç derin nefes almak zorunda kaldım. Onu ne mutlu ederse, dedim kendime.
"Tabii."
Alice'in gülümsemesi kendinden memnundu.
"Ee, Alice," dedim, sesimi kayıtsız tutmaya çalışıp telaşsız bir ton verdim. "Ne zaman bana bir
gelinlik aldın?"
Muhtemelen pek bir gösteri sayılmazdı. Edward elimi sıktı.
Alice içeri yönlendirdi ve merdivenlere doğru gitti. "Bu işler zaman alır, Bella," diye açıkladı
Alice. Ses tonu... kaçınıyor gibi çıkmıştı. "Yani, işlerin böyle olacağından emin değildim ama
yine de bir ihtimal vardı..."
"Ne zaman?" dedim tekrar.
"Perrine Bruyere'in bir bekleme listesi var, biliyorsun," dedi, savunmaya geçmişti. "Kumaştan
başyapıtlar bir gecede oluşmaz. Eğer ilerisini düşünmeseydim, askıdan alınmış alelade bir şey
giyebilirdin!"
Düzgün bir cevap alamayacakmışım gibi görünüyordu. "Per – kim?"
"Çok büyük bir tasarımcı değil, Bella, o yüzden hemen histeri nöbetlerine gerek yok. Ama
gelecek vadediyor ve tam da ihtiyacım olduğu alanda uzman."
"Nöbete falan girdiğim yok."
"Tabii ki yok." Sakin yüzümü şüpheyle gözledi. Sonra odasına girdiğimizde, Edward'a döndü.
"Sen – dışarı."
"Neden?" diye sordum.
"Bella," diye inledi. "Kuralları biliyorsun. Düğün gününe kadar elbiseyi görmemesi gerekir."
Başka bir derin nefes aldım. "Benim için önemli değil. Ve biliyorsun ki kafanda zaten gördü.
Ama eğer istediğin oysa..."
Edward'ı kapının dışına itti. Edward ona bakmadı bile – gözleri bendeydi, tedirgindi ve beni
yalnız bırakmaya korkuyordu.
Başımla onayladım ve ifademin ona güvence verecek kadar sakin olmasını umdum.
Alice kapıyı yüzüne kapadı.
"Pekala!" diye mırıldandı. "Hadi."
Bileğimi kavradı ve beni – yatak odamdan daha büyük olan – dolabına götürdü ve uzun beyaz
bir giysinin bütün askıyı kapladığı arka köşeye sürükledi.
Tek bir hareketle çantanın fermuarını açtı ve sonra askısından yavaşça çekti. Bir adım geri gitti
ve sanki bir yarışma programı sunucusu misali elbiseyi elleriyle sundu.
"Eee?" dedi nefes nefese.
Uzun bir süre elbiseyi değerlendirdim ve biraz da Alice'le oynadım. İfadesi endişeli bir hal aldı.
"Ah," dedim, ve rahatlaması için gülümsedim. "Anlıyorum."
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu.
Yeşilin Kızı Anne hayallerim güzümün önüne geldi tekrar.
"Mükemmel, elbette. Tam olması gerektiği gibi. Sen bir dahisin."
Sırıttı. "Biliyorum."
"Bin dokuz yüz seksen?" diye tahmin ettim.
"Aşağı yukarı," dedi başıyla onaylayarak. "Kimi yerleri benim tasarımım, eteği, duvağı..."
Konuşurken beyaz satene dokunuyordu. "Dantel ise klasik. Beğendin mi?"
"Çok güzel. Edward için en doğru elbise."
"Ama senin için de öyle mi?" diye ısrar etti.
"Evet, sanırım öyle, Alice. Sanırım tam ihtiyacım olan şey. Bununla çok iyi bir iş başaracağına
eminim... eğer kendini konrol altında tutabilirsen."
Yüzü ışıldadı.
"Senin elbiseni görebilir miyim?" diye sordum.
Gözlerini kırpıştırdı, yüzü boştu.
"Nedime elbisesinin siparişini de aynı anda vermedin mi? Baş nedimemin askıdan alelade bir
şey giymesini istemem." Korkuyla irkilmiş gibi yaptım.
Kollarını belime doladı. "Teşekkürler, Bella!"
"Bunu nasıl tahmin edemedin?" diye alay ettim dik saçlarını öperek. "Ne biçim bir medyumsun
sen!"
Alice dans ederek geri gitti, yüzü taze heyecanla parlaktı. "Yapacak çok şeyim var! Git
Edward'la oyna. İşimin başına dönmem lazım."
"Esme!" diye bağırıp yok olmadan önce, telaşla odadan dışarı çıktı.
Kendi hızımla onu takip ettim. Holde Edward, tahta bir duvara yaslanmış, beni bekliyordu.
"Yaptığın çok ama çok güzel bir şey," dedi.
"Mutlu görünüyor," diye onayladım.
Yüzüme dokundu; gözleri – fazla karaydı, beni terk edişi üzerinden çok zaman geçmişti –
benim ifademi inceledi.
"Gel çıkalım buradan," diye önerdi birden. "Hadi gel çayırımıza gidelim."
Oldukça çekici geldi. "Sanırım artık saklanmama gerek kalmadı, öyle mi?"
"Hayır. Tehlike arkamızda kaldı."
Koşarken sessiz ve düşünceliydi. Fırtına tamamen geçtiği için artık daha sıcak olan rüzgar
yüzüme doğru esiyordu. Çoğu zaman yaptıkları gibi bulutlar gökyüzünü kaplamıştı.
Çayır huzur dolu, mutlu bir yerdi bugün. Yaz papatyalar, çimin üstünde sarı ve beyaz fırça
darbeleri gibi duruyorlardı. Toprağın hafif nemliliğini umursamayarak uzandım ve bulutlardaki
şekillere baktım. Çok dengeli, çok düzdüler. Şekil yoktu, sadece yumuşak, gri battaniye.
Edward yanımda uzandı ve elimi tuttu.
“On üç Ağustos?” diye sordu kayıtsızca birkaç dakikalık rahat sessizlik sonunda.
“Bu bana doğum günüme kadar bir ay veriyor. Çok çabuk bitirmek istemedim.”
İçini çekti. “Esme – teknik olarak – Carlisle’dan üç yaş daha büyük. Bunu biliyor muydun?”
Başımı salladım.
“Bu onlar için bir fark yaratmıyor.”
Sesim, onun kaygılarının tersine oldukça dingindi. “Yaşım gerçekten o kadar önemli değil.
Edward, ben hazırım. Hayatımı seçtim – ve şimdi yaşamaya başlamak istiyorum.”
Saçlarımı okşadı. “Konuk listesi itirazı nedir?”
“Aslında umurumda değil, ama ben...” Bunu açıklamak istemeyerek tereddüt ettim. En iyisi
söyleyip kurtulmaktı. “Alice... birkaç kurt adamı davet etme zorunluluğu hisseder mi emin
olamadım. Bilmiyorum... Jake gelmek zorundaymış gibi... hisseder mi. Doğrusu odur diye ya
da gelmezse duygularım incinir diye. Tüm bunlara katlanmak zorunda olmamalı.”
Edward bir süre sessizdi. Ağaç tepelerine baktım, gökyüzünün açık grisi karşısında neredeyse
kapkaraydılar.
Birden, Edward belimden yakaladı ve beni göğsünün çekti.
“Bunu neden yapıyorsun bana bir daha anlat, Bella. Neden şimdi birden, Alice’e bu kadar
serbestlik verdin?”
Dün gece Jacob’ı görmeye gitmeden Charlie’yle yaptığım sohbeti tekrarladım.
“Charlie’yi bu işin dışında tutmak haksızlık olurdu,” diye tamamladım. “Ve bu aynı zamanda
Renée ve Phil için de geçerli. Bu arada Alice’in de eğlenmesine izin verebilirim. Belki Charlie
doğru düzgün veda edebilirse her şey ona daha kolay gelir. Her ne kadar çok erken olduğunu
düşünse de beni kolunda mihraba yürütme fırsatını onun elinden alamam.” Sözcükleri
söylerken yüzümü buruşturdum ve başka bir derin nefes aldım. “En azından, annem, babam ve
arkadaşlarım, kararımın onlara söylemeye izinli olduğum kısmının en iyi yanını biliyor
olacaklar. Seni seçtiğimi ve birlikte olacağımızı bilecekler. Nerede olursam mutlu olacağımı
bilecekler. Sanırım bu onlar için yapabileceğimin en iyisi.”
Edward yüzümü tuttu, kısa bir süre için inceledi.
“Anlaşma iptal,” dedi aniden.
“Ne?” diye soludum. “Sözünden cayıyor musun? Hayır!”
“Caymıyorum, Bella. Pazarlığın kendi tarafımı yerine getireceğim. Ama seni sorumlu
tutmuyorum. Ne istiyorsan, hiçbir bağ olmaksızın.”
“Neden?”
“Bella, ne yapmaya çalıştığını görebiliyorum. Başka herkesi mutlu etmeye çalışıyorsun. Ve
benim de başkalarının duyguları umurumda değil. Senin mutlu olmana ihtiyacım var. Alice’e
haberleri iletmek konusunda endişelenme. Ben hallederim. Söz veriyorum seni suçlu
hissettirmeyecek.”
“Ama ben – ”
“Hayır. Bu işi senin yönteminle yapıyoruz. Çünkü benimkisi işe yaramıyor. Sana inatçı derim,
ama bak ben ne yaptım. Senin için neyin iyi olduğu yönündeki kendi fikrime öyle dikbaşlılıkla
tutundum ki seni sadece incittim. Tekrar tekrar derinden yaraladı. Kendime artık
güvenmiyorum. Mutluluğa kendi yönteminle sahip olabilirsin. Benim yolum yanlış. O yüzden.”
Altımda kaydı ve omuzlarını dikleştirdi. “Bunu senin yolunla yapıyoruz, Bella. Bu gece.
Bugün. Ne kadar yakın olursa o kadar iyi. Carlisle ile konuşacağım. Eğer sana yeteri kadar
morfin verirsek o kadar kötü olmaz diye düşünüyorum. Denemeye değer.” Dişlerini sıktı.
“Edward, hayır –”
Parmağını dudaklarıma koydu. “Endişelenme, Bella, aşkım. Diğer taleplerini unutmadım.”
Ben daha ne demek istediğini – ne yaptığını – anlayamadan, elleri saçlarımdaydı, dudaklarım
üzerinde hareket eden dudakları yumuşak ama çok ciddiydi.
Hareket etmek için çok fazla zaman yoktu. Eğer çok beklersem, onu neden durdurmam
gerektiğini hatırlamayabilirdim. Zaten düzgün nefes alamıyordum. Ellerimle kollarına
tutunmuş, kendimi ona daha çok çekiyordum; dudaklarım onunkilere yapışmış, her dile
getirmediği soruya cevap veriyordu.
Zihnimi netleştirmeye, konuşmak için bir yol bulmaya çalıştım.
Nazikçe yuvarlandı ve beni serin çime bastırdı.
Ah, boşver! dedi daha az asil olan tarafım. Kafam nefesinin tatlılığıyla dolup taşıyordu.
Hayır, hayır, hayır, diye tartıştım kendimle. Başımı salladım, dudakları boynuma kayarak bana
nefes alma şansı verdi.
“Dur, Edward. Bekle.” Sesim de iradem kadar zayıftı.
“Neden?” diye fısıldadı boynumdaki oyuğa doğru.
Ses tonuma biraz kararlılık katmak için çabaladım. “Bunu şimdi yapmak istemiyorum.”
“İstemiyor musun?” diye sordu, ses tonundan gülümsediğini anladım. Dudaklarını tekrar
benimkilere bastırdı ve konuşmayı imkansız kıldı. Damarlarıma doluşan hararet, tenimin
onunkine değdiği her noktayı yakıyordu.
Kendimi odaklanmaya zorladım. Sadece ellerimi saçlarından ayırıp göğsüne koymak için
zorlamak bile büyük bir çaba gerektirdi. Ama yaptım. Sonra onu ittim, üzerimden çekmeye
çalışarak. Tek başıma başaramazdım ama vereceğini bildiğim tepkiyi verdi.
Bana bakmak için kendini birkaç santimetre geri çekti ve gözleri kararlılığıma hiçbir yardımda
bulunmadı. İki adet kara ateşti. Alev alev yanıyorlardı.
“Neden?” diye sordu tekrar, sesi kısık ve sertti. “Seni seviyorum. Seni istiyorum. Hemen
şimdi.”
Karnımdaki kelebekler boğazıma doluştu. Suskunluğumdan faydalandı.
“Bekle, bekle,” demeye çalıştım dudaklarının etrafında.
“Benim öyle düşünmüyorum,” diye mırıldandı katılmayarak.
“Lütfen?” diye soludum.
İnledi ve tekrar sırtı üzerine yuvarlanarak kendini benden çekti.
İkimiz de bir dakika boyunca orada öylece uzanıp, nefes alışımızı düzenlemeye çalıştık.
“Neden olmasın söyle bana, Bella,” diye üsteledi. “Benimle ilgili olmasa iyi olur.”
Dünyamdaki her şey onunla ilgiliydi. Ne kadar aptalca bir şeydi tahmin ettiği.
“Edward, bu benim için çok önemli. Doğrusunu yapacağım.”
“Kime göre doğru?”
“Bana göre.”
Dirseği üzerinde durmak için döndü ve bana baktı, bakışları onaylamıyordu.
“Bunun doğrusunu nasıl yapacaksın?”
Derin bir nefes aldım. “Sorumlu olarak. Her şey doğru sırasıyla. Charlie ve Renée’i onlara
önerebileceğim en iyi çözümden mahrum bırakmayacağım. Eğer her halükarda bir evlilik
olacaksa, Alice’in eğlencesini elinden almayacağım. Ve senden beni ölümsüz yapmanı isteyene
kadar, kendimi sana olabilecek her insani yolla bağlayacağım. Bütün kurallara uyuyorum,
Edward. Ruhun benim için onu riske atamayacağım kadar çok ama çok önemli. Bu konuda
fikrimi değiştirmeyeceksin.”
“Eminim yapabilirim,” diye mırıldandı, gözleri yine alev alev yanıyordu.
“Ama yapmazsın,” dedim, ses tonumu ölçülü tutmaya çalışarak. “Gerçekten ihtiyacım olan
şeyin bu olduğunu bilmezken.”
“Adil savaşmıyorsun,” diye suçladı.
Ona sırıttım. “Adil savaştığımı hiçbir zaman söylemedim.”
O da bana gülümsedi, arzuluydu. “Ama eğer fikrini değiştirirsen...”
“Bunu ilk öğrenen sen olacaksın,” diye söz verdim.
Tam o sırada yağmur, bulutların arasından, çime çarptıkça dağılan birkaç damla ile çiselemeye
başladı.
Gökyüzüne ters ters baktım.
“Seni eve götüreyim.” Yanaklarımdaki birkaç küçük su damlacığını sildi.
“Sorun yağmur değil,” diye yakındım. “Sadece bu demektir ki, gidip nahoş ve muhtemelen
fazlasıyla tehlikeli bir şeyi yapmanın vakti geldi.”
Gözleri korkuyla açıldı.
“Kurşun geçirmez olman iyi bir şey.” İçimi çektim. “O yüzüğe ihtiyacım olacak. Gidip,
Charlie’yle konuşmanın zamanı geldi.”
Yüzümdeki ifadeye güldü. “Fazlasıyla tehlikeli,” diyerek benimle hemfikir oldu. Tekrar
kahkaha attı ve sonra kotunun cebine uzandı. “Ama en azından fazladan bir tane daha yolculuk
yapmamıza gerek yok.”
Bir kez daha, yüzüğü sol elimin üçüncü parmağına taktı.
Muhtemelen sonsuza dek takılı kalacağı yere.